Haber 365
Haberlere Hızlı Erişin Son Dakika Haberleri ve Gelişmeleri Anında, Herkesten Önce Öğrenmek İçin;
Takip Et
Ramazan Nereye Koşuyor?
Dr. Ömer Aydın
15.07.2020 Wednesday 10:52

Ruhumun bitmeyen özlemi, babamın ebedi hasreti; Ayasofya Camii, Elhamdülillah yeniden ibadete açıldı.

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın feraseti ve iradesiyle müze saçmalığından vazgeçildi ve Ayasofya'mız yeniden ibadete açıldı...

Bir süre önce Ayasofya özlemimi dile getirdiğim bir yazı kaleme almıştım. Aynı yazıyı Türk yargısının ve Reis-i Cumhur Erdoğan'ın onurlu duruşu ile alınan Ayasofya kararının ardından yeniden değerli okurlarıma sunmak istedim...

AYASOFYA’DA BİR CUMA NAMAZI

“Sünnet bitmişti. Sultan Fatih’in İslamiyete ebedi bir hatırası olan bu muazzam mabedin muhteşem kubbesi altında, derin ve haşyet dolu bir süküt vardı.Her tarafı sessiz bir ubudiyet istila etmişti.

Saf saf dizilen binlerce mümin sanki tek bir kalp,tek bir vucüd olmuşlar, ibadet ve tefekkür deryasına dalmışlar.

Üzerlerinde uzun senelerin getirdiği facialar zincirinden dolayı derin buruşukluklar meydana gelmiş, yalnız şu anda kırışıklıklarından tertemiz bir parıltı fışkıran alınlar, matemden mateme sokula sokula üzüntülü bir renge bürünmüş gözler secdeye doğru eğilmiş, dudaklar bütün kulluğu ile Rabbine bağlanmış ruhlar gibi titriyor.

Yürekler ise aynı duygu ile yalvarmak, merhamet dilemek affolunmak hissiyle dopdolu.

Arada sırada güçlü, son derece yürek yakıcı bir göğüsten elde olmayarak fırlayan “Allah Allah” sesleri mabetteki ulvi sessizliği, muhteşem kubbenin altında dalgalanıyordu.

Bu arada hatip yavaş yavaş minbere çıktı.Hutbeyi okumaya başladı.

Asırlar evvel yine böyle yüksekten ümmetine hitap eden bir sesin şefkati, düzenli olarak bu heybetli sessizliği yarıyor,vicdanları okşuyordu.

Bu eşsiz ses ile birbirini takiben söylenen cümleler bağışlanma yağmuruna şiddetle susamış ruhlara sonsuz bir şekilde tesir ediyor, eğilmiş başlar manevi bir çekicilikle kubbeye doğru kalkıyordu.

O anda hüzün ve melal serpen gözler artık ümit ve başarı şuleleriyle nurluydu.

O şefkat dolu yakıcı sesler devam etti.Herkes güneşin yakıcı, harareti altında susuzluktan kavrulmuş, beli bükülmüş iken birdenbire gelen ruh verici, hayat saçıcı bir rahmet yağmurunun tesiri ile yeniden yeşilliğini , dinçliğini bulmuş bir nebat gibi büyümek ,kuvvelenmek için vücutlarında gömülü yeni bir hazine, yeni bir kaynak bulmuştu.

Rahat ve huzur içinde dinliyorlardı.Sıra duaya gelmişti.

“Hadimul Harameyniş Şerifeyn” cümlesi okundu.Bu söz cemaati tam dört asır öncesine götürdü.

Evet, yine bir Cuma namazında, Osmanlılara kapılarını hiç güçlük göstermeden açan Halep şehrinin büyük camiinde kılınan ilk Cuma namazındaydı.Etrafa avf ve rahmet nurları saçan hatip buraya gelmiş ve bu duayı oraların eski sahibi olan Mısır Kölemenleri’nin adeti üzere “Malikül Harameyniş Şerifeyn” tarzında okumuştu.

Camide cemaat arasında,ordusu ile diz dize hutbeyi dinleyen Padişah “Hayır” demişti, “Malikül Harameyniş Şerifeyn bizaat Cenab-ı Haktır. Harameyniş Şerifeyn’in ben ancak hizmetçisiyim.”

Böylece ilk defa olarak “Hadimul Harameyniş Şerifeyn” şeklinde okutmuş ve o zaman koca cihangir secdeye kapanmış, gözlerinden yaşlar akarak Allah’a şükretmişti.

Bu ulvi ve mukaddes hatıranın tesiri ile cemaat elde olmaksızın gözlerinden dökülen yaşlar arasında O’nun, o eşsiz büyük ceddin ağlayan hayalini gördü.

Bir millete Harem-i Şerif’i, Hılafeti miras olarak bırakan bu benzersiz dahiyi bütün mevcudiyetleriyle selamladılar.

Osmanlı Milleti’nin ebedi teşekkürlerinden üzerlerine düşenini Osmanlı ve müslüman oldukları cihetle büyük bir tazimle O’na, Yavuz Sultan Selim’e yolladılar.

Evet, bu büyük padişah, sekiz senelik saltanatı içine dört asırlık bir hayatı, bir milletin İstikbalini teminat altına alan Mısır ve İran Fatihi 1. Sultan Selim’di.

Artık onun torunları 7 düvele karşı savaşıyor.İslamın hizmetkarı olduklarını bütün aleme ispata çalışıyorlardı.

Ayasofya’nın kubbesi altında yaşlı cemaat secdeye, genç cengaverler ise cepheye koşuyorlardı.”

89 yıllık hasretten sonra milli ve yerli iktidar, milletinin özlemini ve hislerini dikkate alıp, vakfiyesine uygun olarak, 

BİR CUMA GÜNÜ AYASOFYA’NIN  CAMİ  OLARAK İBADETE AÇILMASINA KARAR VERMİŞTİ.

Vatanın dört bir yanından aşkla özlemle koşarak gelenler Eminönü’nden Beyazıt’a kadar caddeleri, meydanları doldurmuşlardı.

Cuma ezanı okunurken genç,  yaşlı milyonlarca mümin gözyaşları yanaklarını ıslatırken şükür secdesine kapanıyordu. 

89 yıllık dinmeyen sızımız, bitmeyen hasretimiz AYASOFYA.

Ayasofya üzerine binlerce yazı, kitap, şiir yazıldı, ağıtlar  yakıldı.

Yukarıdaki duygusal hasret dolu yazı, milli ve manevi değerlerimizin yılmaz muhafızı, ömrünü gerçeğin peşinde koşarak geçiren Sadık Albayrak Ağabeyim tarafından en az 40 yıl önce yazıldı.

 

Son paragrafı Üstadımızın iznine  sığınarak ben ekledim.

Çok yakın bir zamanda bunun gerçekleşeceğine yürekten inanıyorum.

Papazlar, metropolitler yakalarında Bizans armasını taşır, yedisinden yetmişine kadar her Yunanlı, müstakbel Bizans hülyaları ile yaşar, Megalo İdea peşinde Helenizm imparatorluğunun hortlayacağı günleri düşünürler. Hedeflerinin Ayasofya’dan geçeceğine inanırlar. 

Ayasofya Cami hakkında Yunanistan'ın dayatmaları, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın yayımladığı raporlar, hem inancımıza hakaret, hem de milli egemenlik haklarımıza terbiyesizce saldırıdır. 

Ayasofya Camisi’nin tasarruf hakkı sadece Türkiye’ye aittir. 

Ayasofya Camisi, bir an önce  Müslüman gönüllerle buluşmalı, kapısı ibadete mutlaka açılmalıdır.

Mesele câmiye olan ihtiyacımızın yeterliği veya yetmezliği değildir.

Ayasofya Camisi’nin tekrar İslâm ibadetine açılması, evrensel insan haklarının, hukukun, din ve vicdan hürriyetinin, demokrasinin, millî iradeye, millî kimliğe, tarihimize ve kültürümüze saygının gereğidir.

Ayasofya Camisi milli ve islami egemenliğimizin sembolüdür.

Ayasofya Camisi hürriyetimizin, haysiyetimizin sembolüdür. 

Bugünkü durumumuzla ne tam hür sayılırız, ne de haysiyetli Müslümanlar olabiliriz.

Ayasofya Camisi büyük bir milli dâvâdır. 

Ayasofya Camisi milletimizin haysiyet ve şerefi davasıdır.

Duyar mısınız Ayasofya Camisi’nin inlemelerini, karanlık dehlizlerde tek başına gece gündüz yaktığı ağıtları? 

Arada sırada boğuk çığlığı da gelir Ayasofya Camisi’nin.

Bu çığlık yığılır kalır bilincimizde, sorumluluğumuzun üzerinde.

Ağlayan Ayasofya Camisi değil, Ayasofya Camisi’nin şahsında Türk Milletidir.

 

Ayasofya! Ey muhteşem mabet! Merak etme. 

Fatih’in torunları yakında bütün putları devirip, seni camiye çevirecekler. 

Gözyaşlarıyla abdest alarak secdelere kapanacaklar.

Tekbir sedaları öksüz kubbelerini yeniden dolduracak. 

Sessiz ve öksüz minarelerinden yükselen tekbir sesleri fezayı inletecek.

Ezanlar özgürlüğünün ilanını, ozanlar destanını yazacaklar. 

Şerefelerin yine Allah’ın ve Peygamberimiz’in şerefine ışıl ışıl yanacak.

Bütün Dünya Fatih dirildi sanacak. 

Bu olacak Ayasofya, bu olacak. 

Yakındır İkinci fethin, 

Yeniden dirilişin.

 

FATİH’İN VASİYETİ

"Eğer bu hayır müesseseleri yıkılacak olursa, ikinci defa, üçüncü defa ila ahir yeniden inşa oluna… Bütün bu şerh ve ta'yin eylediğim şeyler, tesbit edilen şekilde ve vakfiyede yazılı haliyle VAKIF olmuştur; şartları değiştirilemez; kanunları tağyir edilemez; asılları maksatları dışında bir başka hale çevrilemez; tesbit edilen kuralları ve kaideleri eksiltilemez; vakfa herhangi bir şekilde müdahale Allâh'ın diğer haramları gibi haramdır.

Kim ki, bozuk teviller, hurafe ve dedikodudan öteye geçmeyen bâtıl gerekçelerle, bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya kanun ve kurallarından birini tağyir ederse; vakfın tebdili ve iptali için gayret gösterirse; vakfın ortadan kalkmasına veya maksadından ve gayesinden başka bir gayeye çevrilmesine kast ederse, vakfın temel hayır müesseselerinden birinin yerine başka bir kurum ikame eylemek ve vakfın bölümlerinden birine itiraz etmek dilerse veya bu manada yapılacak değişiklik veya itirazlara yardımcı olur yahut yol gösterirse; veya şer'-i şerife aykırı olarak vakıfda tasarruf etmeye azm eylerse, mesela şeri'a-ta ve vakfiyeye aykırı ferman, berat, tomar veya talik yazarsa veyahut tevliyet hakkı resmi yahut takrir hakkı resmi ve benzeri bir şey taleb ederse, kısaca bâtıl tasarruflardan birini işler yahut bu tür tasarrufları tamamen geçersiz olan yazılı kayıtlara ve defterlere kaydeder ve bu tür haksız işlemlerini yalanlar yumağı olan hesaplarına ilhak ederse, açıkça büyük bir haramı işlemiş olur, günahı gerektiren bir fiili irtikâb eylemiş olur. Allâh'ın, meleklerin ve bütün insanların la'neti üzerlerine olsun. Ebeddiyyen Cehennemde kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebediyyen merhamet olunmasın. Kim bunları duyup gördükten sonra değiştirirse, vebali ve günahı bunu değiştirenlerin üzerine olsun. Hiç şüphe yok ki, Allâh her şeyi işitir ve her şeyi bilir."

1936 tarihli tapu senedine göre, Ayasofya "57 pafta, 57 ada, 7. parselde Fatih Sultan Mehmed Vakfı adına Türbe, Akaret, Muvakkithane ve Medreseden oluşan Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi" adına tapuludur.

KADİR MISIROĞLU 

 

Milletimizdeki İslamlaşma şuuru belirli bir seviyeye gelince Ayasofya tâbîi olarak açılır. Bugün o kıvamda değiliz. Ama yakınız. Çok sürmez açılır.

Sembolik olarak Ayasofya, 1960’lı yıllarda açıldı. Ayasofya’nın Topkapı Sarayı tarafından bir giriş kapısı vardır. Orada papazların bir toplantı salonu vardı. Orası bugün mescid olarak kullanılıyor. Cuma dâhil beş vakit namaz kılınıyor. Bu mescidi Süleyman Demirel yaptırmıştı. Ama bu mescid esas kubbenin olduğu kısımda değil tabi ki.  Tahmin ederim çok gecikmeden o da Tayyip Bey’e nasip olur. Esas ana kubbenin altında da bir namaz kılınır.

Ayasofya’nın açılması yakın bir gelecekte olacak. Çünkü mevsim İslâm’a doğru gidiş mevsimidir. Bu gidişin bir safhası da Ayasofya olacak.  Ayasofya ile ilgili daha bir sürü gelişme olacak ve mevsim, İslam’ın galebesine doğru gidilme mevsimi olacak. 

MEHMET ŞEVKET EYGİ

Ah Ayasofya, Ayasofya! 

1919 ile 1922 yılı arasında İstanbul’u işgal eden yabancı düşman kuvvetleri bile Ayasofya’da ezan okunmasını, namaz kılınmasını yasaklamamışlardı.

Onlar Ezan-ı Muhammedî okunmasını yasakladılar, uzun yıllar boyunca minarelerden Tanrı Uludur diye bağırttılar. Onlar ezan düşmanıydı.

Hakiki ezan okuyan Müslümanları tutukladılar, o masum vatandaşlara cani muamelesi yaptılar.

Bütün İslam medreselerini kapattılar.

Bütün Tasavvuf tarikatlarını ve tekkelerini kapattılar. Zikrullah yapmayı ağır suç saydılar. Zikr yaparken yakalanan Müslümanlara gâvurun yapmadığı kötülükleri yaptılar.

Onlar Şapka Kanunu’ndan önce yayınlanmış “Frenk Mukallitliği” risalesi yüzünden ulemadan İskilipli Atıf Efendiyi vahşice, acımasızca, düşmanca idam ettiler. Cesedini yıkamadılar, kefenlemediler, namazını kılmadılar, Asri Mezarlıkta bir çukura attılar.

Onlar şapka meselesi yüzünden çok cana kıydılar, çok ocak söndürdüler, çok aileleri perişan, nice kadınları dul, nice çocukları yetim bıraktılar.

Bediüzzaman hazretlerini sürdüler, zindana attılar, ağır baskılar yaptılar

Onlar, din ve ümmet için hizmet eden merhum Silistreli Süleyman Efendiye büyük zulümler, baskılar yaptılar.

Onlar; Din, İman, Kur’an hizmeti yapan Bediüzzaman hazretlerini sürdüler, kimi zaman zindana attılar, ağır baskılar yaptılar.

Onlar, Şeyh Abdülhakim hazretlerini Ankara’ya sürdüler, bin sıkıntı içinde yaşattılar.

Ayasofya’yı açamayan Müslüman politikacılar kimden korkuyorlar?

M. Kemal Paşa’dan mı? O 1939’de öldü, dünyasını değiştirdi, artık bir şey yapamaz ki…

Ayasofya müze yapıldığında itiraz eden, protesto eden çıksaydı, İstiklal Mahkemeleri kurulur ve protesto edenler idam edilirdi. Şimdi memlekette öyle bir hava ve rejim yok. 

ABD’den mi, AB’den mi, Papa’dan mı, Masonlardan mı, egemen azınlıklardan mı korkuyorlar?

Müslümanların önce ve sonra Allah’tan korkmaları gerekmez mi?

Ayasofya’yı müze olarak büyük sayıda turist geziyormuş. Cami yapılsa yine gezebilirler. Şu anda Sultanahmet camiini gezen turist sayısı Ayasofya’yı gezenden daha fazladır.

Doğrusu merak ediyorum: 

Ayasofya niçin açılmıyor? Bunu kim açtırmıyor? Kim açmıyor? 

Fatihin vakfiyesidir, cami olması gerekir. Sen hâlâ müze kalmasında ısrar edersen elbette başın beladan kurtulmaz. Çünkü vakfiyede çok ağır şartlar var.
Atina’da bunca Müslüman yaşıyor ama orada cami yok. Türkiyede çok az tek kimlikli Hıristiyan var, bir sürü yeni kilise yapıldı, eskileri restore edildi. Ayasofya ise hâlâ inatla ısrarla müze statüsünde tutuluyor.

Bugünkü halimizle, sittîn (altmış) sene "Ayasofya açılsın, Ayasofya açılsın..." diye bağırsak, hiçbir faidesi olmaz. Ayasofya lâfla açılmaz, Ayasofya kendi kendine açılmaz, Ayasofya durup dururken açılmaz...

Ayasofya, hürriyet gibidir. Hürriyet verilmez, alınır...

Elli seneden beri, "Ayasofya açılsın..." diye bağırıyoruz. Arpa boyu yol gidebildik mi Bendeniz 1960 lı yıllarda sadece bir nüsha yayınlanan "AYASOFYA" adında bir de gazete çıkartmıştım.

 Ayasofya’nın mihrabına geçecek imamın en az 5 dil bilmesi gerekir… Fuzulî divânını okuyup, anlayabilecek, metin şerhi yapabilecek, bu kıraatten haz ve zevk alabilecek derecede Türkçeye aşina olacak…Arapçayı ilmî kitap yazabilecek derecede bilecek… İran’a gittiğinde kürsüye çıkıp nefis, beliğ, selis bir Farsça ile irticalen konuşacak... İngilizcesi çok güçlü olacak.. Halide Edip gibi İngilizce kitaplar yazacak… Ayasofya’nın mihrabına geçecek imamın Bizans Grekçesine de âşina olması gerekmez mi? İslâm ülkelerinin birindeki ciddi bir üniversitede şer’i ilimler tahsil etmiş olacak… Ayrıca, mesela Heidelberg Üniversitesi’nde felsefe okumuş olacak...Bununla da bitmez, İslâmî geleneksel güzel sanatların birinde üstad olacak… Daha bitmedi. Tasavvuf neşesine sahip olacak... Hem tarikat-i Aliye-i Kadiriye’den hem de Mevleviye’den icâzet ve hilâfeti olacak.

NECİP FAZIL KISAKÜREK

Gençler! 

Bugün mü, yarın mı, bilemem!

Fakat Ayasofya açılacak!.. Türk'ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofya'nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler.

Ayasofya açılacak... Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün mânalar, zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlayacak!.. Öylesine açılacak ki, bu millete iyilik ve kötülük etmişlerin dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçecek...

Ayasofya açılacak!... Bütün değer ölçülerini, tarih hükümlerini, dünyalar arası mahsup sırlarını, her iş ve herşey hakkındaki gerçek miyarları çerçeveleyici bir kitap gibi açılacak...

Allah tarafından mühürlenmiş kalplerin mühürlediği Ayasofya, onların aynı şekilde mühürlemeğe yeltenip de hiçbir şey yapamadığı, günden güne kabaran akınını durduramadığı ve çığlaştığı günü dehşetle kolladığı mukaddesatçı Türk gençliğinin kalbi gibi açılacak...

Ayasofya'yı, artık önüne geçilmez bu sel açacak...

Bekleyin gençler!.. Biraz daha rahmet yağsın... Sel yakındır.

MURAT BARDAKÇI

“Ayasofya, İstanbul’un fethinin en mühim sembollerinden biridir.

Üstelik Kılıç Hakkı’dır.

Yani, bizde fetih sırasında yürürlükte bulunan İslam Hukuku’nun fethedilen şehrin fatihlerine camiye çevirme hakkı verdiği en büyük ibadethanedir ve beş yüz seneye yakın cami olarak kullanılmıştır!”

Ezcümle: Ayasofya Camii, bizlere Fatih Sultan Mehmet’in vasiyeti ve de emanetidir.

Bugün müze olarak kullanılan ve sabah ezanı okunduğunda Yunanistan’ın kıyametler koparttığı Ayasofya, 20. yüzyılın başında, özellikle de Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlûp olarak ayrılmamız üzerine uğradığımız işgal sırasında da sıkıntılara sebep olmuş, devlet gayrımüslimlerin mâbede girip de hiç olmayan birşeyler yapmalarını önlemek için büyük çaba göstermişti.

Arşivlerdeki belgeler, Osmanlı vatandaşı olmayan gayrımüslimlerin yanısıra Rumlar ile Ermeniler’in, özellikle de yabancı pasaport taşıyanlarının toplu halde Ayasofya’ya girmeye uğraştıklarını ve İçişleri Bakanlığı’nın camideki emniyet kuvvetlerine sık sık “Sakın içeriye girmesinler” diye talimat gönderdiğini gösteriyor.

Ayasofya konusunda ne zaman bir tartışma çıksa ve “İbadete açılmalı” denecek olsa bir kesimden hiç değişmeyen, birbirini aynı ve tuhaf tepkilerin gelmesi bilmem dikkatinizi çekti mi? Nakarat asla değişmez; “Ayasofya cami olamaaaaaz, olmamalııııı!” diye haykırılır! 

Sebep, Ayasofya’nın “insanlığın ortak malı” olmasıdır ve bu yüzden de müze olarak kalması gerekir! Ruyâ âleminde kulaç atan bazı aklıevveller ise daha da ileriye gider ve “Hem kilise, hem cami olsun” derler… “Haftanın belli günlerinde namaz kılınsın, diğer günlerde de âyin yapılsın ama cami olması, sadece namaz kılınmasın!”

Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması fikrinin bazı zevâtı böylesine rahatsız etmesinin ve işi neredeyse namus meselesi haline getirmelerinin sebebini bir türlü anlamıyorum!

İslâm hukuku bugün artık geçerli olmadığı için “kılıç hakkı” da geçerli değilmiş, böyle mekânlar ortak inanç değerleri imiş, Ayasofya’nın ibadete açılmasını isteyenlerin işgal altındaki bölgelerdeki ibadethanelere, meselâ Mescid-i Aksa’ya saygı gösterilmesi konusunda itiraz hakları yokmuş!

 “Kılıç hakkı” İslâm hukukunun bir kavramıdır, gayrımüslimlerin yaşadığı ve savaşılarak ele geçirilen topraklarda fetihten sonra hukukun izin verdiği bazı tasarruflardır ve bu tasarrufların başında, o beldenin en büyük ibadethanesinin olarak camiye çevrilmesi gelir… İbadethanelerin adedi fazla olduğu takdirde en büyüğünün yanısıra birkaçı daha cami yapılabilir ama o belde savaş ile değil de karşı tarafın “aman istemesi”, yani teslim olması ile ve kılıç çekilmeden, yani kan dökülmeden alındı ise kılıç hakkı tatbik edilmez.

AYASOFYA BENİM KIZILELMAM

15 yılı aşkın süredir Ayasofya Camisi'nde namaz kılınması için hukuk mücadelesi veren Çevreye Hizmet Derneği Başkanı İsmail Kandemir'in, bu doğrultuda Danıştay'a açtığı dava ise 2 Temmuz'da görülecek. Kandemir, "Ayasofya'nın kendi özüne dönerek yeniden namaz kılınan bir camiye dönüşmesi en büyük arzum. Bu uğurda yıllardır mücadele veriyorum" dedi.

Bursalı İsmail Kandemir, “Ayasofya benim Kızılelmam. Gençlik yıllarımda gidip gizli gizli namaz kılardım. Artık 75 yaşındayım. Şimdi sıhhat meselesi, eskisi kadar ziyaret edemiyorum ama şu an birisi haydi kalk seni Ayasofya’ya götüreyim dese, abdestimi alır yola düşerim. Bir anne çocuğunun yüzüne bakarken ne hissederse, hissettikleri nasıl tarifsizse, Ayasofya konusunda benim hislerim de tarifsiz, bunu anlatamam” dedi. Tek gayesinin ‘değerlerine sahip çıkmak’ olduğunu belirten Kandemir, milliyetçi bir Türk vatandaşı için Ayasofya’da namaz kılmanın ulaşılabilir  bir ideal olduğunu  söyledi.

İstanbul Fatih'teki Kariye Camisi, Rumeli Hisarı, İlyas Bey Camisi, Trabzon'daki Ayasofya ve İznik'teki Ayasofya'nın cami vasfına dönüştürülmesi için yıllardır hukuk mücadelesi yürüten emekli Matematik Öğretmeni İsmail Kandemir'in çabaları sonuç verdi. Cami vasfına geri döndürülen yapılardan namaz vakitlerinde ezan sesleri yükselmeye başladı.

Twitter: @dromeraydin

10.07.2020 17:36

“Benim bu hayatta onur duyduğum iki unvanım var;

Birincisi, Sadık Albayrak’ın oğlu olmak, ikincisi Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı olmak.

Türk İslâm tarihinin en önemli isimlerinden birinin damadı olmak benim için çok kıymetli bir husustur.

Konjonktürü görüyorsunuz. Bugün Cumhurbaşkanı’na methiyeler düzenler, menfaat uyuşmayınca giderler.

Bizimkisi dava noktasında, ölümüne bir ilişki.

Böyle bir ilişkide damat olmak benim gurur duyduğum bir husus.

Birilerinin küçümsemek için ortaya koyduğu “damat” söylemleri bizim için onur meselesidir.

Faik Öztrak’ın ‘yakışıksız sosyete yakıştırmasına’ gelince;

Kendi imkânlarıyla köyden gelip iki evladını kıt kanaat imkanlarla okutan bir babanın oğlu olarak ben mi sosyeteyim, yoksa yedi sülalesi, dedesi, babası, amcası devletin her imkânını kullanan mı?

Köyden çıkmış gelmiş, hayata tırnaklarıyla tutunmuş, bugün 80 yaşına gelmiş bir adamın oğlu olarak ben sosyete olacağım, 7 ceddi 7 sülalesi dedesi, babası, amcası bakanlıklardan milletvekilliklerine kadar devletin bütün imkanlarını kullananlar, ne olacak?

Siyasetin bu çukur seviyesine inmeyi zul addediyorum.

Babam bizi kimseye minnet etmeden, kendi imkanlarıyla yetiştirirken, ‘Allah'tan başka hiç kimseye minnet etmeyip, kimseye de dayanmayacağız’ diye öğütledi.”

Bu sözler Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ilk Hazine ve Maliye Bakanı olan Berat Albayrak’a aittir.



1978 yılında İstanbul’da doğan Berat Albayrak’ın Serhat Albayrak adında bir ağabeyi olup, aslen Trabzon’un Of -Dernekpazarı Yenice köyündendir.

Lise eğitimini Fatih Koleji’nde tamamlayıp, lisansını da İstanbul Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümü’nde yapan, ardından New York’taki Pace Üniversitesi Lubin School of Business’te finans üzerine yüksek lisansını tamamlayan Berat Albayrak, “Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Finansmanı” tezi ile doktora derecesi aldı.

New York’ta olduğu dönemde tanıştığı dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kızı Esra Erdoğan’la 11 Temmuz 2004’te evlendi.



2006’da Ahmet Akif, 2009’da Mahinur, 2015’te de Sadık isimlerinde 3 çocuğu oldu.

MBA eğitimi sırasında Çalık Holding bünyesinde çalışmaya başlayan Albayrak, 1999’da Çalık Grubu’nun yurtiçi ve yurtdışı şirketlerinde çeşitli üst düzey görevlerde bulundu. Başta enerji olmak üzere farklı iş kollarındaki girişimlere öncülük etti.

Kriz dönemlerinde Holdingin finansman ve likidite yapısını başarıyla yönetti.

AK Parti’den 25., 26. ve 27. Dönem İstanbul Milletvekili olarak Meclis’e giren, 64. Hükümette Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı görevine getirilen Berat Albayrak, 65. Hükümette de bu görevine devam etti.

Berat Albayrak, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı döneminde;

Ülkenin orta ve uzun vadeli enerji politikalarından oluşan “Milli Enerji ve Maden Strateji Belgesi”ni hazırladı.

Enerjide yerlileşme oranını arttırdı, enerji ithalatını geriletti.

Kömür rezervinin değerini 350 milyar dolara çıkardı.

Doğalgazdan faydalanan insan sayısını 40 milyonun üzerine taşıdı.

Enerji santralleri, doğalgaz ve petrol arama yatırımları ile enerjide yerli ve milli bir dönemi başlatırken, Türkiye’nin ilk yerli ve milli enerji belgesini düzenledi.

Enerjide arz çeşitliliği yarattı, anti kömür lobisine karşı yerli kömürün hakkını teslim etti.

Konya'daki dünyanın en büyük güneş santralini kuruluşuna öncülük etti.

Azeri gazını Türkiye üzerinden Avrupa'ya taşıyacak olan TANAP, Rus gazını Avrupa'ya Türkiye üzerinden taşıyacak olan Türk Akımının altında imza attı.

Akkuyu Nükleer Güç Santrali başta olmak üzere 2030'a kadar üç NGS'nin yapımı işini başlattı.

Oluşturduğu Milli Enerji Politikası ile, 24 Mayıs günü elektrik üretimimizin yüzde 90'ını yerli ve yenilenebilir kaynaklardan elde edilmesi sağlandı.



Doğalgaz arz güvenliği için Türkiye’nin ilk Sıvılaştırılmış Doğalgaz Depolama ve Gazlaştırma Ünitesi Projesi, 1000 er megavatlık dünyanın en büyük güneş ve rüzgar enerjisi santrallerinin ihalesi, Türkiye’nin ilk yerli ve milli sondaj gemisinin hizmete alınması,1 milyon metrekare maden sondajı hamlesi, Ulusal Bor Stratejisi gibi enerji ve maden alanında dünyaya örnek olacak birçok projeyi hayata geçirdi.

Enerji Bakanlığı bayrağını devrederken gelecek 20 yılın planlamasını da yapan Berat Albayrak, Cumhuriyet tarihinin en genç Hazine ve Maliye Bakanı oldu.

ABD Başkanı’nın “Türk ekonomisini mahvedeceğim” dediği 2018 Ağustos ayındaki spekülatif döviz saldırısının ardından “Türkiye iflas eder, Dolar 10 lira olur, faizler tavan yapar, şirketler batar, Türkiye yeniden IMF’nin kapısına dayanır” paniğinde ekonominin yönetimini üstlenerek, ateşten gömleği giyen bir babayiğittir Berat Albayrak.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 4 koldan ekonomik saldırı altına alındığı bir dönemde, oturduğu Hazine ve Maliye Bakanlığı koltuğunun hakkını veren, ekonomiyi namerde muhtaç etmeden dimdik ayakta tutan, zeka, bilgi ve ferasetiyle para politikaları üzerinden kan emicilerin kural dışı servet edinmesini engellemek için cesaretle adımlar atan bir ‘Cesuryürek’tir.

Berat Albayrak, ülkeyi IMF mandası olmaktan kurtarmaya azmetmiş liderinin izinden giden, hiçbir emperyalist ülkenin ve çevrenin beslemesi olmayan, boynuna IMF tasması taktırmayan, kimseyle göbekten bağlı olmayan, bir büyük ustanın yanında yetişip rüştünü ispatlayan, bağımsız ve özgür kişiliği vazgeçilmez sayan babasının oğlu milli ve yerli, vizyoner genç bir lider kişiliktir.

‘Battık , batıyoruz ’ diyen felaket tellallarını her seferinde mahcup eden, doların 10 liraya çıkmadığına üzülen, 7’nin altına düşmesinden rahatsız olan vatan millet düşmanlarının heveslerini kursaklarında bırakan, “faiz inerse kur sıçrar, enflasyon tutulamaz” ezberinden Türkiyeyi kurtaran, krizlere karşı güçlü direnç gösteren bir ekonomik yapı oluşturan, enflasyonda, kurda, faizlerde, ihtimal dahi verilmeyecek bir iyileşme ve başarı sağlayan, ülkeyi yeniden sağlıklı ve sürdürülebilir büyüme trendine sokan bir ‘Akıncı’dır.

Dünya piyasalarının rahat, paranın bol, Türk ekonomisi üzerinde herhangi bir baskı ve oyun olmadığı bir dönemde sorumluluk üstlenen Babacan ve Şimşek ile kıyaslanmayacak kadar başarılı bir Hazine Bakanıdır Berat Albayrak.

Adaletle, vicdanla, hakkaniyetle şu sorulara cevap veriniz;
Berat Albayrak, Tayyip Erdoğan’ın yakını olmasaydı, bu makamlara gelemez miydi?

Berat Albayrak, ehliyet ve liyakati olmadığı halde, sırf Erdoğan’ın yakını diye mi Enerji Bakanı, Hazine ve Maliye Bakanı olmuştur?

Erdoğan’a damat olmayan Sadık Albayrak’ın oğluna uygun gördüğünüz siyasi pozisyon nedir?

Trabzon’un uşağı Berat Albayrak’ın, Ankara’nın bebesi Ali Babacan ve Batman’ın
civanı Mehmet Şimşek’ten eksiği mi vardır, fazlası mı?

İktidar çevrelerinden Hazine ve Maliye Bakanlığına Berat Albayrak'tan daha uygun kimi görüyorsunuz?

Dünya’da paranın bol olduğu, Türkiye’de bolca harcandığı dönemde ekonomiyi rahatça yönetenleri sözde kahraman ilan edip yere göğe sığdıramayanlara başarılı performansı ile Ali Babacan ve Mehmet Şimşek'i unutturarak rüştünü ispatlayan, 'yapamaz, edemez, ekonomi onun işi mi?' diyenlerin yüzünü kızartıp ters köşe yapan, Türkiye'nin kur, faiz, enflasyon şeytan üçgenine sıkışıp kalacağını ve bu sarmaldan çıkamayacağını söyleyenlere büyük bir hayal kırıklığı yaşatan bu ülkenin çocuğudur.

15 Temmuz darbe gecesi Marmaris’ten İstanbul’a adeta ölümüne uçan o tarihi uçağın içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan ile birlikte eşlik eden bir fedaidir Berat Albayrak.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı olmasını bir kenara bırakalım.

Bütün ön yargıları yıkıp geçen, yıllardır bilinçli olarak üzerine yapılan algı operasyonlarını çöpe attıran, oturduğu koltuktan güç alan değil koltuğa güç veren, ateş çemberinin içerisinde görev yaparken, bir gün dahi ağlaşmayan, kendini ilme, araştırmaya adamış bir çınar, gönül köprülerini imar eden bir mimarın Sadık Albayrak’ın ilim irfan edep medresesinde ve Fatih Sultan Mehmet’in dizinin dibinde yetişen yerli ve milli bu vatan evladı son derece iyi yetişmiş, ülkesinin, milletinin milli ve manevi değerlerini sımsıkı koruyarak milli duruşunu sapasağlam temellere oturtmuş ihlası yüksek bir devlet adamıdır.



Osmanlı arşivlerinde yıllarca çalışarak ortaya çıkarttığı tarihi gerçekleri kitaplaştırdığı eserleri satıp oğullarının eğitimi için harcayan, haksız yere yüzlerce kovuşturmaya tabi tutularak bedel ödemiş milli ve dini kültürümüzün, medeniyetimizin yok olup gitmemesi ve unutulmaması için ömrünü adamış, gerçeğin peşinde yiğitçe koşan bir dava adamı, çevre ve doğa savaşçısı Sadık Albayrak gibi bir babanın okumak için tek kuruş burs almayan sıfır kompleksli, kararlı, cesur, halkın çocuğu, topraklarını bir gün unutmamış, mütevazı, hırslı, rüku dışında eğilmemiş, kasıtlı ve bilinçli olarak üzerine oynanan oyunlara, yapılan hakaretlere, haksız eleştirilere karşı, “İt ürür kervan yürür” felsefesiyle, övülmek ve mükafat beklemek gibi bir hesap yapmadan yoluna devam eden hayırlı evlattır Berat Albayrak...



IMF kapısına gitseydi, faiz ekonomisine sıcak baksaydı, bir takım para baronlarına mavi boncuk dağıtsaydı, Albayrak küresel sistem tarafından kahraman ilan edilecek, yere göğe sığdırılamayacak ve bağırlarına basacaklardı, değil mi?

Ona yapılan her saldırının, aslında Tayyip Erdoğan’a yapılan bir saldırı olduğunu, AK Parti içindeki bazı kesimlerin anlamak istememesi, Tayyip Erdoğan’a güvenenlerin, Tayyip Erdoğan’ın güvendiği Berat Albayrak’a güvenmemelerinin mantıklı bir açıklaması olabilir mi?



Tayyip Erdoğan’a damat olmak elbette bir onurdur ama onun dava arkadaşı ve yol arkadaşı olmak üstlendiği sorumluluğun hakkını vermek çok daha önemlidir.

Berat Albayrak ABD’nin, IMF’nin, Dünya Bankasının maşası olarak dışarıdan getirilen Kemal Derviş ve takipçileri Kraliçe’nin gülünün yancısı, IMF borazancısı Babacan’ın, Şimşek’in pabucunu dama atan, küresel sermayen kuklalarının faiz, kur, IMF kumpaslarına son vermiştir.

Kraliçenin kayıtlı prenslerinden küresel ekonomi baronlarının sesi Babacan gibi “Türkiye IMF ile yeniden anlaşmalıdır” demeyen, Türk ekonomisi, üzerine geçirilen deli gömleğini çıkarıp, ekonomik bağımsızlığını ilan eden, "Paranızın değerini ben belirlerim" diyen Londra’ya “parasının değerini, kurunu ve faizini, kendisi belirlemeyen hiçbir ülke tam bağımsız değildir.” diyerek posta koyan, yerli ve milli bir Hazine Bakanıdır.

Olası döviz ihtiyacını fırsata çevirip yeniden yüksek faiz ve enflasyon oluşturmak isteyen, tatlı faiz gelirlerinden vazgeçmek istemeyen aç gözlü kan emici baronların “rezervler eridi” yalanlarını ağızlarına tıkayandır.

Daha az borçlanarak, öngörülenden daha az faiz ödeyerek, ekonomi baronlarını çılgına çeviren, göreve geldiğinde yüzde 30-40 aralığına kadar çıkan piyasa faizlerini tek hanelere, yüzde 7-8’lere kadar gerileten, finans çevrelerinin olmaz dediğini gerçekleştiren, “faize dokunmayın, kuru tutamazsınız “ diyenlere karşı, aynı anda hem kuru, hem enflasyonu, hem de faizleri düşüren, faizlerdeki düşüşle, üretimi yeniden canlandıran, ekonomik güven ve üretim kapasitesini her geçen gün arttıran 1 milyon yazılımcı projesiyle bilişim teknolojileri alanında yeni bir çığır açan bir ustadır.

Akla hayale gelmedik iftiralara uğrayan, art niyetli provokasyon amaçlı ahlaksız saldırılara sabırla göğüs geren, kararlı, psikolojik direnci yüksek, kolay tahrik olmayan, laf değil, icraat yapan, sakin ama hırslı, sabırlı ama hızlı yol alan, kendinden emin ve kararlı, çalışkan ve cesaretli, kısır siyasi çekişmelere girmeyen, üstlendiği sorumluluğun bilincinde, tutarlı ve kendinden emin, kararlı ve azimli, halka güven aşılayan, bu ülkeyi ve ekonomisini kimseye satmayan, ülkenin parasını peşkeş çektirmeyen, ekonomi baronlarının dümen suyundan gitmeyen, reklam yapmayı ve yaptırmayı sevmeyen, siyasi polemiklerden uzak yaşayan, insanlarla politik değil hasbi ilişkiler kurmayı seven, herkesin nabzına göre şerbet vermeyi değil, sahici davranmayı yaşam biçimi olarak önemseyen, çıkarları için insan kullanma anlayışı asla olmayan bir devlet adamıdır.

“Damat’tan Hazine Maliye Bakanı olursa, benden de Genelkurmay başkanı olur” diyerek itibarsızlaştırma ve algı operasyonu yapan utanmazların bile yüzünü kızartan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a saldırmak için ona “Saray’ın Damadı” diyenleri mahcup eden, ülke ekonomisi battı’ diye yaygara kopartanların sesini kesen, ülkemizin geçtiği böylesine askeri ve siyasi kritik gündem içinde “Türk ekonomisi nasıl etkilenmiyor?” diye şaşkın şaşkın izleyip üzülenleri hasetlerinden çatlatan, ekonomik saldırı altından ülkesini ve milletini düzlüğe çıkarmak için anasından emdiği süt burnundan gelen, "Ülke batarsa batsın Tayyip Erdoğan yeter ki gitsin" deme gibi alçakça düşünce içerisinde bulunanların hedef tahtası haline getirdiği Berat Albayrak, birileri tarafından bütün kabiliyeti, bilgi ve yönetme yeteneğini gölgelenmek istemesine rağmen, devlet adamı kumaşının her geçen gün daha çok ortaya çıktığı entelektüel, vizyoner bir dava adamıdır.

Kur saldırısını aldığı önlemlerle bertaraf eden,
kamuda 70 milyarlık tasarrufla bütçeyi rahatlatan, Suriye’de savaş, Libya ve Akdeniz operasyonu ve en önemlisi Corona virüs pandemisi ile alabora olan dünya ekonomisine rağmen, Türk ekonomisini hiçbir olumsuz reaksiyon göstermeden kendi yolunda yürüten, dolar kurunu stabil tutan, İstanbul Borsasının rekor üstüne rekor kırmasını sağlayan, 2. Swap hamlesi ile Londra’yı neye uğradığını şaşırtan, açığa sattıkları ama yerine koyamadıkları TL için tarihi faizler ödeten, Türkiye üzerinden elde edecekleri bir yıllık karı, bir gecede faiz olarak ödemek zorunda bırakan usta oyuncudur.

Türkiye tarihinde ilk defa yıllık bazda rekor bir cari fazla vererek gelirlerimizin giderlerimizden fazla olmasını gerçekleştirerek döviz ihtiyacımızı azaltan, birçok ekonominin ciddi daralma kaydettiği yılın ilk çeyreğinde Türkiye ekonomisinin yüzde 4,5 ile yüksek bir büyüme performansı gösteren, 2020'de yüzde 8,5 olarak belirlenen enflasyonu kademe kademe düşürerek 2021'de yüzde 6'ya ve 2022'de inşallah yüzde 5'in altına indirmeyi hedefleyen, Borsa İstanbul endeksinin tekrar 110 bin seviyelerine çıkararak Türkiye’yi diğer ülkelerden pozitif yönde ayrıştıran Devlet tahvili faizlerinin 2 yıllıklarda yüzde 8.6, 5 yıllıklarda 10,1 seviyelerinde gerçekleşmesini sağlayan bir ekonomi üstadıdır Albayrak.

Konutta tarihin en düşük maliyetleri ve en kolay ödeme imkanlarını içeren bir finansman desteğini milletimizin istifadesine sunan, otomotiv ve turizm sektöründe piyasalara destek olacak finansman imkanları sağlayan, halden anlayan bir insan evladıdır.

Futbol kulüpleri için denizin bittiği, her birinin neredeyse kapılarına kilit vurulacak duruma geldiği, Avrupa kupalarına katılma şanslarının ortadan kalktığı dönemde imdada yetişen, kulüplerin bugünlerini kurtarırken, finans sistemlerini denetim altında tutarak yarınlarını garantiye aldıran, futbol ailesini bir araya getirerek, Bankalar Birliği ve TFF’yi koordine ederek, Türk futbolunun kurtuluş reçetesini hayata geçirmek için güç, irade, kararlılık, bilgi ve iyi niyet ortaya koyup UEFA nezdinde 4 büyük kulübün itibarını kurtaran milli kahramandır.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Fenerbahçeli, Devlet Bahçeli’nin Beşiktaşlı olması ne kadar normalse, Berat Albayrak’ın da ailece iyi bir Trabzonsporlu olması o kadar olağandır.

“Cumhurbaşkanının damadı” denilerek yaratılan algı operasyonları ile başarıları göz ardı edilmeye çalışılmasına rağmen, fırtınalı denizlerde gemisini sağ salim limana demirleyen, ekonomik baronlara karşı asla kendini kullandırtmayan, bütün ekonomik saldırılara eğilmeden karşılık veren, Dünya Bankası ve IMF’nin sesini soluğunu kesen, en kritik süreçlerin içinden hasar almadan geçen, cari açıkla başarı ile mücadele eden, ihracatı yükselten, ithalat azaltan, bu orantısız ekonomik savaştan alnı açık şekilde çıkmayı başararak, ekonomide “sessiz devrim gerçekleştirmek” gibi bir büyük başarı öyküsü yazan müstesna bir yöneticidir.

Tayyip Erdoğan'ı eleştirmeyenlerin saldırılarına, fitnelerine kulak asmadan, sadece üstlendiği sorumluluğuna odaklanan, mazeret üretmeyen, ortaya koyduğu acil önlem paketleri ile doğru bildiği yoldan yürüyen hazinenin namuslu bekçisidir.

Cumhuriyet tarihinin en kritik sürecinde sessiz, sakin ve sabırlı bir şekilde bir başarı öyküsü yazan, üzerine oynanan bütün oyunlara karşı vakur duruşunu bozmayarak, siyasi duruş ve siyasi ahlak dersi veren kahramanlık edebiyatı yapmadan “ben” demeden, başarı öyküsü yazan tevazu timsali siyasetçidir.

ABD’nin aleni yaptırımlarına, içeride ve dışarıda terör ile mücadeleye, Akdeniz’deki anlaşmazlıklara, Suriye’nin kuzeyindeki operasyonlara rağmen, Türk ekonomisinin çarkını başarı ile döndüren, ”Ekonomi iflas etti, Dolar 10 TL olacak, bankalar battı batacak, iş dünyası bitecek, iflas patlaması yaşanacak, faizlerin önü kesilemeyecek, yeniden IMF'nin kapısına gidilecek” diye felaket edebiyatı ve tellallığı yapanları büyük bir hayal kırıklığına uğratan, bir gün dahi yılmayan, en karamsar günlerde “panik yok” diyerek piyasaya umut aşılayan, finansal güvenliği tehdit edip, toplumsal korku imparatorluğu oluşturmak isteyenleri ters köşeye yatıran usta bir oyun kurucudur.
Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch bile hizaya getirerek, Türkiye'nin kredi notunu "BB-" olarak teyit ederek görünümünü "negatif" ten "durağan"a revize edip, 7 yıl aradan sonra ilk kez Türkiye’nin karnesine dair iyileştirme yapmak zorunda bırakan ekonomi maraton koşucusudur.

Türkiye tarihinin en ucuz finansal maliyetiyle dar gelirli vatandaşların ev sahibi yapılmasını sağlayan, “faizler inerse dolar 10'ları bulacak” diyerek Türk ekonomisi üzerinde sürekli felaket tellallığı yapanları susturan, ‘Türkiye iflas etti, ekonomik olarak çöktü’ şeklinde algı operasyonu çekilen bir dönemde yüzde 5 büyümeye imza atan, büyük bir önyargı geliştirip başarısız olacağına kesin iman edenlerin, “Mümkün değil, yapamaz” diye kestirip atanların, “Aman Tanrım, yoksa başarılı mı olacak, durumu inceden toparlıyor mu ? Kör olası dolar da inişe geçti, yükselmiyor ki” diye panikleyen müptezellerin ödlerini kopartan, başardıkça birilerini çıldırtan, partinin içine nifak sokmaya çalışan, içeriden dışarıdan fitne üretenlerin çanına ot tıkayan Berat Albayrak’dır.

İletişim kanalını sürekli açık tutmaya özen gösteren sosyal medyayı verimli kullanan, ilk korona vakasının ortaya çıkmasıyla birlikte tam anlamıyla korona mesaisine başlayan, evindeki vatandaştan çalışanlara, iş dünyasından kamu kuruluşlarına, bankalardan çiftçilere, esnaftan turizmcilere, her kesim için birbiri ardına tedbirler alan, sıkıntılı durumlara anında müdahale eden, süreçten etkilenen kesimleri, yavaşlayan sektörleri, nakit akışında oluşabilecek sorunları günü gününe takip eden, küresel ekonomilerde yaşananları da sıkı takip altında tutan, ithalatı azaltıp, ihracatı artıracak yatırımları desteklemeye devam eden, yeni süreçte ekonomik hayatın canlanması için konuttan taşıta, yerli üretime destekten tatile kadar 4 yeni finansman paketini hayata geçiren Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’dır.

7/24 Berat Albayrak kötülemesi yapan müptezellere sesleniyorum;

İktidar çevresinin içinden veya dışından, Hazine ve Maliye Bakanlığı için kimi uygun görüyorsunuz?

Berat Albayrak’ın yerine, Hazine ve Maliye Bakanlığı’na ondan daha ehliyetli ve daha liyakatli önerecek bir isim bulamadınız değil mi?

Anlaşıldı, nifak çıkarmaktı sizin zorunuz.

O halde kalçalarınızın üzerine oturunuz.

Hayırlı şeyler söylemiyorsunuz,

Bari susunuz.

Twitter: @dromeraydin

12.06.2020 12:05

BÖLGE MÜFTÜSÜ BABAM HALİT AYDIN

Babam Müftü Halit Aydın, 1961 yılında İstanbul’da düzenlenen ve 6 ay süren Müftü ve Vaizler için hizmet içi eğitim programına katılmıştı.

Bu eğitim programı sırasında, Milli Birlik Komitesi üyelerinden Mehmet Özgüneş eğitim merkezini ziyaret eder.

2000’li yıllarda kendisiyle Eyüp Müftüsü iken tanıştığım olayın şahidi Rahmetli Kemal Malkoç anlatmıştı bana:

“27 Mayıs dönemi henüz bitmemişti. İhtilalciler ezanın tekrar Türkçeye çevrilmesi için Diyanet’e baskı yapıyordu. Bunu basından öğrenmiştik. Mehmet Özgüneş’in eğitim merkezimizi ziyareti sırasında yaptığı konuşmada konu dönüp dolaşıp Türkçe Ezana gelince hepimiz telaşlanmıştık. Endişe içinde birbirimize bakıyor, içimizden Özgüneş’e cevap verecek, onu ikna edebilecek bir Alperen arıyorduk.

Tam ümidimizin bittiği sırada, baban Halit Hoca ayağa fırlayarak yüksek sesle konuşmaya başladı;

'Sayın Özgüneş, siz imanlı bir ailenin evladısınız. Türkçe ezanın bu memlekette nasıl tahribata yol açtığı, devletle milleti  karşı karşıya getirdiği ortadadır. Diyanet teşkilatı burada. Bizi Milli Birlik Komitesi’nde siz temsil ediyorsunuz. Öyle olmasaydı siz buraya gelmezdiniz. Ezana dokunulamaz. Ezan asla Türkçe okunamaz. MBK de bu tür uygunsuz taleplere bizim adımıza direnmek sizin görevinizdir. Böyle bir hatalı kararın alınması facia olur, uygulanamaz ve sürdürülemez. Tarihe nasıl geçmek istediğinize siz karar verin. Bunun bir de öbür dünyası var. Burada bulunan hiçbir arkadaşımız ezanın Türkçe okunmasına asla razı değildir ve aksi durumda bütün müftü ve vaizler olarak hepimiz istifaya hazırız.'

Salon alkıştan inliyordu. Babandan cesaret alan bazı arkadaşlar da Özgüneş’in yanına yaklaşıp kendisini ablukaya alarak itirazlarını sıralamaya başladılar. Halit Hoca surda gediği açmıştı. Kayserili olduğunu ve özgeçmişini öğrendiği Özgüneş’in manevi dünyasına da hitap ederek, ezana dokunulmaması konusunda onu ikna etmişti.

Toplantıdan sonra hepimiz babana sarıldık, tebrik ettik. O zamana kadar samimi arkadaş değildik. Bu olayüzerine arkadaş olduk ölene kadar da arkadaşlığımız ve irtibatımız sürdü.”

2010 yılında basın mensubu sıfatıyla, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın davetlisi olarak hacca gitmiştim. Geçmiş dönem Diyanet İşleri Başkanlarımızdan, Ermenekli Dr. Lütfi Doğan, Süleyman Ateş ve Kelkitli Lütfi Doğan hocalarımız da Diyanet’in özel misafiri olarak bizimle aynı kafiledeydi. Hocalarımızla çabucak tanıştık ve kaynaştık.

41 yıl müftülük yapan rahmetli Halit Aydın’ın oğlu olduğumu öğrenen Ermenekli Dr. Lütfi Doğan, ortalık yerde ağlayarak “Senin baban benim hayatımı kurtarmıştı.” diyerek bana sarıldı ve uzun süre bırakmadı.

Sakinleştikten sonra anlattı:

“1972 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde hoca iken, Diyanet İşleri Başkanlığı’na atandım.

Teşkilata yabancı idim. Kimliğimden ve kişiliğimden rahatsız olan özellikle sağ kesime mensup birtakım çevreler, hakkımda gerçek dışı itibarsızlaştırıcı bilgiler yayıyordu.

Böyle bir ortamda Karadeniz Bölgesi’ne denetim-teftiş gezisi düzenledik. Samsun Havaalanı’na indik. Maçka Müftüsü olan rahmetli babanızın da içinde bulunduğu bölgede görev yapan müftüler ve üst düzey din görevlileri karşıladılar bizi. Sahil boyu Artvin’e doğru yol alıyor, yol üzerindeki il ve ilçelerdeki müftülükleri ziyaret ediyor, halkla sohbet ediyorduk.

Ünye’den Fatsa’ya doğru yol alırken, yüzlerce kişiden oluşan sağ görüşlü bir grup yolumuzu kesip, ‘Zındık Diyanet işleri Başkanı’nı bize vereceksiniz. Onu linç edeceğiz.’ diye bağırıyorlardı.

Konvoydaki arkadaşlar etrafımda bir halka oluşturup beni korumaya çalışırken, kalabalık kontrolsüz bir şekilde üzerimize doğru hızla yürüyordu. Tam o sırada rahmetli babanız kafamdaki sarığı eline alıp ileriye fırladı.

Sarığı asfalta koyan Müftü Halit AYDIN, kalabalığa doğru ‘Buyurun Başkan’ın sarığını tekmeleyin.’ diye bağırdı.

Gözü dönmüş kalabalık aniden durdu. ‘Sarığı tekmeleyemeyiz, günahtır’ diye cevap verdiler.

Bunun üzerine Halit Hoca, ‘Linç etmeye çalıştığınız insan, bu sarığın temsil ettiği makamı ve manevi değerleri bugün üzerinde taşıyor. Siz Başkan’ın şahsında dini değerleri linç etmek istiyorsunuz.’ diye çıkıştığı topluluktan ‘Haşa’ sesleri yükselince; babanız ‘O halde çekilin yoldan, günaha girmeyin.’ diye fırçaladığı azgın kalabalık bir anda dağıldı, yolumuza güvenle devam ettik.

Bu olayda gösterdiği zeka, feraset, başarılı kriz yönetimi, liyakat ve hakkında teşkilat mensuplarından öğrendiğim üstün ehliyeti ve meziyetleri nedeniyle babanızı, eşi benzeri olmayan ‘KARADENİZ BÖLGE MÜFTÜSÜ’ ünvanıyla taltif ettik.” diyerek sözlerini bitirdi.

Rahmetli babam Halit Aydın’ın, “Karadeniz Bölge Müftüsü” onuruyla taltif edilmesinin birinci ağızdan hikayesi bu şekildedir.

Babam 10 Şubat 1928’de Trabzon Maçka Kaynarca Köyü’nde, dedem Trabzonlu Hafız İsmail Efendi’nin yaşayan üçüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. Babaannem aynı köyden Kazancıoğulları’ndan Kafiye Hanım’dı.

Babası Hafız İsmail Efendi, savaş sebebiyle ilmî çalışmalarına ara verip, gönüllü olarak cepheye koşan bir Kuvvâcıydı. 1917’de cephane yüklü bir şekilde Trabzon Limanı’na gelen Hamîdiye Zırhlısı’nın boşaltılıp Maçka’ya taşınmasında önemli görevler üstlenmiş bir askerdi.Trabzon Valisi, dedem Erzurum ve Sivas Kongreleri’ne gidecekken; “Sen Trabzon’da kal. Buranın senin gibi insanların koruyuculuğuna ihtiyacı var.’’ diyerek kendisini yörenin emniyeti için vazifelendirmişti.

Hafız İsmail Efendi, bölgenin güçlü, kuvvetli gençlerinden bir milis gücü oluşturarak; işgalin yaşandığı ve ortamın son derece karışık olduğu bir dönemde, bölge halkını Ermeni çetelerinin zulmüne karşı korudu ve bağımsızlığın temini için ciddi hizmetler verdi.

Bölge insanı nezdinde çok farklı bir yeri olan dedem Hafız İsmail Efendi’nin diğer bir önemli vasfı da; Trabzon’un manevi önderlerinden Haçkalı Hoca Baba’nın mânevî evladı olmasıdır.

Babam ilk ve orta öğrenimiyle eş zamanlı olarak, babası ve hocası dedem Hafız İsmail Hakkı Aydın’ın nezaretinde dini ve akli ilimlerin yanı sıra, Arapça ve Farsça yabancı dil öğrenimini tamamlayarak icazetini aldı.

Trabzon, Sürmene, Köprübaşı ve Of medreselerinde Hasan Çavuşoğlu, Ragıp İmamoğlu ve Trabzon Müftüsü Salih İmamoğlu başta olmak üzere çeşitli hocalardan Kuran-ı Kerim, Fıkıh, Tefsir, Hadis, Akaid, Arapça, Farsça, Kelam, Belagat, Felsefe ve Mantık tahsili gördü. Arap Edebiyatı ve Fars Edebiyatı dersleri aldı.

Yüksek Kıraat ve Talim eğitimini eski bakanlardan Faruk Özak’ın babası Şeyh-ul Kurra Trabzonlu Hafız Haydar Özak’tan tamamlayarak, 15 Mayıs 1945 tarihinde hafızlığını ikmal edip diplomasını aldı.

İmam Hatip Okullarının açılmasından sonra, İmam Hatip Okulu birinci ve ikinci devrelerini dışardan sınavlara girerek bitirdi.

Ortak arkadaşlarının tavsiyeleri üzerine, Kaynarca köyünden, Zembillioğulları’ndan Sabire Hanım’la evlenmeye karar verirler. Kolalı beyaz gömleği, siyah pantolonuyla ince bir damat olan Halit Bey; önü işlemeli pembe ipek bir entari üzerinde uçları oyalı çemberiyle ışıldayan zarif gelin Sabire Hanım ile 1952 yılının mart ayında aile arasında yapılan bir törenle evlenirler.

Babamın 1953'de Aynur, 1954'de İsmail Hakkı, 1956'da Mustafa, 1958'de Ömer, 1960'da İbrahim Hakkı, 1962'de Kafiye Şükran ve 1966'da Süleyman adlı çocukları doğar.

Evlendikten bir hafta sonra askere giden babam, askerlik görevini Erzincan’da tamamlayıp terhis olduktan sonra bir süre Maçka ve çeşitli köylerde gayr-ı resmi din görevlisi olarak çalıştı. Bu sırada açılan vaizlik sınavını birincilikle kazanmasına rağmen aylarca ataması yapılmamıştı.

O günlerde Trabzon’u ziyaret eden dönemin Başbakanı Adnan Menderes’e yaklaşarak daha önce hazırladığı, atamasının yapılmamasını eleştiren küçük pusula kağıdını korumaları aşarak Menderes’in ceketinin cebine koymasından bir hafta sonra, 21.02.1954 tarihinde ilk resmi görevi olan Adana Saimbeyli İlçe Vaiziliği’ne 15 lira maaşla tayin edildi.

1984-1988 yılları arasında dönemin Diyanet İşleri Başkanı Prof. Sait Yazıcıoğlu’nun memleketi olan Sürmene’de, onun ricası üzerine görev yaptığı dört yıllık Sürmene Müftülüğü dönemi dışında 15 Temmuz 1995’de emekli oluncaya kadar babam 30 yıl süreyle Maçka Müftüsü olarak görev yaptı.

Söz Sürmene’ye gelince, babamın çok önemli bir hatırasını nakletmek isterim.

Babam çocukken arkadaşlarıyla birlikte Trabzon’dan kalkıp 40 km yürüyerek Sürmene Köprübaşı’na hocalarından ders almaya giderlermiş.

O zamanlar 13-14 yaşlarında olan babama, dedem yeni bir kıyafet almış, kesesine koyduğu parasını da koynuna gizlemiş.

Sahil boyu Sürmene’ye doğru yürürlerken, Araklı Yanbolu Deresi’nde bir grup eşkıyanın saldırısına uğrarlar. Eşkiyaların başındaki kişi babamın yeni ceketini ve parasını gasp eder.

Aradan 44 yıl geçtikten sonra babam Sürmene Müftülüğü’nde makamında otururken makamına birisi gelir ve der ki:

“Müftü Efendi, hacca gitmeye hazırlanıyorum ama gençliğimde yaptığım bir hata yakamı bırakmıyor. Bundan yaklaşık 40 yıl önce Yanbolu’da bir grup Kuran öğrencisine baskın yapmış, oradaki bir çocuğun ceketini ve parasını aynı yaştaki oğluma vermek üzere gasp etmiştim. Olaydan kısa bir süre sonra evim içindeki oğlumla birlikte yandı. Oğlum ceketi giyemeden öldü. Ceketini ve parasını gasp ettiğim çocuk şu anda sizin yaşlarınızda olmalı. Ne olursun mağdur ettiğim bu çocuğu bulmama ve helalleşmeme yardım eder misiniz?”

Babam demiş ki “Sen bana bir hafta sonra gel.”

Bu arada bir mektup hazırlayarak, mağdur ettiği kişinin kendisi olduğunu, Kabe’de tövbe edip, kendisine de dua etmesini, dönüşte 50 civarında fakir Kuran kursu öğrencisine yardım yapması gerektiğini yazmış. Mektubu güzelce yapıştırmış. Adam bir hafta sonra gelince “Bu mektubu kesinlikle Kabe’de açacaksın. Ne yapacağın içinde yazıyor.” diyerek adamı göndermiş.

Hac dönüşü gözyaşları içinde babamı ziyaret eden eski eşkıya yeni hacıya, babam “Benim sana bir husumetim yok ama yine de gözüme fazla görünmeden söylenen yardımları yaparsan hakkım helaldir. Rabbim inşallah tövbeni kabul etmiştir.” diyerek yolcu eder.

Babam Maçka Müftülüğü’nü ifası sırasında geçici görevlendirmelerle Hollanda, Gürcistan, Arnavutluk, Almanya ve Suudi Arabistan’da T.C. Devleti ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nı temsilen görev yaptı.

Suudi Arabistan’a ayrı bir başlık açmamız gerekir.

Babam ilki 1965’te olmak üzere toplam 33 defa Hacca gitmiştir. Bunlardan üçü herhangi bir organizasyona tabi olmaksızın kendi imkanlarıyla gerçekleşmiştir.

1960-70’li yıllarda Diyanet henüz hac organizasyonu yapmıyor iken, babam Ulusoy’un Trabzon bölgesi hac organizasyonunda kafile başkanı olarak görev alıyordu. Başta rahmetli Ali Osman ve Saffet Ulusoy Bey’ler olmak üzere, Ulusoy ailesi ile abi kardeş gibiydiler.

Babamın hacca gittiği yıllarda, Trabzon bölgesinden hacca gitmiş olup da ihram, tavaf, say, Arafat’ta ve Müzdelife’de vakfe, Mina’da şeytan taşlama gibi hac ibadetlerinden birinde veya yemek, konaklama, ulaştırma gibi hizmetlerde babamdan yardım almamış hacı yok gibidir.

Her işte olduğu gibi hac farizasının yerine getirilmesi sırasında yüksek sorumluluk duygusu, organizasyon yeteneği, bitmez tükenmez enerjisi ve  mükemmelliyetçiliği  nedeniyle, hacı adayları için onun kafilesinde yer almak hep ayrıcalık olarak görülürdü.

Otobüsle hac yolculuğu yapılan dönemde birkaç kez ölüm tehlikesi atlatmış, meşhur tünel faciasında ezilmekten kıl payı kurtulmuştu.

Babamın yönettiği hac kafilelerinde hacca gidip de memlekete dönmeden vefat eden hacı olduğunu hatırlamıyorum.

Diyanet Vakfı hac organizasyonu yapmaya karar verince, konunun uzmanı babam 6 ay süreyle Suudi Arabistan’da görevlendirildi. Gerekli izinlerin alınması, otellerin kiralanması, çadırların ve kurban kesiminin organize edilmesi, sağlık ünitelerinin oluşturulması başta olmak üzere Diyanet’in hac organizasyonu için gerekli her türlü altyapıyı bir grup arkadaşıyla birlikte babam başlatmıştır.

Sonraki yıllarda babam ve arkadaşlarının temelini attığı o altyapı, bugünkü dünyaya örnek hac organizasyonuna evrilmiştir.

Kendi ilçemiz olması ve orada 30 yıl müftülük yapması nedeniyle Maçka, babamın hayatını tümüyle kuşatmış gibidir.

Babam Halit Aydın, Maçka’ya 1961 yılında müftü olarak atandığında, dini manzara hiç de iç açıcı değildi. Özellikle Maçka ilçe merkezi ve çevresindeki köylerde namaz kılan çok azdı.

1964-67 yıllarında babamla birlikte Maçka’da kaldım. O günlerde cuma namazları ilçenin tek camisinde 1-2 saflık cemaatle kılınıyordu. Vakit namazlarında ise birkaç kişilik cemaat olurdu.

Siyasi olarak da, sağ partilerin toplam civarında oy aldığı “küçük Moskova” olarak anılan bir ilçeydi Maçka. Bütün sol fraksiyonların yer aldığı Maçka’da, birkaç kez İşçi Partisi Belediye Başkanlığı kazanmıştı. O kadar ki, Volkan Konak’ın anne tarafından dedesi olan ve dine açık düşmanlığı bulunmayan, Kemalist Neşet Karahasanoğlu CHP’den Belediye Başkanı seçildiğinde dindarlar pek sevinmişti.

İşte böyle bir atmosferde babam Maçka’da 30 yıl müftülük yapmış, Kuran kursları, camiler yaptırmış,1977’de çoğu vilayette İmam Hatip yokken böyle bir ilçede İmam Hatip Lisesinin açılmasını sağlamış, emekli olduğunda cuma ve bayram namazlarında ilçe merkezindeki 3 camide cemaat  sokağa taşacak hale gelmişti.

Babamla ilgili bir yazı hazırladığımı duyan manevi kardeşim Edirne Müftüsü Emrullah Üzüm, yazıya mutlaka katkıda bulunmak istediğini ifade etti.

Emrullah Üzüm Hocamın babamla ilgili kaleme aldığı yazıyı birlikte okuyarak devam edelim;      

“Muhterem Müftü Halit Aydın Hocamızla ilgili gözlemlerimi ve özel hissiyatımı sizinle paylaşmak istiyorum.

Kendisini çocukluk döneminden beri yani 70’li yıllardan bu yana tanırım. Ailece baba dostumuzdu. Kendilerine ve tüm geçmişlerimize Rabbim rahmet eylesin. Amin.

Maçka’yı Maçka yapan yiğit adamdır Halit Aydın Hocamız. Maçka’yı sosyolojik ve dini olarak en iyi bilen, tahlil eden, geleceğini inşa etme hususunda muvaffak olmuş örnek alınması gereken büyük bir şahsiyettir.

Birkaç örnekle gözlemlerimi şöylece sıralayabilirim:

Trabzon’da henüz Kız İmam Hatip Okulu yokken, Maçka’da Kız İmam Hatip Lisesi açmayı başaran bir şahsiyettir hocamız. İmam Hatip Okulu’nun inşaatını kendi elleriyle inşa etmesini hayret ve hürmetle takip etmiş birisiyim.

İlahiyat Fakültesinde talebe olduğum bir gün Maçka’ya uğramıştım. Öğlen teneffüsünde Halit Aydın Hocamızın köylerden bizzat kendisinin toplayıp, İmam Hatip’e kaydettirdiği öğrencilere helva ve ekmek ikram edip, onlara zevkle hizmet ettiğini gördüğümde, hayata bakışımı değiştiren önemli bir ders almıştım.

Hocamız korkusuzdu. Hakk'ın mutlaka hakim olacağından emin bir şekilde, her gün taş üstüne taş koyarak Maçka’nın manevi ve sosyal hayatını inşa etti.

Yaptığı ve katıldığı toplantılarda sonuçsuzluğa tahammülü yoktu. Meseleyi dağıtan veya zamana yayan hiçbir çözüm önerisini kabul etmez, anında pratik bir şekilde karar alınmasını ve o an itibarıyla mutlaka uygulanmaya başlanmasını isterdi. Planlanan işleri takip eder ve sonuçlandırırdı.

Trabzon ilinde Kız İmam Hatip bölümünün açılması toplantısında ben de acizane bulunmuştum. Cesaretsiz konuşmalara karşı ayağa kalktı ve ‘Hemen karar almalıyız ve Kız İmam Hatip Lisesi Trabzon’da derhal açılmalıdır. Bu bir zarurettir’ dedi ve kararı aldırarak icraata geçilmek suretiyle Trabzon İmam Hatip Lisesi’nin kız bölümünün açılmasına öncülük etmişti.

Bu ve buna benzer daha birçok olumlu yönüyle hocamız Diyanet İşleri Başkanlığı’nca da takdir edilir, kendisi ‘Bölge Müftüsü’ olarak takdir ve taltif edilirdi.

Aldığı her vazifeyi, en mühim vazife olarak telakki eder, küçümsemez ve onu en verimli şekilde yerine getirmeyi ibadet sayardı.

Hocamız birlikte çalıştığı din görevlilerinin idealist bir şekilde yetişmelerini ve verimli çalışmalarını birinci derecede önemserdi. Onların toplumun her alanında etkili olabilecekleri şekilde hem ilmen hem aksiyon yönünden hem de girişimci olarak iyi bir şekilde yetişmelerine özen gösterir ve daima onları takip ederdi.

Dini veya sosyal içerikli hizmetlerde, Mevlid-i Şerif, cenaze merasimleri gibi yerlerde, en ön planda yer almayı ve oralarda topluma etkili mesajlar vermeyi kendisine vazife olarak addederdi. Toplantı veya merasim bittikten sonra mutlaka davranışları ve sözleriyle bir aksiyon adamı olarak insanların zihninde iz bırakacak, soru işaretleri oluşturacak bir hatıra veya konuşulacak bir mesele bırakmayı önemserdi.

İnsanların vakitlerini en verimli şekilde geçirmelerine önem verdiğini her şekilde hissettirirdi.

Sohbetlerinde mutlaka o günün önemli konusu olan hususlara vurgu yapar ve gündemi kendisi oluştururdu. Başkalarının gündeminin peşinde koşmadığı gibi, hoca efendilerin de koşmasına engel olurdu.

Sözleri ve uygulamalarıyla, Trabzon’un, Maçka’nın dini ve sosyal hayatının gündeminde mutlaka en önünde yer alırdı.

İnsanları her zaman geleceğe yönlendirir ve hazırlardı. Kişilerin dikkatini celbeden söz ve davranışları nedeniyle büyük küçük herkes tarafından kendisine büyük saygı duyulurdu.

Çok merhametli bir insandı. Fakat merhameti onu ciddiyetinden asla vazgeçirmezdi. İnsanların ve toplumun geleceğini planlamada ve hazırlamada ciddi çalışmalar yapılması için insanları yönlendirmeyi kendisine vazife olarak görür ve uygulardı.

Arkadaşlarının ve Hoca efendilerin kıymetini bilir, onlara iltifat etmeyi, ikramda bulunmayı kendi eliyle hizmet etmeyi bir derviş gibi önemser ve örnek olurdu.

Müftü Halit Aydın Hocamız, tasavvuf ve zikir ehli bir gönül insanıydı. Yüksek seviyedeki misafirlerini ağırlarken, zaman zaman onlarla Haçkalı Hoca Baba’nın dergahına gider, orada onlarla beraber Zikrullah halkası oluşturup, onları da bu manevi atmosferle buluşturmayı ihmal etmezdi.

Onun hoca efendileri özenle yetiştirmesi nedeniyle, onun zamanında yetişen, görev yapan hocalarımızdan pasif kalmış, toplumdan haberi olmayan bir din görevlisine doğrusu hiç rastlamadım.

O emekli olduktan sonra, Maçka’da Müftü olarak görev yaptığım 4 yıllık süre içerisinde hep onu örnek alarak hizmet ettim.

İstanbul’da Beşiktaş ve Fatih Müftülüğü gibi önemli hizmetlerin bana tevdi edilmesinin ve devamında Edirne müftüsü olarak nacizane görevlendirilmemin en önemli sebeplerinden birisi, Maçka'daki Halit Hocamın yetiştirdiği din görevlileri ile yaptığım verimli çalışmalardır. Oradaki çalışmalarımızı hiçbir yerle kıyaslamam mümkün değildir.

Maçka’da birlikte görev yaptığım din görevlilerini yetiştiren, geleceğe hazırlayan Halit Aydın Hocamızdı ve onun yetiştirdiği ekiple çalışmak benim için büyük bir fırsattı.

28 Şubat sonrası zor ve meşakkatli bir süreçti. Yaz Kuran kurslarında yaş sınırı vesilesiyle verimsizlik yaşanıyordu. Biz o dönemde, sıfır ile yüz yaş arasındaki tüm cemaatimize bütün camilerimizi açmak suretiyle yaz Kuran kursunda öğrencilerin yüzde yüzüne ulaşma fırsatı bulduk. Çünkü hocalarımız Halit Hocamız tarafından çalışkan ve idealist olarak yetiştirilmişti. Onlar bu işi önemsiyordu. Bu şekilde geleceği inşa etmede 0 -100 yaş arası insanlara ulaşmanın yolunu ve kıymetini onun zamanında çok iyi kavramışlardı. Bu din görevlileriyle birlikte organizasyon yaptığımız o dönemde böylece yüksek bir başarı sağladık.

Çocukların cami ile buluşturulması o zamanlar Türkiye'nin gündemine henüz hiç girmemişti. Elhamdülillah, 4-6 yaş Kuran kursları geldi arkasından. Türkiye bu konuda önemli bir merhale kat etti.

İnşallah Milli Eğitim sistemimizde de, evlatlarımızın geleceğinin inşa edileceği bu konuda daimi, kalıcı detaylı çalışmaların yapılma vakti gelmiştir. Bunu özlemle bekliyoruz. Türkiye'nin din eğitimi politikalarını konu alan bir yazımı, yakın bir gelecekte sizlere takdim edileceğim.

Allah Halit Aydın Hocamıza ve bütün geçmişlerimize büyüklerimize rahmet eylesin.

Onları çileler yetiştirdi, çok iyi yetiştiler. Toplumu çok iyi okudular, geleceği çok iyi planladılar. Rehavete hiç kapılmadılar. Her an dikkatle ve rikkatle geleceği inşa etmenin derdi ile yaşadılar. Sahih dini bilgi ile toplumu buluşturmanın yolunu buldular, uyguladılar ve toplumu inşa ve ihya ettiler.

Bugüne kadar çeşitli olumsuzluklarla karşılaşan toplum, dijital dünya ile daha da bozulmaya doğru giderken, yapılması gerekenler asla ihmal edilmemelidir.

Hepimiz toplum için, ülkemiz için, devletimiz ve milletimiz için büyüklerimizin yolunda aktif bir şekilde çalışmaya devam etmeliyiz. Zaman kaybetmemeliyiz.

İnşallah gerekli organizasyonları ciddiyetle ve hassasiyetle yapmayı Cenab-ı Hak bizlere ve bizden sonra gelecek nesillerimize nasip eylesin diyorum. Allah’a emanet olunuz.”

Edirne Müftüsü Emrullah Üzüm Hocamızın bu veciz yazısından sonra Müftü Halit Aydın gibi bastığı yeri titreten bir ismi anlatmak daha da zorlaştı.

Babamın yetmiş yedi yıllık, dursuz duraksız, her ânı yüksek bir mesûliyet şuuru ile geçmiş ve ortalamanın fevkalade üzerindeki başarılı hayatını tek bir yazı ile anlatmak mümkün olmadığından; küçük bir esintiyle yetiniyoruz.

Tevazusu, öğrenme konusundaki yüksek arzusu, güçlü dikkati, dâimî bir cehti, realist bir bakışı, kuvvetli bir analiz yetisi, hedefe kilitlenmeyi sağlayan büyük bir inancı, üretim sürecini besleyen nihayetsiz bir coşkusu ve İslam davasına adanmış samimi bir yüreği vardı.

Erken yatar erken kalkardı. Sabah ezanıyla kalkar, bizi de kaldırır, namazdan sonra alacakaranlıkta evden çıkardı. Babamın yatakta üzerine güneş doğduğunu hatırlamıyorum.

Başbakanlar, bakanlar gibi devlet adamları ve yüksek bürokratlarla yüksek bir özgüvenle istişare eder, doğru bildiği konularda gerekirse tartışırdı.

Sadece insanlar değil hayvanları da etkisi altına almıştı. Babam akşam sokağa girip eve doğru yaklaştığında, evimizin kedisi Sarıgül sobanın altındaki yerinden kalkıp babamı karşılamak üzere hazır ol vaziyetine geçerdi. Biz de böylece babamın eve yaklaşmakta olduğunu anlar, oyunu bırakıp toparlanır, kitaplarımızın başına geçerdik.

Bölge insanında derin izler bırakan Müftü Halit Aydın’ı onu çevresinden dinleyip yakından tanıdıkça; hem cemâli hem de celâli ile abartısız farklı bir halk kahramanı olarak karşınızda buluverirsiniz.

Aksiyoner ruh ve öncülük, maddî ve mânevî ufuk, yüksek hizmet heyecanı, hazırcevaplığı, nüktedanlığı, keskin zekası, her an yeni bir işin ve amacın peşinden duraksız koşan hareketli yapısı, vatanperverliği, devletine bağlılığı, mânevî eğitimle sosyal eğitimin mutlaka başa baş gitmesi noktasındaki engin görüşleri, halkla olan iç içeliği ile babam Halit Aydın bir Müftü’den çok daha fazlasıydı.

Halit Aydın, Maçka’da bir dönem müftülük yapmış kendi hâlinde bir din görevlisi değildi. Onun güçlü kişilik profiline bakılınca, abartısız bir ‘‘başöğretmen’’ görürdünüz.

Üst düzey lider karizması olan ve bu câzibesi üzerine sabitlediği mânevî ufka dayanan bir diriliği mevcuttu. Yılması, durması, vazgeçmesi olmayan; dirayetiyle kitlendiği hedefi okuyla hedefi 12’den vuran bir Alperendi babam.

Trabzon’un ana caddesi Uzunsokak’tan veya Kahramanmaraş caddesinden geçerken esnaflar dükkanlarından çıkıp ikramda bulunmaya can atarlar, onu görüp tanıyan insanlar çevresine doluşup sohbetinden yaralanmak isterlerdi.

Halktan gördüğü yüksek itibara rağmen asla kibir ve gurur taşımazdı. İnsanlar arasında zengin, fakir, okumuş, cahil ayırım yapmaz; meczuplarla dahi ahbaplık yapardı, resim çektirirdi.

Rahmetli dedemizin misyonu, toplumu dünyevî ve uhrevî açılardan eğitmek olmuştu. Bütün hayatı bununla geçmiştir. Sonra o misyonu babam devralmış ve Maçka’nın her türlü gelişiminde öncü bir rol üstlenmişti. Bölgede o denli etkili bir isim olmuştur ki; 12 Eylül öncesinde kendi içlerinde ihtilafa düşen sol gruplar arasında bile bir denge unsuru olabilmiş, aralarındaki anlaşmazlıklarda dahî bir hakem rolü üstlenebilmiştir.

Babam, ateistlerin bile duruşuna saygı duyduğu bir din adamıydı. Maçka’da 12 Eylül öncesinde terör olmamasının önemli faktörlerinden biri de babamın bölgede oynadığı yapıcı roldü.

Türkiye’nin de sosyo-politik anlamda en karışık olduğu bir zamanda, dînî meselelerde son derece hassas, zorluklarla dolu bir zeminde, ağırlıklı olarak aşırı sol görüşün hakim olduğu Maçka; babam gibi deli fişek, sıra dışı bir müftüyle zorlu bir süreçten sonra bütünleşti.

1967 yılında Adalet Partisi döneminde babam siyasetçilere ve egemenlere boyun eğmeyen, bağımsız ve tarafsız tutumu nedeniyle aniden Korgan’a sürülmüştü.

Bu tayinin üzerinde biraz durmak isterim.

FETÖ elebaşı FETULLAH’ın, baştan itibaren önünü açan ve İzmir Kestanepazarı Kuran Kursu’ndaki kendi makamına yerleştiren, Gladyo bağlantılı karanlıklar hocası Yaşar Tunagür, 1965 yılında şeklen Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığına, fiilen Başkanlığa getirilir.

Tunagür göreve gelir gelmez, teşkilatta sürek avı başlatır. Kendi meşrebinde olmayan müftü ve vaizlere mobbing uygulayarak birçoğunun istifa etmesini sağlar.

Gözüne kestirdiği, halkın nezdinde itibarı yüksek din görevlilerini de mensubu olduğu Gladyo’ya dahil etmek ister. Talebini olumlu karşılamayan dik kafalı babama göz dağı vermek için 1967 yılı ocak ayında Ordu’nun dağ ilçesi Korgan’a tayinini çıkarır.

O sırada Maçka’da ilkokul 3. sınıftaydım. Düzenimiz dağıldı. Ben ve kardeşlerim köyde okula devam ettik. Babam az bir süre Korgan’da görev yaptı. Aşırı solcular ve CHP’liler başta olmak üzere tüm Maçka ayağa kalktı. Yaşar Tunagür, Trabzon’dan Ankara’ya uzanan baskıya dayanamadı, babamı Maçka Müftülüğü’ne iade etmek zorunda kaldı.

Dâimâ hayırlara vesile olmuş, kabına sığmaz bir müftü ki; bölgeye gelen devlet adamlarının yolunu, cami değil okul yapılması için kesmiş, belediye başkanından kaymakamına kadar tüm bürokrasiyi; okul, yurt, yol, köprü, fabrika, Kuran Kursu, cami inşaatı için seferber etmişti. İş adamlarından kendi bizzat para toplamış; yurt olmayan yerlerde çocuklar için kalacak yer organize edip, onlara sırtında çuvalla ekmek taşımıştı. Bazen ekmek, bazen çimento, harç, bazen de taş taşımıştı sırtında.

Fakir öğrencilere sırtına aldığı çuvalla ekmek taşır, payına düşecek sevabı paylaşmamak için taşıma konusunda yardım kabul etmezdi.

Küsler, dargınlar onun tatlı sert otoritesinin sırrı ile barışır, bekarlar onun desteğiyle evlenip çoluk çocuğa karışırdı.

Bütün cenazelerde o vardı. Düğünlerde sevince ortak olmak adına yine oradaydı. Hatta düğün sahibinin sevincini paylaşmak adına yerine göre mermi atan, halkla her türlü ortamda bütünleşmesini bilen biriydi.

Babam Halit Aydın ilim ve irfan aşığı, dini camiye hapsetmeyen bir din adamıydı. Kız çocuklarının okumasını çok önemser ve “Kız çocuklarını okutmayan, gerçek mümin sayılmaz.” şeklinde düşünürdü. Kendisini ilim öğrenmeye ve öğretmeye adamıştı. Onunla birlikte görev yapan tüm din görevlilerinin muhakkak üniversite bitirmesini arzulardı.

Ne kadar kızarsa kızsın, hata yapan personelini asla ezdirmezdi. Kendi kızar, gerektiğinde tatlı sert hâlleri ile o kişideki yanlışı mutlaka düzeltirdi. Ama çalışanını hiçbir zaman kalemle, tayinle korkutmazdı.

Onu yakından tanıyanlar, ne denli hızlı hareket eden biri olduğunu bilirler. Sizinle karşılıklı çalışırken aynı anda telefonla görüşebilen, bir yandan başka birisiyle yazışabilen, aynı anda 3 ayrı kişi ve grupla görüşebilen zamana çok değer veren vakti nakit sayan bir anlayışı vardı.

Hafta sonları köyde tarlada, bahçede çalışırken yorulunca “Kollarınız yoruldu, şimdi beyniniz çalışsın.” diyerek derslerimize çalışmamızı ister; bir süre sonra da “Beyninizi dinlendirin, haydi tarlaya.” derdi.

Günlük aktüel olayları dikkatle izler, 1960 yıllardan itibaren transistörlü radyomuzdan ajansı takip ederdi.

Tasarruf, babam için vazgeçilmezdi. Hayatın her alanında tasarrufa çok önem verirdi. Aile içinde tasarruflu, misafirlere karşı olabildiğince cömertti.

Burada babamla ilgili ilginç bir anımı paylaşmak isterim.

Babam rahmetli olduktan 7-8 yıl sonra, eşim ve kız kardeşim ile iftardan sonra Sultanahmet’teki, Anadolu Sanatları ve tadları çarşısını geziyorduk. Tam bir yorgancının önünden geçerken, yorgancı gözlerini gözlerime dikerek “Siz Müftü Halit Efendi’nin oğlu değil misiniz?” diye durdurdu beni. “Evet, doğrudur, nereden anladın?” diye sordum. Yorgancı “Müftü Efendi’nin şemailini unutmam mümkün değil. Ona da  benziyorsunuz, tahmin ettim diyelim.” dedi.

Ve anlatmaya başladı:

“Babanız kemoterapi görmek üzere sizin yanınıza İstanbul’a gelmişti. Muhtemelen rahmetlik olmuştur şimdi. Bir sabah evden çıkıp Eyüp Sultan’a doğru dolmuşa binmek üzere yürürken cüzdanımı evde bıraktığımı fark ettim. Ne yapacağımı kara kara düşünürken, yolun kenarındaki restoranda çorba içen bir amca yanına çağırdı beni. Dedi ki ‘Oğlum gel çorba iç.’ Teşekkür edip ayrılmak istediysem de bırakmadı. Çorbamı içerken tanıştık, sizlerden ve hastalığından bahsetti. Tam kalkarken dedi ki “Oğlum senin dolmuş paran da yoktur. Al şu 50 lirayı, işe gidip eve dönerken namerde mahcup olma. Bir daha burada rastlarsan bana iade edersin, rastlamazsan helal olsun.” Gözyaşlarını gizlemeye çalışarak sözlerini tamamladı. Helalleşerek ayrıldık.

Babam interneti 1995’li yıllarda benden önce keşfetmiş, ofisteki gazeteleri “israftır” diye kaldırtmış, “Haberleri bundan sonra internetten takip edeceksin.” diye emretmişti.

Makamı ve mevkisi ne olursa olsun hiçbir işi yapmaktan utanmaz, o işe canla başla sarılırdı. TÜBİTAK ödüllü bir profesör olan, ağabeyim İsmail Hakkı Aydın dahil hepimize fındık çuvalı, odun taşıtarak bir çeşit nefis terbiyesi yaptırırdı. “Ar eden kar etmez.” babamın çokça duyduğumuz sözüydü.

Orta düzey bir devlet memuru maaşıyla 2 kızına lise, 5 oğluna üniversite okutmak kolay olmasa gerekir.

Babamın çocuklarını okutmak ve herkesi eğitime teşvik etmek için gösterdiği gayret, herkesi etkilemiş, çevresi de onu örnek almıştı.

İmkansızlıklar içinde bizleri nasıl okuttuğunu anlamanız için küçük bir anektod anlatayım.

Köyümüzü Trabzon-Erzurum asfaltına bağlayan yol 5 km’dir ve çocukluğumuzda bu yolda minibüsler çalışırdı.

Cuma günü akşam okuldan çıkınca, bütçemiz müsait olmadığından bu yolu yürüyerek çıkar, cumartesi ve pazar günleri tarlada, bahçede tüm aile çoluk çocuk çalışır, pazartesi sabah ezanla birlikte yola koyularak şoseye varırdık.

Bu beş km’lik yolu giderken, “köyün arabasına yakalanırsak ayıp olmasın diye binip para vermek zorunda kalırız” düşüncesiyle; kontrollü yürürdük hep. Araba sesi duyunca, hemen fundalıkların arkasına saklanırdık.

Kaynarca köyü yolunda küçük adımlarımızla yol alırken abilerim, annemin yaptığı mısır ekmeğini gazete kağıdına sarıp filenin içine koymuşlardı ve aynı şekilde yürüyorduk. Arabanın sesini duyar duymaz kendimizi yamaçtan aşağı atınca, bu sefer hep birlikte epeyce yuvarlandık ve otuz metre kadar gidip dereye düştük. “Araba bizi görmesin ki binmek zorunda kalmayalım.” derken, iyi bir bâdire atlatmıştık. Ekmek falan da ıslanmıştı. Biz o hafta, dere suyunda ıslanmış o ekmeği yine de yemiştik.

Beş erkek, iki de kız çocuğunun olduğu ve o günün koşullarında zeytinin bile sayılarak yenildiği bu geniş aile, bugün her biri kendi alanında ciddi başarılara imza atmış bireyleriyle, oldukça kâmil bir noktayı işgal ediyor. Ama bugünlere nasıl gelindiğini de ancak o yolları yürüyenler biliyor.

Kazanılan başarılara ve toplum içinde edinilen türlü mevkîlere rağmen hâlâ köye gittiğimizde “Müftü’nün Çocukları” olarak anılıyoruz. Babamıza karşı duyduğumuz saygıdan dolayı, bu durumdan gayet memnunuz. Babamın bize verdiği ufku hiçbir zaman yadsımıyoruz; bilakis böyle bir baba ile Kuvâ-i Milliye gönüllüsü olmuş, Allah dostu bir dedeye sahip olmaktan dolayı büyük bir gurur duyuyoruz.

Babamın pratik zekası, organizasyon yeteneği, sonuç almak için tatlı bir pervasızlığa varan atak cesur davranışları hedefine varmada yolunu açardı.

Bölgede aşağıda örneğini okuyacağınız “Bir ortaokulun açılış hikayesi”ne benzer pek çok hikaye dinleyebilirsiniz.

Trabzon Maçka Esiroğlu Beldesi’nde, Milli Eğitim Bakanı’nın aracı durdurulur. “Bölge Müftüsü” adıyla şöhret bulmuş Halit Aydın’dır aracı durduran.

Bakan Bey’e heyecanla ve ısrarla talebini anlatmaya çalışmaktadır.

Yaşanmış bu hikâyeyi, belde sakinlerinden Uygur Akyüz anlattı: 

“Müftü Bey, bölgemizde ortaokula gidemeyen çocuklarımızın okul ihtiyacını gidermek için Esiroğlu Nahiyesi’ne ortaokul açma çalışmalarını sürdürürken, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan olumlu cevabı alamıyordu.

Bir gün Bakan Sabahattin Özbek’in uçakla Trabzon’a geleceğini, oradan da Gümüşhane iline karayoluyla geçip, lise açılışına katılacağını öğrenmiştik. İmamlarını ve halkı organize eden Müftü Bey, Bakan Bey'in geçişi esnasında, Trabzon Gümüşhane yolunu Esiroğlu’nda keser.

Konvoyda bulunan Trabzon Valisi, Müftü Bey’i tanır ve yolu açmasını ister. Müftü Halit Bey kabul etmeyince Bakan Bey aracından inip, yanlarına gelir.

Yol kesenin bir devlet memuru ve de bir müftü olduğunu öğrenince, durumun rengi değişir. Bakan Bey, Müftü Bey’e amacını sorar. Müftü Bey de Esiroğlu’na bir ortaokul yapılmasını istediklerini söyleyince Bakan Bey; “Bugün ülkemizin değil nahiyelerinde, bazı ilçelerinde bile ortaokul yok, bu mümkün değil.” der.

Bunun üzerine Müftü Halit Aydın Bey: “Ölmekte olan bir insanın, başka bir insandan tek beklentisi, bir damla sudur. O su da sizin iki dudağınızın arasındadır Sayın Bakanım. Bu millet ölüyor ve kendisini canlandıracak eğitim damlalarına ihtiyacı var.”

Bu cümlelerin üzerine Bakan Bey: “Ben din adamlarının, cami, Kuran kursu istediklerini bilirdim. Sen, bu şekilde okul isteyerek din adamı anlayışımı değiştirdin. İstediğini yerine getireceğim!” der. Ve Esiroğlu Ortaokulu ilkokul binasında faaliyete geçer.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nda, Türkiye’nin ilk kadın eğitim uzmanı olan gazeteci yazar Ayşe Sucu, babam için şöyle yazmıştı;

Onu Türkiye hatırlamalı; bilmeyenler ise tanımalı. Her gün sözde kanaat önderleri tarafından ortaya atılan abuk sabuk görüşleri düşünün; bir de Anadolu’nun bu güzel mimarlarını. 

Kuvva-i Milliye gönüllüsü Hafız İsmail Efendi’nin oğlu Trabzonlu Müftü Halit Hoca, yaptığı çalışmalardan dolayı “Aydın” soyadını alır. “Önce eğitim” der. Her imam üniversiteli olmalıdır ona göre.

Kuran öğrenmeye gelen bütün öğrencilerini eğitimini tamamlayınca, liseye üniversiteye yönlendirir.

Yol mu yapılacak? ön safta; okul mu yapılacak yine en önde. Öğrenciye burs mu? Aileler arasında bir husumet mi? Bir anlaşmazlık mı söz konusu? Müftümüz her yerde.

“İyi bir Müslüman, iyi bir Hristiyan, iyi bir Musevi olmadan önce, iyi bir insan olmalı.” diyen Halit Aydın Hoca’nın yedi çocuğu da bilim ve hizmet insanıdır. Oğlu Dünya çapında beyin cerrahı Prof. Dr. İsmail Hakkı Aydın Hoca, TÜBİTAK ödülünü kazanınca, haberi babasına vermek ister. Telefonda müftümüzün oğluna verdiği cevap:

“Almayacaksın da ne yapacaktın. Tabii ki ödül alacaksın”  

Ezcümle müftümüz Halit Aydın, devlete ve devlet adamına saygı duymanın edep ve adabını ruhlara kazımış, feraset ehli bir kimlik olduğunu da dikkatlerimize sunmuştur.

İslam’ı zamanın ruhuyla bütünleştirmiş bu hizmet mimarının bakın ismi nasıl ölümsüzleşiyor: İstanbul Aydın Üniversitesi ülkemizin büyük vakıf üniversitelerinden. Mütevelli Heyet Başkanı Doç. Dr. Mustafa Aydın, Rektör Yardımcısı Prof. İbrahim Hakkı Aydın ve güvenlik uzmanı Süleyman Aydın, Halit Hoca’nın burada görev yapan üç oğlu. Müftümüzün soyadıyla anılan üniversite, binlerce öğrenciye hizmet veriyor. Hz. Peygamber’in “sadaka-ı cariye” olarak kavramsallaştırdığı insanın kendini ebedileştirmesi ve en sevimli iyiliklerle anılması tam da bu olsa gerek. 

Halit Aydın gibi müftülere büyük ihtiyaç olduğu çok açık. Neye ihtiyacımızın olduğunu müftümüz 50 yıl önce bakanın yolunu keserek özetlemişti: “Eğitim, eğitim, eğitim.” Eğitim beşeri sermayedir. Eğitim üretimdir. Eğitim hukukun üstünlüğüdür. Eğitim güzel ahlaktır. Eğitim doğru din anlayışı içinde adam gibi yaşamaktır. Nur içinde yat Halit Aydın Hoca. Dünyayı aydınlatmaya devam ediyorsun; eserlerinle, evlatlarınla, öğrencilerinle. İnanıyorum ki ebedi istirahatgâhın da soyadın kadar aydınlıktır.

Gazeteci Yazar Hüseyin Albayrak, babamın ölüm yıldönümünde şunları yazmıştı;

Trabzon’un ve Türkiye’nin çok iyi bildiği ve tanıdığı Maçka İlçemiz ile özdeşleşen Rahmetli Müftü Halit Aydın, yaklaşık 35 yıllık arkadaşımdı, ağabeyimdi. Kendisi ile çok tatlı ve anlamlı hâtıralarımız oldu. 77 yıllık ömrünün 41 yılını, 6 ayrı ilçe müftülüğü ile geçirdi. Bu hizmetin 30 yılı Maçka Müftülüğüdür. Bu değerli insan yaşasaydı şimdi 92 yaşında olacaktı.

Halit Aydın Hoca’mız cismen vefat etti amma o, sevgisi ve eserleri ile yaşıyor. Bu kalıcı hayatiyeti sağlayan en büyük kaynak ise yetiştirdiği değerli evlâtları oldu.

Biliyoruz ki Halit Aydın Hoca’mız, hayatı boyunca toplumun eğitimine ve aydınlanmasına her şeyin üzerinde, ileri derecede önem vermiştir. Personelinin fakülte bitirmeleri için gerekli kolaylığı sağlamış ve onları teşvik etmiştir.

Hastane, sağlık ocağı, yol, köprü, ilkokul, ortaokul, lise, imam hatip lisesi, yüksekokul ve üniversiteler kurmak için topluma heyecan vererek teşvik etmiş ve bu faaliyetlerin başında yer almıştır.

Öğrencilerinin ve çocuklarının yüksek lisans ve doktora yaparak bilim adamı olmaları için her türlü gayreti, teşvik ve desteği göstermiştir. Verdiği ruh ve idealle, bir üniversite kuracak kadar bilim adamı, akademisyen yetiştiren Müftü Halit Aydın; en büyük ideallerinden olan bir üniversite kurmak düşüncesini eyleme dönüştürmüş olup, ancak tamamlamaya ömrü vefa etmemiştir.

Vefatından iki yıl sonra, mayıs 2007’de, temelinde maddi ve manevi desteğinin bulunduğu ve adını soyadından alan, “İstanbul Aydın Üniversitesi”nin, yine onun adını taşıyan “Halit Aydın Yerleşkesi”nde öğretim hizmetine başlamış olması, onun aziz hâtırasını yaşatmaktadır.

Azmin, iradenin, idealin, hizmet aşkının sevgi ve muhabbetin birleştiği bu üniversite, 30 bini aşkın öğrencisi ve muhteşem yerleşkesi ile gurur ve iftihar kaynağımız oldu.

Kısa zamanda bu seviyeye gelinmesinde en önemli sebep bence; kardeşlerin birbirlerine tutkunluğu, hizmet anlayışı ve baba idealini yaşatma aşkı oldu.

Türk kültürü ve irfanı için ümit ve güven veren, günümüz teknolojisi ve ilim anlayışı ile donanan bu kurum, kurucu kardeşleri ile aynı zamanda Türk aile değerlerimiz için de bir örnek oldu.

92 yaşındaki annelerini baş tacı eden 5 erkek, 2 kız kardeşin bir arada olması da ayrı bir güzellik tablosu. Halit Aydın Hocamızın eseri olan bu tablo karşısında duygulanmamak mümkün mü? İnanıyorum ki Halit Aydın’ın geri çevirmeyeceği Mevlâ’mın af, mağfiret ve ihsanıdır.

Kendisini bu vesileyle bir kere daha rahmetle anıyor, mekânının Cennet olmasını niyaz ediyorum.

Diyanet İşleri eski Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Fikret Karaman, babamın ölümü üzerine Diyanet Dergisinde şunları yazmıştı;

“Yüce Allah, insanı en kıymetli ve şerefli bir varlık olarak yaratmıştır. Kişinin niyeti, gayreti, iradesi, tercihi ve çalışması önem arz etmektedir. O’nun rızası ve rahmeti insanın itikat, ibadet, ahlâk ve diğer sosyal davranışlara bağlı olmasından yanadır.

Hayat ve ölüm bizim için bir imtihandır. Kimileri sınavı başarır ve kubbenin altında hoş bir seda bırakarak ayrılır. Bunlar rahmet ve saygıyla anılır. Kimilerinin de hayatları sıkıntılı hatta zindan gibi olur. Hizmetlerinden ve yaptıklarından geriye bir şey kalmaz. Kalsa bile kimseye faydası olmaz. Ölüm ve kaza gibi acı haberleri duyurmak ve yazmak zordur. Fakat mecbur kalınınca başka bir seçenek de olmuyor.

İşte emekli müftülerimizden merhum Halit Aydın’ın vefat haberi de bu tür olaylardan biridir. Vefatını 19 Kasım 2005 tarihinde oğlu İbrahim Hakkı Aydın vasıtasıyla öğrendim. Aradan birkaç gün geçince merhumun Başkanlığımızdaki dosyasını istedim. Dosyasına şöyle bir göz gezdirdiğimde onun ne kadar çalışkan ve dolu bir insan olduğu anlaşılıyordu. Yaklaşık 41 yıl teşkilâtımızda çalıştığını ve başarılı bir hizmet verdiğini gördüm.

1980 yılından itibaren kendisini tanırdım. Toplantı ve seminerlerde beraber oluyorduk. Onun katıldığı toplantılar daha renkli ve başarılı geçerdi. Herkes onun hayat tecrübesinden yararlanmaya çalışırdı. Çünkü o, halkın içinden yetişmiş ve tekrar halkına hizmet aşkıyla dolu bir insandı.

Pratiği bilen, yaşayan ve bu hayat tecrübesiyle karşılaştığı problemleri kolayca çözen bir yapıya sahipti. Hem özel hayatında hem resmî mesaisinde hizmet ve disiplini severdi. Bunun en büyük delili, çocuklarının eğitimine verdiği önem ile kamu ve meslekî alandaki başarısıdır. Zamanı iyi değerlendirirdi. Diğer bir ifade ile bugünün işini yarına bırakmazdı.

Katıldığı toplantı, seminer ve meclislerde hem dinlemesini hem de dinletmesini bilirdi. Güven dolu bir dosttu. Hizmet verdiği kurumu çok severdi.

Emekli olduktan sonra yine bulunduğu yerlerde mutlaka müftülüklere uğrar, verilen görev ve hizmeti yerine getirirdi. Cemaat, toplum ve meslektaşları arasında tam bir hoca efendi olarak tanınırdı.

Ben Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı görevine başladıktan sonra beni birkaç kez arama nezaketinde bulunmuş ve her defasında samimi ve duygu yüklü tavsiye ve hatırlatmalarda bulunmuştur.

Tek amacı ve heyecanı Başkanlığımıza daha iyi bir hizmet vermemiz için katkıda bulunmaktı. Çünkü o, din hizmetlerinin dününü ve bugününü çok iyi biliyordu. Daha az imkânlı ve sıkıntılı günlerden bugüne ulaşmıştı. Dolayısıyla bu heyecanını fırsat buldukça benimle paylaşmak istiyordu. Bu yüzden kendisine çok minnettarız. Onu bir kez daha rahmetle anıyorum.

15 Temmuz 1995’de emekli olunca çok sevdiği bağ bahçe, tarla, fındıklık işleriyle meşgul olmakla birlikte, kendisine ihtiyaç duyulan her konuda Diyanet teşkilatının yardımına koşan babam 2003 yılında hastalandı. Yakalandığı amansız hastalık Mide Ca. nedeniyle 19 Kasım 2005’de aramızdan ayrıldı. Kabri Maçka Kaynarca köyü aile mezarlığında dedem Hafız İsmail Efendi’nin kabri yanındadır.

Rabbim hepimizin geçmişlerine rahmetiyle muamele etsin. Amin.

 

Babamın bize vasiyetini ifade ettiği mani ile bitirelim.

Haram asla yemeyin,

Yalanı da demeyin.

Herkes bizi gözlüyor,

Beni mahcup etmeyin.

Twitter: @dromeraydin

15.05.2020 12:25

 

Bizim her günümüz;  

Anneler günü.

Günlerimizi bu felaket aldı götürdü.

İyilik haberlerin müjdemdir benim.

Ellerinden öperim,

Ben iyiyim, daralıp da hiç merak etme,

Beni senin kadar göresleyen var mıdır anne?

 

                          *   *   *

 

Ağlayan çocukluğum peşinde anne.

Çocukluğumun güneşli sabahlarındaki türkülü ninnilerini,

Acının hamurundan mısır ekmeklerini,

Karayemişi katık etmeni,

Çamaşır leğenini, çiçekli eteğini, beyaz tülbentini,

Geceleri hazırladığın sefertasımızın yemeklerini

Unutmam; özlerim hem de.

Hasretin sahici resmi sen misin anne?

 

                          *   *   * 

 

Babamın anlamsız huysuzluklarına yılmadan katlanmanı,

Yıkılmadan göğüslemeni amcamın entrikalarını,

Dokuz ay, odun aleviyle evimizi aydınlatmanı,

Eyüp Peygamber sabrıyla direnmeni,

En büyük acıları yaşatanları affedip, haklarını helal etmeni,

Yetimleri sevmeni, fakirleri sevindirmeni,

Merhamet sularını özlerim; hep yüreğinde.

Senden başka çıkarsız kim sever anne?

 

                          *   *   * 

 

Okuma yazma bilmeden hayatı okumanı,

Nazara’yla konuşmanı, Karabaş’a sadakati hatırlatmanı,

Kedimize şükretmeyi öğretmeni,

Gece vakti mezarlıktan çabucak geçirmeni,

Elimden tutup okula kaydetmeni,

Küfürbaz komşunun tarlasını dağıttığımda,

Sever gibi dövmelerini özlerim; çimende

Senin gibi benden kim razı anne?

 

                          *   *   * 

 

Çocuklarına yaktığın hasret türküsü yüzündeki çizgileri,

Çölün yağmura arzusu gibi sesini,

Yalnız kaldığımızda saçlarımı okşayan nasırlı, müşfik ellerini,

Sıkıntılarımızda adaklarını,

Mutluluklarımızda kurbanlarını,

Başım her sıkıştığında imdadıma koşan

Dualarını hep özlerim; başımda çare.

Senin gibi duası kabul var mıdır anne?

 

                          *   *   * 

 

Kavuşmalarımızda boğazına yapışan sevinçlerini,

Beni uğurladığında,

Üzülmeyeyim diye hıçkırığını boğarak gülümseyişini,

Seni ihmal ettiğimde sitemli telefonlarını,

Annenin bir anlamının “Küsmeyen sevgili” olduğunu hatırlatmanı,

Her kandırıldığımda;

Aldatmayan insan olmanı özlerim; sadece

Dürüstlüğün simgesi sen misin anne?

 

                          *   *   * 

 

Halden anlamanı, gönlümdekileri bilmeni,

Düşündüğümden fazlasını hissetmeni,

Günlerce aynı havayı solumasak da;

Hep yanımda olmanı,

Yüz yüze görüşmesek de,

Can gibi içimde durmanı,

Her çağırdığımda özlerim; gelmeni zihnime

İki tende bir can olmak bu mudur anne?

 

                          *   *   * 

 

Dualarımı dedemden,

Onurlu yaşamayı babamdan öğrendim.  

Bitmeyen sorumluluklarım,

Omuzlarımdaki yüklü hayatlar, kahırlarım,

Anılarımla yer değiştiren acılarım,

Senden miras.

Tesellilerini özlerim; ilaçtır kederlere.

Senden başka yasımı kim tutar anne?

 

                          *   *   * 

 

Ben iyiyim anne; sen üzülme.

Namerde de minnet eylemem, yiğite de,

Gözlerim kızarık değil, sağlığım yerinde,

Duaların üzerimde, Cennet kokulu ellerin başımda,

İçime huzur yağıyor seni her hatırladığımda.

Baştan aşağı şefkat, tepeden tırnağa rahmetini özlerim;

Titrek öpücüğün tenimde,

Tanrının yeryüzündeki gölgesi sen misin anne?

 

                          *   *   * 

 

Anne, gözümde tütmüyorsun, yüreğimde tutuşuyorsun.

Bitmesi yakındır bu ayrılığın, biliyorsun.

Bir yaz ikindisinde, fındık çuvalı sırtında,

Ağabeyim kucağında,

Harmanın ortasında doğurduğun,

Üçüncü çocuğun;

Gelecek, bir ikindi namazı teşbihinde.

Senden başka yolumu gözleyen var mıdır anne?

 

                          *   *   * 

 

Sana, acılarla yıpranmış yıllarımı getireceğim.

Kucak dolusu hasretimle geleceğim.

En tatlı gülüşünle karşıla beni.

Hissedeceksin geleceğimi.

Secdelere yoldaş alnından öpüleceksin.

Ruhumun sökülmüş yerlerini dikeceksin.

Şefkat iğneni ipliğini hazırla, beni bekle

Sen olmasan, yokluğunda biz ne yaparız anne?

 

Twitter: @dromeraydin

08.05.2020 14:26

Geçen hafta bir gece vakti, twitter hesabıma DM den bir mesaj düştü.

“Yazınız çok güzel olmuş. Beyefendi de okudu. Numaranızı alabilir miyim? Sizinle iletişim kurmak istiyorlar Üstad Sadık Bey. Ben size bir numara bırakayım. Sadık Bey kendilerini aramanızı ilettiler.”

Bırakılan telefonu aradım.

Aydın isminde bir kardeşimiz açtı. Üstad’ın İstanbul’daki işlerini takip ediyormuş.

16 Nisan’da yayınlanan “Gerçeğin Peşinde Cesur Bir Yiğit SADIK ALBAYRAK” yazım üzerine arıyormuş.

Beni çok aramış, bulamamış. Sonunda yazımın altındaki twitter adresim dikkatini çekmiş. Oradan ulaşmaya akıl etmiş.

Benimle iletişim kurunca inanılmaz mutlu oldu. Çünkü Sadık Abi “Beceriksiz, Ömer Aydın’ın telefonunu hala bulamadın mı?” diye birkaç defa takılmış ona.

Üstad sürekli telefon değiştirdiğinden ondaki benim telefonum da kaybolup gitmiş.

Aydın Bey Sadık Abi’nin yeni telefonunu verdi bana. Benden telefon beklediğini de sıkı sıkıya tembihledi.

Vakit geç olmasına rağmen verilen telefondan aradım Sadık Abiyi. Çok memnun oldu.

Korona salgını başlayınca, baba ocağı Trabzon Dernekpazarı Yenice Köyü’ne atmış kendini.

Orada tamamen organik bir dünya kurmuş kendine.

Ufak tefek şikayetleri dışında sağlığı yerinde.  

Sabah namazından sonra öğleye kadar uyuyor. 

Öğleden sonra bahçeye çıkıyor, çiçeklerle ağaçlarla ilgileniyor, patates, soğan, salatalık gibi sebzelerden ekiyor.

 

Yardımcısı var. Köpeği Kıtmir hep yanında. Gezen tavukları peşinde. Tüketmeği organik yumurtaları İstanbul’a, torunlarına gönderiyor.

Akşamları geç yatıyor. Televizyon seyrediyor, Kuran-ı Kerim başta olmak üzere, çeşitli kitaplar okuyor.Yayına hazırladığı yeni eserleri için hazırlık yapıyor.

Yaklaşık bir saat süreyle sohbet ettik.

78 yaşında olmasına rağmen zımba gibi.

Hafızası müthiş. Heyecanı yerinde. Değerlendirmeleri fevkalade.

Yayına hazırladığı kitaplarını, daha önce yayınlanan kitaplarının yeni basımlarını konuştuk.

Gitti gideli detaylı ufuk turu yapacağı dostlarından uzak kalmış.

Aklınıza ne gelirse konuştuk.

Neredeyse değinmedik konu bırakmadık.

Geçmişten günümüze, siyaset üzerine değerlendirmelerde bulunduk.

Ramazan’ı köyde geçiriyor. Bayramdan sonra belki İstanbul’a dönüp kabaca tasnif ettiği kitaplarını düzenleyip yeni kütüphanesine yerleştirecek.

Ama gönlü PARMA YAYLASI’ndan yana.

 

2000 metre rakımlı BARMA (yöresel şivede PARMA diye söyleniyor) YAYLASI  Sadık Abi için özel öneme haiz. Orada yeniden doğmuş gibi oluyor.

Yaylada su kuyusu vurdurmuş, havuz yaptırıyor. Alabalık yetiştirip fazlasını İstanbul’a çocuklara göndermeyi planlıyor.

Barma Yaylası’nın başkaca çok özel bir durumu da var.

Burada Türkiye’nin en büyük ve tüm özellikleriyle gerçek bir yüksek rakım turbalığı mevcut.

Turbalık toprak bahçe, çiçek ve süs bitkilerinde kullanılan TORF cinsi çok özel bir toprağın kaynağı. Bu nedenle çevredeki yaylacılar ve peyzajcılar  tarafından yayla toprağı sürekli talan edilip yağmalanıyor.

 

Üstad Sadık Albayrak BARMA Yaylası ve buradaki Turbalığın koruma altına alınması için çevre ve doğa adına yıllarca yayla ve toprak yağmacılarıyla ve elbette bürokrasiyle savaştı.

Verdiği büyük mücade sonucunda 2019 yılı Kasım ayında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Barma Yaylası 1. Derece Doğal SİT alanı olarak olarak tescillenerek koruma altına alındı.

Sadık Abi “Eğer benim Cumhurbaşkanımızla özel hukukum olmasaydı, bürokrasiyi aşıp bu koruma kararını aldıramazdım. O kadar yani.” Diye dert yanmayı da ihmal etmedi.

Ayrılık vakti gelince, tüm okuyucularına, sevenlerine duacı olduğunu belirterek, ‘Hayırlı Ramazanlar’ dileklerini, selam ve sevgilerini sunduğunu iletmemi isteyip,

”BARMA Yaylasına ve buradaki Turbalığa sahip çıkalım. Bu konuda en büyük destekçim KTÜ de Doçent Coşkun Erüz’dür. Coşkun Erüz Hocayı bul. Sana detaylı bilgi versin. Bu konuyu önümüzdeki yazında ele almanı isterim.” diyerek beni uğurladı.

Küçük bir araştırmadan sonra Doç.Coşkun Erüz’e ulaştım.

Coşkun Erüz Bey KTÜ Sürmene Deniz Bilimleri Fakültesinde Doçent Öğretim Üyesi olarak görev yapıyor. Aslen Gümüşhane Torullu. Doğal ve Tarihi Değerleri Koruma Derneği (DOĞA-TARİHİ) Başkanı. Gönüllü TEMA üyesi.

Trabzon’un Dernekpazarı ilçesi BARMA Yaylası’nda ve çevrede bulunan, endemik ve nesli tehlikede olan  bitki ya da hayvan türlerini içinde barındıran, Türkiye’nin en büyük turba bataklığını korumak için sürekli çalışıyor.

Doç Dr. Coşkun Erüz kendisiyle telefonla konuştuktan 3-4 saat sonra Barma Yaylası ve Turbalığı ile ilgili çalışmalar hakkında bana attığı bilgilendirme mailini şöyle tamamladı.

“Merhaba Ömer Bey,

Benden istediğiniz bilgilendirme  yazısını gönderiyorum. Barma ile birlikte diğer iki çok önemli Turbalığın da koruma altına alınması için bilim insanları olarak 10 kişilik bir ekiple çaba gösteriyoruz.

Ben ekibin görünen yüzü olsam da, o bilgilerin arkasında 30 yıllık bilimsel tecrübeye sahip büyük bir ekip var. 

Bu güzel ülkemiz bürokrasi, siyasetle değil de, liyakatle iş yapmaya başladığında, siyasi görüşe değil de, bilim ve bilgiye değer verdiğinde, her konuda hak ettiği ileri seviyeler gelecektir.

Bilimin siyasi görüşü olmaz doğruları ve gerçekleri olur. 

Bilimin ve liyakatin hakim olması ve Allah'ın, ülkemizi  bilimin ışığından mahrum etmemesi temennisi ile

Saygılarımla, “

ŞİMDİ GELİN, DOÇ DR COŞKUN ERÜZ HOCA’MIZIN BARMA (PARMA) YAYLASI VE TURBALIKLAR  HAKKINDAKİ  BİLGİLENDİRİCİ YAZISINI BİRLİKTE OKUYALIM.

33 hektar turbalık alanı ile Türkiyenin en büyük yüksek rakım turbalıklarından birisi olan Trabzon Barma Yaylası, 9-10.000 yılda oluşmuş turbalık ve çevresi, sahip olduğu endemik ve nesli tehlikede olan bitki ve hayvan türlerinin korunabilmesi için 2019 yılı kasım ayında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile 1. Derece Doğal SİT olarak tescillenerek koruma altına alındı.

Avrupa’nın en güney sınırında bulunan ve Türkiye’nin tüm özelliklerini koruyabilen en büyük, yüksek rakım 1600-2100m turbalıklarına Trabzon ev sahipliği yapıyor.

Bu turbalıklar Barma Yaylasında, Yılantaş Yaylası( Araklı) ve Ağaçbaşı ( Sürmene-Köprübaşı) Yaylasında bulunmaktadır.

Ağaçbaşı Turbalığı 24 haziran 2019, Barma Yaylası Turbalığı 25kasım 2019 tarihinde Mutlak Korunacak 1.Derece Doğal SİT olarak tescillenmiştir.

Bu alanlar aşağıdaki haritalarda görülmektedir.

   

Ekolojik açıdan önemli olan Barma Turbalıkları, yaylası ve çevresinde oluşan 1260 hektarlık bir alan tescillenerek koruma altına alınmıştır. Koruma altına alınan alan içerisinde turbalıkların bulunduğu alanlar, izne tabi bilimsel çalışmalar dışında hiçbir çalışma ve müdahaleye izin verilmeyecek “Mutlak Koruma Alanı” (kırmız çizgili alan),yYayla yerleşiminin olduğu alan geçici dahi olsa tüm yapı ve altyapı uygulamalarının kontrol altında ve izne tabi olacağı “Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı” (sarı çizgili alan) ve yerleşim alanları dışında kalan dış koruma alanı ise, devletin koruma amaçlı uygulamaları harici tüm müdahalelere kapalı “Nitelikli Koruma Alanı” (Yeşil çizgi ile kapatılan alan) statüsünde olmak üzere tescillenmiştir.

Barma Yaylası Koruma alanında, sürdürülebilir koruma, sürdürülebilir yaylacılık, koruma ve kontrollü sağlamak üzere mevzuat ve gerekli yatırım planlamaları yapılmaktadır.

Koruma ve gelişimin kontrol altında tutulması için gerekli olan Koruma İmar Planı, Alan Yönetim planı ve Uzun devreli Gelişim Planı Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir.

Aynı şekilde Turbalıklar ve yayla koruma alanlarının kontrol altında tutularak, eğitim, araştırma ve doğa turizmi kapsamında yaylayı ziyaret edecek ziyaretçilerin yaylayı dolaşabileceği patika yollar, yaylaya uyumlu doğal malzeme ile eğitim ve kontrol birimi yapılması, harita, yönlendirme tabelaları ve yaylaya ve vadilere hakim noktalarda zemin düzeltilerek yapılacak seyir platformlarının tasarlanması ve imalatı işi Trabzon Büyük Şehir Belediye Başkanlığı tarafından yürütülmektedir.

Bir aksilik olmaması durumunda bu yıl içinde, Doğu Karadeniz’de, tüm yasal düzenlemeleri, gelişim ve yönetim planları hazırlanmış ve doğaya uyumlu ve minimum müdahale ile gerçekleştirilecek altyapı birimleri ile örnek koruma alanı olarak, bilimsel çalışma ve doğa eğitim uygulamaları, kontrollü doğa turizmi uygulanan bir proje olarak ülkemiz, dünya ve insanlığına kazandırılacaktır.

Koruma alanı yakınında bulunan Görnek yaylası ve Sultanmurat yaylalarında yeterince konaklama vb. tesis olması dolaysı ile korunan alanda bu tür yatırımlar öngörülmemektedir.

Yerel halkın çormalık, tezeklik şeklinde adlandırdığı turbalıklar ve çevresinin koruma kararı ile, ender ve tehlike altındaki yüksek rakım turba bataklıkları ile birlikte Barma’da bulunan endemik ve tehlike altındaki bitki ve hayvan türleri, turbalığın ekosistem bütünlüğünü ve tür çeşitliliğinin devamlılığının sağlanması amaçlanmaktadır.

Turbalık sadece turbalıkta yaşayabilen böcek yiyen bitkiler ve Kafkas semenderi koruma altında olan hayvanlar ve turbalık oluşumunda en önemli yere sahip olan bataklık yosunu gibi 25 cıvarında sadece bataklıklarda bulunan bitki türünü barındırmaktadır.

Barma ve diğer Turbalıklar, ekolojik ve jeolojik önemleri bilinmediği ve tanınmadıkları için son yıllarda hızla yok olmaktadır.

Çünkü turbalıklar yerel halk tarafından tezeklik olarak adlandırılarak kesilip kurutulmak sureti ile yakacak olarak kullanılmakta, ayrıca özel teşebbüs ve kamu kurumları tarafından fidan ve fide toprağı olarak sera yetiştiriciliğinde kullanılmaktaydı.

Yıl boyu havadaki yağmur ve sisle gelen su ve nemi emerek bünyesinde tutan turbalıkları otlak ve ev yeri açmak üzere yerel halk tarafından drenaj kanalları açılarak kurutulmakta idi. Ayrıca son yıllarda turbalıklar etrafında gelişen hızlı yapılaşma ve doğal yapı tahribatı, erozyon, yer altı su dengesinin bozulması ve kirlilik de turbalıkların zarar görmesi ve yok olmasına neden olmaktadır.

Barma Yaylası Turbalığı Doğal SİT Alanının planlanması ve korunması ile ülkemizde bulunan turbalık alanlar için örnek oluşturulacak ve eğitim, tanıtım ve koruma aktiviteleri ile turbalık alanların öneminin yaygın bir şekilde anlaşılması sağlanacaktır. 9-10.000 yıllık ekolojik, jeolojik, iklim arşivi olan turbalıklar, üzerinde yaşayan birçoğu endemik bitki ve hayvan türleri için kendine has yaşam alanlarıdır.

Turbalıklar sulak alan olmaları dolayısı ile çok sayıda böcek ve omurgasız hayvan barındırmakta, bu hayvan türlerini besin olarak tüketen çift yaşamlılar, sürüngenler ve kuşlar içinde de çok önemli bir yaşam ve beslenme alanı oluşturmaktadır.

Barma ve Trabzon un diğer Turbalıkları olan Ağaçbaşı ve Yılantaş Yaylaları ve çevresi vadiler, mevsimsel kuş göçlerinin yaşandığı bir havzada olmaları, orman, kayalık, turbalık, alpin çayırlar gibi 1500-2100m yükseklikte çok farklı habitatlara ve çok çeşitli yaban hayvanına da ev sahipliği yapmaktadır.

Barma Yaylası Turbalığı Doğal SİT alanı, Ağçabaşı Turbalığı Doğal SİT Alanı ve Yılantaş Yaylası Doğal SİT Alanı, Trabzon ve bölgenin ekolojik hazineleridir.

2000 metrelerdeki bu yaylalar ve vadiler yılın her mevsimi sis ve bulutlarla dans eden, her mevsim ayrı açan çiçeklerle renk cümbüşü yaşayan ve yeşilim doyumsuz her tonunu yayla sakinleri ve ziyaretçilere sunarlar.

Trabzon ve Doğu Karadeniz'in sahip olduğu yaratanın emaneti, ecdat yadigarı doğasını koruyarak gelecek nesillere bırakmak ve bu değerleri koruyarak, bilinçli ve sürdürülebilir doğa turizmi kapsamında değerlendirmek sureti ile yöre halkına, İsviçre gibi ekonomik refah sağlayacak büyük bir potansiyele sahiptir.

Twitter: @dromeraydin

08.05.2020 13:52

"Bana; ‘Sen Mustafa Kemal’i, Yunan’dan daha kötü gösteriyorsun’ deseler; belki haklı olabilirler.

‘Keşke Yunan galip gelseydi’ sözü şu demek;

Batı Trakya’da yaşayan Yunan esiri Türkler vardır.

Ne yazıları değişti, ne kıyafetlerine müdahale edildi, ne medreseleri kapandı, ne tekkeleri yıkıldı, ne şeriat mahkemeleri lağvedildi, ne de halifelerine karışıldı.

Ben ‘Yunan işgalinin Kemalizm’den daha ehven olacağını’ söylerken, Yunanlıların Kemalizm kadar dini ve milli kültür tahribatı yapmadıklarını vurgulamak istiyorum.

“Ben Yunan’ın bile yapmayacağı kötülüklerin Türkiye’de Kemalistler tarafından yapıldığını söylüyorum.

Bugün hiç kimse, Müslümanlara yönelik Türkiye’de İslami emirler ve kurallara göre hüküm verecek bir mahkeme kurulmasını teklif dahi edemez. Ama böyle bir mahkeme Yunanistan’da faaliyettedir.

Yunanlılara şirin gözükmek için, Kemalistler Yunan zulmünü anlatan yayınları 1930 da kütüphanelerden kaldırdılar.

Beni Yunan dostu göstermeye çalışanlar daha doğmadan, Yunan askerlerinin Anadolu’da yaptıkları zulümleri Türkiye’de ilk defa ‘YUNAN MEZALİMİ’ adlı kitabımla 1966 yılında yayınladım. Bugüne kadar 17 baskıda 200 bin dağıtıldı."

KADİR MISIROĞLU HEM OSMANLI TÜRK MİLLİYETÇİSİDİR, HEM ŞERİATÇIDIR. HALİFE YANLISIDIR. ALİ ŞÜKRÜ BEY’İN DAVASININ TAKİPÇİSİDİR.

MUSTAFA KEMAL’E DÜŞMANLIĞI, KEMALİST DEVRİMLERİN YOL AÇTIĞI MİLLİ KÜLTÜR TAHRİBAT NEDENİYLEDİR. SERT LAİKLİK UYGULAMALARINA İSYANKARDIR.

LOZAN’I HEZİMET OLARAK GÖRMESİNDEN DOLAYIDIR.

DEFALARCA HAPSE GİRME PAHASINA ATATÜRK’Ü KIYASIYA ELEŞTİRİR.

Çoğu fikir ve dava adamında görüldüğü gibi Kadir Mısıroğlu eleştirilerinde sınır tanımaz; Mehmet Akif’i de eleştirir, Necip Fazıl’ı da.

Necmettin Erbakan’ın hatalarını sayarken, Alparslan Türkeş’in 27 Mayıs’ta masumiyetini vurgular ve onu över. 

Ama öylesine isabetli tespitleri vardır ki, ağzınız açık kalır...

FETÖ’nün bu milletin düşman olduğunu, bugün yaptıklarını 20 yıl önce duyurmuş ve “Onun cezasını Allah verecek” demişti.

ABD ve AB’nin dağılacağını, yeni güç odağının İsrail Çin ortaklığının olacağını vurguladığında  “hadi oradan meczup” denmişti.

Yıllar önce yaptığı projeksiyonların biri bir gerçekleşmesi karşısında insana, ”Tarihçi feraseti mi, Keramet mi?” sorusunu sordurur.

Kendisiyle ortalık yerde “Fesli Kadir” diye dalga geçen Ahmet Hakan ve benzerleri, gizli kapılar arkasında “üstadım,

üstadım” diye güzellemeler yaptı. 

Gelenekçidir. Tavizsizdir. Modern yorumlara kapalıdır.

Korkusuzdur. Merttir. Düşmanının bile arkasından konuşmaz. Herkesin yüzüne yüzüne diyeceğini der.

Kadir Mısıroğlu Türkiye’nin tabu ve put kırıcılarının bayraktarıdır.

Lozan konusu dokunulmazdı, tabuydu, eleştirmek bile tehlikeli idi. Lozan putunu kırmakla başladı.

Muhtemelen “Lozan hezimettir” dememek için kitabına “Lozan Zafer mi Hezimet mi?” adını verdi. İlk 1965 yılında yayınlanan bu kitap “resmi inkılâp tarihi” kültüne karşı ilk güçlü tavırdı.

Kadir Mısıroğlu sayesinde halkımız “Resmi Tarih’in yanında, bir de yaşanan gerçek tarihin olduğu yıllar sonra öğrendi.  

ÖLÜMÜNDEN KISA ZAMAN ÖNCE YAPTIĞI SOHBET VEDA KONUŞMASI GİBİYDİ;

“EHL-İ KIBLE BENİ ELEŞTİRİRSE DÜŞÜNÜRÜM, ÜZÜLÜRÜM. ŞÜKÜR Kİ, EHL-İ KIBLE ALEYHİMDE DEĞİL.

BAZILARI KORKUDAN İTİRAF ETMESELER DE TÜRK İSLAM DAVASINA YAPTIĞIM HİZMETKARLIĞI TAKDİR EDİYORLAR.

NE KADAR EHLİ KÜFÜR VARSA ALEYHİMDE, BANA SALDIRIYOR.

BUNUN NEDENİ, BENİM SÖZLERİMİN VE YAZILARIMIN TÜRKİYE VE DÜNYA ÇAPINDA MÜSLÜMANLAR TARAFINDAN BÜYÜK TEVECCÜH GÖRMESİNDEN DUYULAN RAHATSIZLIKTIR.

BENİ 110 ÜLKEDEN YÜZMİLYONLARCA İNSAN DİNLEYİP, DEĞER VERMESE, KÜFÜR EHLİ BENİ DİKKATE BİLE ALMAZ.

BU DA, İNŞALLAH ALLAH KATINDA DELİL OLUR Kİ, BEN İSLAM DAVASINDA ETKİLİ OLDUM. KELİME-İ TEVHİDİN “LA” KELİMESİNİN HAKKINI VERDİM ELHAMDÜLİLLAH.

KÜFÜR EHLİNİN BANA DÜŞMANLIĞINA HAMDEDİYORUM.

EHL-İ KÜFRÜN BANA DÜŞMANLIĞI ALLAH KATINDA İNŞALLAH BANA RAHMETTİR."

KADİR MISIROĞLU’NUN HAYATI

24 Ocak 1933’te, Trabzon’a bağlı Akçaabat ilçesinde, Sâriye ve Eyüp Sabri Mısıroğlu çiftinin oğlu olarak dünyaya geldi. Doğum anı Ramazan-ı Şerifin yirmiyedisinde yani “Kadir Gecesi” seher vaktidir. O saatte mahallenin Câmiinde Seher Mukabelesi” okunmaktadır. Bu mukalebeyi takib etmekte olan babasının kulağına müjdeyi verirlerken “Sûre-i Kadir”okunuyordu. Bu sebeple ismimin “Kadir” olarak konulmasını şart oldu.

Doğduğu ev Akçaabat’ın “Dere Mahallesi” semtinde iki katlı, ahşap kagir karışığı bir evdi. Hâlâ ayakta olan bu ev, ailenin köyden şehre indiğinde yerleşmiş olduğu ilk evdir. Ailesi Akçaabat  Lefka (Çınarlı) Köyü’ndendir.

Dedesinin babası Osman Efendinin kabri, Söğütlü Köyü’ndedir.

 Dedesi,1975 yılında vefat eden babası,1991 sonlarında vefat eden annesi ve diğer akrabalarının mezarları Dürbinar mahallesindeki aile kabristanındadır.

Annesi Sâriye Hanım, Akçaabat’ın eşrafından Hacısâlihoğulları’ndandır.

Doğduğunda babası Eyüp Sabri Bey kendisine babasından kalan ticaret işlerini yürütüyordu. Dedesi vefat ettiğinde O pek genç bir yaşta bulunduğundan işleri iyi yürütememiş, ikinci Cihan Harbi’nin karaborsayı meşrulaştıran ticari ahlâkı bozan tesirleri yüzünden ticareti terkedip tamamen dinî bir hayat yaşamaya koyulmuştu.

Fevkalâde dürüst bir insan olan babası, daha sonra meslek olarak müezzinlikte karar kılmış ve Akçaabat’taki Yeni Câmi’den emekli olduktan sonra 1975 yılı 29 Mayıs’ında rahmet-i Rahmana kavuşmuştur.

Rahmetli babam Halit Aydın 1957-1960 yıllarında Akçaabat’ta müftü iken Eyüp Sabri Mısıroğlu Efendi Yeni Cami’de müezzin olarak görev yapıyordu. Babam kendisi, eşi ve o zamanlar İstanbul’da öğrenci olan Kadir Mısıroğlu ile ilgili olarak geniş malumata sahip olmuştu. Sonraki süreçlerde aileyi bize örnek olarak anlatırdı.

Kadir Mısıroğlu  annesini şöyle tarif eder;

Biraz da kendi fıtratının iktizası olarak emsalsiz bir görüş, seziş, ahlâk, zekâ, feraset sahibiydi. O derece ki; birkaç üniversite bitiren bile O’nun eline su dökemezdi. Vâlidemin üç kız kardeşime mukabil, tek erkek çocuğu olduğum için bana muhabbet ve düşkünlüğü çok aşırı idi.

Ehl-i takva ve ehl-i tarik olan bu mübarek insanın bana düşkünlüğü ihtimal Rabbin “rakiyb”ismi şerifinin tecellisini davet etmiş ve O benimle hemen hemen hiç beraber olamamıştı.

Kırk yıldan bu yana ancak iki üç yılda bir o da bir kaç günlüğüne yüzümü görebilen vâlidemle belki ancak kırk gün beraber olabilmişimdir. 12 Eylül hengâmından sonra, tam “yedi sene” gitgide katmerleşen bir hasretle zaman zaman hastalanıp yataklara düşen vâlidem bir defasında bizi cidden korkutacak bir şiddetle rahatsızlandı.

Büyük oğlum Abdullah Sünûsi, doğup büyüdüğüm cennet misali Akçaabat ve beş yüz yıl “Hilâfet-i İslamiye”ye makar olmuş İstanbul ve bütün sevdiklerimle birlikte ve bilhassa validemden de ayrılışın yedi yıllık hikâye ve bilançosu kâğıda sığar bir facia değildir. Nihayet 1987 yılında büyük oğlum Sünûsi ile birlikte O’nu da az bir müddet Avrupa’da görebilmek, elini öpebilmek nasip olduğu için Cenab-ı Hak’la nihayetsiz hamd-ü senalar olsun.

22 Haziran 1991 de vatana avdetimden tam altı ay sonra Rahmet-i Rahman’a kavuşan validem, hayatta hiç kimsede müşahede edemediğim bir manevi kemâl ve keramet sahibiydi. Üzerimde hak ve fazilet namına ne varsa, önce Rabbin lütuf ve ihsanı, sonra da bu mübarek kadının duası ve bereketiyledir.”

Hiç ana sütü emmeyen küçük Kadir, çocukken gâyet cılızdı ve dört yaşına kadar yürüyemedi. Bir gün kapıya gelen dilenci kılıklı biri, annesine; ”Bu çocuk neden hep oturuyor?” diye sormuş. Cılızlıktan yürüyemediği izah edilince adam:” Siz buna bir kurban kesiniz, kurbanın kanıyla kendisini belden aşağıya yıkayınız, kan vucudunda üç gün kalsın. Üç gün sonra normal su ile yıkayıp kanları temizleyiniz. Allah’ın izniyle yürür” demiş.

Annesi kendisine ikram için odaya girip çıktığında, kapıdaki bu zatın kaybolduğunu görmüş. Bu işte bir fevkalâdelik olduğunu düşünerek o gün adamın dediğini yapmış ve böylece oğlu yürümeye başlamış.

Sekiz yaşında Akçaabat Merkez İlk Mektebi ‘ne başladı. İslâm düşmanlığının en şiddetli yürütüldüğü bir zamandı. Mektebe başlamadan önce Kur’an hocasına gitmişti. Hocanın defalarca  Jandarmalar tarafından basılması yüzünden, ancak bir hatim indirebildi.

İlk tahsilini Merkez İlkokulunda bitirdi.

Babası onu okutmak istemiyordu. Devre arkadaşlarından bazıları orta okul tahsili için Trabzon’a gittikleri halde, babası onu bir terzi yanına çırak olarak verdi. Sık sık terzi dükkânından kaçıyor, başta Hz. Ali cenkleriyle ilgili kitaplar olmak üzere, ne bulursa okuyordu. 

Her an elinde kitap bulunduğundan söylenen söz kulağına girmiyor, ona havale edilen işleri yanlış yapıyordu. Bir gün bu haline kızan annesi biriktirdiği bütün kitapları avluya dökerek yakmıştı. Bu kadar anormal okuma hevesinin sonunda şuurunun bozulacağından korkuyorlardı.

Ertesi yıl Akçaabat’ta ortaokul açılmıştı. Babası onu okutmamak için hâlâ direniyordu;” Bir tek oğlum var, okuyup da memur olur, dışarıya giderse ocağım söner” diyordu.                                                

Hocalarının ve çevrenin baskısı sonucu babasının direnci  kırıldı,1947 yılında  21 numara ile Akçaabat Ortaokulu’na en son kaydolan bir öğrenci olabildi.

O yıl Büyük Doğu Dergisi ile tanıştı. Bulduğu yazılı her şeyi  okuması nedeniyle  dâima sınıf arkadaşlarının üstünde bir seviyesi vardı. Büyük Doğu Dergisi, CHP, M. Kemal  ve devrimlerine  bakış açısının oluşmasında önemli  bir merhale oldu. Aslında öteden beri evlerinde CHP, ATATÜRK ve DEVRİMLERİ sevimsiz  bulunduğundan bu yönelimin çekirdeği kendisinde zaten vardı.

1948 yılında Ortaokul ikinci sınıfta okurken okul dışında sınıf arkadaşlarıyla yaptığı münakaşa sonucu bir haftalık  geçici uzaklaştırma cezası aldı. Nedeni açıktı; Bu münakaşanın konusu M. Kemal Paşa’nın şahsiyet ve hareketleriydi.

Bu konudaki fikirleri, idarece suç telakki edilmiş ve bir hafta okuldan uzaklaştırılmıştı. Eğer fevkalade zeki bir talebe olmasaydı, onu büsbütün kovacaklardı. Babası ceza işiyle hiç ilgilenmedi, kovulmadığına üzülmüş de olabilir.

Bu şekilde başlayan yakın tarihimizle alâkalı bir bakış açısı, zamanla gelişecek, hayat ve mücadelesinin hâkim çizgisini teşkil edecekti.

Hafta sonları, Trabzon’a gidip gelmeye başladı. Trabzon Lisesi’nde ve Trabzon Muallim Mektebi’nde bazı milliyetçi arkadaşlar edindi. Bu sayede Sebilürreşad  ve  Serdengeçti mecmualarından haberdar oldu. 

O sırada güdümlü demokrasi mücadelesinin hızlanmasıyla, dindar insanlar da milliyetçilik adı altında yavaş yavaş fikirlerini açıklamaya başlamışlardı.

1950 yılında Trabzon Lisesi’ne başladığı zaman, şahsiyet ve fikirleri ana hatlarıyla belirginleşmişti. Kendine göre fikrî bir çevresi de vardı. Sık sık anma günleri yapar, Mehmed Akif, Kâzım Karabekir ve Mareşal Fevzi Çakmak için bile mevlüd okutmaya kadar varan, davasını terennüm etmeye çalışıyordu ki; bunlardan bazıları mahallî gazetelere de aksetmişti.

Bu sırada dört küçük milliyetçi teşekkülün birleşmesiyle “Türk Milliyetçiler Derneği’nin Akçaabat Şubesi’ni açtı ve 1953 yılında DP hükümetince basit bir bahane ile kapatılıncaya kadar başkanlığını yaptı. En yakın arkadaşı 27 Mayıs İhtilâli hengamesinde öldürülen Özdemir Kazancıoğlu idi. O’nunla gece gündüz beraberdi.

Trabzon Lisesi onun için İslâmî Mücadele bakımından dört fırtınalı yıldır. O zamanlar liseler dört yıldı. Heyecanı had safhada olduğundan, nasıl olup da o mektebi bitirebildiğine ömrü boyunca şaşırmıştır.

1953 yılında İstanbul’un Fethi’nin beş yüzüncü yıldönümü dolayısıyla Lisede yapılan kompozisyon yarışmasını kazanarak bir güzel dolmakalemi mükâfat olarak aldı.

Bütün lise hayatı boyunca iki dindar hocayla karşılaşabildi. Bunlar coğrafya muallimi İsmail Hakkı Berkmen ile  Ahmet Saka Bey’lerdi. İdare ve müdür dindarlık ve milliyetçiliğe haşin bir surette karşıydı. Bundan dolayı pek çok kereler disiplin kuruluna girip çıkmak mecburiyetinde kaldı.

Bu arada bin bir güçlükle temin edebildiği namaz odasına asılmış olan bir takvimin kartonundaki M. Kemal Paşa resmini yırtması sebebiyle üç gün “geçici uzaklaştırma” cezasına çarptırıldığını belirtmeliyiz.

Büyütülen bu hâdise yüzünden, mezuniyet ve olgunluk imtihanları arasında tamamen mektepten uzaklaştırılma cezasına çaptırıldı. Ayrıca, onu himaye ettikleri iddiasıyla baş muavin İsmail Hakkı Berkmen ve edebiyat muallimi Kaya Bilgegil  (sonradan Profesör) de altı ay vekâlet emrinde kalmak suretiyle cezalandırıldılar.

Bitirme sınavları için Giresun’a gitti. Yolda imtihanların birini kaçırdı. Diğerlerini Giresun’da verdi. Kaçırdığı imtihan için 1954 Ekiminde Erzurum’a gitti. Bu dersin imtihanını da Erzurum Lisesi’nde vererek nihâyet lise mezunu olabildi.

Artık yüksek tahsil için İstanbul’a gitmesi gerekiyordu. Babasının bu husustaki muhalefetini bertaraf etmesi kolay olmadı. O sırada mahallede bir kız delirmişti.

Okuma arzusuna set çekildiği için delirdiği dedikodusu babasını biraz yumuşatsa da, para vermeyerek Akçaabat’tan ayrılmasını önlemeye çalışıyordu. Annesi aynı zamanda terzilik eder, şuna buna dikiş dikerdi. Biriktirdiği yedi yüz lira parayı oğluna vererek İstanbul’a yolcu etti.

Üç günlük bir vapur yolculuğundan sonra 6 Ekim 1954′te İstanbul’a ayak bastı. Her taraf bayraklarla donatılmıştı. İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluş yıldönümüydü. Boğazı hayranlıkla seyrederek Galata’da karaya ayak bastı. Bir müddet Edirnekapı’daki eniştesinin yanında, bir müddet de Fatih Sarıgüzel’deki babasının teyzesinin yanında kaldı. Hukuk Fakültesi’ne kaydını yaptırarak Trabzon Liselerinden Yetişenler Cemiyeti‘nin Soğanağa semtindeki yurduna yerleşti.

Fakülte hayatı lisedekinin birkaç katı daha hareketli ve mücadeleli geçti. Bir taraftan çalışarak, diğer taraftan da okumak suretiyle fakülteyi yürütürken, davası için uğraşmaktan bir an bile geri durmadı. 

Trabzon Liselerinden Yetişenler Cemiyeti‘nin yurdundaki ikameti, bir yıl sonra o cemiyetin başkanlığını yapması, üniversite talebeliği esnasında yedi talebe yurdu açıp çalıştırmasıyla sonuçlandı.

Bunların bazıları “Vefa”“Seyhan”“Karadeniz” ve “Yıldız” Talebe Yurtlarıdır. Dava yönünden genç insanlarla meşgul olmak için en uygun kurumun yurt olduğunu ilk keşfeden odur.

Ahmet Emin Yalman o tarihlerde Vatan Gazetesi’nde Kadir Mısıroğlu’nun bu faaliyetinden dolayı aleyhine baş yazı bile yazdı.

1961 yılında Aynur (Aydınaslan) ile evlendi. Sırasıyla Abdullah Sünusi (1963) Fatıma Mehlika(1965) Mehmed Selman (1973) isimli üç çocuğu oldu.

Fakülte yıllarından itibaren yayıncılık ve konferanslar vermeyi hızlandırarak hukukçuluktan çok tarihçiliğe meyletti. Yakın tarihimiz üzerindeki araştırmalar daha çok ilgisini çekiyordu.

Kanaatlerini açıklama ve ifadenin kanuni güçlüklerine rağmen yazıp söylemekten geri kalmadı. Daha önceleri çeşitli mecmua ve gazetelerde çoğu müstear takma adlarla yazılar yayınlamıştı.

Öz adıyla matbuat âleminde ilk görünüşü 1948 yılındadır. Bu çocuksu bir şiirdir ve Yeni Polathane Gazetesinde yayınlanmıştır. Polathane, Akçaabat’ın eski adıdır. Fakülte yıllarında merhum İlhan Darendelioğlu‘nun çıkarmakta olduğu Toprak Dergisine de Mehmed Meriçgiller takma adı ile birkaç yazı yazdı.

İlk eseri “Lozan Zafer mi, Hezimet mi?” adlı araştırmanın birinci cildidir. İlk baskısı 1964 yılında yapılmıştır. Aynı yıl “SEBİL YAYINEVİ”ni kurdu. Bu eser yayınevinin ilk kitabı oldu.    

1970 yılında “Lozan Zafer mi, Hezimet mi ?” nin genişletilmiş ikinci baskısı, 5816 sayılı “Atatürk Aleyhinde İşlenen Suçlar Hakkında Kanuna istinaden toplattırıldı, hakkında dava açıldı ve bu dava 1974 affı ile bir karara bağlanmadan düştü.

1970 yılı ocak ayında İstanbul Milli Türk Talebe Birliği‘nde “Harf İnkılâbı” ile ilgili bir konferansı dava mevzuu yapılarak hakkında Eskişehir Sıkıyönetim Askerî Mahkemesi‘nce yedi sene hapis beş sene kamu haklarından men ve yirmi ay sürgün cezası verildi.

Hem kanunî ikametgahı hem de konferansın verildiği yer İstanbul olduğu halde, Eskişehir’in bir yetki tecavüzü ile bu davaya bakmasındaki garabet ve hukukun nasıl çiğnenmiş olduğunu göstermek için ciltler dolusu yazmak gerekir.

Şahitlerin hapsedilmesinden tutunuz da, askerî şahısların kendi fiilleri hakkında şahit olarak dinlenmelerine ve hatta önce beraat olarak yazılmış olan kararın komutan İrfan Özaydınlı’nın baskısıyla yırtılıp yedi sene hapse çevrilmesine kadar nice nice kanunsuzlukların sergilendiği bu macera, hukuk tarihinin kara sayfalarında yerini almıştır.

Hükmedilen cezanın infazı Eskişehir Sivil Cezaevi‘nde başlayıp İstanbul Sağmalcılar Cezaevi, ve Bakırköy Akıl Hastanesi Adlî Servis merhalelerinde geçtikten sonra Cerrahpaşa Hastanesi Psikiyatri Kliniği‘nden 1974 Yılı Mayısında çıkarılan afla nihayete ermiştir.

Lâkin bu onun ilk hapsedilişi değildir. Necip Fazıl Bey‘le yakınlığı dolayısıyla  27 Mayıs 1960 İhtilâli’nden sonra hapsin hem de “Kızgın Askerler” kontrolündeki en şiddetli nev’ini tatmıştı. Aziz Nesin‘le Nâdir Nâdi arasındaki bir kalem münakaşasından başlayıp garip şekiller geçirdikten sonra  Bursa’da Çekirge Kaplıcaları‘ndan alınıp İstanbul’a getirilmiş, İstanbul Harbiye Binasındaki hücrelerden birine hapsedilmiş, Balmumcu Askerî Kışlası‘ndan tahliye edilmişti.

1964 yılında “Sebil Yayınevini kurup kendini tamamen yayıncılığa verdi.1970 yılında Harf İnkılâbı ile ilgili konferansı yüzünden, maruz kaldığı hapsedilme macerasından sonra yine aynı işe devam ederek 1976 yılı başından itibaren haftalık olarak Sebil Dergisi‘ni çıkarmaya başladı.

Bu dergideki yazılarından dolayı kısa bir müddet sonra hakkında M. Kemal Paşa ile ilgili 5816 sayılı kanun ve 163. maddeye istinaden sayısız dava açılması üzerine yeniden hapse girmeyi bertaraf etmek ümidiyle 1977 genel seçimlerinde MSP’den Trabzon adayı oldu.

Listede ikinci sıraya konuldu, kazanamadı. Ertesi yıl aynı partiden İstanbul senato adayı oldu. Yine ikinci sıraya konulduğu için kazanamadı.

1978 yılında MSP Genel idare Kurulu’na seçildi. Bu görevde iken 12 Eylül 1980 İhtilâli oldu ve 13 Ekim 1980 tarihinde bütün Genel idare Kurulu hakkında tutuklama kararı verildi. Bunun üzerine hakkında daha evvel açılmış olan davaların, MSP davasıyla birleşmesinden doğacak psikolojik ağırlıktan kurtulmak isteyen bazı arkadaşlarının ısrarıyla yurtdışına çıktı. Almanya’da ikamet hakkı olduğundan Frankfurt’a yerleşti.

Böylece vatandan ayrıldığı zaman, arkasında otuzdan fazla ağır cezalık dava bırakmış durumdaydı. Bilahare çoluk çocuğunu yanına getirtti. Almanların kendisinden başkasına oturma izni vermemesi üzerine, hep birlikte İngiltere’ye geçtiler.

Gurbete hazır değildi. Mali imkânları sınırlıydı. Çok sıkıntılı bir gurbet çilesi içinde boğuşurken, 1983 yılı başlarında gazete, radyo ve televizyon anonslarıyla yurda dönmeye dâvet olundu. Dâvete icabet etmediğinden Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığından çıkarıldı. Bu nedenle İngiltere’den siyasî iltica hakkı istedi. Bunun için 7 Eylül 1983 tarih ve 18158 numaralı kararın yayınlandığı Resmî Gazeteyi göstermesi kafi geldi.

Atadan kalma gayri menkulleri hazinece haraç mezat sattırıldı. Bu yetmiyormuş gibi, kitap deposu yaktırılarak iktisaden çökertilmesi için elden gelen yapıldı.

Çoluk çocuğuyla Londra’da oturmaktayken geçimini sağlayacak bir iş kuramadığından bir buçuk yıl sonra iş ve geçim mecburiyeti onu tekrar Almanya’ya dönmeye zorladı. Böylece “Gurbet İçinde Gurbet” denilebilecek bir çile çemberi içinde günlerini geçirmek kaderinin garip bir cilvesi oldu.

1991 Yılında çıkarılan Terör Kanunu” ile TCK’dan 163.madde çıkarılınca aziz vatanına dönebildi.

12 Eylül 1980 İhtilâli’nden sonra yurtdışına çıkmak mecburiyetinde kaldığı ve  “Dön” çağrısına uymadığı için vatandaşlıktan atılmıştı. Bu sebeple o güne kadar muntazaman yayınlanmakta bulunan ve İSLAM DAVASININ YALIN KILICI olan haftalık SEBİL GAZETESİ kapatılmıştı.

Çileli on bir yıllık gurbet hayatından sonra 22 Haziran 1992 tarihinde, Özal Hükûmetinin Terör Kanunu’na eklediği geçici maddeden istifade ederek vatanına dönebildi.

Bu arada verdiği konferanslar dolayısıyla Konya, Rize ve G. Antep’de mahkûmiyetlerle karşılaştı ve dört beş sene evine dahi gidemeyerek kaçak gezmek mecburiyetinde kaldı. Nihâyet 2000 yılında gazeteciler için çıkarılan affa dahil olarak serbest kalabildi. Vatanında da bir nev’i gurbet hayatı yaşamaya mecbur kaldı. Bu sebeple kitap telifi gibi nisbeten az hareketli bir faaliyetle yetinmeye mecbur kaldı.

1994’te, Osmanlılar İlim ve İrfan Vakfı’nı kurdu ve vakfın başkanlık görevini üstlendi. Vakıfta, cumartesi günleri “Cumartesi Sohbetleri” adını verdiği sohbetler yaptı. Burada gelenlerin tarih, din, edebiyat, siyaset, gündem sorularını cevapladı.

2016 yılı Ramazan ayı boyunca da Beyaz TV’de yayınlanan Ramazan Sohbetleri programına katıldı. Katıldığı  tv programlarında ve konferanslarında başına taktığı fes ile şapka devrimine karşı eleştirisini bayraklaştırdı.  

Adını taşıyan internet sitesiyle, Youtube daki sayısız  videolarıyla ve daha önemlisi bizzat kaleme aldığı  61 adet eseriyle, hayata veda ettikten sonra da, İslam davasına, Türk kültürü ve tarih mefkûresine hizmet etmeye devam etti.

Kadir Mısıroğlu, bir süredir şeker hastalığı sebebiyle tedavi görüyordu. 16 Nisan’da yoğun bakıma alınmıştı. 6 Mayıs 2019’da, 86 yaşında hayata veda etti.

Çamlıca Camiindeki Cenaze törenine üst düzey bir katılım oldu. Üsküdar'daki Nasuh Mehmet Efendi Camisi'nin haziresine defnedildi.

Daha önce sosyal medya hesabından “Mustafa Kemal'e zerre muhabbeti olan cenazeme gelmesin" diyen Mısıroğlu'nun cenaze töreninde bir grup, "Mustafa Kemal'e zerre muhabbetimiz olmadığı için buradayız" şeklinde bir döviz açtı.  

ESERLERİ

Lozan Zafer mi Hezimet mi?

Macar İhtilali

Yunan Mezalimi

Kurtuluş Savaşı’ndaki Sarıklı Mücahidler

Amerika’da Zenci Müslümanlık Hareketi

Musul Meselesi ve Irak Türkleri

Osmanoğulları’nın Dramı

Ali Şükrü Bey

Bir Mazlum Padişah: Sultan Abdulaziz

Bir Mazlum Padişah: Sultan II. Abdulhamid

Bir Mazlum Padişah: Sultan Vahidedin

Osmanlı tarihi

Tarihten Günümüze Ermeni Meselesi ve Zulümler

CHP’nin Günah Galerisinden Sayfalar

Asrın İhaneti: Paralel Yapı veya F. Gülen Günah Galerisinden Sayfalar

FİKRİ ESERLERİ

İslamcı Gençliğin El Kitabı

Hicret

Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet

Üstad Necip Fazıl’a Dair

Doğru Türkçe Rehberi Yahud Bin Uydurma Kelimeyi Boykot 

Geçmiş Günü Elerken C. I-II

Âşıklar Ölmez!.. 

Üç Hilâfetçi Şahsiyet 

Gurbet İçinde Gurbet 

Filistin Dramı'nın Düşündürdükleri 

İthaflı Fıkralar 

Hayat Felsefesi Yahud Yaşamak Sanatı 

İslâm Dünya Görüşü 

Muhtasar İslâm Tarihi C. I-II-III

Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri C. I-II-III

Kırk Görgü Şahidinden Naklen Benden Tarihe Haberler 

Romanları

Kanlı Düğün (1972)

Uzunca Sevindik (1973)

Kırık Kılıç (1973)

Kavuklu İhtilâlci (2005)

Düzmece Mustafa (2005)

Cem Sultan'ın Papağanı (2006)

Zağanos Paşa (2006)

Veli Bayezid'in Bedduası (2008)

Malkoçoğlu Kardeşler (2008)

Makbul ve Maktul İbrahim Paşa (2008)

Barbaros Hayreddin Paşa (2009)

Sokollu Mehmed Paşa (2009)

Mimar Koca Sinan (2011)

Zorâkî Âsî (Şehzade Bayezid) (2012)

Pîrî Reis (2012)

Twitter: @dromeraydin

05.05.2020 10:40

On iki tarikatın şeyhi Kutbuzzaman TRABZONLU KUTUP YILDIZI HAÇKALI BABA Kadiri ve Nakşi tarikatlarının her ikisini de içselleştirmiş, kendisinden sonra herhangi bir halife bırakmamıştı.

Ancak Dedem Rahmetli Hacı Hafız İsmail Aydın Efendi ile Rahmetli Mevlüt Üzüm Hoca Baba’nın durumu özeldi. Haçkalı Baba, oğlu olmadığı için dedikodu yapanlara şöyle cevap verirdi; “Kim demiş benim oğlum yok? Benim iki oğlum var, Büyük oğlum İsmail, küçük oğlum Mevlüt.”

Mevlüt Hoca Baba sağlığında dedem Hacı Hafız İsmail Aydın Efendi’ye yöresel ağızda ABİ yerine kullanılan “AGA” diye hitap ederdi. Her ikisi de tarikatte Kadiri ekolünü tercih etmişlerdi.

Haçkalı Baba’nın vefatında yıkama, cenaze namazı ve defin işlemleri, rahmetli dedem Hafız İsmail Aydın Efendi, rahmetli babam Müftü Halit Aydın ve rahmetli Mevlüt Hoca Baba tarafından deruhte edilmişti.

Dedemin, görevi gereği Maçka’da olması ve ömrünün son 15 yılını hasta olarak geçirmesi nedeniyle, Haçkalı Baba’nın takipçileriyle daha çok Mevlüt Hoca Baba meşgul olmuş, toplu zikir ritüellerini O yönetmiştir.

Yaşım gereği Haçkalı Baba ile müşerref olamadım. Ama dedemin yanı sıra, Mevlüt Hoca Baba ile çok yakın temasım oldu, Onlardan nasibim kadar feyz aldım.

Her Trabzon’a gidişimde dedemin, babamın Maçka Kaynarca Köyündeki, Haçkalı Hoca ve Mevlüt Hoca Baba’nın Haçka Yaylasındaki kabirlerini ziyaret ederim.

Herhangi bir nedenle Haçka Yaylası’na gidemeden İstanbul’a dönmüşsem, çok kısa zamanda tekrar Trabzon’a gitmemi gerektiren bir konu olur. Uçaktan iner inmez doğru Haçka Yaylası’na.

 

BUGÜN SİZLERE MEVLÜT HOCA BABA'YI, OĞLU EDİRNE MÜFTÜSÜ EMRULLAH ÜZÜM KARDEŞİMLE BİRLİKTE ANLATACAĞIZ

Mevlüt Hoca Baba 1901 yılında Trabzon'un Tonya ilçesi kalemli Köyü’nde Katip Baba ve  Havva Ana’dan doğdu. Dedesi Abbas Efendi’nin kabri Tonya'da Kalemli Köyündedir.

16 yaşlarında iken, Trabzon'dan muhacir olarak Düzce'ye kadar ailece yürüyerek gittiler .1918 yılında Rusların Trabzon'u terk etmesiyle Havva Ana erkek kardeşi ve kızı Bahriye ile birlikte Trabzon’a geri döndüler.

Mevlüt Hoca Baba, babasıyla Düzce'de 2 sene daha kalarak burada çeşitli hocalardan Kur'an- Kerim ve dini ilimleri tahsil etti. Osmanlıca okuma yazmayı öğrendi. Hayatının ileriki safhalarında Latince okuma ve yazmayı da öğrenecektir.

Havva Ana evlat hasretine dayanamayınca, dayısı Mevlüt Hoca Baba’yı 17 yaşlarında iken Düzce'den Trabzon'a geri getirir. Bu olaydan kısa bir süre sonra baba Katip Efendi Düzce'de vefat eder ki, kabri halen Düzce’dedir.

Havva Ana Düzce'den geri gelen oğlu Mevlüt Hoca Baba ile birlikte, kendisiyle daha önce tanışma şerefine nail olduğu Haçkalı Hoca Baba’yı ziyarete giderler. Gidiş o gidiştir. Mevlüt Hoca Baba ölene kadar o kapıdan ayrılmamış, tekkeye hizmete devam etmiştir.

Bu arada Mevlüt Hoca Baba evlenmiş, elleriyle ceviz ağacından gelin sandığı yaparak ve ziraat ile geçimini temin etmeye başlamıştı.

Havva Ana kışın Tonya'da kalır, yazların tamamını oğlu Mevlüt Hoca Baba ile Haçka Yaylasında Haçkalı Hoca Baba’nın hizmetinde geçirirdi.

1949'da Haçkalı Hoca Baba vefat edince, kabri şerifinin yanında Mevlüt Hoca Baba bir Cami yaptırır. Bu Camiyi zamanın taş ustaları çevreden aldıkları doğal taşlarla inşa ederler. Bu cami kısa zamanda ihtiyaca cevap vermeyince onu büyütüp Haçkalı Hoca Baba'nın türbesi ile  birleştirdiler.

Bu cami de zamanla küçük gelince, 1980'li yıllarda  hemen yan tarafta büyük bir cami planlandı ve temellerini Mevlüt Hoca Baba attı.5 kilometre öteden tamamen el emeği ile getirilen taşlardan mahir taş ustalarının maharetiyle yontma taş olarak Camii Şerif'in birinci katını inşa ettirdi.

Merhum Musa Akkaya Trabzon Gülbahar Hatun Camii İmam Hatipliğinden emekli olup, inşa edilmekte olan caminin dernek başkanı olarak vazifeye başlayınca, Mevlüt Hoca Baba ile birlikte devamlı istişareler yaparak büyük caminin inşaatını tamamladılar.

Mevlut Hoca Baba bu sırada sahanın dış çevre duvarlarına da yine el emeği ile inşa etmiştir. Nihayet oradaki hizmetler çoğalıp insanların teveccühlerinin artmasıyla yeni büyük camii şerifin inşaatı tamamlandı.Misafirler için de misafirhaneler yapıldı.

Haçkalı Hoca Baba’nın manevi erkek evladı olarak tavsif ettiği Mevlüt Hoca Baba ömrünün 17 yaşından 108 yaşına kadar olan bölümünü tekkede hizmetle geçirmişti.

Haçkalı Hoca Baba’nın maneviyat derslerini insanlara öğreten Mevlüt Hoca Baba hiçbir zaman “ben şeyhim, Haçkalı Hoca Baba’nın vekiliyim” diye düşünmez ve söylemezdi.

Bu konuda ısrarcı davrananlara, “Onun derviş'i olabilirsek bize ne mutlu” diye cevap verirdi.

Mevlüt Hoca Baba bölgede ve ulaşabildiği ihtiyaç olan her yerde mescit ve mektepler inşa eder, ettirirdi. Resmi imam kadrosunun olmadığı o zamanlarda, buralara kendi yetiştirdiği öğrencilerinden birini vazifeli olarak gönderir, çocukların temel dini bilgilerini almalarını ve Kur'an öğrenmelerini sağlardı.

Evinde daima 3-5 talebesi olur, yaşları 15 ila 35  olan  bu talebeleri elifba'dan başlatır, Sıbyan Mektebinde çocuk okutacak seviyeye gelince, onları ihtiyaç duyulan köylere yerleştirirdi.

O zamanlarda köylüler hocalara yemeğin dışında fazlaca bir ücret ödeyemediklerinden, bu hocaların ücretlerini Mevlüt Hoca Baba kendi imkanları ile temin ederdi.

Bizler bu hoca talebelerin görevlendirildikleri köylerde, ne kadar güzel vazife yaptıklarına bizzat şahit olmuşuzdur. Allah hepsinden razı olsun.

Herkes ona “Hoca Baba” diye hitap ettiği içinde, evlatları da kendisine “Hoca Baba” diye hitap ederdi.

Her gün 5-6 cüz kur'an-ı Kerim okur, mutlaka bir tefsir takip ederdi.

105 yaşına kadar okumaya devam etti. İhya-u Ulumiddin kitabını Okumayı çok severdi. O zamanlar kenarlı Kur'an-ı Kerim diye bilinen meallerden de daima istifade ederdi. Delail-i Şerifi  her gün aksatmadan okurdu.

Siyer-i Nebi ve İslam Tarihi kitaplarını takip eder, Müzekkin Nüfus, Eşrefoğlu Rumi Divanı, Ahmediye, Muhammediye, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin kitaplarını başucundan ayırmazdı. Niyazi Divanı, Nesimi Divanı Abdülkadir Geylani Hazretlerinin eserlerini ve yukarıda bahsedilen eserleri Osmanlıca aslından takip ederdi.

Namazları daima cemaatle eda eder, kendisi genellikle imamlık yapardı. Her namazın sonunda milletimize, devletimize, güvenlik kuvvetlerimize ve Ümmeti Muhammed'e uzun uzun bilinen duaların yaparken, kendi özel ifadeleriyle de ilaveten dua etmeyi  ihmal etmezdi.

Evlatları teheccüd namazına kalkmadığı bir geceyi hatırlamazlar. Ayrıca Teheccüd vaktinden önce bir kısım zamanını tesbihatla ve Kur'an okuyarak geçirirdi. Kuşluk Namazı ve Evvabin Namazını da hiç ihmal etmezdi.

Perşembe Pazartesi dışında da aralıklı olarak oruç tutardı. Hiçbir anında lüzumsuz bir söz söylediğine veya lüzumsuz bir işle meşgul olduğuna şahit olunmamıştır.

Zamanını en verimli şekilde okuyarak, çalışarak, sohbet ederek, okutarak, zikrederek veya insanların dertlerini dinleyerek, onlara nasihat ederek geçirirdi.

Hafızlık müessesesine ve hafızlara karşı olağanüstü bir ilgisi vardı. İlim adamlarını çok sever onlarla buluştuğu zaman onlara çok iltifat ederdi.

İmam Hatip okullarına karşı ayrı bir teveccühü vardı. Talebeler kendisini ziyarete geldiğinde, onları daima Kur'an okumaya ve hafızlık yapmaya teşvik ederdi.

Mevlüt Hoca Baba, halkın Mevlid-i Şerif, dua okuma gibi dini talepleri yerine getirirken asla bir karşılık beklemezdi ve kesinlikle almazdı.

Okuduğu mevlid-i şeriflerde mutlaka bir Zikrullah bölümü yer alırdı. Mevlid-i Şerif'i başından sonuna kadar bütün bahirleri ile okur hiçbir bahri es geçmezdi.

Her zaman kendi kazancının yarıdan fazlasını Tekkenin kesesine aktarırdı. Evine yetecek kadar para harcar, asla israf etmezdi. İnsanların ihtiyaçları için harcamayı çok severdi.

Çevresindeki insanların her birinin kendisi ile yaşanmış bir iyilik hikayesi vardı. Kendisine müracaat eden hiç kimseyi geri çevirdiği vaki olmamıştır. İhtiyacını karşılayacak bir şeyi varsa verir, ekonomik olarak müsait değilse, sorunuyla ilgilenir daha sonra problemini çözmeye çalışırdı.

Hiçbir zaman israf etmez ama kendi evinde hiç bir gün misafiri eksik olmazdı. Evi tıpkı bir misafirhane gibi idi. Çocukları, kendilerini misafirhanenin hizmetkarları gibi hissediyordu.

Ziyaretçilerinden sigara içenlerin sigarayı bırakmaları için telkinde bulunur, o anda bırakmalarını teşvik ederdi. Sigaranın insanlığın başına çok büyük bir bela olduğunu daima Haçkalı Hoca Baba’dan naklederdi.

Aralarında husumet veya kavga olan insanları barıştırır, hiç kimseyi kendi başına terk etmezdi.

Muhatap olduğu insanlar, onun yanında kendilerine çok değer verildiğini hissederler, Mevlüt Hoca Baba’nın yanında bulunmaktan çok büyük haz duyarlardı.

Olaylara ve insanlara hikmet penceresinden bakar, Cenab-ı Hak ile olan kulluk irtibatının daima belirleyici unsur olduğunu ifade ederdi.

İlim, amel ve ihlas kavramlarını daima insanlara hatırlatır, seyri sülükü, Allah'a olan teslimiyeti, Mürşidi Kamil muhabbetini, Resulullah muhabbetini, Kur'an muhabbetini ve muhabbetullahla  aşk-ı ilahiye nasıl ulaşılacağını her sohbetinde takipçilerine eğitip öğretmeye çalışırdı.

Onu tanıyanlar onun sözlerinden çok, davranışlarından etkilenip öğreniyorlardı. Değer verdiği arkadaşlarının kendisine olan samimiyeti ve sevgileri her zaman hissedilirdi. Yanlışlıkla birisinin kalbini incittiğini hissetse, defalarca kendisinden özür diler ve ondan helallik almadan asla onu terk etmezdi.

İnsanlarla muhatap olduğunda, onların kusurlarını gündeme getirmez, ima etmez, ama iyiyi ve güzeli onlara incitmeden ifade etmeyi de ihmal etmezdi.

Onu ziyarete gelenler, Onun bu hal dilinden ve mehabbetinden etkilenir ve kendisine hürmet etmekten kendilerini alamazlardı.

Çok sade bir hayatı vardı. Haçka Yaylasındaki tekkenin selamlık denilen binasında insanlara su taşır, sofra kurar, yatacakları yerleri hazırlar, bizzat  hizmet ederdi. Oradaki inşaatlarda amele gibi çalışırdı. Kendisi ile çalışan arkadaşları da tekkedeki çalışmalarından herhangi bir ücret talep etmezlerdi.

Haçkalı Hoca Baba’dan aldığı feyz ve manevi eğitimi ile yetişen Mevlüt Hoca Baba, maddi ve manevi ilimlere çok önem verir, bütün hadiselere hikmet penceresinden bakardı. Farzlara, vaciplere, sünnetlere müstehaplara çok titizlikle riayet ederdi.

Bu riayetin Müslümanın hayatına getireceği edebin önemini her zaman temsil eder, dile getirirdi.

Bizzat şahit olduğumuz enteresan bir örnek vermek isteriz.

Haçka Yaylasında birkaç su gözesinden bir havuz oluşturup insanların istifadesine sunmak için bir arkadaşıyla beraber su deposu inşa ediyordu. Aralarındaki şu konuşmaya şahit olduk.

Arkadaşı bu gözenin çok az aktığını ifade etmek için “bu çocuk bevli kadar bir su. Boşuna uğraşıyoruz” deyince, Mevlüt Hoca Baba yanındakilerin zor duyacağı bir şekilde, “kalem ucu kadar akıyor desen daha güzel olurdu” diye arkadaşını uyardı.

Mevlut Hoca Baba istikamet üzere yaşamaya önemle dikkat eder, keramet olarak düşünülecek davranışlarını gizlemeyi tercih ederdi. İnsanların teyplere sesini kaydetmesine, görüntüsünü almalarına, fotoğrafını çekmelerine müsaade etmezdi.

Kendisi yokluk makamı olan tasavvufta hiçlik makamı ile ifade edilen yolu takip ederdi. Bütün hak üzere olan tasavvuf ehlinde olduğu gibi nefsiyle ve şeytanla mücadeleye çok çok önem verirdi.

Bütün gayreti Allah rızasını kazanmak, kulluk idraki ile insanlara faydalı olmaktı.

Mevlüt Hoca Baba'nın yanında bulunduğumuz esnada fakir fukara vatandaşlar yanına gelir ondan dua isterlerdi. Fakat O, onların maddi olarak da ihtiyaçlarını hisseder ve bizi dışarı çıkararak, onları incitmeden sadaka verirdi.

Yanına gelen gençlere, sabah namazlarını mutlaka kılmalarını tavsiye eder, sabah namazı kılanlara ise eksik oldukları konularda tavsiyelerde bulunurdu. Öncelikle haram ve mekruh işleri terk etmek gerektiğini vurgulardı.

İstanbul'a gideceği zaman genellikle önceden bilet almadan otobüse binmeyi tercih ederdi. Sahile indiğinde çok beklemeden mutlaka uygun bir otobüs gelir, ona binerdi.

Büyükşehirlerden birinde önemli bir Camii Şerif'te imamlık yapan bir ağabeyimiz şöyle bir hatırasını anlattı.

“Bir gün ben Haçkalı Hoca Baba’nın Mevlüt Hoca Baba'nın ve tasavvuf ehlinin aleyhinde konuşmuştum. O gece rüyamda Mevlüt Hoca Baba’yı gördüm. Tebessüm ederek elini sırtıma koydu, sırtımı sıvazladı. Bir elini de omuzuma koydu. Mutlu bir şekilde uyandım. Bu olaydan sonra Mevlut Hoca Baba’ya cok ziyade muhabbet duydum.

Mevlüt Hoca Baba 103 yaşına geldiğinde, iki gözlüğünü üst üste takarak Kur'an-ı Kerim ve tefsir okumaya çalışıyordu. Gözlerinde katarakt oluşmuştu. Okuyamadığı için çok üzülüyordu. Kendisini seven Numune Hastanesi'nin Başhekimi ve bir grup doktor bu durumu öğrenince ziyaretine geldiler. Ameliyat riskli idi. Doktor arkadaşlarımız “Hoca Baba çok üzülüyor, okuyamıyor. Biz her riski alıp, onu ameliyat edeceğiz” dediler.

Ameliyatı yaptılar. Elhamdülillah, 3 sene daha 106 yaşına kadar kitaplarını, derslerini okumaya devam etti.

Mevlüt Hoca Baba bir mürşid-i kâmil idi. Sevenleri, dostları vardı.100 yaşından  sonraki dönemlerinde yataktan kalkamamasına rağmen, derslerine. ibadetlerine usulünce devam etti. Hizmet edenleri çoktu. Her ihtiyacını gidermek ve gözünden bir ışık almak için can atan yarenleri vardı. Hele bir tanesi, bir genç, ona sekiz yıl hizmet ederek tam bir hizmet örneği sunmuştu; çağımızın ele avuca sığamayan gençliğine inat.

Büyük dosta dost olunca, O sizin şahsınızda, insanlığa rahmet ve himmet ediyor.

4 Ağustos 2009'da Berat Gecesi, sevgilisine kavuşan Mevlüt Hoca Baba’nın yaşı 108 civarındaydı.. Zamanımızın ortalama ömrüne göre uzun yaşamıştı. Allah dostuydu. Kim bilir, zahirde ve batında, afakta ve enfüste neler yaşamış, nelere tanık olmuştu? Ummanlardan daha derin olan gönlünde, nice sevgiler devşirmiş, türlü hüzünlerle, kederlerle pişmiş bir insandı.

Mevlüt Hoca Baba Hakka yürüyünce teçhiz ve tekfini yapıldı. Kabrinin neresi olacağına dair istişareler yapıldı. Devlet büyüklerinden taziye telefonları geldi. Sağ olsunlar, Allah devlet büyüklerimizi ve devletimizi daima muvaffak kılsın. Milletimizi İslam’a, ümmete ve insanlığa hayırlı hizmetler yapmaya muvaffak kılsın.  

Mevlüt Hoca Baba’nın kabr-i şerifinin neresi olacağı müzakere edildi. Kendisi hayattayken, Haçkalı Hoca Baba’dan  aldığı önemli bir işareti evlatlarıyla paylaşmıştı. Haçkalı Hoca Baba kendisine “evladım sen Yerlice’den şu karşıdan yerini al, orası limandır ve sen orada kal, orada rahat edersin” demişti.

Bu manevi işareti kendisi de açıkça ifade ettiği için, ailesi de Haçkalı Hoca’nın makamının  karşı tarafında. biraz daha rakımı düşük olan şu anda kabrinin olduğu yere defnedilmesinin uygun olacağını düşündüler  ve kabr-i şerifinin halen bulunduğu yerde mütevazi bir şekilde kalmasına  kararını verdiler.

Kısaca ifade etmeliyiz ki; Mevlüt Hoca Baba  Kur'an-ı Kerim'e, Peygamber Efendimizin sünnetine uygun bir hayat yaşadı. Güzel yaşadı. Allah-u Teala ona hayırlı uzun bir ömür verdi ve örnek bir şahsiyet olarak, iyi bir mümin olarak inşallah İman-ı Kamil ile Rabbine kavuştu. Kendisinden ve sevenlerinden Allah razı olsun. Onun yolundan yürümeyi bizlere de nasip eylesin

Allah Mevlüt Hoca Baba’nın mekanlarını cennet, derecelerini âlî eylesin. Sevgili Peygamber Efendimizin Liva-ul Hamd ile müsemma olan sancağının altında Havz-ı Kevser'de bütün mümin kardeşlerimizle buluşmamızı nasip eylesin Amin.

Twitter @dromeraydin

04.05.2020 11:38

CHP Üsküdar İlçe Başkanı Suat Özçağdaş adlı şahsın, 2 adamıyla birlikte, gece yarısı Kuzguncuk’taki Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Prof. Fahrettin Altun’un evinin bahçesine kadar girip fotoğraf çektiği, huzur ve sükunu bozma suçuna ilave olarak ''terörle mücadelede görev alan kişileri terör örgütüne hedef göstermek'' suçunu da işlediği, çağrılan polisin tutanak tutarak şahsı ve yanındakileri gönderdiğini duymuş olmalısınız.

PKK DHKP-C yandaşı, MLKP’nin kurucularından Hasan Ocak’a “komutan” diyen, Ermeni ve domuz eti sever CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun atarlı, giderli mesajlarla  “CHP ilçe başkanı görevini yaparak ve partisinin talimatıyla inşaatın yasak olduğu arsayı kontrol etmek için gitmiştir, yine gidecektir.” Diyerek kanunsuzluğa ve suça teşvik ve ortak olduğunu biliyorsunuz.

“Bu şehir eşkıyalarına ‘dur’ diyecek kimse yok mu?” şeklinde isyan edenler, savcılık tarafından bu ikisi hakkında soruşturmaya başlandığını duyarak biraz ferahladı.

Gece yarısı gerçekleşen bu şehir eşkıyalığı karşısında bizim mahallenin erkekleri, sessizliklerini korurken, Ankara’dan Maçkalı çocukluk arkadaşım, fanatik ulusalcı  Nihat Genç’ten mertçe bir çıkış duyuldu;

“Canan Kaftancıoğlu, saygısız,düşüncesiz, hangi projenin adamı olduğu, dünya görüşünün ne olduğu, nereden getirildiği belli birisi. Türkiye tasavvuru, insanlık değerleri tasavvuru olmayan, hala ekranlarda PKK yı savunan birisi. Bu ne demektir? CHP cehennemin dibindedir demektir. PKK yı savunan bir kadın CHP’nin İstanbul İl başkanıdır. “Allah belanızı versin” diye CHP’ye beddua etmeye gerek yoktur. Bundan daha kötüsü olamaz. Beladan daha kötüsü il başkanlarıdır. PKK ile ilişkileri deşifre olunca aklınca terbiyesizlik yapıp ‘kadın olduğum için bana saldırıyorlar ‘diyecek kadar, insanları aptal yerine koyan saygısız bir kadındır Canan Kaftancıoğlu.”

Bu arada üslubunu her zaman takdir ettiğim, namuslu ve vicdanlı muhalif Nedim Şener’in konuyla ilgili “Bir usulsüzlük varsa, onu kontrol edecek makamlar bellidir. Ama Fatmanur Altun’a derin üzüntü hissettiren bir erkeği böylesine ucuz savunan bir başka kadın olunca, kişi empati yoksunu bir müptezele dönüşüveriyor” şeklindeki paylaşımından da bahsetmek isterim.

Birkaç istisna dışında, bizim mahallenin erkekleri “bu kadına bulaşıp, başımızı belaya sokmayalım” diyerek, yorganın altına saklanıp, 3 maymunu oynarken, akl-ı selim vatansever pek çok delikanlı yiğit kadın, bu kanunsuzluğa karşı en yüksek perdeden cevap verdi, rahatsızlığını sosyal medyadan dile getiren Fatmanur Altun’a destek çıktı.

Burada Fatmanur Altun kardeşime destek veren 2 yürekli kadının mesajını paylaşmak isterim.

Kanal D haber müdürü Buket Aydın “Bu yazdıklarımın siyaset ile alakası yok. Kocası evde değil; Cumhurbaşkanı ile görevde. Çocukları ile evde tek bir kadın. Bu yapılanı bana kimse açıklayamaz. Kınıyorum! Evde nasıl rahat edecekler şimdi. Fatmanur hanım isterseniz gelin bana kapım sonuna kadar açık.”

Geçen haftaki olaylarda azgın muhalefetin boy hedefindeki iyi komşusu Şükriye Tutkun, “Sebebi ne olursun yaptıklarınız, "Ekmek Teknesi" "Perihan Abla" hamuruyla yoğrulmuş, kilise ile caminin bile yanyana hizmet verdiği, köy diye geçen semtimizde, sadece Altun ailesinin değil tüm semt sakinlerinin huzurunu kaçırdığınız gibi, bizleri ikiye bölmeyi de başardınız.” diyerek tepkisini dile getirdi.

Konunun yine Şükriye Tutkun’a geldiğinin farkındasınız.

Son yazımı “Geçen hafta yaptığı açıklamalarla gündeme damgasını vuran Şükriye Tutkun’un Yeşilçam filmlerini aratmayan acıklı hayat hikayesini gelecek yazıma bırakıyorum.” Diyerek bitirmiştim.

 

YETİŞTİRME YURDUNDAN GELEN İYİ KOMŞU;

ŞÜKRİYE TUTKUN

Yeşilçam filmlerini aratmayan hikayesini, hayata ve sanata dair görüşlerini kendi kelimeleriyle sunalım.

“19 Eylül 1965 tarihinde, Gürcü kökenli Ordulu bir baba ve Artvinli bir anneden Kocaeli’nde doğmuşum. Yakın zamanda Kırım kökenli olduğumu öğrendim.

2 yaşına geldiğimde, halalarımın baskısıyla anne ve babam ayrıldı.

İki yaşında Kasımpaşa Çocuk Yuvasına bırakmışlar beni..

Çoğu çocuk gibi anne baba ayrılığının acısını çektim. Önce Çocuk Esirgeme Kurumu Kasımpaşa Çocuk Yuvası, 5 sene. Ondan sonra Küçükyalı Yetiştirme Yurdu, Anadolu Hisarı, Kadıköy. Dolaştım durdum.

O dönemden kafamda kalan en eski görüntü Kasımpaşa Çocuk Yuvası'na ait. Demir parmaklıklı, açılıp kapanan koca bir kapı. Tıpkı hapishane gibi. Arada annem geliyor, sonra gidiyordu. Hep ağlıyorum. Ama gitmek zorundaydı. Çalışıyordu çünkü. Bir keresinde 'Tuvalete gidiyorum' dedi, bıraktı gitti. Bir daha asla tuvalete göndermedim onu.

Annemin hayatı çok zordu. Bana bakacak durumu yoktu. Birisiyle evlendi. Ama yine çok fakirdiler. Unkapanı Haydar'da tek göz bir odada oturuyorlardı. Suyu, elektriği yoktu. Tuvalet dışardaydı. Üvey babam Osmanlı terlikleri dikerdi. Annem de pullarını işlerdi. Böyle bir hayat işte. Bazen annem hafta sonları eve alır sonra geri getirirdi. Her seferinde, 'Hiç değilse sıcak yemeğini yersin kızım' derdi.

Islak hortumla banyoda döverlerdi bizi. Kurallar katıydı, hapishane gibiydi. Zor bir çocukluk geçirdim. Ama güzel şeyler öğreten öğretmenlerimiz de oldu.

Bitleniyorduk doğal olarak. Mümkün değil bitlenmemek. Aynı yatakta yatıyorsun, aynı çamaşırları giyiyorsun. Kaynar suyla yıkarlardı bizi, ağlardık.

Anadolu Hisarı Yetiştirme Yurdu'ndaki o koca banyoda hepimizi çırılçıplak soyar, banyoya dizerlerdi. Kaynar suyla yıkarlardı. Dayanılır bir acı değildi, haşlanıyorduk. Ağlardık. Acının daha büyüğü bu kez hortumla gelirdi. Sıcak sudan haşlanmış bedenlerine acımasızca vururlardı hortumla.

Anılarımın çoğu acı yüklü. Ama hayat sırf acıdan ibaret değil, bir yetiştirme yurdunda bile. Hortum ne kadar acıtsa da, o acıyı alacak sevgiyi de tattım.

Kendi elleriyle yetimlere börek açan hademe Emine Anne'yi sevgiyle anıyorum.

Adem ve Sevinç Korkut hocalar var ki, onları bambaşka bir özlemle hatırlıyorum. Hafta sonları yetimlere evlerini açan bu öğretmen çift, anne baba sevgisi vermekle kalmamış, bana müzik aşkını da aşılamışlardı.

Orada cani ruhlu insanlar da vardı. Ama bir o kadar da melekler. Yetiştirme yurtlarında dayak var, ama her yetimi çocuğu gibi gören onlarca yürek de.

Anadolu Hisarı'ndaki çok güzel bir yatılı okuldu. Orada bir salıncağım vardı. Rumeli Hisarı'na karşı sallanır, "Mavi nurdan bir ırmak, gölgede bir salıncak" diye şarkılar söylerdim. Benim kaçışım da oydu.

10 yaşlarındaydım. Oradaki öğretmenlerimiz o kadar iyi eğittiler ki bizi, sabah kalkar spor yapardık. Televizyon seyretmez, kitap okurduk. Sonra, bize küçük bahçeler vermişlerdi. Onları ekiyorduk. Her üç kişiye bir bahçe. Herhalde bir eğitim denemesi yapıyorlardı. 50 çocuktuk. Müdürümüz Sırrı Kantarcı vardı. Eğer yaşıyorsa binlerce teşekkürler.

Sonra bu güzel yeri kapatıp, üç-beş öğretmen dinlensin diye Öğretmenevi yaptılar.

Oradan Küçükyalı Yetiştirme Yurdu'na gittim. Ondan sonra da kabuslarım başladı zaten. Müdürümüz tekmelerle dövüyordu bizi. Gece acıkıyorduk. Yiyecek bir şey yok. Yemekte doyardık. Ama çocukluk işte. Acıkırdık. Öyle 'Acıktım yemek istiyorum' deme lüksümüz yoktu.

Bazen akşam yemeğinden ekmek kaçırır yerdik. Ama her zaman olmazdı. Bir gece acıkıp, bakkala kaçmıştık. Fındıklı bisküviler vardı. Açıkta satılırdı. Onlardan almış dönmüştük. Müdür bizi bekliyordu. İçeri girer girmez tekme atmaya başladı. Elimde bisküviler. Daha bir tane yiyebilmiştim. Başka bir suçum yoktu.

15 yaşındaydım. Annemlerin durumu daha iyiydi. Ve o yıl içerde çok kötü olaylar oldu. Müdürlerin tacizleri ortaya çıktı.Ben böyle bir durumla karşı karşıya kalmadım.Henüz küçüktüm. Üstelik benden güzel ablalar da vardı. Bilinen şeylerdi. Çoğuna tanık oldum. Özellikle benim dönemimde çok yoğun yaşandı ve annemler beni aldı.

Lisede eve gittiğimde de annemle ve üvey babamla aile olamadık. Ben yurttan çıkmak istemedim zaten. Çünkü arkadaşlarımla aile olmuştuk.

18 yaşından sonra 'Ailenizin yanına geri dönün' dediler. Döndüm ama çok mutsuz bir çocuk oldum. Kapısını kapatıp 24 saat müzik dinleyen, şarkı söyleyen, kitap okuyan bir çocuk. Yıllar sonra ailenize dönseniz de mutlu olmuyorsunuz. Çünkü onlar size yabancı, yabancılaşmış.

Biraz öfke de var tabii. Beni bırakmışlar diye. 'Artık yetişmişim, ayaklarımın üzerinde durmuşum. Ailemin yanına gidiyorum. Peki ama niye?' diyorsunuz.

Çocukluğunda yaşadığın travmalar geçmiyor. Sağlıklı yuva kuramıyorsun. Ben hala bekarım, çocuğum yok mesela.20 yaşında evlenmiştim. 1986 yılında doğum yaptım, çocuğum 5 gün yaşadı, sonra kaybettim. Ben de komada kaldım. Beni kurtarmak için çok çaba sarf ettiler.

Böyle çocukluk yaşayınca hiçbir zaman sağlıklı bir bağ kuramıyorsun. Anne baba ile yetişmemişsin. O ilişkiyi bilmiyorsun.

Babamı hayatımda 2 kez gördüm. İkisinde de hastanedeydi. Birinde 'hasta' diye telgraf çekmişlerdi. Babamı ilk tanıdığımda 18 yaşındaydım. Toplamda geçirdiğimiz zaman 1 saat bile değil. Hastaneye gittim. 'Şükriye geldi' dediler. Gözünü açmadı. Meğer evlendiği eşinin adı da Şükriye'ymiş. 'Kızın geldi' dediler. Gözünü açtı. Babama kızgın değilim. Ona karşı bir öfkem yok. Şartlar el vermemiştir. Eminim ki babam beni sevmiştir. 

Babamın sonraki eşinden olma iki kardeşim vardı hiç görmediğim, bir de karnında bebek varmış kadının. Kadın çocuklara süt ısıtırken taşmış, ocak sönmüş ve eve gaz yayılmış. Babam eve gelmiş, artık çakmak mı yakıyor yoksa elektriği mi açıyor bilmiyorum. Bütün ev patlamış. Babamın eşi ve biri doğmamış 3 kardeşim orada ölmüşler.

Anne baba özlemim tabii ki var. Ama kızgınlığım yok. O zamanki koşulları öyleydi sanırım. Yoksa kim çocuğunu bırakmak ister? Kim bilir neler yaşadılar? Onları sorgulamak bana düşmez. Nur içinde yatsınlar.

Yurtta da hep söylerdim şarkı, türkü. Ya sanatçı ya da politikacı olmayı istiyordum. Yurtta beni ezenlere tepki olarak “Yükseleceğim” dedim hep. 20 yaşında evlendim, eşim de üniversitede okuyordu. “Sesin çok güzel” diyordu, biraz da o beni cesaretlendirdi.

Ben sitelerde yaşayamam, benim komşularım olacak gidip geleceğim. Burayı biraz da annem babamın köyüne, Artvin'e benzettiğim için seviyorum. Zaten fırsat buldukça da Artvin'e gidiyorum.

Ben köy evinde oturuyorum, üç katlı bir Rum evi. Her şeyi ahşap yaptırdık. Evimdeki her şeyi kendim yapıyorum. Yemeğimi, temizliğimi. İki gün önce arkadaşımla ağaçları budadım. Yerimde durmayı çok sevmiyorum. Temizliği çok severim, bir de üç katlı ev; temizle temizle bitmiyor.

Daha fazla hayvanlarla falan uğraşıyorum.

Kendi kitleme ulaşabileceğim mecralar yok. Allah'tan internet var; oradan insanlara bir şekilde ulaşabiliyorum.

Türküler bizim anamız babamız. Büyürken hepimiz türkü dinlemişizdir, hiçbirimiz pop müzik parçasıyla büyümedik.

Babam Ordulu. 'Ordu'nun Dereleri'ni babam için söyledim. Annem de Artvinli ve onun için de 'Çift Jandarma'yı okudum. Albüm kapağının ortasına anne ve babamın resimlerini koydum, ortalarında da benim resmim var. Annemle babam, babam sağken ayrılmışlardı. Ben bu albümde bir anlamda sesimle ve onların türküleriyle ailemi birleştirdim.

Annem babam  ikisi de rahmetli oldular. 21 yaşından beri tek başıma hayatla mücadele ediyorum. Hep kendi imkanlarımla bugünlere geldim. Ailem bakmadı, kimse sahip çıkmadı.

Devlet çocuğuyum ben. Yine de şükrediyorum. Yurtta disiplinli olmayı, mücadele etmeyi, yılmamayı öğrendim. İntiharı düşündüğüm zamanlar da oldu. Ama hep bir şeylerin yoluna gireceğine inandım. Çocukluğumdan beri inançlı oldum. Ne dua etsem olurdu.

İnsanlar yetiştirme yurtlarına gittiklerinde, “Ah canım, yazık” diyerek çocuklara acımasın. Annesi babası yok diye insana acınır mı? O davranış onları daha çok toplum dışına itiyor.

Güçlünün zayıfı ezdiği bir yerdir yetiştirme yurtları. Yurtlarda dayak kuraldır.

Yurtlarla ilgili 26 bölümlük belgesel yaptım TRT’de. Sürekli bağımız var. Beni seviyorlar, “Bizim meleğimizsin” diyorlar.

Geçen yıllarda Kurban Bayramı'nda Sudan'a gidince oradaki yoksuzluk beni çok etkiledi. Benim de bir şey yapmam lazım dedim. Kafamda senfonik altyapılı bir ilahi albümü yapma fikri vardı, ilahi albümünü yapacağım inşallah.

İlk evliliğimden doğan ve beş gün sonra ölen çocuğum bugün yaşasaydı 29 yaşında olacaktı. İnsanlar bunu çok fazla bilmezler. Sonra da Allah vermedi bir daha, nasip meselesi. Zaten bir sürü annesiz babasız çocuk var

Sudan'a gittiğimde oradan çocuk almak istedim ama prosedürler çok zordu, alamadım. Türkiye'de de evlatlık almak çok zor ama belki ileride alırım. Biz yetim olarak büyüdük, onun değerini çok iyi biliyorum.

Yetimliğimi en çok ne bayramlarda hissediyorum. Hiçbir zaman ezik hissetmiyorum, sonuçta herkes kendi hayatını yaşıyor. Ben o yatılı okulda  yaşamasaydım ne böyle bir dünya görüşüm olurdu, ne de şarkı söyleyebilirdim. Allah razı olsun devletimizden. Bana katkısı çok büyük.

Ben devlet çocuğuyum; okudum, büyüdüm ve adam oldum. Şimdi devlet için bir şeyler yapayım istiyorum ama onlar benden bir şey istemiyor.

İnsanlar, sanatçılar sürekli birbirine gidip gelir sanır. Oysa öyle bir durum yok, benim de hiç sanatçı arkadaşım yok.

Ben ameliyat olmaya bile kendi başıma gittim. Sağlık sorunu yaşayınca insan hayatın çok kısa olduğunu daha iyi anlıyor. Artık kafama hiçbir şeyi takmıyorum, kendimi parçalamıyorum. Eskiden onu da bunu da yapayım derdim, ama şimdi boş verdim bazı şeylere. Artık bir panik ve telaş halinde yaşamıyorum.

 Beğenmediğim işlere gitmiyorum. Kendimi kasmıyorum.

Ben çok lüksleri olan, savruk bir insan değilim. Gece hayatım yoktur, tatile bile gitmiyorum doğru dürüst. Benim işim kedilere mama falan almak. Yemeğimi genellikle evimde yerim. Alışveriş yapmam.

Öyle özellikle gideyim gibi bir yapım yok. Marka düşkünlüğüm falan asla yok.

Benim öğretmen arkadaşlarım var. Onlarla birlikte bazı kıyafetlerin tasarımını yapıp dikiyoruz.

Ablam ve ağabeyim var. Biz ailece büyümedik. Onların çocukları var. Bodrum'da bir arsa aldım. Şimdi bir müteahhitle anlaşacağım ve orada bir yazlık yaptıracağım. Hep beraber bir araya gelelim istiyorum. Benden de yeğenlerime bir hediye olsun, şimdiye kadar onlara bir şey yapamadım.

Ne yapacağız ki malı mülkü. Hatta ileride bu evi de satacağım. Yaşlanınca ne yapacağım bu kadar büyük bir evi. Zaten mal mülk hırsım olsa daha farklı olurdum.

Türküye saygımdan alkollü mekanlarda sahne almıyorum. Alkol insanı bozuyor, o ortamlarda türkü söylemek istemiyorum.

Türkülerin büyüsü bozulmaz. Çünkü özümüz, onları duyarak büyümüşüz.

Ama söyleyeceğim türkülerin sözlerine dikkat ederim. Çünkü şarkı söylemek dua gibidir. İsmail YK, ‘Allah Belanı Versin’ şarkısını söyledi, ne oldu? Kaza geçirdi, ayağını kırdı. Sözün büyüsü vardır.

Sanatçıların da herkes gibi görüşü vardır. Ama bunu sanatıma yansıtmayı hiç düşünmedim. Düşünseydim farklı yerlerde olurdum.

Bu konuda zaten dertliyim. Meclis’te Binali Yıldırım ile konuşurken fotoğrafım çekilmiş. Sosyal medyada etmedikleri hakaret kalmadı. Muhalif parti belediyeleri konserlerimi iptal etti. Oysa ben oraya sanatçı olarak bir derdimi anlatmaya gitmiştim.

Sadece müzik yapıyorum. Politikadan uzak durmaya çalışıyorum mümkün olduğunca. Çünkü gerçekten çok üzücü şeyler yaşanıyor.

Ezelden beri Naşide Göktürk ile karıştırırlardı beni. Kendisi arkadaşımdı. İkimiz de kısa saçlıydık. Tarzlarımız da benziyordu.

TRT’de ‘Arda Boyları’ programım yayınlandığında önemli bir gazeteci, “Şükriye Tutkun ölmedi mi? Bu nasıl terbiyesizlik, bir de ‘canlı yayın’ yazıyorlar” diyerek yönetimi aradı. Onlar ikna edemeyince kendisi aradım “Yaşıyorum” dedim. “Çok güzel şaka” dedi ve telefonu kapattı. Sonra da mail attı, “Bu ses cennetten mi geliyor?” diye. Çok sarsıcı oldu benim için. Yolda bana hayalet görmüş gibi bakanlar bile vardı.”

MÜZİK KARİYERİ

Şükriye Tutkun liseyi bitirdiği yıl konservatuvar opera-şan bölümünü kazanmasına rağmen, zorunluluklar nedeniyle okul yerine çeşitli işlerde çalışmaya başladı.

Konservatuavar sınavına tekrer girip, birincilikle kazandı. Öğreniminin devam ettiği süre boyunca, çocuk yuvalarında müzik öğretmenliği yaparak, çocuk koroları çalıştırarak iş yaşamına da devam etti.

Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Opera Şan bölümü mezun oldu. Sanatçı, Afşar Timuçin’den estetik ve felsefe, Filiz Ali’den Opera Tarihi, Cenan Akın'dan armoni, İlteriş Sun'dan solfej, Yekta Kara'dan sahne dersleri aldı. Etnomüzikolog Tugay Başar ile çocuk yuvalarında müzik öğretmenliği ile ilgili çalışmalar yaptı.

Konservatuvarda okuduğu yıllarda değişik zamanlarda TRT Gençlik Korosu, İstanbul Operası Gençlik Korosu, St. Antoine Kilisesi Korosu’nda soprano olarak görev alan Şükriye Tutkun, Muammer Ketencoğlu, Zülfü Livaneli, Fahir Atakoğlu, Atilla Özdemiroğlu, Ali Osman Erbaşı gibi sanatçılarla çalıştı, çizgi ve dizi filmde, reklam filmlerinde seslendirmeler yaptı.

Sanatçı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda sahnelenen Sultan Gelin Müzikali'nde başrolde oynadı. TRT Okul'da Hayata Tutunanlar isimli programın sunuculuğunu üstlendi.

Konservatuvar eğitimi Şükriye Tutkun için teknik açıdan geliştiriciydi. Her gün yeni aryalar öğreniyor, küçük okul dinletilerinde onları seslendirerek beğeni topluyordu. Ancak, içinde bir eksiklik duygusu vardı, aryaları söylerken duygulanamıyordu. Şan hocasıyla türkü çalışmaya başladığında eksikliğin ne olduğunu keşfetti. Sesinin ve duygularının türkülerle var olduğunu, türkülerde kendini ve duygularını bulduğunu, mutlu olduğunu farketti. Albüm yapmak gündeme geldiğinde hiç düşünmeden 'ben türkü söyleyeceğim' dedi Şükriye Tutkun.

ALBÜMLERİ

1996: Sevin Gayrı

1998: Çiğdem Der Ki

2002: Kumru

2004: Gücüm Yetene Kadar

2006: Salıncak

2010: Ay Karanlık 

Şükriye Tutkun, dupduru sesini, tertemiz yorumunu başka kimsede kolay kolay bulamayacağımız bir sanatçı. Kasılması, çalımlanması olmayan, kendi halinde mütevazi bir insan.

TRT'de sunduğu bir programda Kırım, Rumeli, Azeri türkülerini çok sevdiğini ve sevdiği yörelerden türküler okuduğu zaman "sesinin sevindiğini" söylediğini hatırlıyorum.

Ey Güzel Kırım türküsünü seslendirmesiyle Kırım Tatarlarının gönlünde ayrı bir yer edinen Şükriye Tutkun, süreç içinde Kırım Tatarı olduğunu öğrendi.

Tutkun, twitter hesabından yaptığı açıklamada "Kırım Tatarlarından olduğumuzu bilmeden Ey Güzel Kırım türküsünü ısrarla ilk albümde söylemiş olmamı kim açıklar bana? Köyü ziyaretimde aşağıda resmi olan babaannemin dedesi Kırcaoğlu Mehmet Ali'nin Kırım'dan göçüp Gülyalı Anbarcılı köyüne yerleştiğini öğrendim” dedi.

Giresun'un Bulancak ilçesindeki akrabalarını ziyaret ettiğinde Kırım Tatarı atalarını öğrendiğini ifade eden Tutkun “Kırım'dan daha yeni gelmiş gibi halacağızım benim. 84 yaşında hepimizi cebinden çıkarır. Aslan halam benim.” Diyerek aşağıdaki fotoğrafı paylaştı

Şükriye Tutkun, her albümünde Bostorgay, Kalaylı Kazan İçinde Kaz Balası ve Kınalı Parmak Cez Tırnak gibi Kırım Türküleri olduğunu belirtti.

Türkiye'de birçok vatandaş köklerinin Kırım Tatarı olduğunu unutmuş durumda. Doğu Türklüğü kadar, Kuzey Türklüğünün de Anadolu'nun Türkleşmesinde ve müslümanlaşmasında büyük bir rol oynadığı uzmanlar tarafından ifade ediliyor. Şükriye Tutkun, köklerini araştırırken Kırım Tatarı atalarına ulaşan binlerce vatandaştan birisi oldu.

 

Bence Şükriye Tutkun konsept albümleri yapmalı. Mesela, Türkiye'de az bilinen kırım türkülerinin onun lirik söyleyişiyle daha da güzelleşeceğinden kuşkum yok. Ve bir gün, Çoruh Nehri’nin kıyısında veya Karadeniz kenarında, misal Gülyalı’da, ufuktaki Kırım’a doğru bakarken, Ali Osman Erbaşı Hocamızın eşliğinde , Şükriye Hanım ve müşterek arkadaşlarımızla  birlikte türküler söylemeyi ne çok isterim.

Twitter @dromeraydin

24.04.2020 13:24

Hitler’in Propaganda Bakanı Joseph Goebbels, “Yeterince büyük bir yalan söyler ve sürekli tekrar ederseniz, sonunda halk buna inanır.” der. Propaganda ve yalan Goebbels’in mesleğidir. Yalanın ve iftiranın büyük olması gerektiği fikrini bizzat Hitler’den öğrenmiştir.

Yalan ve iftira olduğunu kanıtlayan veriler kendilerine açıkça gösterildiğinde bile, insanlar kuşku duymaya, tereddütlü olmaya devam ederler. Çünkü çarpıcı yalanlar, yalan olduğu ortaya çıktıktan sonra bile, ardında her zaman izler bırakır. Tüm uzman yalancılar ve iftiracılar bunu bilir.

Bir de Mitomani adlı bir hastalık vardır ki, toplumda bilinen adıyla 'yalan söyleme hastalığı'dır. Mitoman yalan söylemekten haz duyar, yalanlarından dolayı pişmanlık duymaz, yalanının ortaya çıkması durumunda aşırı agresif ve alıngan tavırlar sergiler, söylediği yalanlara kendisi de inanır, yalanları arasında kurgusal bütünlük yoktur.

Yalan konusunda uzmanlık, iftira alanında doktora yapmış olan ülkemizin müzmin muhalifleri, son seçimlerden bu yana, Pinokyo’ya rahmet okutacak düzeyde bilinçli bir yalan politikası izliyor. Literatüre ‘Goebbels prensibi ’ olarak geçen bu stratejinin mottosu şöyledir; Sen algıyı oluştur, birincisi yalanlanana kadar ikinciyi söyle. İkinci yalanlanana kadar da üçüncüyü söyle. Böylece hem kendi kitleni konsolide edersin, hem de gündemde kalırsın.

Devletimiz vatandaşı için, 7/24 demeden canla başla uğraşıyor. Alçaklar Cumhurbaşkanlığı’nın vatandaşların evine gönderdiği destek paketlerinde virüs olduğu yalanını yayıyor. Yalancı şerefsizler, üç kuruşluk siyasi çıkar uğruna, yüzleri kızarmadan rahatlıkla yalan söyleyip, iftira atabiliyor ve utanmadan halkı korku ve paniğe sevk edebiliyorlar.

Muhalefet partilerinin vekilleri Cumhurbaşkanımızı ve Türkiye’yi kötülemek adına Küba, Amerika, Avrupa, Japonya, Uganda ve şimdi de Burkina Faso güzellemesi yapıyor. Yapılan araştırma ve anketlere göre, muhalefet partilerine oy veren vatandaşlarımızın önemli bir bölümü Erdoğan’ı destekliyor.

Cumhurbaşkanımızın yönetimine verilen desteğin artmaya devam etmesi karşısında, ‘her şeye rağmen muhalif’ler deliriyor.

Recep Tayyip Erdoğan’a karşı halkımızın duyduğu yüksek sevgi ve güveni bir türlü hazmedemeyen kifayetsiz muhteris kabız muhalif çevreler, her fırsatta Cumhurbaşkanımızın kendisine ve çevresine çeşitli yalan ve iftiralarla saldırarak gücünü zayıflatmaya çalışıyorlar.

Yalan haber ürettiği, ekranlardan iftira attığı, habercilik değil provokatörlük yaptığı için ceza alan medya kuruluşları için,”basın özgürdür, sansürlenemez” diye nara atan mahallemizin nankör çöpçüleri ayrı bir bahistir. Onları adam yerine koyup, konuyu derinleştirirsem, kendilerinden bahsedildiği için mutlu olacaklardır. Bunu yapmayacağım.

Beyinleri sadece  yalan, iftira, dezenformasyon ve algı operasyonlarına  çalışan  münafiko laikperest müptezeller, iftiraları her seferinde ellerinde patlayınca çılgına dönüyor, hemen yeni bir gerçeğe aykırı, siyasi ahlaktan yoksun, art niyetli, yalan, iftira ve itibarsızlaştırma kampanyasına başlıyorlar.

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın, Osmanlı İmparatorluğu'ndan kalma tarihi Beylerbeyi Sarayı'nda çekilen bir fotoğrafta,  arkasında görünen altın varaklı kalorifer peteğini sanki evindeymiş gibi, “Damat Bey’in bir altın varaklı peteği ile 4 kişilik bir aile en az 8-9 ay ‘hayatı eve sığdırabilir’” şeklinde  yalan bilgilerle manipülasyon yapmaya çalışan münafiko laikperest çevreler iftiraları ellerinde patlayınca, ellerinin kirini Cumhurbaşkanımızın bir başka yakın çalışma arkadaşına bulaştırmak istediler.

Cumhuriyet Gazetesi, Cumhurbaşkanlığı İletişim Ofisi Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun ile ilgili “Trilyonluk villa, Boğaz’da kaçak var” iftirasıyla  yeni bir algı operasyonuna imza atmak istedi. Fahrettin Bey, avukatı vasıtasıyla yalancıların iddialarını tek tek çürüttü. İftiracılar ile bu iftirayı malzeme yaparak siyasi çıkar peşinde koşanlar hakkında yasal işlem başlattıklarını duyurdu.

Prof. Fahrettin Altun Bey’in eşi, TÜRGEV Yönetim Kurulu Başkanı Fatmanur Altun da asılsız iftiralardan nasibini aldı. Fatmanur Altun kendisine yöneltilen çoklu, ballı maaş alıyormuş gibi iftiralara karşı, sosyal medya paylaşımlarıyla cevap verdi. 

"Benim gibi devlet hizmetinde çalışanlar büyük fedakarlık gösterip tek maaş aldıkları halde, kasıtlı olarak bu gerçeği halkın gözünden kaçırarak, vatandaşla alay ediyorsunuz. Sabrımızı sınamayın, iki yüzlülüğünüzü, işbirlikçiliğinizi ve ihanetinizi milletimizin gözlerinin önüne sermeyin.

 ‘Yalı’ yalanı elinde patlayınca, kokuşmuş eski yalanlarını piyasaya sürenlere cevabımdır; TÜRGEV, KADEM ve Türk Hava Yolları'ndan tek kuruş almıyorum. Sadece hocalık maaşım var. İnsanlar can derdindeyken, itibar suikasti peşinde koşanları vicdanlara havale ediyorum.” diyerek üzüntülerini belirtti.                                         

Kendisine, sosyal medyadan “Fatmanur Bacım, Üç beş münafiko laikperestin havlamasıyla moralinizi bozarak bizi üzmeyiniz. İt ürür, kervan yürür. Meyve veren ağaç taşlanır. Rabbim işlerinizi kolay, başarılarınızı daim eylesin.” şeklinde destek mesajı attım.

Sosyal medya trollerinden biri, Kanal D haber müdürü Buket Aydın’a “Fahrettin Altun’u haber yapabilecek misiniz bu akşam? Merak ediyorum” diye yazınca, Buket Hanım kendisinden beklenmeyecek bir çeviklikle, ”Biz başarılı insanlara atılan iftiraları haberleştirmiyoruz. Doğru haber yapıyoruz. Halkı bilgilendirme çabasındayız.” diyerek taşı gediğine koydu.

Altun ailesine yönelik iftiralar karşısında, komşuları Şükriye Tutkun, haksızlığa gelemeyen Karadeniz insanı ve sanatçı refleksiyle; “Ben komşusuyum” diyerek sosyal medyadan ve ardından basına açıklama yaptı.

“Yok öyle bir şey. Vakıf arazisi denilen yer mezbelelikti, bütün mahalle şikâyetçiydi, temizlendi. Yapılaşma denilen şey minik bir çardaktan ibarettir” dedi.

“2001 yılından beri bu mahallede yaşıyorum. Burası gerçekten daha önceden mezbelelikti. Burada yalnız yaşıyorum. Biz burada tinercilerin çığlıklarından bıkmıştık. Polis çağırıyorsun, geliyorlar tinercileri çıkarıyorlar, sonra yine buraya kamp kuruyorlar.

Altun ailesi halkın içinde yaşıyorlar, çocuklarını devlet okullarına gönderiyorlar. Kedi köpek seviyorlar. Gayet mütevazı bir evde oturuyorlar. Çocuklarıyla selamlaşıyoruz. Kendi çöplerini kendileri atıyor. Böyle bir hayatı seçmiş adam, daha ne istiyorsunuz ki? Benim evim onların evinin yanında malikane” diyerek iftira ve iddiaları yalanladı.

Şükriye Tutkun'un açıklamaları karşısında memnuniyetini dile getiren İletişim Başkanı Fahrettin Altun'un eşi Fatmanur Altun şu ifadeleri kullandı;

“Güzel komşum, şahitliğini esirgemediğin için çok teşekkür ederim. İzlediğimde göz yaşlarıma engel olamadım. Bir kere daha şunu gördüm ki ev almamışız, komşu almışız. Allah herkese senin kadar güzel yürekli komşular nasip etsin. “

Müfteri azgın muhaliflerin yalan ve iftiraları ellerinde patlayınca, sosyal medyadaki gezi zekalı troller Şükriye Tutkun’u linç etmeye çalışırken, Cumhuriyet Gazetesi Şükriye Tutkun'un kaçak yapıyı savunduğunu iddia etti ve Tutkun'a "Sümüklerin efendisi" ifadelerini kullanarak hakaret etti.

Bu saldırı ve hakaretlere elbette cevapsız kalmadı.

 “Fahrettin Altun ve ailesi neden hedefe konuldu? Çünkü Erdoğan’ın yanındalar. Çünkü asıl hedef Erdoğan. Çünkü en yakınındakilere saldırıp, Cumhurbaşkanımızı yıpratmak istiyorlar.” diyerek sosyal medyayı hareketlendirdim.

Gazeteci Yazar İdris Kardaş,"Ve bugün. Komşusuna yapılan haksızlığa karşı sesini yükselten, bir yalanı düzeltmek isteyen, işin gerçeğini ortaya koyan bir sanatçıya, Şükriye Tutkun'a yönelik Cumhuriyet'in aşağılık bir manşeti; Sümüklerin efendisi." diyerek iftira karşıtı mücadeleye öncülük etti.

Akşam Gazetesi Ankara Temsilcisi Emin Pazarcı da; Şükriye Tutkun'a yönelik bir linç kampanyası düzenlediğini hatırlatarak, "Hedef gösteren  Cumhuriyet Gazetesi. Çünkü, Şükriye Hanım gördüklerini, yaşadıklarını ve doğruları anlattı. Oyunlarını bozdu. Fahrettin Altun'a sürmek istedikleri karalar kendi yüzlerine bulaştı" dedi.

Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Hakan Şükriye Tutkun'un açıklamalarıyla ilgili olarak, "Ev dediğin gerçekten hiç mühim değil. Mühim olan komşudur, komşuuu! Allah hepimize böyle komşular nasip etsin" diyerek Şükriye Tutkun’a  takdir duygularını ifade etti.

Geçen hafta yaptığı açıklamalarla gündeme damgasını vuran Şükriye Tutkun’un Yeşilçam filmlerini aratmayan acıklı hayat hikayesini gelecek yazıma bırakıyorum.

Twitter: @dromeraydin

20.04.2020 09:15

Sadık Albayrak milli ve dini kültürümüzün, medeniyetimizin yok olup gitmemesi ve unutulmaması için ömrünü adamış bir dava adamıdır.

Bizim neslimizin ve bütün gelecek nesiller üzerinde oynanan bedeli çok ağır olacak bir oyunu, karşılığında hayatını feda edecek kadar bir gözü karalık içinde bozan kahramanlardan biridir Sadık Albayrak.

İnsanımızın medeniyet kökleriyle irtibatları kesilmek istenirken, Sadık Albayrak cesaretle bir adım öne çıkarak, o irtibatı muhafaza etmek için adeta göğsünü, bedenini siper etmiştir.

Köklerimizi budayarak bizi aslımızdan koparmak isteyenlere karşı, asil bir duruştur Sadık Albayrak.

Hikmet dolu ilimle yola çıkan Sadık Albayrak ve dava arkadaşları, geleceğin Türkiye'sini inşa etmek için ömürlerini harcadılar. Nihai hedeflerine ulaşamamış olsalar bile, hayal ettiklerinde fazlasını başardılar.

Sadık Albayrak gibi fedakar, cefakar ilim ve gönül insanları olmasaydı, geçmişten günümüze elimizde çok az şey kalırdı.

Mukaddes davası uğruna defalarca hapis yatan Sadık Albayrak, bir gün dahi ürkeklik, gevşeklik, pişmanlık sergilememiştir. Cezaevinde bile, bir düşünce insanı geleceğe nasıl hazırlanması gerekiyorsa, öyle hazırlanmıştır.

Biz, onun sayesinde, bize anlatılanların, gerçeklerden çok farklı olduğunu öğrendik.

Fikri ile zikri bir, kalpleriyle dilleri bir, ruhlarıyla vücutları bir, düşündüğü ile yaşadığını örtüştüren Sadık Albayrak gibi gönül erleri sayesinde medeniyetimizi bugünlere taşınmıştır.

Bizim nesil ve bizden sonrakiler, Onun çabaları, araştırmaları, eserleri sayesinde, geçmişin aslını, geleceğin tasavvurunu idrak edeceklerdir.

Sadık Albayrak dava, hakikat ve mücadele çilesini yeni nesillere miras bırakan dava adamları zincirinin önemli bir halkasıdır. Onun kitapları kadar, hayatı da bir eserdir. Kitapları ilimle yoğrulduğu kadar, hayatı da ilimle yoğrulmuştur.

Sadık Albayrak, kitaplarında gerçeği anlattığı kadar, hayatıyla da sırat-ı müstakimi, doğruluğu, diklenmeden dik durmayı bizlere göstermiş ve anlatmıştır. Bu uğurda hapislerde yatmış, ömrünün büyük kısmını ağır ceza mahkemelerinde, sıkıyönetim mahkemelerinde, DGM'lerde hakim karşısında geçirmiştir.

Bütün yıldırma girişimlerine karşı, davasından, düşündüğü fikri zikretmekten geri durmamıştır.

İlim ve hakikat peşinde elde ettiği belgeleri yayınlarken, milletten saklanan bilgileri, fikirleri yayınlarken, herhangi bir hesabın derdine ve korkuya düşmemiştir.

Sırtında ince bir kaban, rüzgarın dikine, Divanyolu yokuşunu hızla yürüyen adama, "FIRTINA" derlerdi Hukuk Fakültesi öğrencileri. O adam SADIK ALBAYRAK’tı.

Bunun nedeni şuydu; Ordinaryüs Profesör Sulhi Dönmezer, fikir suçlarından bahsederken, şöyle demişti; "Hep 141/142'den bahsediyorsunuz, bunun bir de 163'ü vardır, hiç bunu görmezsiniz". Ön sıralarda oturan solcular hocaya, "163'ten yargılanan mı var? Fikir mağduriyeti hep 141/142 dendir, sağcılarda fikir yok çünkü" demişlerdi. Hoca, "Sadık Albayrak diye bir yazar var, O hep fikirden yargılanıyor. Adam gece gündüz 163 le uğraşıyor” deyip, derse devam etmişti.

Sadık Albayrak’ın devamlı yargılanıp, hapis yattığı TCK 163. madde şöyleydi:

" Devletin sosyal veya ekonomik veya siyasi veya hukuki temel düzenini, kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla veya siyasi amaçla veya siyasi menfaat temin ve tesis eylemek maksadıyla dini veya dini hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek her ne suretle olursa olsun propaganda yapan veya telkinde bulunan kimse beş yıldan on yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılır."

TCK 163.madde, 141 ve 142.madde ile birlikte 1991'de kaldırıldı. Fikir ve düşünce dünyası rahatladı.

Çalışkan, üretken, arşivci bir gazeteci yazar olan Sadık Albayrak, hayatı boyunca ilmin namusuna, kalemin namusuna, yazının ve fikrin namusuna bir damla dahi leke düşürmemiştir.

Herhangi bir insana, aklın ve düşüncenin kiralanmasına şiddetle karşı çıkan, evlatlarını ve gençleri  yetiştirirken de bu prensibe çok önem veren Sadık Albayrak, İslami camianın FETÖ METÖ işlerine uzak duran isimlerinin başında gelmektedir.

Bugünkü ve gelecek nesiller, Onun sadece kitaplarını değil, bir kitap kadar değerli hayatını da ibretle okuyacaklar ve okutacaklardır.

Sadık Albayrak gazetecidir, yazardır, düşünürdür. İdealisttir. Vicdanlıdır. Ahlaklıdır. Aydın olma namusuna sahiptir. Hayatı ve eserleri genç nesle ilham vermiştir, verecektir. 

Rızkını kalem ve daktilo gücüyle kazanan Sadık Albayrak, hayatının önemli bir bölümü geçim sıkıntısı içinde geçirmiştir.

23 Kasım 1982 de Silivri Cezaevi’nden oğulları Serhat ve Berat’a gönderdiği mektubunda şöyle diyordu;                               

“Biliyorum, çağın gerektirdiği ve arkadaşlarınızda var olan imkanları siz de istersiniz. Ama olmadı. Belki olmayacak da. Kiradan kurtulamayacak, elalem yanınızdan gazlayıp geçerken, sizler çamurlu yollardan ıslak ayakkabılarla eve koşacaksınız.

SIKI BİR TRABZONSPOR TARAFTARI OLAN SADIK ABİYLE 1994-1996 YILLARINDA MERT RADYO’DA BİRLİKTE PROGRAM YAPARKEN VE FATİH OĞUZHAN’DAKİ HANESİNE YAPTIĞIM ZİYARETLERDE KENDİSİNDEN ÇOK ŞEY ÖĞRENDİM, FEYZ ALDIM.

BABA DOSTUMUZ SADIK ALBAYRAK'I TANIMAKTAN, ONDAN FEYZ ALMAKTAN, ONUNLA AYNI YOLUN YOLCUSU OLMAKTAN BÜYÜK MUTLULUK DUYUYOR VE ŞÜKREDİYORUM.

SADIK ALBAYRAK KİMDİR ?

15 Şubat 1942 tarihinde Trabzon Of/ Dernekpazarı Yenice Köyünde, Ulema bir ailenin en büyük oğlu olarak dünyaya geldi.

Dini bilgileri ve Kur’an-ı  Kerim’i köyündeki cami imamından öğrendi. Hafızlığa köyünde, babasından başladı. Babasının Trabzon’da açtığı manifatura dükkanı nedeniyle, köyde başladığı ilkokulu naklen geldiği Trabzon Cudibey İlkokulunda bitirdi.

1954 de Yeni açılan Trabzon İmam Hatip Okuluna kaydolup, yedi yılda bitirip, 1962’de imtihanla İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’ne girdi. Burayı gündüzlü olarak okudu ve 1966’da mezun oldu.

Öğrenciliği sırasında, 1964’de İstanbul Sultanahmet Camii kürsü vaizliğine tayinle, askere gittiği 1967 ortalarına kadar, Beyazıt, Şehzadebaşı, Fatih gibi İstanbul’un “Selatin Camilerinde irşad vazifelerinde bulundu.

1964-1967 yılları arasında Yeşilay’ın gençlik başkanlığını yürüttü, okullar arasındaki “münazara” yarışmalarının düzenleyicisi ve yöneticisi oldu.

Yüksek İslam Enstitüsü öğrenci derneği üyeliği ile beraber Mezunlar derneği başkanlığını da bir müddet yürüttü. Bu arada İslam Medeniyeti Vakfı’nın kurucusu oldu.

1970’den itibaren, İstanbul Müftülüğüne bağlı Şeriyye Sicilleri Arşivi’nde sekiz yıl uzman olarak çalıştı. Bu arşivdeki çalışmaları ile ortaya koyduğu eserlerin temel dinamiği, orijinal belgelere dayanmış olmalarıdır.

70’li yıllarda “Bab-ı Ali”de Sabah, Yol, Ufuk, Yeni İstiklal, Sebil, vb. gazete ve dergilerde yazıları çıktı. Mart 1977 de çıkmaya başlayan “Yeni Devir” gazetesinde sürekli “Mizan” başlığı altında günlük yazılar yazmaya başladı. Günlük yazıları ve eserleri, memurin kanununa aykırı görülerek, 1978’de memuriyetine son verildi.

Haziran 1977’de, MSP’den Trabzon Milletvekili adayı oldu.

1977’de İskilipli Atıf Efendi’nin bir eserinden dolayı, Merhum Necip Fazıl’la birlikte, İstanbul Toplu Basın Mahkemesi’nde yargılandı. 1981’de bir eserinden dolayı mahkum oldu ve dokuz ay süreyle Silivri kapalı cezaevinde yattı.

1979’dan itibaren Milli Gazete’de “Mizan” köşesindeki yazılarına devam etti ve bir süre danışmanlık yaptı.

Gazetedeki yazılarından ötürü, 12 Eylül sonrası aralıksız Sıkıyönetim, DGM ve Ağır Ceza Mahkemelerinde hakim önüne çıktı.

1989 yılı Aralık ayına kadar, on iki yıl adliye kapılarında çile doldurdu.

Sürekli konferans, sohbetler ile arşiv ve kütüphaneleri dolaşarak eserlerine malzeme aradı.

1991 ve 1995 seçimlerinde RP’den İstanbul milletvekili adayı oldu.1999 seçimlerinde FP’den aday olduysa da, tabanın sesinin listelerde gerekli yansımayı bulmamasına bir tepki olarak adaylıktan çekildi.

1996’da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde kültür danışmanlığına başladı. Bu arada gazetedeki yazılarına devam etti.

1970'lerden 2003'e dek aktif gazetecilik yapan, kitaplar yayınlayan ve bu nedenle hem ödüller alıp, hem de hüküm giyen bir kalemdir Sadık Albayrak.

1981'de Türkiye Yazarlar Birliği tarafından "Son Devir Osmanlı Uleması" eserinden dolayı birincilik ödülüne layık görülen usta yazar, Milli Gazete'de ve AK Parti'nin kuruluşundan itibaren Yeni Şafak'ta  köşe yazarlığı yaptı. 

Bugünlerde, iki kitap üzerinde çalışmakta olduğunu, her ikisinin de “hatırat” niteliği taşıdığını, Siyasi çizgisini içeren eseri “Vekil Değil, Mütevekkil Bir Adam”, yazarlığı ile ilgili serüvenlerini içeren eserin de “Solaklı Deresi, Neresi?” adını taşıyacağını öğrendim.

SADIK ALBAYRAK, OĞLU BERAT ALBAYRAK'IN CUMHURBAŞKANIMIZ ERDOĞAN'IN KIZI ESRA ERDOĞAN'LA EVLENMESİ ÖNCESİNDE, YENİ ŞAFAK'TAN VE İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ'NDEKİ DANIŞMANLIK GÖREVİNDEN İSTİFA EDEREK İNZİVAYA ÇEKİLDİ.

Son olarak, Sabah Gazetesi duayen yazarı Yavuz Donat’ın yakın zamanda yayınlanan yazısından bir bölüm aktarayım.

"Korona fırtınası başlayınca... Sadık Albayrak, İstanbul'u terk etti.

Ferdi Tayfur'un "Hadi gel köyümüze geri dönelim" dediği misal...

"Ver elini baba ocağı... Trabzon'da bir köy..."

Sadık Albayrak da kendisi için bir dünya yaratmış:

Geç yatıyorum... Gazete... Kitap... Televizyon... Sabah namazından sonra uyuyorum... Öğleye kadar. Öğleden sonra... Çiçekler... Bahçe... Ağaçlar... Bu yıl iyi meyve olacak... Patates, soğan, salatalık ekiyorum. Kıtmir (Sadık Bey'in köpeği) kapıda bekliyor... Tavuklar da peşimden ayrılmıyorlar.

Organik yumurta Yumurta çok... Gezen tavuk yumurtası.
Sadık Bey'in yiyeceği... Bir iki yumurta... Gerisi ne olacak?

Dostumuz gülmeye başladı:

-Torunlara göndereceğim... İstanbul'a.

Dağlar... Dağlar...

Koronalı günler geçince... "65 yaş yasağı" sona erince... Ne yapacak?

Sadık Albayrak kararsız:

Kararı Ramazan'dan sonra vereceğim... Belki İstanbul'a dönerim... Kitaplar yığılıydı... Kabaca tasnif ettim... Düzenleyip kütüphaneme yerleştireceğim.

Ya da dağa çıkarım... Parma'ya... Köroğlu ne diyor?... Ferman padişahın dağlar bizimdir.
Parma... Yükseklerde bir yayla... Dağ... 2 bin metre.

Sadık Bey... Kendi söylemiyle... Orada doğayla haşır neşir oluyor, hayat buluyor.

Trabzonspor

Elbette konuştuk... Sadık Albayrak'ın önerisi:

Bu sezon bu haliyle, burada bitsin... Federasyon karar versin... Trabzonspor şampiyon ilan edilsin.
Seyircisiz bile olsa maç yapılamaz... Riskli.

Kimleri arıyorsunuz?... Dünürünüzle konuşuyor musunuz?

-Elbette... Reis... Çocuklar... İşleri zor... Allah yardımcıları olsun... Onlara dua ediyorum... Torunlar "Dede biz iyiyiz, sen de kendine iyi bak" diyorlar."

*    *    *

 

SADIK ALBAYRAK, KONUŞMALARI VE GÖRÜŞLERİ POLEMİK KONUSU YAPILMAMASI İÇİN TELEFONLARINI SÜREKLİ DEĞİŞTİREREK AİLE ÇEVRESİ DIŞINDA KİMSEYLE GÖRÜŞMEMEYE BAŞLADI.

BU YAZININ HAZIRLIK AŞAMASINDA, ARAMIZDAKİ ESKİ HUKUKA VE TÜM ÇABALARIMA RAĞMEN KENDİSİNE TELEFONLA DAHİ ULAŞAMADIĞIMI BELİRTMEK İSTERİM.

ESERLERİ

Sadık Albayrak, yıllarını araştırmaya ve yazmaya vererek 40' tan fazla akademik niteliği yüksek, tarihi ve toplumsal konuları ele alan kitap yayımladı. İlk kitabı "Sömürüye Karşı İslam", 1971 yılında yayımlandı. Onu "Yürüyenler ve Sürünenler", "Taşlaşma-Çağdaşlaşma", "31 Mart Vakası", "Osmanlı'da Sosyal Yapı ve İstanbul", "Doğu'nun İsyanı", "Tek Parti Döneminde Batıcılık", "Meşrutiyet İslamcılığı ve Siyonizm", "İslam Mezhepleri ve Tarikatları Tarihi", gibi farklı konu ve türdeki sayısız kitap takip etti.

Bu kitaplardan beş ciltlik "Son Devir Osmanlı Uleması" gibi bazıları, ödüller almış ve alanının en önemli başvuru kaynağı haline gelmiştir.

Sadık Albayrak, sadece telif eserler vermedi. Eski eserlerin bugünkü Türkçeye kazandırılması üzerinde de çalıştı. "Budin Kanunnamesi" ve "İlmin Karşısında Maddecilik" gibi kitapları latin alfabesine aktarıp notlarla açıkladı. Türk edebiyatında fantastik kurgunun öncüsü olarak gösterilmeye başlanan Filibeli Ahmet Hilmi'nin "Amak-ı Hayal"ini de okuyucuya ilk kez o tanıtmıştır.

Sadık Albayrak son olarak "Yiğit Düştüğü Yerden Kalkar" kitabıyla karşımıza çıktı. Kitabında TBMM'nin birinci ve ilk meclis olarak anılan döneminde, 1921-22 yıllarında yapılan siyasi ve fikri tartışmaları bilinmeyen yönleriyle ve farklı bir bakış açısıyla anlattı.

ARAŞTIRMA-İNCELEME:

Sömürüye Karşı İslâm (1971), 

Türkiye'de Din Kavgası (1973; 1992'de Religous in Turkey adıyla İngilizceye çevrildi), 

Budin Kanunnâmesi ve Osmanlı Toprak Meselesi (1973), 

Son Devrin İslâm Akademisi - Darül Hikmet-il İslamiye (1974), 

Şeriatten Laikliğe (1977; ayrıca Türkiye'de İslamcılık Batıcılık Mücadelesi adıyla, 1977), 

Devrimin Çakıl Taşları (1979), 

Şeriat Yolunda Yürüyenler ve Sürünenler (25 İslam aliminin mücadelesi hk, 1979), 

Doğunun İsyanı (1981), 

Son Devir Osmanlı Uleması (5 cilt, 1980-81, ek cilt 1996), 

Rahmet ve Savaş Peygamberi {1981), 

Manaho Deresi (Cezaevi Notları, gençlik dönemi anıları,1986), 

Taşlaşma- Çağdaşlaşma (12 Eylül sonrası Milli Gazete'deki yazıları, 1988),

İrticanın Tarihçesi-1: 31 Mart Gerici Bir Hareket (1987), 

İrticanın Tarihçesi-2: Meşrutiyet İslâmcılığı ve Siyonizm (1989), 

İrticanın Tarihçesi-3: Cumhuriyete Doğru-Hilafetin Sonu (1989), 

İrticanın Tarihçesi-4: Devrimler ve Gerici Tepkiler (1989), 

İrticanın Tarihçesi-5: Tek Parti Dönemi ve Batıcılık (1989), 

Çağdaş Devrim Yobazları (1991), 

Türk Siyasî Hayatında MSP Olayı {1989), 

Siyasi Boyutlarıyla Türkiye'de İslâmcılığın Doğuşu (1989), 

MSP Davası ve 12 Eylül (1990), 

İslâm Dünyası Nereye Gidiyor? (1991), 

22'sinde Bir Şehid / İbrahim Edhem (1992), 

Hilafet ve Halifesiz Müslümanlar (1992), 

Meşihat-Şeriat- Tarikat Kavgası (1994), 

Eski İstanbul'da Sosyal Hayat ve Çevre (1997), 

Osmanlı'da Sosyal Yapı ve İstanbul (1998), 

Meşrutiyet İstanbul'unda Kadın ve Sosyal Değişim (2002).

SADELEŞTİRME - DERLEME - TENKİD - TAHLİL:

A'mak-ı Hayat Filibeli Ahmed Hilmi'den, 1973), 

Huzur-u Akl-ü Fende Maddiyun Meslek Dalaleti (Filibeli Ahmed Hilmi'den, 1974), 

Şeriat Medeniyeti (İskilipli Atıf Efendi'den, 1975), 

Frenk Mukallitliği ve İslâm (İskilipli Atıf Efendi'nin Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı eseri ve kitaplaşmamış yazılarından sadeleştirme, 1975), 

Afgani'ye Reddiye (Filibeli Ahmed Fevzi'den, 1976), 

Hilafet ve Halifesiz Müslümanlar (Mustafa Zihni Paşa'dan, 1980), 

İslam Mezhepleri ve Tarikatleri Tarihi (Haydarizade İbrahim Efendi'den, 1981), 

İskilipli Atıf Efendi ve Tüm Eserleri (1990), 

Tahirü'l Mevlevî - Matbuat Alemindeki Hayatım ve İstiklaı Mahkemeleri (1990), 

Hilafet-i Muazzama-yi İslamiye (Mustafa Sabri Efendi'den, 1992).

Twitter: @dromeraydin

16.04.2020 09:42

“TÜRK’ÜM, TRABZONLU’YUM VE ADAMIM.

YAZIMIN BAŞLIĞINI KOYARKEN FAZLA DÜŞÜNMEDİM.                    

ŞENOL GÜNEŞ TRABZON’DA, TÜRKİYE’DE VE ULUSLARARASI ARENADA HİÇBİR TÜRK FUTBOL ADAMINA NASİP OLMAYAN BAŞARILARA İMZA ATMIŞ BİR FUTBOL ADAMIDIR.

1995-96 SEZONUNDA, SON MAÇTA ŞAMPİYONLUĞUN FENERBAHÇE’YE KAPTIRILMASININ BAŞ SORUMLUSUNUN BANA GÖRE ŞENOL GÜNEŞ OLMASINA VE YILLAR GEÇSE DE BU MAÇIN ACISINI HALA UNUTAMAMIŞ OLMAMA RAĞMEN, YAZININ BAŞLIĞINI KOYARKEN ZORLANMADIM.                                                                         

ÇOCUKKEN BEŞİKTAŞLI OLDUĞUM İÇİN, ŞENOL GÜNEŞ’İN BEŞİKTAŞTAKİ BAŞARILARI DA ACIMI BİRAZ HAFİFLETMİŞ OLABİLİR.                                     

MİLLİ TAKIMDAKİ BAŞARILARI DA AYRI BİR GURUR KAYNAĞIMDIR.

CUMHURBAŞKANIMIZCA TRABZON’UN EN MODERN SPOR KOMLEKSİNE ADI VERİLEN, TRABZONSPOR’DA, MİLLİ TAKIM’DA VE BEŞİKTAŞ’TA BAŞARILARIYLA TARİH YAZAN, KARAKTERLİ YAŞAM TARZIYLA, DURUŞUYLA, EYLEM VE SÖYLEMLERİYLE 

ÖRNEK BİR TAVIR SERGİLEYEN TRABZON’LU BU FUTBOL ADAMI, ÖVGÜ VE TAKDİRİN HER TÜRLÜSÜNÜ HAK EDİYOR.

ŞENOL GÜNEŞ İLE İLGİLİ BİR ANIMI BURADA PAYLAŞMAK İSTERİM;

YIL 1973. YAZ TATİLİNDE O ZAMANA GÖRE MODERN BASKÜLÜMLE (ŞİMDİKİ BANYO BASKÜLÜ) KANTARCILIK YAPIYOR, HER İNSAN TARTISINDAN 50 KURUŞ KAZANARAK AİLE BÜTÇESİNE KATKIDA BULUNUYORDUM.

O ZAMANLAR FAKİRLİK VARDI. TRABZONSPORLU FUTBOLCULARIN ÇOĞUNUN ARABASI YOKTU.KAVAKMEYDAN’DAKİ ANTREMANLARDAN SONRA, ZAĞNOS KÖPRÜSÜ’NÜN BAŞINDAKİ EVİMİZİN ÖNÜNDEN GEÇİP, 4 KİLOMETRELİK YOLU YÜRÜYEREK ŞEHİR MERKEZİNE GİDERLERDİ.

YANLIŞ HATIRLAMIYORSAM ŞENOL, ANTREMAN MALZEMELERİNİ SIRTINDAKİ KIRMIZI AĞZI BÜZÜK KIRMIZI BİR MEŞİN TORBADA TAŞIRDI.

CEMİL, FARUK, NECATİ, TURGAY, ŞENOL YÜRÜYEREK ÖNÜMDEN GEÇERKEN HER SEFERİNDE TARTILARAK KİLOLARINI KORUYUP KORUMADIKARINI KONTROL EDERLERDİ. BAZEN PARA VERMEYE KALKARLAR, BEN DE ‘1. LİGE ÇIKARAK BORCUNUZU ÖDERSİNİZ’ DER, PARA ALMAZDIM.

O YIL 1. LİGE ÇIKTILAR, BORÇLARINI ÖDEDİLER.

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN;                                                                              

”Şenol  Güneş, Türk Milli Takımı'na dünya üçüncülüğü kazandırmıştır. Milli Takım’ın yıllarca başarıyla kaleciliğini, kaptanlığını yapmıştır.                                                             Trabzonspor'un şampiyonluk yaşadığı yıllarda efsane takımın kaptanı ve kalecisiydi. Bizde güzel bir söz vardır, 'marifet iltifata tabidir, iltifatsız marifet zayidir' diye. Biz, bu ülkede emeği olanları, taş üstüne taş koyanları ödüllendirmesini bilen bir milletiz. Bunun kıymetini bilmenin de huzuru içinde, Trabzon Akyazı Spor Tesislerine ŞENOL GÜNEŞ SPOR KOMPLEKSİ adını veriyoruz.”

AHMET HAKAN,10 HAZİRAN 2019 DA HÜRRİYET’TEKİ KÖŞESİNDE YAZDI;

“ERMAN TOROĞLU TELEVİZYONDA YORUM YAPARKEN, ŞENOL GÜNEŞ’TEN SÜREKLİ ‘ŞENOL, ŞENOL’ DİYE SÖZ EDİYOR.

ERMAN TOROĞLU’NA SESLENİYORUM;

‘ŞENOL’ DEMEYECEKSİN.

‘ŞENOL GÜNEŞ’ DEMEYECEKSİN.

‘ŞENOL GÜNEŞ HOCA’ DEMEYECEKSİN.

‘FRANSA’YI DEVİREN ŞENOL GÜNEŞ HOCAMIZ’ DİYECEKSİN.”

ŞENOL GÜNEŞ’TEN AFORİZMALAR

*Ben Trabzonspor’un kendisiyim. Bana müzeyi gezdiriyorlar. Müzenin kendisiyim ben. Bana kızabilir, beni sevmeyebilirsiniz. Ama beni Trabzon’dan koparamazsınız.

*Trabzonspor kökleri burada, dalları dünyanın her yerinde olan bir kulüptür.

*Oynadığınız kitleye dikkat edin. Trabzonspor'la oynamak, ateşle oynamaktır. 

*Sermayemiz para değil, itibarımızdır.

*Biz kafamızı kullanarak, ayağımızla gol atıyoruz.

*Ne yanlışa ortak oluruz. Ne de doğruya yanlış deriz.

*Aydınlar ışığı gözüme değil, önüme tutsun.

*Ben mükemmel değilim ama mükemmelliği kovalayan biriyim.

*Emek veren bir takım  olarak, paraya karşı yetenek ve emeğin savaşını verdik. Tarih bunları da yazacaktır.                                                                   

*Bir zaman benim de paramı vermediler, ama ben işime devam ettim.                                                                                                            *Şimdi bana 'paracı' diyenler, ülkeyi soyuyor.

*Bizde gönül sevdası var, saygı var, samimiyet var. Biz bunları vermeye çalışacağız. 52 senedir bu işin içerisindeyim. Çok kulüpte çalıştım. Eğer borcum olan biri varsa ödeyeyim. Bana borcu olan varsa hakkımı helal ediyorum.

*Adalet zengin bir hazinedir, günü gelince herkese lazım olur.

*Adalet eğer yerini bulmazsa, ilahi adalet mutlaka yerini bulur.

*Suç yokken suçlu arayanlar, suç varken suçlu bulamıyorlar.

*Hep adaleti kendinize göre kullanırsanız, hep adaletsizlik çıkar ortaya.

*Futbolun olması için adaletin ve barışın olması gerekiyor.

*Adaletin bittiği yerde anarşi başlar.                                                           

*Ben fakir bir ailenin çocuğu olarak denizde yüzüyordum, kumsalda geziyordum, özgürdüm, organik meyve yiyordum.                                                                                   Bugün ekonomik durumu iyi olan bir baba olarak çocuğumu yüzmeye götüremiyorum, organik meyve yediremiyorum                                                                                          

*Nereden geldiğini bilmezsen, bulunduğun yerden hep şikayetçi olursun.

*İşler iyi gittiği zaman ‘bizden’, kötü gittiği zaman ‘senden’ bilinir.

*Siz kendinizi değiştirirseniz, herkesin değiştiğini ve geliştiğini göreceksiniz.

*Makamın, paranın gücünü kullanarak başkasına eziyet etmek büyük ayıptır. Ben normal insanlar gibi kuyruğa girerim ve hiç rahatsız olmam.

*Benim için hayatın her döneminde merdivenler vardır. Bunun sonunda bir zirve vardır. Her basamak önemlidir. Basamağın ilkine basmadan o zirveye çıkamazsınız. Eğer zirveyi hedefleyen bir insansanız her basamağa tek tek basmalısınız. Atlayarak gittiğiniz de olabilir ama basamağı sindirerek gitmek daha yararlıdır.

 *2002 Dünya Kupası’na giderken yalnız, dönerken kalabalıktım. Giderken kıyafetim konuşulmadı ama dönerken konuşuldu. Oysa benim kıyafetim hep aynıydı.                                                                                  

*Kaleci olarak severek oynamadım ama, oynarken işimin gereğini yaptım. Yani başlangıcım severek, isteyerek, planlanmış bir şey değildi. Ama oynadığım zaman işimin gereğini çok iyi profesyonel olarak yaptım.                                               

*Ben sağ-sol konuşmam. Görüşlerimi bir tarafa sıkıştırmayı doğru bulmuyorum.                                                                                               

*Dünya şöyle bakıyor. Benim teröristim, senin teröristin. Sorsan barış için gelip savaşıyor. Yok ya, ölenlere ne oluyor? Acını acıyla unutturamazsın. Başka bir adım atmalısın. Kavgayla büyüyemezsin.                                                                                 

*Çocukluğumuzda kıtlık vardı. Bir gömlekle üç sene okudum. Şimdi her gün değiştiriyorsun. Ekonominizi büyütebilirsiniz ama genel kültür parayla büyümez. Kültür satın alınacak bir şey değil.                                                                                                  

*Ben çocukken fakirdim ama isyankâr değildim. Şimdi durumum iyi ama çocuğuma daha iyi bir imkân sunabiliyor muyum? Hayır, tam tersi. O günkü imkanlar inanın daha iyiydi. Çünkü daha huzurlu, daha mutluyduk. Parayla, ekonomiyle zenginlik olmaz. Zenginlik Düşünceyle olur. Ekonomi buna yardımcı olur.              

* Eskiden fakirler oynuyordu, zenginler seyrediyordu. Yani açlar oynarken, toklar seyrediyordu.
Şimdi ise toklar ve zenginler oynuyor, fakirler seyrediyor.
Sadece sonuçsal kaygı ve ekonomik beklenti var. Eskiden yokluktan başarı çıkarırken, şimdi eskisi gibi başarılı sporcular çıkaramıyoruz.”

*Eskiden futbolculara değer verilmiyordu, kız bile verilmiyordu. Şimdi ise tam tersi oldu.

 *Futbolculara yanlış paralar veriyoruz, kulüpler batmış. Ekonomik düzen bizim futbolu bozuyor. Kulüplerin ekonomik olarak iyi yönetildiğini düşünmüyorum

*Para insanı bozar. Milli takımda çocuklara keyif almaya bakın dedik önce, sonuç ortada. Siz eğer keyif alacak bir oyun ortaya koyarsanız para sonuçtur, para gelir.

*10-15 yılda ürettiğimizi 2 yılda tükettik. Arda Turan kendi kendine bitmedi, biz hep beraber, el birliği ile dünya markası olan Arda Turan'ı bitirdik, tükettik. Evet hataları var, sizin hatalarınız yok mu? Barcelona'da Arda'nın evine gidip yatan kalkanlar, bugün başka şeyler söylüyor.

*Türk insanına imkan ve zaman verirseniz her şeyi başarır.
Bizim asıl hedefimiz 2022 Dünya Kupası'na katılmak, oradaki finallere gitmek. Milli Takımın başarısı hepimizin başarısıdır. Başarı için adam aranıyor. Hep birlikte başardık.

*Şenol mu yaptı, Fatih mi yaptı, Lucescu mu yaptı? Milli takımda bir başarı varsa, ben yaptım değil, biz yaptık. Lucescu'ya teşekkür ediyorum. Ettim ama bir kez daha edeyim. Etmeyenler de vardı. Milli Takımın başarısı hepimizin başarısıdır.

*Şükrü Saracoğlu Stadı’nda oynanan mücadelede 1-0’lık galibiyetle birlikte, Güneş bordo mavi renkleri taşıyan bir kravat taktığı için malum çevrelerce linç edilmeye çalışılırken, o sadece gülümsedi.         

 

*Bana bu görevi layık gördükleri için ülkeme, halkıma ve Cumhurbaşkanıma teşekkür ediyorum.

*Biz bize yeteriz Türkiyem Kampanyası’na 1 milyon bağışlamamın sosyal medyada konuşulmasından çok rahatsızım. Açıkçası bunun ortaya çıkmasına çok üzüldüm. İnsanlar can derdine düşmüşken malın mülkün hesabı mı olur? Benim nereye ne verdiğim veya vermediğim kimi ilgilendirir? Elbette herkes böyle bir günde üstüne düşeni yapacak. Bizim kültürümüzde, 'Sağ elin verdiğini sol elin bilmemesi' vardır.    

*Önemli olan neye sahip olduğunuz değil, kiminle paylaştığınızdır.

ŞENOL GÜNEŞ KİMDİR?

Şenol Güneş, 1 Haziran 1952 tarihinde, Trabzon’da dünyaya geldi. Eşi; Semra Güneş, çocukları; Ayça Güneş Egemen, Günçe Güneş’tir.

Şenol Güneş’in,aslen Trabzon Sürmene’li olduğu bilinir.

Dedeleri Sarıkamış’ta şehit düşünce babaanne, Sürmene’de çocuklarıyla dul kalmış.

Ruslar, Rize’den Trabzon istikametine yönelince, Babaanne çocukları ile birlikte muhacirliğe çıkmış. Samsun’da kadar gitmişler.

5 çocuklu babaannenin, muhacirlikte iki çocuğu ölmüş. Babaanne; Osman, İsmail ve Gülperi ile Trabzon’a dönmüş.

Şenol Güneş’in babası Osman Hamit Güneş’in ilk evliliğinden iki çocuğu olur. Bir süre sonra eşi vefat eder.Yalıköy’lü  İslamoğulları’ndan Fatma Hanım’la yeniden evlenir. Yeniden evlendiği Fatma Hanım’ın da ikinci evliliğidir.                    

Fatma Hanım’ın bu evlilikten biri kız dört evladı olur. Şenol Güneş’in kız kardeşi Asiye Hanım, mahallenin sevilen isimlerinden Trabzon liman işletmelerinden emekli Ömer Alimisoğlu’nun eşidir. Şenol Güneş’in abileri İlyas, Zekeriya ve kardeşi Bahattin’dir.

Baba Güneş, Sotka Mahallesinde Kaledibi İlkokulu’nun deniz tarafındaki iki katlı 50-60 metrekarelik evinde kilim dokurdu. O küçük evin bir katında kilim dokunur, üst katında da yatılırdı. Ev ile deniz arası ise 40-50 metre idi.

Güneş ailesi 1950’li 60’lı yıllarda sıkıntılı bir yaşam geçirdi. Baba evde kilim dokuyarak 5 çocuğu hayata hazırladı.

Mahalle aralarında limon kabuğunu duvara vurup tutmaya çalışarak futbola başlayan Şenol Güneş, basketbol oynayacak alan bulamadığı için futbolla ilgilendi.

Çocukluğunda mahalle takımının renkdaşı Vefaspor taraftarıydı. Mahalle maçlarında sahaya forvet olarak çıkan Şenol Güneş, kaleye geçmekten pek de hoşnut değildi. Amatör olarak futbola başlayınca hocaları kalecilikte başarılı olacağında ısrar edince, kalecilik görevi onun omuzlarına bırakıldı.

Şenol Güneş o yılları şöyle anlatır;

“Babam ve annem okuma yazma bilmiyordu. Benim üniversite okumam için çok çalıştılar.15 yaşında hayata başladım.5 kardeştik.15 yaşında aileme bakan bir kişiydim. Ortaokulda mahalle arasında oynarken büyüklerin baskısıyla kaleye geçtim.24 yıl kaleciliği sevmeyerek yaptım.
Ben hiç kaleci eldiveni giymedim. Zonguldak maden işçilerinin eldivenleriyle toprak sahada antrenman yapıyordum.”

Futbol kariyerine Erdoğdu Gençlikspor'da başladı. 17 yaşında geçtiği Trabzonspor'un amatör takımından sonra Akçaabat Sebatspor'a transfer olarak profesyonelliğe ilk adımını attı.

1969-1972 yılları arasında A. Sebatspor’un kalesini koruyan Güneş, bir yandan da Fatih Eğitim Enstitüsü’ne devam etti. Burada Türkçe sosyal bilgiler öğretmenliği okudu. Şenol Güneş, 1978-1983 yıllarında Trabzon Merkez Karakaya Köyü Ortaokulunda öğretmenlik yaptı.

1972 yılında Trabzonspor A takımına kaleci olarak transfer olan Güneş,1972-73 sezonunda kaleci İlhan'ın yedeğinde bekledi. 23 Eylül 1972 yılında İstanbulspor ile oynanan maçın 22. dakikasında oyuna girerek, ilk kez Trabzonspor'un formasını terletti. 4 Mart 1973 yılında Bandırmaspor ile oynanan maçta ilk kez ilk 11'de forma giydi ve karşılaşmayı 90 dakikada gol yemeden tamamladı.

İlk sezonunda 10 maça çıkan Güneş, 7 maçta kalesini gole kapatmayı başararak yeteneğini gösterdi. Bir sonraki sezon ise 18 maçta forma giyen Güneş, 1974 yılında Trabzonspor'un 1. Lig'e çıkmasına büyük katkıda bulundu.

1975-76 sezonunda ilk kez İstanbul dışından, Anadolu’dan bir takım 1. Lig'de şampiyon olmuş, bu takımın kalesinde ise Şenol Güneş yer almıştı. Aynı zamanda ligin en az gol yiyen takımı olan Trabzonspor'da kaleci Şenol Güneş, sezon sonu Şampiyon Kulüpler Kupası'nda da benzer performans gösterdi ve İngiliz devi Liverpool'a karşı Trabzon’daki maçta kalesini gole kapatma başarısını gösterdi

Trabzonspor'un 6 şampiyonluğunda da kaleyi korudu. Şenol Güneş, 1987 senesinde jübile maçı yapmak ister ve Fenerbahçe ile anlaşılır. Ancak Fenerbahçe maçtan vazgeçer. Olayı duyan Beşiktaş’ın başkanı Süleyman Seba Mehmet Ali Yılmaz’ı arar." Şenol’a yakışır bir jübile maçı yapalım, bizimle oynayın " der ve anlaşırlar. 

1986-87 sezon sonu  futbola veda eden Şenol Güneş için böylece iki kez jübile maçı düzenlenir. 1 Ağustos'ta İstanbul’da  Beşiktaş -Trabzonspor ve 8 Ağustos'ta Trabzonspor -Samsunspor dostluk maçları ile, Şenol  Bordo-Mavili taraftarlara ve yeşil sahaya veda eder.

Trabzonspor forması altında 1972-1987 yılları arasında 2. Ligden 1. Lige yükselişin yanı sıra, 6 Türkiye Süper Lig Şampiyonluğu, 3 Türkiye Kupası Şampiyonluğu, 5 Cumhurbaşkanlığı Kupası Şampiyonluğu ve 3 Başbakanlık Kupası Şampiyonluğunun yaşanmasında baş rol oynadı.
Tam 15 sene Trabzonspor'da kalecilik yapan Güneş, 413 maçta forma giydi.

TRABZONSPOR’DA FUTBOLCULUK DÖNEMİ BAŞARILARI

Türkiye Süper Lig Şampiyonluğu; 1975-1976, 1976-1977, 1978-1979, 1979-1980, 1980-1981, 1983-1984.

Türkiye Kupası Şampiyonluğu; 1975-1976, 1977-1978, 1983-1984.

Cumhurbaşkanlığı Kupası Şampiyonluğu; 1975-1976, 1976-1977, 1978-1979, 1979-1980, 1982-1983.

Başbakanlık Kupası Şampiyonluğu; 1975-1976, 1977-1978, 1984-1985.

Trabzonspor’un Türkiye 1. Ligi’nde 3 Büyükler’in hakimiyetine son verip 4. Büyük olarak bu yarışa dahil olmasında en büyük pay sahibi olan Güneş, halen kırılamamış olan Türk futbol tarihinde Süper Lig'de en uzun süre (1.112 dakika) gol yememe  rekorunu 1978-1979 sezonunda kırdı ve bir sezonda en az gol yiyen kaleci (6 gol) olma rekorlarını da bu dönemde kırarak, kategorisinde Dünya 17. Oldu.

Şenol Güneş'in, Türk futbolunun en üst liginde, en uzun süre gol yememe rekoru hala kırılamadı.

Milli Takım kariyerine 1975 senesinde Türkiye U-21 takımında başlayan Güneş, 1976-1987 yılları arasında Türkiye A Milli Futbol Takımı’nın da kalesini korurken, milli forma altında 31 uluslararası maça çıktı. 

TEKNİK DİREKTÖRLÜK KARİYERİ

Kaleciliği ile sayısız başarılara imza atan Şenol Güneş, teknik direktörlüğünde de kendini kanıtlamayı başarmış, sadece Trabzon futboluna değil Türk futboluna damga vurmuş bir ustadır.

1985-86 yılında o dönem Trabzonspor'un teknik direktörlüğünü yapan Jürgen Sundermann, kafileyi izinsiz olarak terk edince yönetim tarafından kovuldu. 11 Mart 1986 tarihinde , Trabzonspor'da kalecilik yapan Şenol Güneş takımı bir süre çalıştırdı. Kayserispor'u 4-2 ile geçen Trabzonspor'un başına  bir diğer efsane Ahmet Suat Özyazıcı  geçti. Şenol Güneş kaleciliğe devam etti.

1988 yılında Trabzonspor'un teknik direktörü olan Metin Türel'in yardımcısı olarak teknik kadroya girdi ve ilk antrenörlük deneyimini yaşadı. 

Eylül'de teknik direktörlüğe getirilen Werner Biskup'un istifasının ardından takımın başına geçti ve teknik direktörlük kariyerine ilk adımını attı.

İlk sezonunda ligi 5. sırada tamamlayan Güneş ve yardımcısı Sadi Tekelioğlu takımdan ayrıldılar. Trabzonspor'da yola Belçikalı Urbain Braems ile devam etti.

1989-90 sezonda ligin 7. haftasında Boluspor ile anlaşma sağlayan Şenol Güneş, ekibi ile birlikte kente yerleşti ve çalışmaya başladı.

Teknik direktörlük koltuğuna oturmasının ardından ligde yedi maç üst üste yenilmeyen ve Galatasaray, Fenerbahçe gibi kulüplere kök söktüren Güneş'li Boluspor o sezon ligde kalmayı başardı. Sezon sonunda yönetimle anlaşamayan ve ayrılan Güneş, Boluspor'da işler kötüye gidince tekrar takımın başına getirildi. O sezon Boluspor küme düştü ve Güneş takımdan ayrıldı.

1992-93 sezonunda İstanbulspor'u ligin 10. haftasında devralan Güneş, takımı bir üst lige çıkartamayınca görevinde ayrıldı.

Doğup, büyüdüğü kente ikinci kez teknik direktörlük yapmak için gelen Şenol Güneş, 1993-94 sezonunun 4. haftasında takımın başına geçerek Trabzonspor'u ligde 3. yaparken, Türkiye Kupası'nda da yarı finale kadar çıkarmayı başardı. Sezon sonunda da Başbakanlık Kupası maçında Fenerbahçe'yi yenerek ilk kupasını da kazanmış oldu.

Bir sonraki sezonda başarılar devam etti. UEFA Kupası'nda Dinamo Bükreş, Aston Villa gibi kulüpleri eleyen Bordo-Mavililer, Lazio'ya elenerek Avrupa Kupaları'na veda etti.Ligde de son haftaya kadar süren şampiyonluk mücadelesi veren Trabzonspor ligi ikinci sırada tamamladı. Sezonu kupasız geçirmeyen Bordo-Mavililer, Türkiye Kupası'nı ve Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı kazanarak sezonu çifte kupa ile tamamladı.

Böylece Güneş, iki sezonda 4 kupa kazanmayı başardı.

1995-96 sezonunda son maçta Trabzon’da Fenerbahçe'ye kaybedilen maçın ardından şampiyonluk Sarı-Lacivertliler'e kaptırılmış, yıllar geçse de bu maçın acısı unutulamamıştır..

Bir sonraki sezon 20. haftadaki Beşiktaş mağlubiyeti ile şampiyonluktan uzaklaşılması sonrasında Güneş, takımdan ayrılma kararı aldı.

1997-98 sezonunda küme düşmeme mücadelesi veren Antalyaspor'un başına geçtikten sonra ligi 12. sırada bitirdi.

Eylül 1998 yılında  Sakaryaspor'un başına geçerek Türkiye Kupası'nda Sakaryaspor'u çeyrek finale çıkardı.

2000 yılı onun Milli Takım sezonu oldu. A Milli Takımın başına getirilen Güneş, Milli Takımı 48 yıl aradan sonra FIFA Dünya Kupası'na taşıdı. Milli Takını Dünya 3.sü yaparak ülkemize unutulmaz bir mutluluk  yaşattı.

Trabzonspor, 2005 yılında Şenol Güneş'i takımın başına 3. kez getirdi. Takımı ilk sezonunda ikinci yapan Güneş, ikinci sezonunda Avrupa'da alınan Anorthosis mağlubiyeti ve ligdeki istikrarsızlık sonrasında görevinden istifa etti.

2006 yılında Güney Kore takımlarından FC Seoul ile anlaşan Güneş, Koreli taraftar tarafından oldukça sevilen bir teknik direktör oldu. İlk sezonunda yakaladığı çıkış ile dikkatleri üzerine çeken Seoul, bir sonraki sezon takımı play-offlara taşımayı başardı. Sezonu ikinci sırada bitiren Kore ekibi, 2009 AFC Şampiyonlar Ligi'ne katılmaya hak kazandı. 

Sayısız başarılar kazandığı Trabzon'a 4. kez teknik direktör olarak gelen Şenol Güneş, 2009 yılında yarım sezonda aldığı takımı Türkiye Kupası'nda finale çıkardı. 2010 yılında da Trabzonspor Türkiye Kupası'nı ve Süper Kupa'yı kazanmayı başardı.

Selçuklu, Colmanlı, Alanzinho'lu, Burak'lı kadrosu ile 2010-11 yılında futbol otoritelerinin büyük beğenisini kazanan bir futbol sergileyen Trabzonspor’a sezon sonu şaibeli bir şekilde şampiyonluğu verilmedi.

Güneş'li Trabzonspor, hem Avrupa'da hem de ligde saygı duyulacak bir performans sergilese de, 2011-12 ve 2012-13 sezonundaki istikrarsız performans gösterince 2013 yılında Trabzonspor'dan istifa etti.

2014 yılında Bursaspor'da teknik direktörlüğe getirilen Şenol Güneş, Bursaspor'un son şampiyonluğunda gösterdiği performanstan sonra en iyi performansını sergileterek Ozan Tufan, Volkan Şen, Fernandao gibi isimleri parlatmayı başardı. Bir yıllık görev süresinin ardından sözleşmesini yenilemeyen Güneş, Bursaspor'dan ayrıldı ve Beşiktaş'ın yolunu tuttu.

BEŞİKTAŞ, ŞENOL GÜNEŞ İLE REKORDAN REKORA KOŞTU

*Şenol Güneş, Beşiktaş ile sözleşme imzaladığında tarih 11 Haziran 2015'i gösteriyordu. Beşiktaş'ta 2 sene üst üste şampiyonluk yaşayan ve Avrupa kupalarında önemli başarılar elde eden Güneş, Beşiktaşlı taraftarlara üst üste sene 2 şampiyonluk sevinci yaşatan ilk Türk teknik direktördür.

*Şenol Güneş döneminde siyah beyazlı ekip 4 sezonda toplam 199 maça çıktı. Bu maçlarda 116 galibiyet, 46 beraberlik ve 37 mağlubiyet aldı.

*Süper Lig tarihinde Beşiktaş'ın başında en çok galibiyet alan yerli teknik direktör ve en çok galibiyet alan ikinci teknik direktör oldu.

*Aldığı 7 galibiyetle, Fenerbahçe ve Galatasaray derbilerinde en çok galibiyet alan ikinci teknik direktör oldu.

*Şenol Güneş yönetimindeki Beşiktaş, Vodafone Park’ta oynanan 53 lig maçında 41 galibiyet, 10 beraberlik, 2 mağlubiyet aldı.

*2015-2016 ve 2016-2017 sezonlarında üst üste şampiyonluklar yaşadı. Beşiktaş'ın 3.yıldızı takmasında pay sahibi oldu.

*Beşiktaş'ın başında Avrupa kupalarında en çok maça çıkan, en çok galibiyet alan ve döneminde en çok gol atılan teknik direktör de yine Şenol Güneş’tir.

*2016-2017 sezonunda UEFA Avrupa Ligi'nde çeyrek final,

017-2018 sezonunda Şampiyonlar Ligi gruplarında namağlup olarak bir Türk takımının aldığı en yüksek puanla ve lider olarak 2.tura çıkması başarılarına imza attı.

*Tüm zamanlarda Beşiktaş'ı Süper Lig'de en fazla yöneten Türk teknik direktör REKORU (114 maç) 

*Tüm zamanlarda Beşiktaş'ı Avrupa kupalarında en fazla yöneten teknik direktör REKORU (29 maç) 

*Tüm zamanlarda Beşiktaş'ı Avrupa kupalarında en fazla yöneten Türk teknik direktör REKORU (29 maç) 

*Beşiktaş tarihinin maç başına en yüksek galibiyet ortalamasını yakalayan teknik direktörü REKORU (69,70 maç başı galibiyet ortalaması). 

*Beşiktaş tarihinde formasına yıldız takan ilk Türk teknik direktörü. 2016-17 sezonu 

*Beşiktaş tarihinin üst üste şampiyon yapan ilk Türk teknik direktörü 

*Beşiktaş tarihinin üst üste UEFA Şampiyonlar Ligi katılan ilk teknik direktör REKORU

*Beşiktaş tarihinde üst üste şampiyon yapan üçüncü teknik direktör

*Beşiktaş tarihinin maç başına en yüksek puan ortalamasını yakalayan teknik direktörü REKORU (119 maç 283 puan ile P/Maç 2.38 ortalaması). 

Şenol Güneş Beşiktaş'a veda ederken, son dönemlerde yaşanan kırgınlıklar, kızgınlıklar unutuldu, birlikte yaşanılan başarıları göz ardı etmeyen Beşiktaş camiası “Her şey için teşekkürler Şenol Hoca” diyerek uğurladı onu.

 

Beşiktaş ile sözleşmesi biten Şenol Güneş ile anlaşan TFF, Milli Takımın başına ikinci kez Güneş'i getirdi.

Şenol Güneş halen Milli Takımın teknik direktörlüğünü yapmaya devam etmektedir.

FUTBOLCULARLA İYİ İLİŞKİLERE SAHİP OLAN VE TAKIM OYUNUNA ÖNEM VEREN ŞENOL GÜNEŞ, BİRLİKTE ÇALIŞTIĞI BİR ÇOK OYUNCUNUN GELİŞİMİNE KATKI SAĞLADI.
MARİO GOMEZ , JOSE SOSA, ATİBA HUTCHİNSON, RİCARDO QUARESMA , CENK TOSUN, İSMAİL KÖYBAŞI, KERİM FREİ'IN GİBİ FUTBOLCULAR  ONUN YÖNETİMİNDE PERFORMANSINI YÜKSELTEREK YILDIZLAŞTI.

ŞENOL GÜNEŞ; BURAK YILMAZ, UMUT BULUT, SELÇUK İNAN, VOLKAN ŞEN, ONUR RECEP KIVRAK, TOLGA ZENGİN, OZAN TUFAN, ŞENER ÖZBAYRAKLI, EMRE TAŞDEMİR, ENGİN BAYTAR GİBİ ÇOK SAYIDA TÜRK FUTBOLCUNUN BAŞARILI OLMASINDA ÖNEMLİ PAY SAHİBİDİR.

*A Milli Futbol Takımı, tarihindeki en büyük başarıyı teknik direktör Şenol Güneş yönetiminde elde etti.

*Tecrübeli teknik adam, 2000 yılında başına geçtiği A Milli Takımı 48 yıl aradan sonra Dünya Kupası'na taşıdı.

*Güneş yönetimindeki ay-yıldızlı ekip, 2002 Dünya Kupası'nda üçüncü olarak, tarihinin en büyük başarısını kazandı.
Bu dönemde kariyerinin en iyi günlerini geçiren Şenol Güneş, 2002'de 
UEFA'nın resmi sitesinde yaptığı ankette "yılın teknik adamı" seçildi.

*2002 de Türkiye Cumhuriyeti Devlet Üstün Hizmet Madalyası, Türkiye Cumhurbaşkanı'nın tevcihi ve Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu'nun kararı ile verilen altın ödülü aldı.

*A Milli Takım, Güneş yönetiminde çıktığı 50 maçtan 23 galibiyet, 13 beraberlik ve 14 mağlubiyetle ayrıldı.

*Güneş, milli takımla kazandığı başarıyla UEFA Yılın Takımına teknik direktör olarak seçilen ilk Türk ve dünya klasmanında milli takımı en yüksek sıralamasına (7. sıra) ulaştıran isim olarak Türk futbol tarihine geçti.

*A Milli Takım Fransa'ya karşı ilk galibiyetini Şenol Güneş yönetiminde almıştır.

Cumhuriyet tarihimizde görevine 5'te 5 ile başlayan ilk Milli Takım hocası Şenol Güneştir.

*Süper Lig tarihinin üst üste şampiyonluk kazanan dördüncü teknik direktörü oldu. Daha önce Fatih TerimGündüz Kılıç ve Ahmet Suat Özyazıcı üst üste şampiyonluklar kazanmıştı.

*Şenol Güneş Süper Lig tarihinde en çok galip gelen teknik direktör 268 galibiyetle rekor kırdı. Süper Lig tarihinde en çok puan alan teknik direktör oldu. Bir galibiyeti iki puanlı sistemle olmak üzere 919 puan topladı. Maç başına puan ortalaması 1.83 oldu.

13.04.2020 13:25

Kuş Mustafa, Mustafa Tarhan, yani Haçkalı Hoca Baba, Hoca Baba.

İslam’ı tebliğ yolunda Kutbuzzaman Molla Hasan Efendi, Hacı Durmuş , İbrahim Efendi ve Haçkalı Baba.

Yerine göre çok ciddi ve celâlli, yerine göre şakacı, lâtifeci pür-cemâl bir veli olan Seyyid Mustafa Tarhan Haçkalı Baba Hazretleri, “Arınan iflah eder” ayeti doğrultusunda, hep arınmayı tavsiye ederek, akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim bütünlüğünde Muhammedi neş'eyle temeyyüz etmiş bir kutup yıldızıdır.

Molla Hasanoğulları'nın Mekke'den başlayan yolculuğu Mekke, Buhara, Erzurum,Trabzon Hayrat Dağönü köyü’den, Düzköy’de sona erer.

Haçkalı Baba,Trabzon’un Hayrat ilçesinin Dağönü köyünde 1864 yılında dünyaya gelir. Babası son devirTrabzon velilerinden  Mollahasanoğlu İbrahim Efendi’dir.    

İbrahim Efendi küçük yaşlardaki oğlu Mustafa ile birlikte Fahri İmamlık yapmak üzere Hayrat'tan ayrılıp Düzköy'e yerleşir.

Zaman geçer. İbrahim Efendi bir gün camide cemaat yokken, oğluna:
“Oğlum sen geç imamlık yap, birlikte namaz kılalım” der. Haçkalı Baba mihraba geçer ve “Allahüekber” der demez, cami cemaatle dolar, namazı bitirip  selam verirken cemaat bir anda yok olur.

Bunun üzerine İbrahim Efendi oğlunun  sırtına vurarak, “Tamam oğlum, tamam, sen artık tamamsın " der.

Haçkalı Baba bir gece yakaza halindeyken, kendisine  "Kalk, Çorum’a gel" denilir. Kalkar, sabah namazını cemaatiyle kılar. Bir davet üzere acilen Çorum'a gitmesi gerektiğini belirtir, cemaatiyle helalleşir, gün doğarken yaya olarak Akçaabat’a doğru yola koyulur. Cemaat, hoca ayrılalı henüz bir kaç dakika olmuştu ki, "biz ne yaptık ? Hoca yanına yolluk almadan yola çıktı." Derler.Hemen bir çıkın hazırlayarak iki atlı kişiyi  peşi sıra göndeririler. Ancak, hocadan ne bir ses ne bir işaret vardır. Hiç bir şekilde Haçkalı Baba’yı bulamazlar, Sadece bir kuşun kanat sesleri duyulmaktadır. Bir kuş Akçaabat’a doğru uçmaktadır.

Aynı anda, Çorumlu Mürşid-i Kamil Hacı Mustafa Efendi sabah namazını kılmış ,Trabzon'dan gelecek misafiri beklemektedir. Beklenen Haçkalı Mustafa’dır.Yüzlerce insan, Mürşid-i Kamil Hacı Mustafa Efendi ile görüşmek üzere kapıda beklemektedir. Ancak O ‘’Trabzon’dan misafirim gelecek, o gelmeden hiçbirinizi huzuruma kabul edemeyeceğim” der. Artık herkes O'nu beklemektedir.
Haçkalı  Mustafa gelir. Koşarak mı gelmiştir, uçarak mı gelmiştir? Gelmiştir, bir hal üzerine gelmiştir Haçkalı.

Huzura vardığında  Murşid-i Kamil Mustafa Efendi  “Kuş Mustafa geldin mi?” diye hitap eder Ona. Bir ismi de artık ‘Kuş Mustafa olur  Haçkalı Hoca’nın.

Çorum’daki  dergahta uzun süre kalan Haçkalı Hoca, Mürşidi Kamil Hacı Mustafa Efendi’den  maddi ve manevi ilimleri tahsil eder, feyz alır.

Çorumlu Murşid-i Kamil Hacı Mustafa Efendi’nin yanı sıra,  Haçkalı Baba, Trabzon Hatuniye Medresesi Dersiamları, Akçabatlı Veli Hakkı Baba, Gümüşhaneli İsmail Efendi gibi ulemadan da ders ve feyz  almıştır.

İcazet aldığı hocalarından  Hacı Hakkı Baba’nın türbesi Boztepe’deki Ahi Evren Dede’nin kabrinin yanındadır.         Maddi ve manevi ilimlerdeki yüksek derecesi yanı sıra, Haçkalı Baba Arapça ve Farsça’yı iyi derecede konuşur ve yazardı.

Haçkalı Baba iki kez evlendi. İlk eşi Emine Hanım, ikinci eşi ise Zehra Hanım'dır. Emine Hanım'dan Zeliha (Haskız) adını verdiği bir kız çocuğu olur.İlk eşi Emine Hanım  ölünce,  Hacı Hakkı Baba’dan birlikte ders aldığı Karmenezoğlu Mehmet’in  büyük kızı Zehra ile evlenir.

Haçkalı Baba, Düzköy (Haçka) yöresinde hem dini önderlik  görevini icra etti, hem çocuklara ders verip hafız yetiştirdi,  hem de yöre halkını dini ve ahlaki yönden eğitti.

Yöre halkı tarafından öylesine benimsenmişti ki;  sosyal olaylara müdahale ediyor, sorunları çözüyor, uyuşmazlıklara çare oluyordu.

Kadiri ve Nakşi tarikatlarının her ikisini de içselleştirmiş olan Haçkalı Baba, herhangi bir tarikat şeyhi gibi davranmıyor, müridlerinin  sayısını çoğaltmak için uğraşmıyor, kapısına  gelenleri zikir halkasına katarken seçici davranıyor, mala mülke değer vermiyordu.Yeryüzünde bir metre tapulu malı olmamıştır.  

Efsaneleşmiş bir Allah dostu olan Haçkalı Baba, halkın dini ve ahlaki yönden aydınlanmasına,  İslam dininin bölgede kökleşmesine büyük katkı sağlamıştır.

Haçkalı Hoca 1949 senesinin Ramazan ayında Düzköy’de hastalanır. At sırtında  kabrinin olduğu  Haçka  Yayla’sına götürülür.Tek evladı Haskız, babasının başını kucağına almıştır. Pencere açıktır. Bir kuş, küçük bir kuş gelir, göğsüne konar Haçkalı Baba'nın. Ne yapsalar ne etseler göğsünden uzaklaştıramazlar kuşu. 3 gün boyunca Haçkalı Baba son nefesini verene kadar Haskız ile birlikte  kuş da orada bekler.                          

Ramazan ayının dördüncü günü Hak’ka kavuşur. Cenaze yıkanırken kuş göğsünden kenara geçer.Yıkama işleminden cenaze toprağa verilene kadar cenazenin yakınında dolaşır,Haçkalı Baba'yı bırakmaz. Defin bitince,bu kuş aniden  uçarak kaybolur.

Haçkalı Hoca Kendisinden sonra herhangi bir halife bırakmamıştır. Ancak  Dedem Rahmetli Hacı Hafız İsmail Aydın Efendi ile Rahmetli Mevlüt Üzüm Baba’nın durumu özeldir. Haçkalı Baba, oğlu olmadığı için dedikodu yapanlara şöyle cevap verir; “Kim demiş benim oğlum yok? Benim iki oğlum var, Büyük oğlum İsmail, küçük oğlum Mevlüt.”

Haçkalı Baba’nın yıkama, cenaze namazı ve defin işlemleri, rahmetli dedem Hafız İsmail Aydın Efendi, rahmetli babam Müftü Halit Aydın ve rahmetli Mevlüt Üzüm Baba  tarafından deruhte edilmiştir.

Yaşım gereği Haçkalı Baba ile müşerref olamadım. Ama dedem ve babamın yanı sıra, Mevlüt Baba ile çok yakın temasım oldu, Onlardan nasibim kadar feyz aldım.

Mevlüt Baba ile iletişimimiz farklıydı. Şu kadarını söyleyeyim; Ölümüne kadar doktorların verdiği ilaçları, branşımla hiç ilgisi olmasa da, telefonla bana sordurmadan içmezdi. Mevlüt Baba’nın oğlu Emrullah Üzüm kardeşimiz halen Edirne Müftüsüdür.

Her Trabzon’a gidişimde dedemin, babamın Maçka Kaynarca Köyündeki, Haçkalı Hoca ve Mevlüt Baba’nın Haçka Yaylasındaki kabirlerini ziyaret ederim.

Herhangi bir nedenle Haçka Yaylası’na gidemeden İstanbul’a dönmüşsem, çok kısa zamanda tekrar Trabzon’a gitmemi gerektiren bir konu olur. Uçaktan iner inmez doğru Haçka Yaylası’na.

Haçka Yaylasındaki kabrinin mezar taşına Osmanlıca “On iki tarikatın şeyhi Kutbuzzaman Molla Hasan oğullarından Haçkalı Mustafa Tarhan Hoca’nın ruhuna Fatiha.Şehruramazan1365" yazılıdır.

HAÇKALI HOCA’NIN BAZI KERAMETLERİ

Haçkalı Baba’yı efsaneleştiren dini hizmetleri yanı sıra, hakkında anlatılan sayısız kerametleridir.

İddia ediyorum ki, Haçkalı Baba’ya atfedilen kerametlerin onda biri bile yakın zaman evliyadan hiç birisine  atfedilmemiştir.

Bir kısmını buraya alacağım kerametleri konusunda,”şehir efsanesi” falan diye dudak bükmeyiniz. Bu kerametlerin önemli bir bölümünü bizzat yaşayanlardan şahit oldum, dinledim, not aldım.

Kahveci Temel anlattı;

1994'de Haçka Yayla’sına giden memur traşlı bir yabancı, kahvehanede oturanlara Haçkalı Hoca'nın evini sorar.

-Hayırdır, Haçkalı'yı nerden tanıyorsun? derler.

-Güneydoğu'dan tanıyorum, demiş yabancı.

-Güneydoğu?

-Evet! Urfa, Mardin, Diyarbakır!

Ne iş yaparsın?

-Özel Harekat Polisiyim.

-Hocayla ne işin var?

-Oradaki çatışmalarda kendisinden çok yardım gördüm. Eğer o yardım etmeseydi, beni hastaneye götürmeseydi, Allah bilir ya şimdi çoktan ölmüş olacaktım. Kendisine teşekküre geldim.

Polis memuru böyle söyleyince, Haçkalı Hoca'nın kerametlerine  âşinâ olan Haçka’lılar, uzaktaki  türbeyi göstererek:

-Ziyaretin mübarek olsun kardeşim. Haçkalı Hoca, kerametlerine  akıl sır ermez bir velidir. 45 yıl  evvel vefat ederek Rabbine kavuştu. Senin gördüğün onun ruhaniyetidir, İşte türbesi orada. Git  kendisini  ziyaret et. derler.

Maçka’lı Abdullah Kurşunoğlu anlattı;

“Bir gün tarlada çalışırken Haçkalı Hoca'nın müridlerinden iki arkadaşım yanıma geldiler.’Haçkalı Hoca'nın yanına gideceğiz, sende gel’ dediler. Kalktım,birlikte yola koyulduk , üç saatlik yolu yürüyerek birlikte gittik. Haçkalı Hoca misafir olduğu evin çocuğu ile biz daha yoldayken  haber yolladı:

‘Gidin onlara söyleyin, şu yeni gelen adam benim yanıma gelmesin’

Bunun üzerine arkadaşlara ;

‘Siz onun müridisiniz, siz girin. Beni istemediği için ben burada durayım’ diyerek dışarıda bir taşın üzerine oturdum.

Arkadaşları içeri girince Hoca'ya yalvarıp beni de  içeri çağırmasını rica etmişler.

İçeri girince ayağına kapandım.

Dedi ki:

-Sen domuz gibi adamsın! Nasıl oluyor da kız evladını dövüyorsun? Anaya babaya en yakın kız evladıdır.

Gözleri kapalıyken bunları söyledi.

Hakikaten ben kızımı dövüyordum.

Ondan sonra eline ayağına kapanıp tövbe ettim.”

Muhammed Aydın (Kaba Hafız) anlattı.

“Bir gün köyümüz İskenderli’den Haçkalı Baba'yı ziyarete gitmeye niyetlendim. Eşten dostdan boş gitmiyim diye bir miktar para topladım. Bir para kesesi yaptım ve dostlardan topladığım beş, on kuruşları içine koydum. Ben de kendi paramdan bir lirayı içine attım.
Yayla yolunda giderken, ‘Parayı vereceğim ama Haçkalı Baba benim bir lira koyduğumu bilse.’ Diye içimden geçirdim. Diğerlerinden fazla para koyduğum için nefsani bir düşünceye kapıldım. Yaylaya gittim, emaneti verdim. Sabahleyin ateşin başında müridleriyle otururken Haçkalı Baba birden ceplerinde birşey aramaya başladı ve ‘Ya, bir molla bana bir lira verdi ama nereye koydum bulamıyorum.’dedi.                                                              Bu sözü bana söylediğini anladım ve çok utandım.

Oflu’nun  biri hocalara şunu sorar; "Benim bir derdim var. Bir evladım olursa eşeğe bindirip minareye çıkaracağım.diye yemin ettim. Ne yapmam lazım?" Hocalar cevapta aciz kalınca Haçkalı Hoca Baba’ya gönderirler.

Oflu yaylaya çıkar ve Haçkalı Baba’ya yeminini anlatınca Haçkalı Hoca sorar;

-Sigara içiyor musun?
-Evet.

-Kumar oynuyor musun?
-Evet.

-İçki içiyor musun?
-Evet.

-Sen zaten Eşşeksin. Çocuğunu sırtına al, çık minareye.Yeminin yerine gelmiş olur.

Mehmet Atalay (Havroğlu Hafız) anlatıyor.

“Bir gün bulunduğum İskenderli köyünden Haçkalı Baba'ya gitmek istedim. Fakat yol uzun olduğu için yanıma bir arkadaş almak istedim. Bir mürid arkadaşıma teklif ettim bana ‘Gelemem’ dedi.
Gelmesi için çok ısrar ettim ama o inatla ‘Gelmeyeceğim’ dedi bana. Israrlarıma devam edince bana;
‘Dün bahçeden tavukları kovalarken taş attım ve bir horozun kafasına denk geldi, öldü. Ben bunun için yanına gitmeye utanıyorum. Çünkü  Haçkalı Baba bunu bilir’ dedi.

Ben yine de gelmesi için ısrar ettim ve ikna oldu. Yaylaya beraber çıktık. Yaylanın düzlüğüne çıktığımızda karşıki tepeden Haçkalı Baba bizi gördü. Görür görmez uzun bir süre, ‘Kukulikuuu (horoz ötüşü)’  diyşeklinde seslendi.

Arkadaşım  bana ‘Ben sana dememiş miydim?’ diye sitemde bulundu.

Maçka'da kurak bir günde halk kendinden yağmur duası yapmasını ister. Haçkalı Baba hemen Yağcı Kahraman’ın dükkanına girip bir elini tereyağına sürer.
"Yağ yağ" deyince, şiddetli bir yağmur başlar. Yağmur dinmeyip sel  başlayınca, bu sefer yandaki Özden’lerin dükkanından  bir avuç ceviz alıp kuru cevizleri sokağa fırlatır, "Yağma yağma" der ve yağmur herkesin gözleri önünde diner.

Psikolojik rahatsızlığı olan çocuklarını Maçka’ya götüren aile  yukarıdan aşağı Haçkalı Hoca'nın geldiğini görünce "Hocam iyi ki sana rastladık. Şu çocuğun hali kötü" derler. O da herkese kaba davranan asabi çocuğu kucağına alıp, "A benim deli çocukçuğum, a benim deli çocukçuğum,  Akıllı ol." diye mırıldanarak çocuğun saçlarını okşayınca zaptedilemeyen çocuk, kendine gelip sapasağlam olup yürümeye başlar.

Hocasının yanına kuş gibi uçup gittiği bilinen; Lakabı "Kuş 'Mustafa" olan, Haçkalı Baba Kurtuluş savaşında, Cuma namazında, Moloz'da, Pazarkapı'da ve daha birçok yerde  zaman ve mekan kavramlarını aşarak birden görünmüştür.

Sayısız asker Trabzon’a döndüklerinde  Haçkalı Baba’yı Kurtuluş Savaşı'nda düşmanla savaşırken  gördüklerini söylemişlerdir.

Büyük Taarruz sırasında, Pazarkapı Ofisi'nin önünde buğday çuvallarını süngüleyerek "vurun aslanlarım vurun. Elhamdülillah zaferi kazandık" diye haykırdığına ve sonra ortadan kaybolduğuna şahit olanlar vardır.

Akçaabat-Trabzon arası o zamanlar bir otobüsle yolcu taşınırdı. Sabah Trabzon’a gidilir akşam dönülürdü. Gidiş 25 kuruş geliş 25 kuruştu. Trabzon’dan Akçaabat’a hareket eden otobüsün yanına gelen Haçkalı Hoca Babayı arabaya almak isterler. Haçkalı Hoca “Ben  daha sonra geleceğim” der. O zaman yollar çok bozuktu ve araçlar 14 kilometrelik yolu bir saatte alıyordu. Trabzon’dan Akçaabat’a gelen yolcular,durakta Haçkalı Hoca Baba’yı görünce hayret ederler. “Bu adam ne zamanda ve kiminle buraya geldi” diye düşünürler. Sanki Hoca kuş olmuş ve uçmuştur.

Akçaabat'ta eczacılık yapan Sıtkı Ocak'ın dedesi Hoca'yı yakından tanımakta olup, annesi ve dayısı onun elinde büyümüşlerdir.

Annesi Asiye Ocak Hoca'nın hizmetini görür, onun saçını sakalını yıkar, yedirip içirirmiş. Bir gün Hoca aniden gelmiş. Asiye Hanım ona ikram edebileceği yemeği olmadığından içinden “gidip komşudan yağ, yumurta, ekmek alayım” diye düşünüp kapıdan çıkarken,
Hoca;

-Kızım Asiye gel, dolapta ekşimiş fasulye ile ekşimiş yoğurtun var. Onları bana getir, der.
Asiye Hanım bunları nereden bildiğini düşünüp, şaşırır ve bozulmuş yiyecekleri getirir. Hoca iki yemeği birbirine karıştırıp,okuyup afiyetle yer.

Haçkalı Hoca'nın ikinci eşi Zehra Hanım'ın yeğeni Ali Şenel anlattı;

“Kız kardeşlerim Sevim ve Taliye gibi ben de Hoca'nın evinde büyüdüm.

Trabzon Lisesi'nde okuduğum dönemlerde;

‘Oğlum Ali, niye avara (boş) geziyorsun? Giresun' da nişanlın seni bekliyor.’ diye takılırdı.

O günlerde bu takılmalara şaka gözüyle bakıyordum.

Askerlikte yedek subay olarak Giresun'a gidip, orada askerlik yaparken, Giresun'lu eşimle tanıştık ve orada evlendik.”

Sevim Eyüpoğlu'nun anlattı;

“Bir gün bir kadın geldi, üzüntü ve telaş içinde:

‘Çocuğum çok hasta! Bize gitsek de onu bir okusan Hoca Baba’ Diye yalvar yakar yırtınınca, Hoca Baba;
‘Hiç bir şey yapılamaz kızım, onun işi bitti’ dedi.

Kadın ağlayarak gitti.

Biraz sonra öğrendik ki çocuk o anda ruhunu teslim etmiş.”

 Haçkalı Hoca'nın torunlarından Süleyman Kazancı anlattı;

“Bir çok insan kendisine evlenmeden veya bir işe girişmeden evvel o olayın hayırlı olup olmadığı şeklinde sorular sorar ve kendisi bir müddet düşündükten sonra cevabını verirdi.

Trabzon Lisesi Beden Öğretmenlerinden birisi Haçkalı Hoca'ya gelerek evleneceğini ve bu evlilikte hayır olup olmadığını sordu. Haçkalı Hoca ona;

‘Evliliğin hayırlıdır fakat zürriyet göremiyorum’ dedi.

Gerçekten de öğretmenin evliliğinden hiç çocuğu olmadı.”

Haçkalı Hoca'nın ikinci eşi Zehra Hanım'ın yeğeni Sevim Eyüpoğlu anlattı;

“Çocukluğumuz ve gençliğimiz Hoca'nın evinde geçti. O zamanlar iki katlı bir evde oturuyorduk. Hoca alt katta otururdu. Ben üst kattaki odamda otururken, okul için para lazım oldu. Yanımdaki hizmetçi kıza ‘Hoca'ya gidip benim için para iste’ dedim. Hoca biraz celalli olduğu için ben isteyemez ve çekinirdim. Hizmetçi Hoca'dan para isteyince, Hoca;

‘Eyvah! Kızcağız kırk yılda bir para istedi, bugün de bende para yok’ demiş.

Ben oldukça kızdım ve;

‘Herkese para veriyor, bana gelince yok diyor’ Dedim ve hizmetçiyi tekrar Hoca'ya yolladım.

Hoca bana bir kese kağıdının içinde bir parça peynir şekeri gönderdi.Hoca'nın cebinden peynir şekeri hiç eksik olmazdı.

Hizmetçi; ‘Sana şeker gönderdi’  deyince sinirlenerek, kese kağıdını duvara fırlattım. Fırlatmamla birlikte gözlerim fal taşı gibi açıldı. Çünkü paketin içinden şangır şangır para saçıldı. Bir sürü ıslak ve yağlı para.”

Haçkalı Baba sigaraya son derece karşıdır. Gelecekte sigaraya hizmet eden tütüncülerin aç kalacağını, mısır-fasulye ekenlerin kârlı olacağını söylerdi. Bir müddet sonra Iran da kıtlık oldu. Dediğini yapanlar, Iran’a mısır ve fasulye satarak zengin oldular.

Akçaabat’ta aslen Hopalı olan Harun Kaptan motorla İstanbul’a yük ve yolcu getirip götürmektedir. Bir gün Harun Kaptan İstanbul’dan gelirken Şile önlerinde amansız bir fırtınaya yakalanır. Çoğu motor batar ve birçok insan boğulur. Harun Kaptan’ın eşi bir hafta boyu ağlayarak yas tutmaktadır.

Yine böyle ağıt yaktığı bir gün ağlamasını duyan Haçkalı Hoca Baba  çevresindekilere ne olduğunu sorar. Meseleyi anlayınca şöyle der; ‘Gidin söyleyin o kadına, ağlamayı kessin.Kocası bir hafta sonra çıkıp gelecek.’ der. Nitekim Harun Kaptan yedi sekiz gün sonra motoruyla Pulathane Limanı’na gelir ve sağ salim karaya çıkar.

Sinoplu bir balıkçı Trabzon'a gelerek kayığını Moloz'da rıhtıma çekip Orta Hisar'da camiye namaza gider. O sırada fırtına çıkmıştır. Kayıkçı değerli su testisinin kırılabileceğini düşünür. Yanında namaz kılan Haçkalı Baba kulağına eğilerek:

-Korkma, testine bir şey olmaz" der.

Adam namazdan sonra motorunun yanına koşmuş ki su dolu testiye hiçbir şey olmamıştır.

Refik Yıldız anlatıyor.

“Sabaha karşı bir rüya gördüm. Haçkalı Baba evimize doğru geliyordu. Ben de onu karşılayıp evimize davet ettim. Davet ederken ‘Haçkalı Baba, hoş geldin. Buyrun.’ dedim.

Ben onu hiç görmediğim için bana şöyle dedi;

‘Sen beni nerden tanıyorsun?’

‘Bizim evimizde resminiz var ordan tanıyorum.’ dedim.

Bana cebinden bir kağıt çıkartıp gösterdi. Kağıtta bir sürü isim yazılıydı. İsimlerin içinde benim adımda vardı. Bana;

‘Bu liste bu sene Hacca gideceklerin listesidir.’dedi. İmkanım ve niyetim yok iken o sene Allah bana Hacca gitmeyi nasib etti.”

Marangoz Celal Yavuz  anlattı;

“İsmet İnönü, II. Dünya Savaşı öncesi Trabzon’u ziyaret edip, eski Tekel’den yukarı çıkarken, benim atölyemin yanında Hocaefendi’yi görünce, arabayı durdurup onu yanına çağırdı ve ’Savaş ne olacak?’ diye sordu.

Haçkalı Hoca, İnönü’ye  ‘Dünyada çok sayıda insan hayatını kaybedecek, ama biz savaşa girmeyeceğiz ve kimsenin canı zarar görmeyecek.’dedi.”

 Haçkalı Hoca hakkıda bir kitap yazan Mustafa Özdamar şöyle der;

”Allah'ın özellik ve güzellikleri o kadar önsüz, o denli sonsuz ki, bu sınırsızlığın seyrânı içinde hayran ve sergerdân olan gönül adamları, her şeye ve herkese hoş bakarlar, her şeyde mutlaka bir özellik ve güzellik ararlar.

Haçkalı Hoca diye tanınan asırlık gayb şâhini  Seyyid Mustafa Tarhan Hazretleri de, bu çizgide, bu yörüngede hayat memât etmiş bir gönül adamıdır.

Yerinde çok ciddi ve celâlli, yerinde şakacı, lâtifeci pür-cemâl bir veli olan Haçkalı Baba “Arınan iflah eder” ayeti doğrultusunda hep arınmayı tavsiye ederek, akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim bütünlüğünde Muhammedi Neş'eyle miraç etmiş bir kutup yıldızıdır.”

Trabzon Akçaabat Haçkalı Baba Devlet Hastanesi, Düzköy Haçkalı Baba İmam Hatip Lisesi, Trabzon Haçkalı Baba Parkı  gibi bazı kurumlara Haçkalı Baba’nın adı verilmiştir.

Trabzon’a gelen pek çok devlet ve siyaset adamı Haçka Yaylası’na çıkarak, Haçkalı Baba’nın kabrini ziyaret etmektedir.

Twitter: @dromeraydin

06.04.2020 12:25

Özdemir Bayraktar Abi’min oğlu, Cumhurbaşkanımız’ın kızı Sümeyye Hanım’ın eşi, Trabzon’un has evlatlarından Selçuk Bayraktar kardeşimi size ben anlatmayacağım.

MÜZMİN MUHALİF EKŞİ SÖZLÜK YAZAR VE EDİTÖRLERİNİN KALEMİNDEN SELÇUK BAYRAKTAR’I OKUYACAKSINIZ.

“Selçuk Bayraktar. Ekşi sözlük yazarlarından daha eğitimli ve bilime yakın çıkınca Ekşi Sözlük error veriyor.”

“Ulan adamın firması daha 2009 yılından beri yerli iha yapıyor. MIT'de doktora yapmış adamın EKŞİ SÖZLÜK’teki başlığı

"07.03.2016 tarihinde cumhurbaşkanın kızı ile nişanlandı” diye başlıyor.Ayıp,ayıp.”

“Bu adamı Sümeyye Erdoğan’ın eşi diye gündeme getirmek ne acı. Adam efsane olma yolunda ilerliyor. Yolu açık olsun.”

“İnşaat sektörüne girip ihale kovalayarak cebini fazlasıyla doldurabilirdi. Yapmamış.Hayırlı evlat, hayırlı damat. Damat olduğu için başarılı değil, başarılı olduğu için damat seçilmiş.

“Liyakat ve tevazu sahibi ender AKP'lilerden biridir.Kayınpederi ve temsil ettiği zihniyete muhalif bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak çalışmalarını takdir ediyor ve başarılarının devamını diliyorum”

“AKP camiası içinde sevdiğim saygı duyduğum tek insan.Her kim ki Mehmet’imizi koruyan kollayan iş yapar yeri başımın üstüdür.Umarım Aselsan ve Baykar bizi ABD’nin F35, Patriot tehditlerinden kurtaracak kadar büyük işler yaparlar. Size helal olsun Selçuk Bayraktar.”

“Ülkenin liberal, kişisel hak ve özgürlüklere değer veren seküler yönetimli bir ülke olması ihtimaline Robert Koleji, İTÜ, MIT mezunu, ağır sünni Müslüman Selçuk Bayraktar bir darbedir.”

“Selçuk Bayraktar muhtemelen bakan olacaktır.Biri bakan olacaksa bu adam olsun.Hatta bilim, sanayi ve teknoloji bakanı olsun. ERDOĞAN saltanatını garip bir şekilde uygularken, en azından bu adam donanımlıymış diyerek züğürt tesellesi bulabiliriz.”

“Akademik kariyer yapmış işinde gücünde bir mühendisin, nüfuzlu birinin kızıyla evlenebileceğini gösterip çığır açmış, pek çok kare gömlekli kardeşimize umut ışığı yakmış bir idoldür Selçuk Bayraktar.”,

“Geleceğin Savunma Bakanı, Teknoloji Bakanı falan diyenler olmuş. Bu bakanlıklarda Cumhuriyet tarihi boyunca Selçuk kadar zeki, işin hamurunu bilen bir kişi bakanlık yapmış mıdır? Sanmıyorum.”

“Bakan olur diyorlar bir de. Ulan bu bakan olmayacak da kim olacak? Hayvanat bahçesi müdürlerini bakan yapacaklarına MIT mezunu bakan olsun bari,”

“Adamın CV'sini öve öve bitiremeyip, ‘bakan olsa efsane olur’ diyenler var. Böyle birinin bakan olması, Hint kumaşıyla cam silmek olacağının farkında değil misiniz? Düşünüp tasarlayıp üretecek insanı, Devlet sisteminde harcayacaksınız .”

“Anka-s bizim değerimiz, Bayraktar tb2 silahlı insansız hava aracı da bizim değerimiz İşkembe i kubradan sallayıp durmayın. İkisi de İdlib'de görev yapıyor. Hem konvoy vuruyorlar,hem tank imha ediyorlar. Selçuk Bey bugün Bakan Varank ile beraber sınırda siha karargahına bizzat gittiler ve operasyon odasında denetleme yaptılar.

Zaten saygı duyduğum bir insandı.Bugün bunu kat kat arşa çıkardı. Kendi yaptığı araç çok büyük sükse yapmasına rağmen, kendisi başarısının nedeninin ihalarda kullandıkları Aselsan alt sistemlerine ve Roketsan mühimmatlarının da büyük katkısı olduğunu belirtti ve yine ticari rakibi olan TAİ’yi de övdü.

Helal olsun. Ailesinin konumu , kayınbabası vb. sebeplerden dolayı kimseye eyvallahı olmayan bir insan olarak böyle bir açıklama yapmak için gerçekten çok mütevazi ve iyi bir insan olması lazım.Kendini şirket sahibinin oğlu olarak değil, Baykar’da mühendis ve müdür olarak tanıtıyor.Helal olsun sana Selçuk Bayraktar.”

“Yerli iha yapımı AKP döneminde başlamadı, Projeyi Selçuk Bayraktar'ın babası makina mühendisi Özdemir Bayraktar ile dönemin Genelkurmay başkanları olan Atatürkçü İsmail Hakkı Karadayı ile Hüseyin Kıvrıkoğlu ve çok kıymetli yurtsever bir albay rahmetli Melih Gülova başlattı.Bu projede çalışan yurtsever askerler ergenekon, balyoz vb. davalardan içeri alındı, Bazıları öldürüldü; Melih Gülova gibi. Özdemir Bey’in içerdeki askerleri zaman zaman ziyaret ettiğini biliyoruz.”

“Adam gibi adam.Vatanına ve milletine hizmet eden askerlerimizden hiçbir farkı yok. Kendisi kolay yolu seçip ABD'de zaten var olan teknolojiyle daha avantajlı bir şekilde çalışıp daha büyük paralar da kazanabilirdi. Ama kendisi ne yaptı ? ABD'den dönüp, ülkesine yararlı olmanın yollarını aradı ve sonunda da başarılı oldu. 2005 yılındaki videosunu izledim de, o zamanlardan belliymiş büyük bir atılım yapacağı. Allah kendisinden razı olsun.”

“Yıllar önce bodrumdan bozma bir atölyede, elden atılan mini iha üretmekle başlayan serüveni;Baykar üretim tesislerinde taaruzi iha üretmeye kadar gelmiştir. Erdoğan’ın damadı olmadan yıllar önce zaten iha çalışmalarına başlamıştır. Ata’mızın da dediği gibi: “vatanını en çok seven işini en iyi yapandır.” umarım jet motorlu mius iha’yı da ileride göklerde görürüz.”

Bunları müzmin muhalif Ekşi Sözlük yazar ve editörlerinin Selçuk Bayraktar için açılan 146 sayfalık binlerce ‘Entry’den rasgele seçtim.

Selçuk Bayraktar, TRABZON’UN GÜNÜMÜZDEKİ AKTİF HAS EVLATLARINDAN birisi. Trabzonlu olduğunu gittiği her yerde övünerek söylüyor İyi bir Trabzonsporlu. Trabzon’un plaka kodu 61 rakamını da sıkça hayatında kullanıyor.

Tipik Karadenizli olan ve başarı için imkansızı zorlayıp Trabzonlu inadıyla parmak ısırtan Bayraktar, son katıldığı programda anlattığı bir Trabzon anısı salonda kahkaha tufanına neden oldu;

“Yine böyle bir kalabalık babamı davet ediyorlar. Trabzon’da iş adamlarının toplandığı bir topluluk. İnsansız hava aracıyla ilgili babama soru soruyorlar. 2008-2009 yılları. O zaman insanların kafası başka çalışıyor. Bir davetli babama çok soru soruyor. İyi de sorular soruyor. “İnsansız hava araçları nasıl uçar?” “Kendi kendine nasıl uçuyor?” gibi bir sürü soru soruyor. Babam da anlatıyor.

Aynı davetli en sonunda ‘bir tane daha soracam’ diyor “Beyefendi ha bu uçak kaç kişi aliy..?”

SELÇUK BAYRAKTAR KİMDİR?

Selçuk Bayraktar, 7 Ekim 1979 da İstanbul Sarıyer’de ailenin ortanca çocuğu olarak doğdu. Aslen Trabzon Sürmene Çamburnu'lu olan Selçuk Bayraktar’ın, Haluk Bayraktar ve Ahmet Bayraktar adlarında kardeşleri vardır. Babası Baykar Makine'nın sahibi Özdemir Bayraktar 1990'lı yıllarda Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte siyaset yaptı.

İlk öğrenimini Sarıyer İlköğretim İlkokulu’nda tamamlayıp, 1997 yılında Robert Kolej’den mezun oldu. 1997-2002 yılları arasında İTÜ Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği bölümünde lisans eğitimine devam etti.

Üniversite eğitimi esnasında University of Pennsylvania’nın (UPenn) GRASP laboratuvarından staj kabulü aldı. Staj kapsamında almış olduğu burs teklifiyle, yüksek lisans eğitimini 2002-2004 arasında Elektrik Mühendisiği Bölümünde Upenn’de sürdürdü.

Pennsylvania‘da insansız uçaklar üzerine master, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nde (MIT) robotik kontrol sistemleri konusunda doktora yaptı. Aynı zamanda ödüllü akademisyen Prof. Dr. George Pappas'ın yardımcısı olarak araştırma asistanlığı görevini sürdürdü.

Araştırmaları kapsamında dünyada ilk kez İHA’ların formasyon uçuşu deneyleri, hava-yer robot takımlarının koordinasyonu, uçuş kontrol ve güdüm sistemleri konularında bilimsel yayınlara konu olan çalışmalar gerçekleştirmiştir.
Araştırmaları kapsamında dünyada ilk kez İHA‘ların formasyon uçuşu deneyleri, hava-yer robot takımlarının koordinasyonu, uçuş kontrol ve güdüm sistemleri konularında bilimsel yayınlara konu olan çalışmalar gerçekleştirmiştir.

Danışman hocasının Georgia Institute of Technology’ye (Georgia Tech) transfer olmasıyla doktora çalışmalarına Georgia Tech’de devam etmiştir. 2006’da MIT Havacılık ve Uzay Mühendisliği bölümünden ikinci yüksek lisans diplomasını almıştır.

2003 yılında Baykar bünyesinde başlayan milli ve özgün insansız hava aracı teknolojileri geliştirme faaliyetlerine destek olmak maksadıyla doktora çalışmalarını yarım bırakarak 2007 yılında Türkiye’ye dönüş yapmıştır.

2007 yılından bu yana Baykar Makina bünyesinde teknik müdürlük (CTO) görevini yürütmektedir. Baykar bünyesinde Milli ve Özgün olarak geliştirilen İnsansız Hava Aracı Sistemleri'nin aviyonik sistem mimarisi, uçuş kontrol, seyrüsefer algoritmalarının geliştirilmesi, sistem kinematiği ve dinamikleri, elektronik donanım ve gömülü yazılım geliştirme vb. konularda çalışmaktadır.

Taktik İnsansız Hava Aracı olan Bayraktar, 17 Aralık 2015 tarihinde Roketsan şirketinin geliştirdiği füzeyi atmış ve 2 adet Roketsan MAM-L güdümlü füzesi yüklü şekilde yapılan atış testinde 0 isabet ile hedefleri vurmuştur.

Selçuk Bayraktar Kovid 19 salgınının ülkemizi kasıp kavurduğu bugünlerde, en çok ihtiyaç durduğumuz suni solunum cihazı üretimiyle meşgul olmaktadır.

Selçuk Bayraktar, kurucusu olduğu Türkiye Teknoloji Takımı Vakfı’nda (T3 Vakfı) yetenekli gençlerin ve her yaş grubundan insanın teknoloji geliştirilmesi süreçlerine katılmalarını sağlamak için çalışmaktadır.

T3 Vakfı bünyesinde stratejik önemi yüksek, küresel rekabet koşulları gereğince milli ve özgün olarak üretilmesi öncelikli olan ürün, sistem ve bileşenlere yönelik girişim, araştırma-geliştirme ile projeleri gerçekleştirmek ve desteklemek için çalışmalar yürütmektedir.

Bayraktar, ülkemizin Milli Teknoloji Hamlesi vizyonunu gerçekleştirmek için vakfın bilimsel çalışmalarına Mütevelli Heyeti Başkanı olarak liderlik etmektedir.

Ayrıca Milli Teknoloji Hamlesi için çok kritik olduğunu düşündüğü Havacılık ve Uzay tutkusunu tüm topluma yayma maksadıyla ülkemizin ilk ve tek havacılık ve uzay festivali olan TEKNOFEST’i ekibi ve paydaş kurumlar ile birlikte düzenlemektedir.

Sümeyye Erdoğan ile 2016 yılında evlenen Selçuk Bayraktar, bir kız çocuğu babasıdır. Hususi pilot lisansına sahiptir.

SELÇUK BAYRAKTAR’IN TWİTTER MOTTOSU;
BİN ATLI AKINLARDA ÇOCUKLAR GİBİ ŞENDİK !

SELÇUK BAYRAKTAR VE AİLESİNİ İKİ MUHALİF YAZARIN KALEMİNDEN AKTARMAK İSTERİM;

Hürriyet yazarı Yalçın Bayer'in, 15 Mayıs 2016 tarihli yazısı şöyledir;

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yeni dünürü makine mühendisi Özdemir Bayraktar'la 7-8 yıldır tanışırız.

Bir gün TBMM’nin Florya’daki misafirhanesine davet edildi. Tanıdık siyasetçiler ve birkaç doktor arkadaşımız vardı. O görüşmede bir dostumuz “Özdemir Bey’i tanımanızı istedik” dedi. İnsansız uçak üretiyormuş. Türkiye’de bir ilk olacakmış.Üç oğlu varmış; ortanca oğlu Amerika’da insansız uçak üzerine master yapmış...

Akıllı candan, sıcakkanlı samimi ve dürüst bir mühendis olduğunu söylediler. Nitekim daha sonra dost olduk; O bizi, biz de onu sevdik.

Bir gazeteci için bulunmaz bir haber olabilirdi. Ancak bir vekil “Özdemir Bey’in Çan Grubu ile yürüttüğü bu projesinin basında duyurulmasının zamanı geldi” dedi. Ancak doktor dostumuz “Olmaz, İsrail kendi açısından tehlikeli sayacağı için ailenin can güvenliği söz konusu olur.Yani casusluk tehlikesi var” diye karşı çıktı.

Neyse, Bayraktar’ı bir şekilde ikna ettik. Abartmadan Türkiye’ye ve kendilerine bir zararı olmayacak şekilde ‘kapalı’ şekilde kaleme aldık.

Nitekim bu yazı ile gazeteciler peşine takıldı. Bizim ‘Kokpit’çi Uğur Cebeci ile tesislerine gittik; “Amerika’da bile böyle bir proje daha henüz yeni gelişiyor” dediğini unutmayız.

Bundan sonra kendilerini yakından izlemeye başladık.

Bir gün Özdemir Bey “Dışarıyla bağı olan bir firma ile birlikte TSK’nin açtığı ihaleye gireceklerini” söyledi. İhale öncesinde deneme uçuşları için Sinop’ta askeri heyetin önünde yarışacaklarını anlattı. İhale komisyonundaki bir üyenin koşullara uymayan tavrından hoşnut olmamışlardı Özdemir Bey ile oğlu...

Çok üzüldüler... Çünkü yeni bir deneme çok zahmetli ve masraflıydı.

Kuşkulandıkları bazı şeyler vardı ama yazmamı istemediler.

Bu projelerin, o zaman Irak’taki savaş nedeniyle Türkiye için çok yararlı olacağını düşünüyorlardı.

Karacı ve havacı subaylar kendilerini çok seviyorlardı. Nitekim fabrikalarının içi askerlerle çekilmiş fotoğraflarla doluydu.

Tesis Başakşehir’de bir organize sanayi bölgesinin içindeydi.

Bir sürü insansız uçak Güneydoğu’ya gitmek üzere hazırlanmıştı.

Daha büyükleri için de yeni tezgahlar oluşturuluyordu.

Üst kattaki bürolarını görünce şaşırdım. Selçuk Bayraktar’a, “Kim bu gençler, ne yapıyor” dedim?; “Program yazıyorlar” karşılığını verdi. Çoğu Boğaziçi Üniversitesi çıkışlı bu gençler İHA’yı uçuracak yazılımı hazırlıyordu.

Selçuk Özdemir gözleri parıldamış olarak “Bunlar milli programlarımız, hiçbir yabancı etkisi yok, her şey yerli” dedi.

Tesisin odalarının duvarları Güneydoğu’da baba-oğulun askeri birliklerde bu uçaklar ve yaptıkları çalışmaların fotoğrafları yer alıyordu... Bunlar üst kademede komutanlardı; çoğu da henüz ‘Silivri’ye gitmemişti.

Zorlu bir süreç geçirdiklerini; baba-oğulun gerektiğinde Şırnak’ta askeri birlikte 8 ay kaldıklarını biliyoruz.

Erdoğan o zaman Başbakan’dı...

“Torpil var mı?” dedim Bayraktar’a...

“Hayır” diyerek çıkıştı.

“Tayyip Bey’le Refah Partisi’nde ben siyaset yaptım.Büyükşehir belediye başkanı olduğunda ben RP’nin teşkilat başkanıydım. Bakırköy’den dört ilçe doğmuştu. Bağcılar, Esenler, Bahçelievler ve Güngören.Hürriyet de Bağcılar sınırı içindeydi. Yeni bir belediye örgütünün kurulması aşamasında o zamanki yöneticiler bize her türlü yardımı yaptılar.”

Erbakan'ın mühendis öğrencisi olan Özdemir Bey’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’la, hemşehrilikten öte derin aile bağları vardır. Esas olarak ‘siyaset’ten kaynaklanmıştır demek daha doğrudur.”

Milliyet yazarı Rahmetli Güngör Uras 14 mart 2016 tarihli yazısında Bayraktar ailesinin bilinmeyenlerini şöyle yazmıştı;

"4- 5 Aralık 2014'te İstanbul'da Uluslararası İleri Endüstriyel Otomasyon Kongresi toplantıları vardı. Bu toplantıları düzenleyen ENOSAD, makine tabanlı ileri teknoloji üreten Türk firmalarının üye olduğu dernek.

Toplantıların konusu (Bu yıl Davos toplantılarının ana konusu olan, ve de Türkiye'de daha yeni tartışılmaya başlayan) 4'üncü "Sanayi Devrimi" idi.

İlk defa duyduğum bu gelişmeyi Milliyet'te okuyucularıma anlatmıştım. Toplantılarda ileri teknoloji ürünü gerçekleştiren gençlerden biri olarak Haluk Bayraktar'ı tanıdım.

Aile işletmelerinde elektronik ve yazılım sistemleri ile gövde tasarımından imalatına milli ve özgün insansız hava aracı üretiyorlardı.

Merak ettim. Sordum, soruşturdum. Uzun uzun bu işe nasıl başladıklarını, neler yaptıklarını anlattı.
Haluk Bayraktar'ın babası İTÜ Makine mezunu Yüksek Makine Mühendisi Özdemir Bayraktar, 1981'de otomotiv sanayine hassas talaşlı parça üretimine başlamış. Havacılık sektörüne meraklı olduğu için evde 3 oğluna devamlı olarak hava araçlarından söz eder, tasarımlar yaparmış.

ODTÜ mezunu endüstri mühendisi Haluk Bayraktar Columbia Üniversitesi'nde yüksek lisansını tamamlamış, Boğaziçi Üniversitesi'nde doktoraya başlamış.

Selçuk Bayraktar ise, İTÜ Elektronik mezunu, sonrasında ABD'nin en prestijli mühendislik okullarında burslu olarak eğitimine devam etmiş. University of Pennsylvania'da elektronik yüksek lisansını tamamlamış. Massachusetts Institute of Technology'de (MİT) havacılık ve uzay bölümünde eğitim görmüş.

Hocasının Georgia Institute of Technology'ye (GATECH) geçiş yapması ile MIT'den 2. yüksek lisans diplomasını alarak GATECH'de havacılık bölümünde doktora çalışmalarına başlamış.

ABD'de iken, Eord Bening (Battle Space) askeri üssünde mini robotik uçaklar ile formasyon uçuşu, hava ve yer robot koordinasyonu algoritmaları, otomatik agresif manevra yapabilen sistemler konusunda çalışmalara katılmış.

Babasının insansız hava aracı projesine katkıda bulunmak için doktorasını tamamlamadan Türkiye'ye dönerek aile işletmesinde çalışmaya başlamış.

Amatör pilot olan üçüncü kardeş Ahmet Bayraktar ise üniversite eğitimini işletme bölümünde tamamlamış. Özdemir Bayraktar 3 oğlu ile hava araçlarını geliştirmek ve üretmek için şirketini yeniden yapılandırmış.

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunu olan ve Türkiye Sınai Kalkınma Bankası'nda bilgisayar programcısı olan eşi de şirkete katılmış. Aile işletmesi, işe uçak gövdesi ile başlamak yerine en önemli bileşenler olan elektronik ve yazılım sistemleri konularına odaklanmış.

2000'li yıllarda 10 kişilik araştırma ve geliştirme grubu ile başlayan çalışmalar halen 150 kişilik mühendis ve teknisyen ekiple sürüyor.

Hava araçlarının gövde tasarımı, elektronik donanımının tasarımı, yazılım tasarımı yüzde yüz milli ve özgün. Fikri sınai mülkiyet hakları Baykar'a ait.Türk Silahlı Kuvvetleri envanterine giren ilk milli insansız hava aracı olan Bayraktar Mini İHA 2007 yılından bu yana uçuyor.

Malazgirt Döner Kanat Mini insansız hava aracı ise 2009 yılından beri Türk Silahlı Kuvvetleri'ne hizmet veriyor.
Haluk Bayraktar ile sohbet ettiğimde 27.500 feet yükseğe çıkabilen, 24 saat uçabilen, uçuş esnasında 3500 km yol alabilen ve 55 kilogram yük taşıyabilen Bayraktar TB2'yi üretmeye başlamışlardı.

Bu insansız hava araçları gece, sisli havada, düşük görüş, buzlu bulut şartlarında rüzgâr ve türbülans altında uçuş yapabiliyormuş. Bayraktar TB2'nin kanat açıklığı 12 metre, 650 kilogram kalkış ağırlığına sahip. Kendi sınıfında en ileri otomasyon donanımı ile üretiliyormuş.

Bayraktar TB2 tipi 12 insansız hava aracı 2014 yılından bu yana Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından aktif görevde kullanılıyormuş.

Türkiye dünyada insansız hava aracı üretebilen 5 ülkeden biri.
Önce eğitim, sonra araştırma ve geliştirme, daha sonra da niyet ve çaba ile Türkiye'de neler yapılabileceğini anlatmak için okuyucularıma aktarıyorum.”

TRABZON’UN HAS EVLADI SELÇUK BAYRAKTAR KARDEŞİM’I ÖZELLİKLE MUHALİFLERİN GÖZÜYLE AKTARDIM Kİ, BAZI MÜNAFIKLAR BENİ ‘YALAKALIK’LA FALAN SUÇLAMASINLAR. GERÇİ BENDEN YALAKA OLAMAYACAĞINI ONLAR ÇOK İYİ BİLİRLER YA. YİNE DE MALZEME VERMEK İSTEMEDİM.

Twitter: @Dromeraydin

04.04.2020 10:00

FİKİR VE DAVA ADAMI TARİHÇİ KADİR MISIROĞLU;

Evet, Topal Osman bir milli kahramandır. Sadece Pontus/Rum çetelerine karşı değil, Yunan ve Ermeni çetelerine karşı da savaşmış, Koçgiri ayaklanmasını bastırmış, Mustafa Kemal’in Muhafiz Alayı Komutanlığını yapmıştır.

Topal Osman Ağa hem milli bir kahramandır, hem de Ali Şükrü Bey'in katilidir.

Bu işi kim emretti, 'İngiliz casusu' yalanıyla, Topal Osman'ı kim kandırdı? Bu halk Çankaya'dan Ulus'a kadar sürükledi Topal Osman'ı. Başını halk kopardı. Bugün Ulus'ta Mustafa Kemal'in heykelinin olduğu yerde başsız cesedi ayağından asıldı.

 Ali Şükrü Bey muhalifti. Dindar, muhafazakar, tarih şuuru olan bir adamdı. Hilafete, saltanata, Osmanlı'ya, İslâm'a bağlıydı.

Bu olayın önemi şu;Topal Osman’ın Ali Şükrü Bey’i şehid etmesiyle, bir taşla iki kuş vuran Mustafa Kemal, hakim-i mutlak olmak için çok önceden yaptığı planları hayata geçirdi. Memleketin tek seçicisi, tek hakimi oldu.” Şeklinde konuyu değerlendirilmiştir.

ASILSIZ HABER VE YALANLARLA  PROVAKE EDİLEREK DOLDURUŞA GETİRİLDİĞİ İDDİA EDİLEN  TOPAL OSMAN AĞA’YA, ALİ  ŞÜKRÜ BEY CİNAYETİ NEDENİYLE   KATİL DAMGASI VURULMASINI HAKSIZLIK OLARAK GÖRENLER OLABİLİR.

DİYELİM Kİ, TOPAL OSMAN AĞA’YA  BU OLAY NEDENİYLE HAKSIZLIK YAPILMAKTADIR.

BU CİNAYET SADECE BİR YİĞİDİN KATLEDİLMESİ DEĞİLDİR.

ALİ ŞÜKRÜ BEY ŞEHİD EDİLEREK, ÜLKEMİZİN GELECEĞİNE TAMİRİ MÜMKÜN OLAYACAK ŞEKİLDE MÜDAHALE EDİLMİŞTİR.

TOPAL OSMAN HAKKINDA HER ŞEY

Topal Osman, 1883 yılında Giresun’un Hacı Hüseyin mahallesinde doğdu. Babası, fındık tüccarı Feridûnzâde Hacı Mehmet Efendi, annesi Zeynep Hanımdır.

Düzenli bir eğitim görmedi.1910 yılında ticaretle uğraşmaya başladı.Deniz kenarında adı “Yalı Kahve” olan bir de kahvehane açtı ve kayıkçılık yapmaya başladı.Evlilik çağına geldiğinde Panaz-oğlu Hacı İsmail Ağa’nın kızı Hatun.

Hanım’la evlendi Balkan Savaşı çıktığında ailesi tarafından askerlik bedeli ödendiği halde, askerlik şubesine giderek verilen paraya geri aldı ve savaşa katılmak üzere bir hafta sonra bir gönüllü müfrezesi topladı.Arkadaşlarıyla birlikte 1913 yılında  Balkan Savaşına katıldı.Çorlu yöresindeki çatışmalarda diz kapağından yaralandığı, bundan dolayı “Topal” lakabıyla anıldığı iddia edilir

Balkan Savaşından Giresun’a döndükten sonra, I. Dünya Savaşı’na kadar ticaretle uğraştı, evlendi ve iki oğlu oldu.1.Dünya Savaşının başlaması üzerine Doğu Karadeniz bölgesinde Ruslar’la iş birliği yapan Rum ve Ermeni çeteleriyle mücadeleye girişti. Kurduğu milis güçleriyle Giresun ve yöresinde söz sahibi oldu.

Teşkilat-ı Mahsusa’dan Arif Cemil’in anlatımına göre, Topal Osman’ın tarih sahnesine ilk çıkışı 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Giresun’dan topladığı 100 kişilik çeteyle Trabzon hapishanesinin kapısını açtırıp, 150 mahkûmu çetesine ilave etmesiyledir.Topal Osman’ın gönüllüleri Teşkilat-ı Mahsusa’ya bağlı olarak Artvin yöresindeki Ermeni tehcirinde yer alır. Nisan 1916’da Borçka’da Ruslara karşı savaşan Türk ordusuna katılan Topal Osman,  kabadayılığa devam etmeye kalkışınca, komutanın kendisini  50 değnekle cezalandırdığı iddia edilir.

Topal Osman Teşkîlât-ı Mahsûsa’nın Doğu cephesindeki faaliyetlerinde aktif görev aldı. Batum cephesinde 700-800 gönüllüsüyle Ruslar’a karşı savaştı. Bölgede hükümet işlerine karıştığı gerekçesiyle hakkında türlü şikâyetler yapılmaya başlandı. 25 Ağustos 1916’da Sivas Dîvân-ı harbi’nde muhakeme edildi ve bir süre göz altında tutuldu.

Buradan Giresun’a dönüşünün ardından şehrin tek hâkimi durumuna geldi, 1917’den itibaren Harşit vadisinde Ruslar’a karşı çarpıştı. 1918’de Rus birliklerinin geri çekilmesiyle Batum’a cephane taşımaya başladı. Bu vesileyle bir süre Batum’da kaldı.

Mütareke’den sonra Giresun’a dönen Topal Osman, Giresun Belediye Başkanı Dizdarzâde Eşref Bey'e sağlık gerekçesiyle görevini  bıraktırıp, yasal bir yetkisi olmadan ve kimseye danışmadan kendisini belediye reisi ilan etti. Aynı zamanda Giresun Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti’nin başına geçti. Trabzon’da bir kongre toplayıp silâhlanmaya başladı.

Topal Osman'ın yıldızını parlatan olay 8 Mayıs 1919'da Giresun iskelesine demirleyen Yunan Kızılhaç gemisi Ioannina'yu Giresunlu Rumlar'ın sevinçle karşılaması ve Yunan uyruklu bir marangoz olan Karaoğlan Panayot'un Giresun'daki Rum okuluna Yunan bayrağı çekmesidir. İnzibat subayı Sırrı Bey, bayrağı sözlü uyarıyla indirtmeyi başaramayınca,çağırdığı Topal Osman geldi ve bayrağı indirip marangozu da öldürdü.

Bu olay sayesinde Topal Osman, yerel eşraf, hükümet yetkilileri ve Rumlar'a gözdağı vermeyi başararak, bölgede dikkate alınması gereken birisi olduğu kanıtladı.

19 Mayıs 1919'da Osmanlı Devleti'nin 9. Ordu müfettişi olarak Samsun'a gelen Mustafa Kemal’in görevlerinden birisi, Topal Osman'ı ve çetesini yakalayıp etkisiz hale getirmekti.

İttihatçıların gizli örgütü Teşkilat-ı Mahsusa’nın son başkanı Hüsamettin Ertürk anılarında, Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da, 9. Ordu Müfettişi sıfatıyla Samsun’a gelir gelmez 29 mayıs 1919 da Havza’da Osman Ağa ile görüştüğünü anlatır. Hâlbuki bu sırada Topal Osman İstanbul Divan-ı Harbi tarafından Ermeni katliamlarına katılmaktan aranmaktadır.

Mustafa Kemal , onu hareketlerinde serbest bıraktı ve bu gizli buluşmadan sonra Topal Osman Ağa, ondan aldığı emirler doğrultusunda hareket etmeye başladı.

Mustafa Kemal, Havza’dan sadârete gönderdiği 5 Haziran 1919 tarihli raporunda,”Tehcirden dolayı kaçak durumunda bulunan Topal Osman Ağa’nın çetesinin önemli olduğunu, bundan dolayı Giresun ve doğusunda asayişsiz bir hareketin görülmediğini yazdı.

Bu arada Şebinkarahisar’a çekilen Topal Osman teslim olup silâhlarını bırakması şartıyla affedileceği yolundaki teklifleri reddetti; milletin selâmeti için âdilâne bir barış yapılıncaya kadar silâh bırakmayacağını bildirdi.

Trabzon valisine Topal Osman’ı ölü veya diri ele geçirme görevi verilince takibine bir nizâmiye taburu ile bir süvari bölüğü gönderildi.

 Giresunlular ise artan Pontus tehlikesine karşı Şebinkarahisar’a adam yollayıp Topal Osman’dan yardım talebinde bulundu.

Topal Osman, Sivas, Tokat ve Şebinkarahisar Rum metropolitlerine baskı yaparak Patrikhâneye ve İstanbul hükümetine tehcirle ilgisinin olmadığına, 

affedilmesinin gerektiğine, hakkında şikâyetlerinin bulunmadığına dair bir mektup yazdırdı. 30 Haziran 1919’da Şebinkarahisar mutasarrıfı aracılığıyla af diledi.

 Sivas Valisi Reşit Bey vasıtasıyla 7 Temmuz’da Meclis-i Vükelâ, Topal Osman ve 168 arkadaşını şahsî hukuk saklı kalmak şartıyla affetti. Topal Osman’ın aftan sonra Şebinkarahisar’dan Giresun’a dönmesi Rumlar’ın faaliyetlerine büyük darbe vurdu.

 8 Temmuz 1919’da Osman Ağa hakkındaki tutuklama kararı Padişah Vahdettin tarafından kaldırılır. Topal Osman, Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti’nin Giresun Şube Başkanı oldu.

23 Temmuz 1919’da toplanan Erzurum Kongresi’ne Giresun’u temsilen katılan Ali Naci (Duyduk) ile İbrâhim Hamdi (Elgen) Beylerin kongrede Mustafa Kemal’e  muhalif tutumlarını duyan Topal Osman bu iki delegeyi kongreden sonra Giresun’dan uzaklaştırdı. Mustafa Kemal’e muhalefet edenleri sindirme görevini başarı ile yaptı.

Hakkındaki şikâyetler de giderek artıyordu. Hatta onu ortadan kaldırmaya yönelik bazı teşebbüslere girişildi. Kaymakam Bâdi Bey’i suikast düzenleyicisi olarak yakalayıp Trabzon’a götürdü. Giresun’da Rumlar arasında çıkan ihtilâfları da onun teşvik ettiği kanaati hâkimdi. 1920 Şubatında İngiliz ve Fransız askerî temsilcileri, Giresun Rumları arasında meydana gelen bir olaya Topal Osman’ın karıştığını bahane edip Trabzon vali vekiline baskı yaptı.         

Bu arada Topal Osman, Millî Mücadele’nin propagandasını yapmak için 17 Şubat 1920’de Gedikkaya adlı haftalık bir gazete çıkarmaya başladı; başyazarı da kendisiydi. Gedikkaya yirmi altı sayı devam edebildi. 28 Mart 1920’de incelemelerde bulunmak amacıyla Karadeniz bölgesine gelen Amerikan heyetini belediye reisi ve Müdâfaa-i Hukuk reisi sıfatıyla ağırlayan Topal Osman, Mustafa Kemal’in Rumlar’ın katliamını değil aksine korunmasını emrettiğini belirtti.

Büyük Millet Meclisi hükümetinin kurulmasının ardından Mustafa Kemal’e bir telgraf çekerek kayıtsız şartsız millî hükümetin hizmetine girdiğini bildirdi. Bunun üzerine Ankara’dan Trabzon’daki 3. Fırka komutanı Rüşdü Bey’e, Rize müfrezesiyle Giresun’daki Topal Osman müfrezesinin yola çıkarılması emredildi. Kâzım Karabekir Paşa ise Giresun ve yöresindeki Rum tehlikesinden dolayı Topal Osman’ın Giresun’dan ayrılmasını uygun 

görmüyordu. Onun bu isteği Erkân-ı Harbiyye-i Umumiyye Reisi İsmet Bey tarafından da uygun karşılandı.

Hükümet daha sonra Topal Osman müfrezesinin doğuda kullanılmasını istediğinde, Kâzım Karabekir Paşa, Ermeni harekâtında bu kuvveti Kars’a çağırdı.

Topal Osman’ın şahsen katılmadığı bu harekâtta müfrezesi doğu cephesindeki savaşlara yetişemedi. Bu sırada Topal Osman 15 kişilik gönüllü müfrezesiyle 29 Ekim 1920’de İnebolu’ya geldi, 8 Kasım’da Kastamonu’ya geçerek iki gün kaldı ve ardından Ankara’ya gitti ve Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal ile görüştü.

Dönemin tanıklarından Hasan İzzettin Dinamo’ya göre; Mustafa Kemal “Pontus belasından kurtulmayı Topal Osman’ın tecrübeli ellerine” bırakmıştır. Topal Osman da “Siz hiç merak etmeyin Paşam. Bu Pontus Rumlarına öyle bir tütsü vereceğim ki, hepsi mağaralarda eşekarısı gibi boğulacak” demiştir.

Falih Rıfkı’ya göre, Topal Osman basılan her Türk evine karşı üç Rum evini basmak, mezarını kendine kazdırıp diri diri adam gömmek, vapur kazanlarında kömür yerine canlı adam yakmak gibi zulüm ve işkenceleri ile bölgeyi Rumlardan tamamen temizler.

Ancak Topal Osman’ın bu “milli” gayretleri, sadece gayr-ı müslimleri değil, bölgenin Müslüman/Türk eşrafını da mağdur eder. Örneğin 3. Fırka Komutanı Rüştü Bey, 1920 yılının ağustos ayında TBMM’ye gönderdiği mektupta, Osman Ağa’nın eşkıyalığından, taşkınlığından şikâyet eder. Mustafa Kemal’den Topal Osman’a gelen cevabi telgrafta adeta “şikâyetlere kulak asma, devam et” denmektedir.

Topal Osman, Mustafa Kemal’in daveti üzerine 12 Kasım 1920'de yakın adamları ile birlikte Ankara'ya gelir. Başta Mustafa Kemal  olmak üzere Çankaya'yı ve TBMM’ni korumakla görevlendirilir. Komutanlığını üstlendiği muhafız birliğine meclise silah ve mühimmatlarıyla birlikte girme ve oturumları dinleme ayrıcalığı verilir.

Tamamı Giresunlular'dan oluşan 10 kişilik birliğin sayısı zamanla 250’ye kadar yükselir. Bu birliğe Giresun Gönüllü Maiyet Müfrezesi adı verilmiştir.

12 Kasım’da Mustafa Kemal’in  arzusu üzerine Giresun Gönüllü Maiyet Müfrezesi teşkil edilince, Giresun’a dönen Topal Osman, askerlik şubesi başkanı Tirebolu’lu Hüseyin Avni (Alparslan) ve jandarma komutanı Hamdi Bey’lerin desteğiyle başta Giresun olmak üzere Tirebolu, Rize ve Ordu’dan toplanan gençlerle Giresun Gönüllü Taburu’nu kurdu. Bu tabur 1920 Eylülünde cepheye gitmek için Trabzon’a geldi. Topal Osman, Giresun Gönüllü Alayı yanında 1921 başlarında Ankara’dan aldığı emir gereği Hüseyin Avni Bey’in başında bulunduğu Giresun Nizâmiye Alayı’nın (42. Alay) kuruluşuyla da uğraştı. Böylece Giresun 42 ve 47. alaylarıyla Millî Mücadele içindeki yerini aldı.

1921 yılının 28 Ocak gecesi , Kazım Karabekir’in son derece mahir manevrası sonucu, Rusya’dan ülkeye dönüş yapmaya kalkan, TKP üyesi Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının hançerlenerek Karadeniz’in karanlık sulara atılmasının sorumlusu balıkçı kahyası Yahya ve adamları da aslında Topal Osman’ın yoldaşlarıdır. Kayıkçı Yahya daha sonra Mustafa Kemal’in emri ile öldürülmüştür. Bu olay da aydınlatılmayı beklemektedir.

Mart 1921’de patlak veren Koçgiri Kürt isyanını bastırmak üzere bölgeye gönderilen Sakallı Nurettin Paşa komutasındaki orduya katılan Topal Osman’ın 47. Alayı öyle zalimane yöntemlere başvurur ki, Meclis’te büyük tartışmalar yaşanır. Topal Osman sadece isyancı Kürtleri değil, Suşehri, Koyulhisar, Reşadiye, Niksar ve Erbaa’daki Ermeni ve Rumları da öteki dünyaya göndermiştir.

Koçgiri’den Sakarya Meydan Savaşı’na katılmak üzere yola çıktığında, son bir hamle daha yapar ve Merzifon’un Rum ve Ermeni ahalisini katleder.

Bu sırada Topal Osman sayesinde Giresun’da hiçbir faaliyet yapamayan Pontusçular’ın yeni merkezi İtilâf devletlerinin gözetimindeki Samsun olur. Burada da asayiş ve huzuru sağlamak üzere Topal Osman komutasındaki Giresun Gönüllü Alayı’ndan faydalanılır.

Topal Osman’ın Alayı 16 Nisan 1921’de Ümit vapuru ile Samsun’a intikal etti, orada 15. Tümen deposunda yeniden silâhlandırıldı ve Ankara’dan gelen kuvvetlerle takviye edilir.

Karargâhını şehrin içindeki Mıntıka Palas Oteli’ne kuran Topal Osman, Samsun’da asayişin sağlanmasında rol oynar. Ancak bu faaliyetleri sırasında uygun olmayan çok sert davranışlarda bulunduğu gerekçesiyle hakkında şikâyetler yapıldı.

Bu sefer Lazistan (Rize) Mebusu Osman Bey Mustafa Kemal’e bir telgraf gönderir. “Bu cahil adamın şimdiye kadar Giresun’da yapmadığı rezalet kalmadı. Rumlardan ve ahaliden aldığı yüz binlerce liranın hesabını kimse soramıyor. Şimdi eşkıyalığını Trabzon Limanı içinde yapmaya başlıyor ki ,bu halin devamı pek çok çirkin olaya sebebiyet verecektir.” Ancak, bu mektup da işe yaramaz.

Aynı tarihlerde hazırlanan resmî bir raporda ise, daha vahim bir iddia vardır: Topal Osman, Samsun havalisinde 900 kişiyi bir mağaraya koyup öldürmüştür. Ama Topal Osman’ın işlediği suçlar, hakkında adeta bir referans mektubu işlevi görür.Ankara’ya dönerken  yolda da boş durmaz, Çorum-Alaca civarında evlere tecavüz eder, bazı hayvan ve malları gasp eder.

Giresun Reji Müdürü Nakiyüddün Efendi, 15 Ocak 1922'de Mustafa Kemal’e  yazdığı mektupta, Balkan Savaşları’nda bir ayağını din ve millet uğruna feda ettiğini ileri süren Topal Osman'ın, I. Dünya Savaşı sırasında Ayvasıl köyü ihtiyar heyetinden elde ettiği sahte mazbatayla askerlikten atılmış Yüzbaşı Niyazi Efendi ile birlikte ordudan aldığı buğdayları Panço adlı bir Rum ile birlikte 100 bin liralık sahte bir mazbata ile Giresun Nokta Kumandanlığı'na satarak halk ve devleti dolandırdığını, Rum ve Müslümanlar'ın arazilerini kendi ve akrabaları arasında pay ettiğini, belediye reisi iken Müdafâ-î Hukuk Riyaseti'ni de ele geçirerek kendi menfaatlerini korumak için millî mücadeleye katıldığını, Koçgiri'den ganimet olarak 60 bin lira değerindeki sığır ve koyunu gasp ederek Giresun'a getirdiğini, başkasının kente kasaplık hayvan sokmasını da engelleyerek fahiş fiyattan para kazandığını, kardeşiyle birlikte hükümetin kentte banka kurmasını engellediğini, 30 bin liraya mal olan bir kereste fabrikasını 1500 altına aldığı gibi çeşitli kötülüklerini anlattı..Bu şikayetler de Mustafa Kemal tarafından tebessümle karşılandı.

Sakarya savaşında Yûsuf İzzet Paşa grubunda 47. Alay komutanı olan Topal Osman, 25 Ağustos’taki Mangaltepe taarruzuna katıldı. 15 Eylül’e kadar bütün muharebelerde bulundu.Topal Osman ideolojik önderi, Tirebolulu Binbaşı Hüseyin Avni Bey’le birlikte  savaştığı Sakarya’dan sağ salim       Giresun’a geri döndü.

Bugün çok yaygın olan ve Topal Osman’ın cepheye 6000 kişilik Giresun gönüllüsü ile gittiği, bunların 5500’ünün şehit olduğu efsanesine gelince: Falih Rıfkı ve Alptekin Müderrisoğlu gibi ciddi kaynaklara göre, Sakarya Meydan Savaşı’nın tüm şehit sayısı 3282’dir. Yani Topal Osman hayranlarının verdikleri rakamlar hayalidir.

Topal Osman, Sakarya Savaşı’ndan sonra mevcudu takviye edilen 47. Alay’ın komutanı olarak Büyük Taarruza katıldı. Zaferden sonra kendisine (Kaymakamlık) YARBAY rütbesi verildi ve İstiklal Madalyası ile onurlandırıldı. 21 Aralık 1922’de döndüğü memleketi Giresun’da büyük bir coşku ile karşılandı. Bir süre belediye işleriyle ilgilendi ve ardından Mustafa Kemal’in emriyle tekrar Ankara’ya gitti.

Burada Muhafız Taburu Komutanlığı görevi yaptı. Büyük Millet Meclisi’nde muhalif gruplar arasındaki çekişmeler onu da etkilemeye başladı. Muhalefetin önde gelen isimlerinden Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey’in ansızın ortadan kaybolması büyük bir karışıklığa yol açtı.

Bütün aramalara rağmen Ali Şükrü Bey’in  nerede olduğu hakkında herhangi bir sonuç alınamadı.Son olarak 26/27 mart akşamı, Karaoğlan Çarşısı’ndaki Kuyulu Kahve’de dostlarıyla sohbet edip ve nargile içtikten sonra Mustafa Kemal’in muhafızlığını yapan Topal Osman’ın adamlarından Mustafa Kaptan’la kol kola yürürken görülmüştü.

Yapılan soruşturma ve araştırmalar sonucunda yakalanan Topal Osman’ın yardımcısı Mustafa Kaptan’ın itiraf ettiğine göre, Mustafa Kaptan tarafından, yemek bahanesiyle Topal Osman’ın Saman Pazarı’ndaki evine götürülen Ali Şükrü Bey, burada Topal Osman ve sekiz adamı tarafından kementle boğulmuştur. Mustafa Kaptan cesedin nereye gömüldüğünü söylemedi.

1 Nisan günü bir çobanın ihbarıyla Ali Şükrü Bey’in ölüsü Ankara civarındaki Mühye (Mehye) Köyü civarında şu andaki Çankaya Köşkü civarında gömülü olarak bulunur. Ölünün vücudundaki izlerden anlaşıldığına göre Ali Şükrü Bey 

son nefesine kadar direnmiştir. Öyle ki sıkılmış yumruğunun arasında Topal Osman’ın evindeki sandalyeden kopardığı bir parça bulunmaktadır.

Topal Osman’ın kendisine Mustafa Kemal tarafından verilen Papazın Bağı denen yerdeki evde saklandığı öğrenildi.

Topal Osman’ın nasıl teslim alınması gerektiğine dair harekât planını bizzat Mustafa Kemal hazırlar.

Rauf Bey’in anlattığına göre, önce Muhafız Taburu Kumandanı İsmail Hakkı (Tekçe) çağrılmış, Mustafa Kemal bizzat sarmalama harekâtının krokisini hazırlamış, ardından eşi Latife Hanım’la birlikte Çankaya Köşkü’nden ayrılıp, Rauf Bey’in İstasyon’daki dairesine çekilmiştir.

Latife Hanım’ın kızkardeşi Vecihi İlmen’e göre ise Topal Osman ve adamları Çankaya Köşkü’nü sarıp da silah atmaya başlayınca, Mustafa Kemal çarşafa bürünüp Latife Hanım’la birlikte köşkten gizlice çıkmıştır.

Hangi anlatım doğrudur bilinmez ama, alınan tedbir yerindedir. Çünkü Topal Osman Ağa teslim olmayı kabul etmediği gibi Çankaya Köşkü’ne gidip öfke ile her yeri kırıp dökecektir.

Resmî tarihe göre ise, Ali Şükrü Bey’in cesedinin bulunmasından sonra, Topal Osman Papazın Bağı’nda kıstırılmış, 1923   yılının 1 Nisan’ını Nisan’a bağlayan gece sabaha kadar süren çatışmada yaralı olarak ele geçirilmiş, hastaneye götürülürken yolda  ölmüştür.

Görgü tanıklarına göre, halk Çankaya'dan Ulus'a kadar cesedini sürüklediği Topal Osman'ın.başını kopardı.Topal Osman kesik başıyla  alelacele gömülmüştür.

Meclis Ali Şükrü Bey’in katilinin yakalanarak Ulus Meydanı’nda idam edilmesi kararını oybirliği ile aldığı için, Topal Osman’ın başsız cesedi mezardan çıkarılmış, Meclis’in kapısında, ayağından darağacına asılmıştır. Üç saat kadar asılı kalan ceset ailesinin isteğiyle İstanbul üzerinden Giresun’a götürüldü ve Giresun Kalesi’nde Kurban Dede’nin mezarının yanına defnedildi.

Gerçekleştirmek istediği hac ziyaretini yapamadan öldüğü için, kendisine bedel, silah arkadaşı Kurtoğlu Hacı Hafız Mustafa hacca gönderilmiş; böylece “Hacı Osman Ağa” sıfatını almıştır.

İlginçtir, hemen her konuda bir şeyler söyleyen Mustafa Kemal, bu konuda suskunluğunu korumuş, Topal Osman’dan “suçlu” diye değil “zanlı” diye bahsetmiştir.

İyi bir eğitim almamış olmasına rağmen vatanperver kişiliği, Millî Mücadele’ye katkılarıyla dikkat çeken Topal Osman, Pontus hareketinin engellenmesinde önemli rol oynamıştır. Ali Şükrü olayı ise onun Mustafa Kemal’e gözü kapalı bağlılığının bir sonucudur. .

Bazı tarihçilere göre, Topal Osman, Ali Şükrü Bey’in Mustafa Kemal’i sürekli üzmesine tahammül edememiş, durumdan vazife çıkarmış ve Ali Şükrü Bey’i şehid etmiştir.

Mustafa Kemal’in sıkı muhalifi Rıza Nur “Hayat ve Hatıralar” isimli kitabında olayın arka planını şöyle anlatır:

Osman Ağa Beni severdi, bana itimadı vardı. Ben de onu severdim. Meclis’in önünden geçerken dedi ki: ‘Yahu Mecliste birçok vatan haini mebus varmış, bunlar memleketi satıyorlarmış. Niye bana söylemiyorsun? Meclisi basıp hepsini keseceğim. Başka çare yok, bu kadar emek, bu kadar kan. Memleketi kurtardık, şimdi bunlar çıktı.’.

Dedim ki bu hainleri sana kim haber verdi?

Dedi ki ‘Orasını sorma’

Hayır, illa söyle dedim ve zorladım.

Dedi ki ‘Gazi söyledi’

“İş anlaşıldı. Mustafa Kemal İkinci Gruptan kurtulmaktan için bunları Topal Osman’a katlettirecek.” diye düşündüm.  

Rıza Nur’un anlatımına göre etrafları sarılan Topal Osman ve sekiz adamı mukavemet etmeden Muhafız Alayı Kumandanı İsmail Hakkı Bey’e teslim olmuşlar, İsmail Hakkı Bey bu dokuz kişiyi tabanca ile öldürmüştür.

Dönemin önemli komutanlarından Ali Fuat Cebesoy Siyasi Hatıralar adlı eserinde Mustafa Kemal’in Topal Osman’ın aşağılayıcı bir şekilde öldürülmesi sırasında sessiz kalışını imalı biçimde anlatarak;

“Topal Osman ve çetesi şehirde nizam ve intizamı, hem de nizamiye askeri kışlasında askerî disiplini bozacak tavırlar takınmaya başlamıştı. Elbette bu anormal durum devam edemezdi. Galiba ‘bir taşla iki kuş vurulsun’ diye Ali Şükrü Bey’in vücudunun ortadan kaldırılması Topal Osman’a havale edildi” diye yazar.

Mustafa Kemal’e ömrü boyunca sadık kalmış olan Falih Rıfkı Atay, Çankaya adlı kitabında, “Topal Osman da en sonunda nizami ordunun kıta kumandanlarından İsmail Hakkı Tekçe tarafından ve Mustafa Kemal’in emriyle Çankaya sırtlarında vurulmuştur” diye yazar.

Ali Şükrü Bey cinayetinin arkasında kimlerin olduğu sorusu o günlerde de, daha sonra da çok kişiyi meşgul etmiştir. Mustafa Kemal’in neden İstasyon’daki eve geçtiği, Topal Osman’ın neden Çankaya Köşkü’nü talan ettiği, yaralı halde yakalandığı halde neden ifadesi alınmadan kafasının hemen kesilip gömüldüğü, konuşmasına izin verilseydi kimi ele verecekti gibi konular hala tartışılmaktadır.

Tarihte, bu kadar yakın bir zamanda cereyan etmiş olan bir cinayet hakkında, bu kadar farklı bilgilerin aktarılmış olması ilginçtir. Bu bilgi kirliliğin özel olarak yaratılıp yaratılmadığının de ayrıca incelenmesini gereklidir.

Ali Şükrü Bey’i şehadet makamına ulaştıran bu kirli cinayetin değişmeyen gerçeği Ali Şükrü Bey’i Topal Osman Ağa’nın öldürtmüş olduğunun resmen kabul edilmiş olmasıdır.Bir başka gerçek ise “katilin de çatışmada katl edilmiş” olmasıdır. Böylece ifadesi alınamadan öldürülen Topal Osman Ağa hayatındaki birçok sırrı beraberinde götürdüğü gibi, bu cinayetin perde arkasındaki sırrı da beraberinde mezarına götürmüştür

FİKİR VE DAVA ADAMI TARİHÇİ KADİR MISIROĞLU;

Evet, Topal Osman bir milli kahramandır. Sadece Pontus/Rum çetelerine karşı değil, Yunan ve Ermeni çetelerine karşı da savaşmış, Koçgiri ayaklanmasını bastırmış, Mustafa Kemal Atatürk'ün Muhafiz Alayı Komutanlığını yapmıştır.

Topal Osman Ağa hem milli bir kahramandır, hem de Ali Şükrü Bey'in katilidir.

Bu işi kim emretti, 'İngiliz casusu' diyerek, Topal Osman'ı kim kandırdı? Bu halk Çankaya'dan Ulus'a kadar sürükledi Topal Osman'ı. Başını halk kopardı. Bugün Ulus'ta Mustafa Kemal'in heykelinin olduğu yerde başsız cesedi ayağından asıldı.

Ali Şükrü Bey muhalifti. Dindar, muhafazakar, tarih şuuru olan bir adamdı. Hilafete, saltanata, Osmanlı'ya, İslâm'a bağlıydı. Olayın önemi bu.Topal Osman’ın Ali Şükrü Bey’i şehid etmesiyle, bir taşla iki kuş Nuran Mustafa Kemal, hakim-i mutlak olmak için çok önceden yaptığı planları hayata geçirdi.Memleketin tek seçicisi, tek hakimi oldu.”

1925’te bizzat Mustafa Kemal’in emri ile Topal Osman’ın naşı Giresun Kalesi’nde ilk gömüldüğü yerden alınıp, yine kale içindeki bugünkü anıt mezara nakledilir.

Bu nakil olayı, Giresunluların, “Topal Osman’ın ölümüyle Mustafa Kemal’in ilgisinin olmadığına” yürekten inanmalarını sağlamıştır. Bu 

tarihten sonra Trabzonlular Ali Şükrü Bey’i “demokrasi şehidi” olarak yüceltirken, Giresunlular da Osman Ağa’yı adeta kutsal bir figüre dönüştürmüşlerdir

1981’de Giresun mülki yöneticileri kendisini kahraman ilan etmek için Türk Tarih Kurumu’ndan görüş alırlar ama gelen cevap olumsuzdur. 1983’de Kenan Evren şehri ziyareti sırasında Topal Osman’dan övgüyle söz eder.

1987’de yerel yöneticiler 2 Nisan’larda Topal Osman’ı anmaya başlarlar.Tuğgeneral Veli Küçük, Giresun'da jandarma bölge komutanlığı yaptığı sırada, Topal Osman Ağa'nın hayatından çok etkilendiği için adına bir heykel yaptırmaya karar vermiş. İstanbul'da yaptırdığı heykel, 2001 yılında dikilmesi için Giresun'a gönderilir ama dönemin belediye başkanı Mehmet Işık'ın talimatıyla, depoya kaldırılır.

2008'de Topal Osman'ın heykelinin, Giresun Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanı Ali Kara'nın evinin önüne dikildiği söylenir.

Heykel konusunda mülki idare, İçişleri ve Genelkurmay arasında bir dizi yazışma yapıldığı haberleri basına sızınca  Giresun kalesindeki anıt mezarın eski Türkçe yazılı kitabesi üzerindeki metinde Topal Osman’ın “Pontusçuların imhasındaki hizmetlerini” öven cümleleri “milli güvenlik siyaseti” açısından sakıncalı bulunur ve yerine “milli güvenlik siyasetine uygun” Latin harfli yeni plaket konulur.

Giresunlu Topal Osman hayranları bu çelişkili ve tutarsız davranışlara sinirlenip celallenmektedirler.

Bu arada 2013 yılında hakkında “ATATÜRK’ÜN FEDAİSİ TOPAL OSMAN” adıyla bir film çekildiğini, filmin beklenen ilgiyi görmediğini de belirtmek gerekir.

SÖZ SAVUNMANIN

Oyuncu Engin Altan Düzyatan ile Prof. Dr. Tufan Gündüz'ün TRT 1'de ortaklaşa hazırladığı 3'te 3 Tarih adlı yarışma programında, Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’in katili olarak Topal Osman Ağa’yı  gösteren soruya, Giresun sivil toplum örgütleri ve kanaat önderleri  sert bir şekilde tepki göstererek ateş püskürdü. Sosyal medya hesaplarından TRT’yi yaylım ateşine tutan Giresunlular özür dilenmesini istedi.

Bulancak Dernekler Federasyonu, Görele Dernekleri Federasyonu, Giresun Federasyonu,Yağlıdereliler Derneği, İstanbul Bayrampaşa Giresunlular Derneği, İstanbul Şebinkarahisarlılar Vakfı, Giresun Gazeteciler Cemiyeti ,CHP Giresun Milletvekili Necati Tığlı ayrı ayrı yaptıkları açıklamalarla olayı kınadılar ve özetle şunları savundular;

Türkiye Cumhuriyetinin milli kurtuluş kahramanlarından Milis Yarbay ,Feridunoğlu Gazi Topal Osman Ağamızı tarihi gerçekleri inkar ederek, Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in katili olarak yansıtan programı, sunucusunu, yapımcısını ve tüm TRT Yönetimini kınıyoruz.

Osman Ağa’nın bu şekilde gündeme getirilmesi ve rencide edilmesi açıkçası içimizi acıtmıştır.TRT bu hatayı düzeltmeli, Giresunlulardan özür dilemelidir.

Tarihi şahsiyet ve kişiliklerin müessif olaylarla anılmak yerine, gelecek nesillere bıraktıkları eseler ile hatırlatılması gerektiğini düşünüyoruz. Ali Şükrü Bey’in Topal Osman tarafından bizzat katledildiği iddiasına katılmıyoruz. Ali Şükrü beyi bir şehid-i muazzez olarak görüyoruz.

Gazi Mustafa Kemal’in Muhafız Kıtası Komutanı, Milli Mücadele Kahramanı Milis Yarbay Osman Ağa kırmızı çizgimizdir.Topal Osman Ağa “Vatanın ha ekmeğini yemişim ha uğruna kurşunu” diyerek yola çıkmış milli kahramandır. Vatan için can alınır, can verilir. Osman Ağa devlet için can alıp can vermiş bir kahramandır.

100 yıldır kafamızı kurcalayan soruların cevaplarının tarihçiler tarafından objektif şekilde araştırılıp net şekilde ortaya konulmasını ve herkesin gerçekleri öğrenmesinin sağlanması gerektiğini düşünüyoruz.

Bu vesile ile Osman Ağa, Ali Şükrü Bey ve Büyük Komutan Hüseyin Avni Alparslan ile 42. ve 47. Giresun Gönüllü Alayları mensuplarına, tüm milli mücadele kahramanlarına Allah'tan rahmet diliyoruz.

Milletimiz ve Devletlerimiz için emek veren, kurşun atan ya da kurşun yiyen tüm şehit ve gazilerimize, halen vatan savunmasında olan tüm kahramanlarımıza minnet ve şükranlarımızı sunuyoruz.

Topal Osman’ı sevenler aşağıdaki  soruları sıkça sorarak, olayın  failleri konusunda   başka bir odağı işaret etmektedirler.

1-Teslim olan Osman Ağa'yı oracıkta kim kasığından vurarak yaraladı? Osman Ağa'nın teslim olduktan sonra kimden emir alınmış ve önce yaralanıp sonra öldürülerek susturulmuştur?                    

2- Ardından kim kurşun sıkarak öldürmüş ve mahkeme edilmesi engellenmiştir?

3-Daha sonra kim ya da kimler, ölmüş,kafası koparılmış  bir adamı ayaklarından meclise yakışmayacak  bir tavırla meclisin önünde astırdı?                                                                           

4- Güvenlik kuvvetlerince yakalanan bir katil zanlısı neden öldürülür?  Konuşması halinde kimler zarar görecekti?

5-Osman Ağa'nın evi olan olay yeri incelemesine ilişkin rapor/tutanak  neden yoktur.?                      

6-Ali Şükrü Bey'in cesedinin bulunmasından sonra yazılan tutanaktaki bilgilerle Osman Ağa'nın "öldürdüğü yer" diye gösterdikleri evdeki delillerin birbirini tutmaması ve diğer çelişkiler nasıl açıklanacaktır?                                                                                                                     

7-Bu olayların başrol oyuncusu İsmail Hakkı Tekçe  27 Giresun gönüllüsünün vur emrini vermiş ve hepsi  oracıkta öldürülmüşlerdir.Sağ kalan 80 civarında   Giresun Gönüllüsünü  sıraya dizip  öldürülmeleri  için karşılarına  iki makineli tüfek dikildiği sırada kimden emir gelmesiyle katliamdan vazgeçilmiştir?                                                

8- Olayın başrol oyuncusu İsmail Hakkı Tekçe’ye  emirleri kim vermişse katil de odur.

ASILSIZ HABER VE YALANLARLA  PROVAKE EDİLEREK DOLDURUŞA GETİRİLDİĞİ İDDİA EDİLEN  TOPAL OSMAN AĞA’YA, ALİ  ŞÜKRÜ BEY CİNAYETİ NEDENİYLE   KATİL DAMGASI VURULMASINI HAKSIZLIK OLARAK GÖRENLER OLABİLİR.

DİYELİM Kİ, TOPAL OSMAN AĞA’YA  BU OLAY NEDENİYLE HAKSIZLIK YAPILMAKTADIR.

BU CİNAYET SADECE BİR YİĞİDİN KATLEDİLMESİ DEĞİLDİR.

ALİ ŞÜKRÜ BEY ŞEHİD EDİLEREK, ÜLKEMİZİN GELECEĞİNE TAMİRİ MÜMKÜN OLAYACAK ŞEKİLDE MÜDAHALE EDİLMİŞTİR.

Twitter: @dromeraydin

03.04.2020 12:23

 

Rauf Bey (Orbay), “Şükrü, yeter. Artık yeter söz alma.”

Ali Şükrü Bey: “Râuf, Ben bu işin fedaisiyim, anladın mı?” 
diye cevap vererek kürsüye yürüdü.

“Mehmetçiğin süngüsü ile kazanılan muazzam zaferi, Lozan’da hebâ ettiniz. Misakı Milli’yi parçaladınız. Musul meselesinin bir yıl sonraya ertelenmesi, Mısır ve Girit gibi kaybedilmesi anlamına gelecektir, Ege adalarının Yunanistan’a bırakılması halinde Anadolu denizden savunulamaz duruma gelecektir. Ülkenin kaderi İsmet Paşa liderliğindeki Lozan Heyeti’ne emanet edilemez, Vatanı Lord Curzon’un oyunlarına kurban edemezsiniz.”

Bu konuşmanın adından söz alan M. Kemal’in Lozan heyetini savunmasını müteakip Ali şükrü Bey’in, tekrar söz isteyerek, ‘Benim de söyleyeceklerim var’ demesi üzerine, M. Kemal hiddetli bir tavırla, kürsüden inerek, elleri cebinde, hızlı adımlarla Ali Şükrü Bey’in üzerine yürüdü ve Ali Şükrü Bey maksadını anlatmak isterken, M. Kemal tabancasını çekti. Ali Şükrü Bey de silahına sarıldı. Araya girenler tarafından olay güçlükle bastırıldı.

Meclis’te o dönemde zabıt kâtipliği yapan rahmetli Mahir İz, “Yılların İzi” isimli kitabında, Meclis Zabıt Müdürü Zeki Bey’in kulağına eğilerek, “Ali Şükrü Bey bu gece idam fetvasını kendi elleriyle imzaladı” diye fısıldadığını yazar.

Öyle de oldu; Bu oturumdan yirmi gün kadar sonra, Ali Şükrü Bey 27 Mart 1923 Salı akşamı aniden ortadan kayboldu.

ALİ ŞÜKRÜ BEY KİMDİR?

Milli Mücadelenin VATAN MİLLET İSLAM ÜLKÜSÜ çerçevesinde şekillenmesi gerektiğine inanmış, Emperyalizme karşı bağımsız duruşuyla öne çıkmış, Millî Egemenlik ve hukukun üstünlüğü ilkesini benimsemiş, doğruluğuna inandığı fikirleri sonuna kadar savunmuş ve bu uğurda şehid olmayı göze almış bir dava adamı olan Ali Şükrü Bey 1884 yılında, babasının memleketi Trabzon Beşikdüzü’nde doğdu.

 Babası çeşitli yerlerde liman reisliği yapan, Bahriye Kolağası rütbesinde iken emekli olduktan sonra Kasımpaşa’ya yerleşen Reisoğlu Hacı Hâfız Ahmed Efendi’dir.

İlk öğrenimini tamamladıktan sonra 1898’de babası tarafından Heybeliada’daki Mekteb-i Fünûn-ı Bahriyye-i Şâhâne’ye kaydedildi. 1902’de harbiye sınıfına geçti, 1904’te teğmen rütbesiyle donanmaya katıldı. Başarılı eğitim hayatı sebebiyle kurmay sınıfına ayrıldı. Heybetnümâ okul gemisinde güverte mühendisliği eğitimi aldı. Çeşitli gemilerde seyir subaylığı ve ikinci süvari olarak çalıştı.     

29 Ekim 1905’te kurmay üsteğmen rütbesiyle Mesudiye zırhlısı seyir subay yardımcılığına tayin edildi. Ardından Bahriye Erkân-Harb Reisliği’nde görevlendirildi. 27 Nisan 1901’de yüzbaşı oldu; Sultâniye ve Orhâniye gemileri, Yarhisar torpidosu ve Nevşehir gambotunda seyir subaylığı yaptı.

Ali Şükrü Bey, öğrencilik yıllarından itibaren Osmanlı Devleti’nin çöküş sebeplerinden biri olarak donanmanın zayıflığını görmüş ve bazı arkadaşlarıyla birlikte bu eksikliğin giderilmesi gerektiğine inanmıştı.

  1. Meşrutiyet döneminde donanmanın güçlendirilmesi amacıyla 19 Temmuz 1909’da kurulan Donanma-yı Osmânî Muâvenet-i Milliyye Cemiyeti’nin kuruluş çalışmalarında yer aldı. Henüz yüzbaşı rütbesinde iken, Erkân-ı Harbiye bahriye reisi Râsim Paşa ile birlikte cemiyetin yönetim kuruluna girdi. Burada Bahriye Nâzırı Cemal Paşa ve Dâhiliye Nâzırı Talat Bey ile birlikte çalışma imkânı buldu. Cemiyetin yönetim kurulunda en aktif üyelerden biri oldu. 

Donanma Mecmuası’nın yayımlanmasına önemli katkısının yanı sıra, ülke düzeyinde gerçekleştirilen irşad ve yardım kampanyalarında görev aldı.

Toplanan yardımlarla satın alınacak gemi ve askerî mühimmat işlemlerinde donanma adına askerî uzman sıfatıyla görevlendirildi.

1911 Mayısında Reşid Paşa, Midhat Paşa ve Giresun gemilerini İngiltere’den, 1914’te Çanakkale cephesinde kullanılan mayınları Almanya’dan ve 11 Haziran 1918’de Romanya’dan gemi teslim alarak donanmaya kazandırdı. İngiltere’de bulunduğu sırada deniz hukukuna dair Zibel’den özel dersler aldı.

İtalya’nın Osmanlılar aleyhindeki iddialarına Liverpool Times gazetesinde yazdığı makalelerle cevap vererek kamuoyunu aydınlatmaya çalıştı.

Genç yaşından itibaren düşünce ve yayın hayatının içinde yer alan Ali Şükrü, İstanbul’da kendi adıyla anılan bir matbaa kurdu. İlk yayını kurmay teğmenliği sırasında 1909’da yayımladığı Pusula Hatası ve Tashihi adlı eserdir. Ali Şükrü Bey, bir düşünce adamı olmasının yanı sıra, aynı zamanda bir eylem adamı olarak Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra siyasetle ilgilenmeye başladı.

Binbaşı rütbesinde iken aktif siyaset ve fikir hayatına katılmak amacıyla ordudan ayrılan Ali Şükrü Bey, Esad Paşa’nın önderliğinde resmî, yarı resmî, özel birçok kurum ve kuruluş temsilcilerinin katılımıyla 29 Kasım 1918’de İstanbul’da ilk toplantısı gerçekleştirilen Millî Kongre Cemiyeti’nin faaliyetlerine katıldığı gibi, bu tarihten itibaren cemiyetin başlattığı işgal karşıtı çalışmaların içinde yer aldı, Kurduğu matbaayı, direniş amaçlı yayınların basılmasında kullandı.

Kapatılan İttihat ve Terakkî Partisi’nin Enver ve Talat Paşa hiziplerini bir araya getiren, Kara Vâsıf Bey’in başkanlığında 5 Şubat 1919’da kurulan Karakol Cemiyeti’nin kuruluş çalışmalarıyla ilgilendiği ve kardeşi Şevket Bey’le birlikte bu cemiyetin üyeleri arasında yer aldığı da bilinmektedir.

İzmir’in Yunan ordusu tarafından işgalinden sonra İstanbul’da düzenlenen Sultanahmet mitinginin hazırlanmasına katkı sağlayan Ali Şükrü Bey, bu tarihten itibaren mücadelenin artık İstanbul’dan değil Anadolu’dan yürütülmesi gerektiğine karar vererek bir grup arkadaşıyla birlikte Trabzon’a hareket etti.

İkinci kongresini yaparak silâhlı mücadeleye karar veren Trabzon Muhâfaza-i Hukūk-ı Milliyye Cemiyeti’nin faaliyetlerine iştirak etti.

Son Osmanlı Meclis-i Meb‘ûsanı seçimlerinde Trabzon’dan milletvekili seçildi. İstanbul’da toplanan ve Mîsâk-ı Millî kararını alan Meclis-i Meb‘ûsan’ın etkili üyelerinden biri oldu. 16 Mart 1920’de İstanbul’un İngilizler tarafından resmen işgalinin ardından, Meclisin çalışmasını engellemek üzere giden ve Rauf Orbay’ı tutuklamaya kalkışan İngiliz askerlerine karşı direnenlerin başında yer aldı.

İstanbul’un işgalinden sonra Mustafa Kemal’in çağrısı üzerine olağan üstü yetkilerle toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne katılmak üzere Anadolu’ya geçen milletvekilleri arasında Ali Şükrü de bulunuyordu. Yakın arkadaşı Mehmed Âkif (Ersoy) Bey’le meclisin 1920’deki açılışına katıldı. I. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin en aktif üyelerinden biri olarak dikkat çekti.

Dışişleri, İrşad, Anayasa, Millî Savunma, Millî Eğitim ve İç Tüzük komisyonlarında görev aldı. Otuz yedisi gizli oturumlarda olmak üzere toplam 183 konuşma yaptı, ayrıca altı adet soru önergesi verdi. Bunun yanı sıra birçok kanun teklifi sundu.

Millî Mücadele’nin en kritik aşaması olan Eskişehir-Kütahya muharebeleri sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Kayseri’ye taşınması gündeme geldiğinde Kayseri’ye gidip Ulu Cami’de Anadolu’daki Mukaddes Cihadla ilgili bir konuşma yaptı. Bu uzun ve önemli konuşmada I. Dünya Savaşı’nın başlangıcından Mondros Mütarekesi’ne kadar gelen dünya ve Osmanlı siyasetinin genel bir değerlendirmesini yaptı. Mütarekeden sonraki süreçte İstanbul hükümetinin arz-ı teslimiyyet politikasını kabul ettiğini, müdâfaa-i hayat ve istiklâl politikasını benimseyen Türk milletinin ise asırlardan beri hür ve müstakil yaşadığını ve yine böyle yaşayacağı anlayışını benimsediğini dile getirdi. Bu konuşmanın metni 24 Eylül 1921 tarihli Sebîlürreşâd dergisinde yayımlandı.

Tarihçi Mahmut Goloğlu’nun “aşırı derecede vatanperver, dindar, ahlâklı ve idealist biri” olarak tanımladığı Ali Şükrü Bey’in 1. Meclis’in açılışından beş gün sonra 28 Nisan 1920’de verdiği ilk kanun teklifi 14 Eylül 1920 tarihinde Men‘-i Müskirat (içkinin yasaklanması) Kanunu adıyla kabul edilerek yasalaştı.

Meclis-i Meb‘ûsan’ın İngiliz kuvvetlerince basılması tecrübesinden hareketle 29 Nisan 1920 tarihinde meclis başkanlığına verdiği, meclisin güvenliğinin sağlanması için millî muhafız müfrezesi teşkili önergesi de kabul edildi, 
Türkiye Büyük Millet Meclisi Muhafız Müfrezesi kuruldu.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışından Teşkîlât-ı Esâsiyye Kanunu’nun kabul edildiği 21 Mart 1921 tarihine kadar geçen süre içinde meclis içinde önemli görüş ayrılıkları, gruplaşmalar meydana geldi. Ali Şükrü Bey, bu gruplaşmada Mustafa Kemal’in başkanlığını yaptığı ve birinci grup diye anılan Müdâfaa-i Hukuk Grubu’na muhalif cephede yer aldı. İkinci grup diye bilinen, başkanlığını Erzurum milletvekili Hüseyin Avni Ulaş Bey’in yaptığı grubun sözcülüğünü üstlendi.

Özellikle Başkumandanlık Kanunu’nun Mustafa Kemal’e verdiği bazı olağanüstü yetkilerin meclisin egemenliğine aykırılık oluşturacağı konusundaki şiddetli tartışmalar sırasında Ali Şükrü Bey sert ifadeler içeren konuşmalar yaptı.

Onun muhalefet ettiği konulardan bir diğeri de İstiklâl Mahkemelerinin faaliyetleriydi. 22 Eylül 1920 tarihli İstiklâl Mahkemelerinin kurulması görüşmesinde bu mahkemelerin savaş suçlarına yönelik çalışmasını, bunun dışındaki konularda yargı faaliyetlerinde bulunmasının siyaset kurumun önünü keseceği endişesini dile getirdi.

Saltanat ve hilâfet konusundaki duyarlılığıyla tanınan Ali Şükrü Bey, değişik tarihlerde yaptığı konuşmalarda bu hassasiyetini vurguladıysa da 1 Kasım 1922 tarihli saltanatın kaldırılmasına dair kanuna olumlu oy verdi.

Dinî konulardaki hassasiyetleri ile dikkati çeken Ali Şükrü Bey 2 Kasım 1922’de Saltanat’ın kaldırılmasından sonraki dönemde, her söz alışında Hilafet’i savunmakla kalmaz, Mustafa Kemal’in Hakimiyet-i Milliye Gazetesine karşılık Tan gazetesini çıkarır, bir de Hilafet’i savunan broşür bastırır.

Ankara hükümeti ile Enver Paşa arasında meydana gelen gerginliğin Trabzon üzerinde yoğunlaşması ve yaşanan gelişmelerden rahatsızlık duyulması sebebiyle 18 Nisan 1922’de arkadaşlarıyla birlikte Dahiliye Vekili Ali Fethi Bey hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir gensoru önergesi verdi, 8 Haziran 1922’de yapılan görüşmelerde birinci grup ile ikinci grup arasında sert tartışmalar yaşandı.

Trabzon meselesi olarak adlandırılan önergenin reddedildiği bu görüşmeye Ali Şükrü Bey’in yürütmenin hukuka aykırı uygulamalar yaptığı iddia ve beyanları damgasını vurdu. 

Kendini yakından tanıyanların ifadesine göre, Ali Şükrü Bey hitabet yeteneği yüksek, kürsüde sözünü sakınmadan konuşan biridir.

Dönemin siyaset adamlarından Zamir Bey’e (Damar Arıkoğlu) göre “İyi İngilizce bilir, etine dolgun, uzunca boylu, gözleri miyop, kalın camlı gözlük kullanır, çenesi biraz kısa, hafif elmacık kemikli, sert bakışlı, ifadesi düzgün, iyi konuşan, sözünü dinleten, kendi bildiğinden şaşmayan” biridir. Hükümet lehine konuşanları dalkavuklukla suçlayan, kadının serbestîsi şöyle dursun, yüzlerinin açılmasına bile tahammülü olmayan   biridir.                                                                        

Falih Rıfkı Atay da Ali Şükrü Bey’in Meclis’teki muhafazakâr grup içinde “en azılı”olanlardan biri olduğunu söyler.

Ali Şükrü Bey’in Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde muhalif tavrıyla öne çıktığı diğer bir tartışma konusu da Lozan’dı. Lozan Konferansı’nın 3 Şubat 1923’te kesintiye uğraması üzerine Ankara’ya dönen Türk heyeti başkanı İsmet Paşa’nın gelişmeler hakkında 26 Şubat 1923 tarihinde düzenlenen gizli celsede Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bilgi vermesi üzerine bu hususta da günlerce süren tartışmalar yapıldı.

Bu tartışmaların temelini, özellikle ikinci grup temsilcilerince öngörülen Lozan’da Mîsâk-ı Millî’den taviz verildiği iddiaları oluşturmaktaydı. Şubat ayı boyunca devam eden görüşmeler mart ayına da sarktı, en sert tartışmalar 5 Mart tarihli celsede meydana geldi.

Bu görüşmede Ali Şükrü Bey, Musul meselesinin bir yıl sonraya ertelenmesinin Mısır ve Girit gibi kaybedilmesi anlamına geleceğini, Ege adalarının Yunanistan’a bırakılması halinde Anadolu’nun denizden savunulamaz duruma geleceğini vurguladıktan sonra ülkenin kaderinin İsmet Paşa liderliğindeki Lozan Heyeti’ne emanet edilemeyeceğini belirtti;

“Efendiler, soruyorum, düşmanların altı ay sonra iade etmiş olduğu bir toprak var mıdır? Yoktur efendiler. Hangi toprak bir daha iade edilmiştir?

“Musul’u bir sene sonraya bırakmak,neticede kaybetmek demektir.“Mehmetçiğin süngüsüyle kazanılan muazzam zafer,Lozan’da heba edildi.Misak-ı  Milli’den taviz veriliyor.”

“Bu müzakere heyetinin barış meseleleri üzerinde inisiyatifi

Yetkisi olamaz efendiler! Artık bunların vazifeleri sona ermelidir”

Muhalif olarak tanınan İkinci Grub’un sözcüsü Ali Şükrü Bey, iktidarı amansızca eleştiriyordu.

Defalarca kürsüye çıkıp, “Mehmetçiğin süngüsü ile kazanılan muazzam zaferi Lozan’da hebâ ettiniz” diye bağırıyor, Lozan heyetinin, Lord Curzon’un oyunlarına kurban gittiğini iddia ediyordu.

Öyle çok kürsüye çıkmıştı ki, esasen Lozan muhalifleri arasında bulunan Rauf Bey (Orbay) bile sıkılmış, “Şükrü, yeter!” diye bağırmıştı; “Artık yeter söz alma.”

Ali Şükrü Bey: “Râuf!.. Ben bu işin fedâisiyim, anladın mı?” diye cevap vererek kürsüye yürümüştü.

Mustafa Kemal Meclis’te konuşurken, hava oldukça gergindi. O konuşuyor, sözü kesiliyor, o cevaplıyordu. M. Kemal sözlerini tamamladıktan sonra, Ali Şükrü Bey’in, ‘Ben de söyleyeceğim’ demesi üzerine, M. Kemal hiddetli bir tavırla: ‘Bir haftadır söylüyorsunuz, memleketi rahatsız   ediyorsunuz, maksadınız nedir?’ dedi ve kürsüden inerek elleri cebinde bir halde asabî şekilde Ali Şükrü Bey’in üzerine yürüdü. Ali Şükrü Bey, maksadını anlatmak isterken, M. Kemal tabancasını çekerek Ali Şükrü Bey’e doğrulttu. Ali Şükrü Bey de silahına sarıldı. Araya girenler tarafından olay güçlükle bastırıldı.

Bu arada herkes Meclis’in ortasında birbirine bağırmakta olan meb’usların etrafında toplanmıştı. Ali Şükrü Bey, ‘kimseyi ithama hakkınız yoktur’ diye bağırıyor ve Sinop Mebusu Hakkı Hami Bey de ‘Meclis’te emniyet yok mudur?’ diye feryad ediyordu.

Meclis’te o dönemde zabıt kâtipliği yapan rahmetli Mahir İz,“Yılların İzi” isimli kitabında, Meclis Zabıt Müdürü Zeki Bey’in kulağına eğilerek, “Ali Şükrü Bey bu gece idam 
fetvasını elleriyle imzaladı” diye fısıldadığını naklediyor.

Öyle de oldu; Bu oturumdan yirmi gün kadar sonra, Ali Şükrü Bey 27 Mart 1923 Salı akşamı aniden  ortadan kayboldu.

Recep Peker’in bile “Çok temiz, mert ve vatanperver bir arkadaş!.. Yalnız sinirli. Coştu mu kabına sığmıyor” dediği 
mert bir muhalif böylece susturulmuştu.

Konu Meclis’e geldi. Sinop meb’usu Hakkı Hâmi Bey kürsüye çıktı:

“Efendiler! Eğer Ali Şükrü Bey’e hürriyet-i efkârından (özgür düşüncelerinden) dolayı bir tecâvüz vukû bulmuşsa, ben bütün cihan huzurunda o gibi kirli ele derim ki, Ali Şükrü Bey gibi bu memlekette memleketin hürriyeti için feryâd edecek daha birçok beyler vardır. Efendiler! Hiç bir zaman milletin fikr-i hürriyeti ve kanaati silahla öldürülemez. Tehdit ile söndürülemez.

Ardından Erzurum Meb’usu Hüseyin Avni Bey kürsüye çıktı:

“Efendiler! Bu şerefli kürsü bugün elîm bir vaziyete sahne oluyor. Bu şerefli milletin meb’usları bugün kalbleri kan bağlamış bir zavallı, bîçâre gibi birbirlerine bakıyorlar. Ey kâbe-i millet! Sana da mı taarruz! Ey ârâ-yı millet, sana da mı taarruz? Ey milletin mukaddesatı sana da mı taarruz?” (Lânet sesleri, bu millet ölmez, zihniyet ölmez, fikir ölmez sesleri).

Kayboluşunun üçüncü günü kardeşi Şevket Bey, Başbakan Rauf (Orbay) Bey’e başvurur. İkinci Grup üyeleri tarafından Meclis gündemine taşınan konu, vekillerce ateşli biçimde tartışılır, “kaybolan tavuk değildir, bir milletvekilidir! Meclis derhal harekete geçmelidir” çağrısı üzerine Ankara Valisi Abdülkadir Bey’in emriyle tüm polis ve jandarma teşkilatı seferber edilir.

Bütün aramalara rağmen nerede olduğu hakkında herhangi bir sonuç alınamadı.Son olarak 26/27 mart akşamı, Karaoğlan Çarşısı’ndaki Kuyulu Kahve’de dostlarıyla sohbet edip ve nargile içtikten sonra Mustafa Kemal’in muhafızlığını yapan Topal Osman’ın adamlarından Mustafa Kaptan’la kol kola yürürken görülmüştü.

Yapılan soruşturma ve araştırmalar sonucunda yakalanan Topal Osman’ın yardımcısı Mustafa Kaptan’ın itiraf ettiğine göre, Mustafa Kaptan tarafından, yemek bahanesiyle Topal Osman’ın Saman Pazarı’ndaki evine götürülen Ali Şükrü Bey, burada Topal Osman ve sekiz adamı tarafından kementle boğulmuştur. Mustafa Kaptan cesedin nereye gömüldüğünü söylemedi.

1 Nisan günü bir çobanın ihbarıyla Ali Şükrü Bey’in ölüsü Ankara civarındaki Mühye (Mehye) Köyü civarında şu andaki Çankaya Köşkü civarında gömülü olarak bulunur. Ölünün vücudundaki izlerden anlaşıldığına göre Ali Şükrü Bey son nefesine kadar direnmiştir. Öyle ki sıkılmış yumruğunun arasında Topal Osman’ın evindeki sandalyeden kopardığı bir parça bulunmaktadır.

Mühye köyü camisine kaldırılan cenazeye burada otopsi yapıldı:

“Bîçâreyi en büyük ızdırablar içinde boğmuşlar”dı. “Sağ gözünde kuvvetli biryumruğun ezici darbeleri görünüyordu. Başının sağ tarafında hiç kan akmamış, sekiz santimetre uzunluğunda bir bıçak yarası vardı.Avucunun içinde hasır parçalarıgörüldü.Paltosunda ve ceketinde lekeler görüldü”

Ortada açık bir tezat görünmekte ise de kesin olan bu sandalye ayağının veya sandalyeye ait hasır parçalarının Topal Osman’ın evindeki sandalye ile birebirörtüşmesi idi. Gerek maktulün en son Topal Osman’ın adamı ile görülmüş olması vegerekse bu sandalye kanıtı dolayısıyla Topal Osman’ın sorgulanmasına  karar verildi

Topal Osman, kendisine Mustafa Kemal tarafından verilen Papazın Bağı denen yerdeki evde saklandığı öğrenildi.

Topal Osman’ın nasıl teslim alınması gerektiğine dair harekât planını bizzat Mustafa Kemal hazırlar.

Rauf Bey’in anlattığına göre önce Muhafız Taburu Kumandanı İsmail Hakkı (Tekçe) çağrılmış, Mustafa Kemal bizzat sarmalama harekâtının krokisini hazırlamış, ardından eşi Latife Hanım’la birlikte Çankaya Köşkü’nden ayrılıp, Rauf Bey’in İstasyon’daki dairesine çekilmiştir.

Latife Hanım’ın kızkardeşi Vecihi İlmen’e göre ise Topal Osman ve adamları Çankaya Köşkü’nü sarıp da silah atmaya başlayınca, Mustafa Kemal çarşafa bürünüp Latife Hanım’la birlikte köşkten gizlice çıkmıştır.

Hangi anlatım doğrudur bilinmez ama, alınan tedbir yerindedir. Çünkü Topal Osman Ağa teslim olmayı kabul etmediği gibi Çankaya Köşkü’ne gidip öfke ile her yeri kırıp dökecektir.

Görgü tanıklarına göre Topal Osman  başı kesilerek alelacele gömülmüştür. Meclis Ali Şükrü Bey’in katilinin yakalanarak Ulus Meydanı’nda idam edilmesi kararını oybirliği ile aldığı için, Topal Osman’ın başsız cesedi mezardan çıkarılmış, Meclis’in kapısında, ayağından darağacına asılmıştır.

Resmî tarihe göre ise, Ali Şükrü Bey’in cesedinin bulunmasından sonra, Topal Osman Papazın Bağı’nda kıstırılmış, 1923   yılının 1 Nisan’ını 2 Nisan’a bağlayan gece sabaha kadar süren çatışmada yaralı olarak ele geçirilmiş, hastaneye götürülürken yolda  ölmüştür.

İlginçtir, hemen her konuda bir şeyler söyleyen Mustafa Kemal, bu konuda suskunluğunu korumuş, Topal Osman’dan “suçlu” diye değil “zanlı” diye bahsetmiştir.

Mustafa Kemal’in sıkı muhalifi Rıza Nur “Hayat ve Hatıralar” isimli kitabında olayın arka planını şöyle anlatır:

Osman Ağa Beni severdi, bana itimadı vardı. Ben de onu severdim. Meclis’in önünden geçerken dedi ki: ‘Yahu Mecliste birçok vatan haini mebus varmış, bunlar memleketi satıyorlarmış. Niye bana söylemiyorsun? Meclisi basıp hepsini keseceğim. Başka çare yok, bu kadar emek, bu kadar kan. Memleketi kurtardık, şimdi bunlar çıktı.’.

 Dedim ki bu hainleri sana kim haber verdi?

 Dedi ki ‘Orasını sorma’

Hayır, illa söyle dedim ve zorladım.

Dedi ki ‘Gazi söyledi’

“İş anlaşıldı. Mustafa Kemal İkinci Gruptan kurtulmaktan için bunları Topal Osman’a katlettirecek.” diye düşündü   

Rıza Nur’un anlatımına göre etrafları sarılan Topal Osman ve sekiz adamı mukavemet etmeden Muhafız Alayı Kumandanı İsmail Hakkı Bey’e teslim olmuşlar, İsmail Hakkı Bey bu dokuz kişiyi tabanca ile öldürmüştür.

Dönemin önemli komutanlarından Ali Fuat Cebesoy Siyasi Hatıralar adlı eserinde Mustafa Kemal’in Topal Osman’ın aşağılayıcı bir şekilde öldürülmesi sırasında sessiz kalışını imalı biçimde anlatarak;

“Topal Osman ve çetesi şehirde nizam ve intizamı, hem de nizamiye askeri kışlasında askerî disiplini bozacak tavırlar takınmaya başlamıştı. Elbette bu anormal durum devam edemezdi. Galiba ‘bir taşla iki kuş vurulsun’ diye Ali Şükrü Bey’in vücudunun ortadan kaldırılması Topal Osman’a havale edildi” diye yazar.

Mustafa Kemal’e ömrü boyunca sadık kalmış olan Falih Rıfkı Atay, Çankaya adlı kitabında, “Topal Osman da en sonunda nizamlı ordunun kıta kumanlarından İsmail Hakkı Tekçe tarafından ve Mustafa Kemal’in emriyle Çankaya sırtlarında vurulmuştur” diye yazar.

Ali Şükrü Bey cinayetinin arkasında kimlerin olduğu sorusu o günlerde de, daha sonra da çok kişiyi meşgul etmiştir. Mustafa Kemal’in neden İstasyon’daki eve geçtiği, Topal Osman’ın neden Çankaya Köşkü’nü talan ettiği, yaralı halde yakalandığı halde neden ifadesi alınmadan kafasının hemen kesilip gömüldüğü, konuşmasına izin verilseydi kimi ele verecekti gibi konular hala tartışılmaktadır.

Tarihte, bu kadar yakın bir zamanda cereyan etmiş olan bir cinayet hakkında,bu kadar farklı bilgilerin aktarılmış olması ilginçtir. Bu bilgi kirliliğin özel olarak yaratılıp yaratılmadığının de ayrıca incelenmesini gereklidir.

Ali Şükrü Bey’i şehadet makamına ulaştıran bu kirli cinayetin değişmeyen gerçeğiAli Şükrü Bey’i Topal Osman Ağa’nın öldürtmüş olduğunun resmen kabul edilmiş olmasıdır.Bir başka gerçek ise “katilin de çatışmada katl edilmiş” olmasıdır. Böylece ifadesi alınamadan öldürülen Topal Osman Ağa hayatındaki birçok sırrı beraberindegötürdüğü gibi, bu cinayetin perde arkasındaki sırrı da beraberinde mezarınagötürmüştür.

Şimdi geriye Giresun Kalesi’nde ve Trabzon’da birer anıt mezar ve hiç bitmeyecek bir tartışma kalmıştır.

Topal Osman’ın başsız cesedi Ulus’ta sallanırken, TBMM kendini feshederek seçim kararı almış, ardından geçici seçim kanunu tadil edilmiş, 15 nisanda 1920 tarihli Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na alelacele bir ek yapılarak “TBMM hükümetlerinin kararlarına muhalefet etmek ve Saltanat’ı geri getirmeye çalışmak vatana ihanet suçu” olarak tanımlandıktan sonra Meclis kapanmış ve seçim ortamına girildi..

Ali  Şükrü Bey’in aşağılık bir şekilde şehid edilmesi üzerine ,Rize ve Gümüşhane livalarını da içine alan Trabzon Vilayeti’nde Mustafa Kemal’in ekibi aleyhine büyük bir çalışma başlar. Bazı Trabzonlular muhalefetin dozunu öyle arttırırlar ki, Mustafa Kemal’in fotoğrafları yırtılır, Latife Hanım ile Mustafa Kemal birlikte filmlerde göründüğünde ıslık çalınır.

4 Nisan 1923’te Barutçuzadelerin İstikbâl gazetesinde başyazar Faik Ahmet Bey ve  eski Trabzon Valisi “Deli” Hamit (Kapancı)  Bey imzasıyla Mustafa Kemal’i hakarete varan ağır sözlerle eleştiren bir yazılar yayımlanınca Mustafa Kemal, Kazım Karabekir’e “Trabzon’da kaynayan bir kazan var. Sen bunu vaktiyle söndürmedin. Şimdi de yine kaynamaya başladı. Bu sefer kuvvetli bir yumruğu hak ettiler” diye telgraf çeker.

Mayıs ayında İttihatçıların eski Maarif Nazırı Şükrü Bey Trabzon’a vali olarak atanarak durum tamamen kontrol altına alınır.Barutçuzade Faik Bey ve Hamit Beyler nedamet getirince affedilir.                                                                                         

Lazistan Mebusu Ziya Hurşit Bey’in adaylığı kabul edilmeyerek Meclis dışında kalması sağlanır, yerine ağabeyi Faik Günday Bey seçilir. Böylece Milli Mücadele’nin başından beri Ankara’yı meşgul eden “Trabzon Meselesi” sona ermiş olur.

11 Ağustos 1923’te açılan İkinci Meclis’e muhaliflerden sadece Gümüşhane Mebusu Zeki Kadirbeyoğlu bağımsız olarak girebilmiştir.

Titizlikle tek tek belirlenen muvafık isimlerden oluşan Muhalefetsiz 2. Meclis Lozan Barış Antlaşması’nı imzalar (yine de 14 kişi ret oyu verir), ardından Ankara başkent yapılır ve Cumhuriyet ilan edilir.

Artık yeni bir döneme girilmiştir. Gücü elinde bulunduranların diledikleri karar, kanun ve devrimler  muhalefetsiz, dikensiz gül bahçesine dönen Meclisten dakikalar içinde geçmeye başlar.

Mustafa Kemal protesto gösterilerine neden olur endişesi ile Ali  Şükrü Bey’in naşının İstanbul üzerinden  götürülmesine karşı çıkar.Cenaze İnebolu üzerinden Trabzon’a gönderilir ancak yol boyunca ve Trabzon’da hükümet aleyhine olaylar yaşanır.

Ali Şükrü Bey’in naşı 10 Nisan 1923 Salı günü Trabzon’a ulaştı. İskenderpaşa Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Amerikan torpidosu komutanı mülâzım Lolberi ve Trabzon Rus konsolosunun da aralarında bulunduğu büyük bir kalabalığın katılımıyla Belediye Meydanı’nda yapılan merasimin ardından Boztepe’de Trabzon’u tepeden gören bir araziye defnedildi.

Çocukluğumuzda kimliği belirsiz, mezar taşı olmayan bir tümsek gibi duran kabri 1984-1989 yılları arasında  Belediye Başkanlığı yapan   Orhan Karakullukçu tarafından  70 yıl sonra kısmen düzenlenerek mezbele görünüme son verildiyse de Trabzonluların büyük bir bölümü konudan habersiz kaldı.

Sayın Cumhurbaşkanımız 2014 yılında Trabzon’da yaptığı konuşmada;

“Trabzonlu bir kahraman, bir şehit üzerinden Türkiye’de oynanan oyunu anlatmak istiyorum. Ali Şükrü Bey Trabzon’un meclisteki ilk mebusuydu. 1920’de meclis açılırken Trabzon’u temsil etmek üzere oradaydı. Ali Şükrü Bey Osmanlı’nın kahraman bir subayı olduğu kadar en yürekli vekillerinden biriydi. Her türlü haksızlığa karşı çıkıyordu. Esarete, korkaklığa tahammülü yoktu. Ne yaptılar biliyor musun? Bu kahraman Trabzonlu’yu tam 91 yıl önce Ankara’da alçakça şehit ettiler. Ali Şükrü Bey’in katledilmesinin çok önemli bir manası vardı. Ali Şükrü Bey’e suikast düzenlerken herkese korku salarak, ‘Sonunuz Ali Şükrü Bey gibi olur’ mesajı veriyorlardı. Merhum Trabzonlu Ali Şükrü Beye ve Menderes’e yapılmak istenen neyse bize de yapılmak istenen aynısıdır.”

Ali Şükrü Bey’in resimde görülen şu andaki kabrini inşa eden Trabzon Büyükşehir Belediye Eski Başkanı Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu, 28 Mart 2019 da düzenlenen  törende  yaptığı  konuşmada  “Geçtiğimiz tarihlerde bu kabir  gizlenmek istenmiştir. Kimse farkında olmasın istenmiştir.1984-1989 yılları arasında Belediye Başkanlığı yapan   Orhan Karakullukçu abimiz  bu kabri ortaya çıkarmıştır. Yerini tescil etmiştir.

Ali Şükrü Bey'in kabrinin yeniden düzenlenmesi için bizatihi talimat veren Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın bu talimatını yerine getirmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum.

 Devlet Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan, 3 yıl önce Trabzon’a geldiğinde Ali Şükrü Bey ve onun davasına sahip çıkmaktan bahsetmişti. Sonra da akşam karanlığında buraya gelmiştir. Yanında bakanlarımız, komutanlarımız vardı. Bende âcizane refakat ediyorum. Döndü ve bana dedi ki, ‘Orhan Bey, Ali Şükrü Beye yakışan ama mütevazi bir düzenlemeyi senden bekliyorum’ dedi. ‘Baş üstüne’ dedim. Allah nasip etti, vefat yıldönümüne yetiştirmek nasip oldu. Allah’a şükür bu kabri yeniden düzenlemek nasip oldu” dedi.

Devlet eski Bakanı Faruk Nafiz Özak yaptığı konuşmada herkesin tarihini çok iyi öğrenmesi gerektiğini ifade etti. Özak, “Ali Şükrü Bey rahmet ve minnetle anıyoruz. Kısa ömrüne çok önemli ve değerli işler sığdırmış bir büyüğümüzdür.                          Biz çocukken bize Ali Şükrü Beyi öğretmediler, anlatmadılar. Daha sonra öğrenmeye başladık. Orhan Karakullukçu burayı mütevazı bir kabir olarak ziyaret açtı. Geçmişimizi iyi öğrenmemiz lazım.

Benim bir projem var. Milli Eğitim Bakanımıza da buna söyleyeceğim. Trabzonlu öğrenciler, Trabzon tarihini, Yozgatlı öğrenciler Yozgat tarihini, Giresunlu öğrenciler Giresun tarihini okumalılar.

Bugün Trabzonlu olup Ali Şükrü beyi bilmeyen Trabzonlular var. Bu Milli Eğitim müfteradına girmeli. Hepimizin tarihimizi öğrenmeliyiz” diye konuştu.
AraştırmacıYazar Sadık Albayrak, Ali Şükrü Bey'in yaşamı ve şehit edilmesine ilişkin detaylı açıklamalarda bulundu.         Albayrak, “Çocukluğumda Cudibey’de okurken akşamları buralara çıkardık. Maalesef gözleri kapalı dolaşan bir nesildik. Osmanlı İmparatorluğunun beş büyük şehrinden biriydi Trabzon. Bize kimliğimizi unutturmak istediler. Kimliğimizi bilmek, tarihimizi öğrenmek zorundayız” şeklinde konuştu.

Tarihçi-Yazar Kadir Mısırlıoğlu, Topal Osman'la ilgili bir söyleşisinde ;“Ali Şükrü Bey'in katilidir. Bu işi kim emretti, 'İngiliz casusu' diyerek, Topal Osman'ı kim kandırdı?.. Bu halk Çankaya'dan Ulus'a kadar sürükledi Topal Osman'ı. Başını halk kopardı. Bugün Ulus'ta Mustafa Kemal'in heykelinin olduğu yerde ayağından asıldı.                                                             Ali Şükrü Bey M. Kemal’e hilafet ve Lozan konularında muhalifti. Dindar, muhafazakâr, tarih şuuru olan bir adamdı. Hilafete, saltanata, Osmanlı'ya, İslâm'a bağlıydı. Ehemmiyeti bu. Onun ölümünden sonra Mustafa Kemal, hakim-i mutlak olmak için çok önceden yaptığı planları hayata geçirdi. Tek seçici, tek hâkim oldu.

Ali Şükrü Bey Cinayeti aydınlatılmalı, gerçek katiller ortaya çıkarılmalı, devlet konuyla yüzleşmelidir” dedi.

Refah Partisi’nin  19. dönem İstanbul Milletvekillerinden Hasan Mezarcı; verdiği soru önergeleriyle, Ali Şükrü Bey-Topal Osman-M. Kemal mevzuunu meclise taşıması, Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri'nin mezarının bulunması ve itibarının geri verilmesi için kurulan TBMM İnsan Hakları Komisyonundaki faaliyetleri, M.Kemal'e karşı planlanan “İzmir Suikasti Davası” sanıklarının itibarlarının iadesi için verdiği önergeler laik çevreleri rahatsız etmiş, Mezarcı hakkında inanılmaz bir “linç kampanyası” başlatılmıştı.

28 Şubat'ta “postmodern darbe” ile alaşağı edilen merhum Erbakan, 1994 senesinin 28 Şubat'ında yaptığı basın toplantısında şunları söylemiştir: “İstanbul Milletvekili Hasan Mezarcı kendi inisiyatifleriyle bir araştırma önergesi vermişlerdir. Partimiz MKYK, kendisini parti disiplinine aykırı söz ve davranışlarından dolayı “kesin ihraç talebiyle” Müşterek Disiplin Kurulu'na verdi. Kurul, Mezarcı için kesin kararı verecek.”

16 Mart 1994 tarihli Milliyet'e konuşan, dönemin Genel Başkan Yardımcısı ve Kocaeli Milletvekili Şevket Kazan: “Hasan Mezarcı bizi arkadan bıçakladı. Kimse teşkilattan izinsiz kurşun bile sıkamaz.”derken, dönemin Refah Partisi Genel Sekreteri Oğuzhan Asiltürk'ün “Hasan Mezarcı Mit Ajanıdır” suçlaması, tarih sahnesinde yerini almıştır.

Tamamen yalnız kalan Hasan Mezarcı, aynı gün partisinden istifa etti.

1996 senesinin ilk aylarında Almanya'ya geçen Mezarcı, Türkiye'ye döndüğünde, havaalanında gözaltına alındıktan sonra, DGM tarafından tutuklanarak Metris cezaevine konulmuştur.

Mahkemede “beni zehirliyorlar” diye bağıran Mezarcı hapishanede nasıl bir psikolojik ve biyokimyasal işkenceye maruz kalmıştı ki, Cezaevin­den çıkarken kendisini bekleyen gazetecilerin sorularını yanıtlarken sözlerine, şifreli olduğunu ileri sürdü­ğü Farsça bir şiirle başladı.

“Gün döner, keser dö­ner, sap döner          

Gün gelir, hesap döner                                                                     

Mezarcı gelin­ce deccaliyet sona erer.”

Çıktığı Reha Muhtar’ın programında;                                      

 “Hasan Mezarcı öldü, Allah rahmet eylesin. Günahıyla, sevabıyla onu defnettik.                                                                              Ben, Meryem oğlu İsa'yım ve inananlarım, havarilerim meydana gelmiş, dua ediyoruz. Cenabı Allah'ın verdiği güç nispetinde vazifemizi yapmaya devam ediyoruz”diyerek gelinen noktayı özetliyordu.

Anlaşılan Hasan Mezarcı’nın akıbetine uğramak istemeyen 

Trabzon veya bölge milletvekilleri istisnalar dışında Ali Şükrü Bey konusunda dişe dokunur tek bir kelam sarf etmemiş,kayda değer girişimde bulunmamıştır.

Sayın vekiller, siyasetçiler, bürokratlar, devir değişti. Bakın Sayın Cumhurbaşkanımız yine öncülük yapıyor.Onu yalnız bırakmayın.Korkmayın.

Dersim olayları" trajik bir biçimde ortaya konulup, Dersim'le ilgili devlet belgeleri açıklanırken, Devlet Dersim'le yüzleşirken, Ali Şükrü Bey cinayeti ile ilgili "YÜZLEŞME" de yapılmalıdır.

Ali Şükrü Bey’in zahiri katili Topal Osman Ağa ile ilgili yazımı da onun ölüm yıldönümü olan 2 Nisan’da istifadenize sunacağım.

30.03.2020 10:58

Tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs, İsrail'de çok sayıda kişinin ölmesine sebep oldu.

 İsrail'de insanlar koronavirüse karşı çeşitli önlemler alırken, bir Yahudi, dükkanında Kuran-ı Kerim tilaveti şaşkınlığa sebep oldu.

Bir Filistinli Müslüman, Yahudi'nin dükkanından içeri giriyor ve Yahudi'ye; “Senin, Müslüman olmadığın halde neden Kur'an Dinlediğini merak ettim” deyince;
Yahudi de: “Bu mübarek kelimeler Allah'tandır. Umuyorum bu kelimeler hürmetine Allah bu Virüsü ortadan kaldırır.” 

ELİN GAVURUNDAN BİZDEKİLERE ŞAMAR 

YALNIZ  DUANIN GÜCÜ CORONAVİRUS GİBİ BİR PANDEMİ DURDURABİLİR Mİ? 

PEYGAMBER MUHAMMED BİLE, BAŞKA TÜRLÜ DÜŞÜNDÜ.

COVID-19 salgını, hükümetleri ve haber kaynaklarını dünya nüfusu için en doğru ve yararlı tavsiyeyi sağlamaya zorluyor, çünkü hastalık gerçekten ulaşılabilir durumda.

 Sağlık profesyonelleri yüksek talep görüyor ve pandemilerin bulaşma ve etkilerini inceleyen bilim adamları da öyle.

Bir salgın sırasında başka kimin iyi hijyen ve karantinaya almayı önerdiğini biliyor musunuz?

1300 yıl önce İslam'ın Peygamberi Muhammed.

Ölümcül hastalıklar konusunda hiçbir şekilde "geleneksel" bir uzman olmasa da, Muhammed yine de COVID-19 gibi bir gelişmeyi önlemek ve mücadele etmek için sağlam tavsiyelerde bulundu.

Muhammed dedi ki: "Bir ülkede veba salgını duyuyorsanız, ona girmeyin; ama veba siz bulunduğunuz bir yerde salgın çıkarsa, o yeri terk etmeyin."

Ayrıca, "Bulaşıcı hastalıkları olanlar sağlıklı olanlardan uzak tutulmalıdır."

Muhammed, insanları enfeksiyondan koruyacak hijyenik uygulamalara uymaya da teşvik etti. Aşağıdaki hadisleri veya Hz. Muhammed'in sözlerini düşünün:

"Temizlik imanın bir parçasıdır."

"Uyandıktan sonra ellerinizi yıkayın; uyurken ellerinizin nereye hareket ettiğini bilmiyorsunuz."

"Yemeklerin kutsamaları yemekten önce ve sonra ellerin yıkanmasında yatar."

Ya biri hastalanırsa? Muhammed acı çeken insanlarına ne tür tavsiyelerde bulunur?

İnsanları her zaman tıbbi tedavi ve ilaç aramaya teşvik ederdi: "Tıbbi tedaviden faydalan" dedi, "çünkü Tanrı, bir hastalık (yaşlılık hariç) için bir çare atamadan bir hastalık yaratmadı."

Belki de en önemlisi, inancı ne zaman mantıkla dengeleyeceğini biliyordu. Son haftalarda, bazıları, namazın sizi koronavirüsten uzak tutmada, sosyal uzaklaşma ve karantinaya ilişkin temel kurallara uymaktan daha iyi olacağını ileri sürdü.

 Hz.Muhammed dua tıbbına baş-tıp ilacı olarak nasıl tepki verirdi?

Dokuzuncu yüzyıldaki Pers alimi Tirmithi'nin bizimle ilgili olan şu hikayeyi düşünün: Peygamber Muhammed, bir gün Bedevi'nin devesini bağlamadan ayrıldığını fark etti. 

Bedevi'ye, "Neden devenizi bağlamıyorsunuz?" Diye sordu. Bedevi, "Tanrı'ya güveniyorum." Peygamber “Önce devenizi bağlayın, sonra Tanrı'ya güvenin” dedi.

Muhammed insanları dinlerinde rehberlik aramaya teşvik etti, ancak herkesin istikrarı, güvenliği ve refahı için temel tedbirler almasını umuyordu.

Başka bir deyişle, insanların sağduyularını kullanmasını umuyordu.

BU MAKALE  ÜNLÜ NEWSWEEK DERGİSİNDE YAYINLANDI https://www.newsweek.com/prophet-prayer-muhammad-covid-19-coronavirus-1492798

HAYDİ  DUAYA

BELALARIN SAVUŞTURULMASINDA DUANIN ROLÜNÜ HAFİFE ALAN VE HALKI AŞAĞILAYANLARIN ÜLKEMİZDEKİ ÖNCÜSÜ NEVŞİN MENGÜ  YİNE BOŞ DURMADI ;

“İşimiz Duaya Kaldıysa  Ört ki Ölem “ sözleriyle toplumu tahrik etti.

Nevşin Yavrum

DUAYA İNANMADIĞINA GÖRE, BEDDUAYA DA İNANMIYORSUN.

BİZCE SORUN YOK.

TAKİPÇİLERİMDEN ÖZEL RİCAMDIR;

HER FIRSATTA HALKIN KUTSAL DEĞERLERİYLE ALAY EDEN MÜNAFİKO-LAİKPEREST BU ABLAYA,

EN İÇTEN, EN KALLAVİ BEDDUALARIMIZI GÖNDERELİM.

BELKİ  İŞE YARAR.

AVANAK MÜRİTLER

ÇİNDEN ALINAN KİT VE İLAÇLARIN PARASININ BİR MUCİZE ESERİ , 90 YIL ÖNCE ÖDENDİĞİNİ İDDİA EDEN PEK ÇOK GEZİZEKALI ORTALIĞI TOZA DUMANA KATARKEN,KONU BASIN TOPLANTISINDA SAĞLIK BAKANINA SORULDU.

FAHRETTİN BEY KİBAR BİR ŞEKİLDE,

”ALDIĞIMIZ HER ŞEYİN PARASINI BİZ ÖDÜYORUZ” DEDİ.

MOZOLE YALAYICISI MÜNAFİKO-LAİKPERESTLER, KİTLERİN PARASININ SAĞLIK BAKANLIĞI TARAFINDAN ÇİN'E ÖDENDİĞİNİ ÖĞRENİNCE, YALANCI PEYGAMBERLERİNİN ÇAKMA MUCİZELERİNİN SAHTE OLDUĞUNUN ORTAYA ÇIKMASIYLA YIKILAN AVANAK MÜRİTLER GİBİ MAHZUNLAŞTI.

SİSİ YOĞUN BAKIMDA MI?

ÖNCE TEYİD EDELİM,

SONRA ŞÜKREDELİM.

Mısır’ın eli kanlı diktatörü Abudlfettah El Sisi’nin coronavirüse yakalandığı öğrenildi.

Mısır ordusunun üst düzey komutanlarından Tümgeneral Halid Halid Khaled Şaltut ile birlikte Büyük Projeler Departmanı Başkanı Tümgeneral Abdulhalim Davud’un korona salgınından dolayı hayatını kaybetmesi ile darbeci Sisi’ye çevrildi.
10 binlerce Müslüman sivili katleden ve ülkenin seçilmiş ilk cumhurbaşkanını darbe ile deviren Mısır diktatörü darbeci Sisi'nin coronavirüs testi pozitif çıktı...

Katil Sisi, vatandaşlarından dua isteyince, Mısır’ın Hıristiyanları dahil, halkın büyük çoğunluğu beddua ettiği öğrenildi.

Sosyal Medyaya yansıyan bilgiye göre Sisi virüs’ü kaptı ve Mısır ordusundan kendisine dua etmesini istedi.

Mısır resmi makamları, Sisi hakkında henüz resmî açıklama yapmadı.

Öte yandan ülke genelinde bugüne kadar 402 vaka kaydedilirken, 20 kişi de hayatını kaybetti.

Mısır’da salgına karşı önlem olarak tüm ibadet yerleri, okullar ve müzeler kapatılmış durumda.

KÖTÜ İNSANLAR ŞİİR YAZAR MI?

DUYGUSAL ŞİİRLERİYLE TANIDIĞIMIZ YILMAZ ODABAŞI DA DİN DÜŞMANI KOROYA KATILDI;

“İçinden geçtiğimiz şu günlerde 140 bin küsur imamın, yüzlerce tarikatın, yüzlerce şeyhin, cübbelinin, sarıklının, bütçenin aslında hayat için bir doktor etmediği görüldü. Hatta bunların varlığının bir şişe kolonya etmediği  ortada”

YILMAZ ODABAŞI,

DAMAR ŞİİRLERİN ÇIKTIĞI O YÜREKTEN, BÖYLE KİN VE NEFRET NASIL FIŞKIRIR?

"KÖTÜ İNSANLARDAN ŞAİR ÇIKMAZ" DİYE BİLİRDİK.

YOKSA SEN O DEĞİL MİSİN?

EKO’YU YORMAYIN

İBBB İMAMOĞLU “İstanbul’da hala 1 milyon kişi toplu taşıma kullanıyor. Oysa salgının en kritik sürecinden geçiyoruz. Hükümetten talebimiz; Türkiye çapında olamıyorsa en azından İstanbul’da kısıtlı ve kontrollü bir sokağa çıkma uygulamasına acilen gidilmeli. Toplum sağlığı her şeyden önemlidir.” Şeklinde nutuklar  atıyor.

EKREM BEY

İSTANBUL'LULAR SİZİ BAHANELER SIRALAYIP, ŞİKâYET ETMEK İÇİN DEĞİL, ÇÖZÜM ÜRETMEK İÇİN SEÇTİ.

HADİ AMA.

YOKSA SEN,"SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI GETİRİN, BENİ YORMAYIN" DEMEK Mİ İSTİYORSUN?

FETÖCÜ EMRULLAH’IN AFFI DİREKTEN DÖNDÜ

KAHRAMANMARAŞ’IN YÜZ KARASI,15 TEMMUZ İHANETİNİN BAŞ PLANCISI, SÜMÜKLÜ MEHDİ’NİN SOYSUZ YANCISI, SİYONİST AMERİKANO’NUN KUDUZ KÖPEĞİ, EMRULLAH USLU  SOSYAL MEDYADA,

“Gülen Cemaati üyesi değilim, Cemaat ile hiç bir ORGANİK ilişkim yoktur. Cemaat Anadolu'nun muhafazakâr insanlarını eğitim yoluyla merkeze taşıyıp dünyaya açtığı için Sn. Gülen'e saygı duyarım. Cemaatin demokrasiye katkı sunabileceğini düşünüp umutlanmıştım ama artık kuşkuluyum.” diye yazınca

Twitter Kralı Melih Gökçek Abimiz hemen atladı,

“NE OLDU EMRE? FETO SENİ TÜRKİYE’YE Mİ TESLİM EDECEK? GEL TÜRKİYE’YE... SAMİMİ BİR İTİRAFÇI OL... BİLDİKLERİNİ VE FETONUN İHANETLERİNİ AÇIKLARSAN, BU DEVLET PİŞMAN OLANI ÜZMEZ VE EZMEZ... BEN DE SENİ AFFEDERİM... BEKLİYORUZ EMRE”..

Elbette bu davet karşısında sinirlendim. Biraz da sınırları zorlayarak,

“MELİH BEY,BİZİM BİLMEDİĞİMİZ NEYİ, HANGİ İHANETİ AÇIKLAYACAKMIŞ SÜMÜKLÜNÜN KUDUZ KÖPEĞİ EMRULLAH?

SEN NE DEDİĞİNİ FARKINDA MISIN BAŞKAN?

KİM KİMİ AFFEDİYOR.

Bunu affetmek mazluma ve bütün şehit düşenlerimize ihanettir Başkan.

Bu günahının zerresini bir itirafa değişmez!

Bu Bizans torunlarında oyun, yalan hile bitmez. FETÖ’de birinci ders münafıklıktır/takiyyedir.

Siz affedecekmişsiniz ya, 15 temmuz da ölen şehitlerimizin aileleri af edecek mi Başkan?

Bunları affetmek 15 Temmuz şehitlerine, gazilerine, mazlumlarına İhanettir.

Biz affetmiyoruz Sayin Gokcek.

 

SUÇLAMALARI HAKLI ÇIKARACAK HALLERİNİ TERKET”.

BEN VE BENİM GİBİ BİR KAÇ ARKADAŞIN TEPKİSİ ÜZERİNE,

 GÖKÇEK BAŞKAN  KONUYU UZATMADI.

BAŞKA MAKAMA GEÇTİ.

FATİH TEZCAN MAZOŞİST Mİ?

Gazeteci Fatih Tezcan'a CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba'ya hakaret ettiği gerekçesiyle yürütülen soruşturmada yakalama kararı çıkarıldı.

Bunun üzerine Veli Ağbaba ortalığı velveleye verdi;

“Atatürk'e ve Cumhuriyet değerlerine her fırsatta hakaret eden Fatih Tezcan hakkında, şikâyetimiz üzerine yakalama kararı verildi. Kendisini sokakta görmek gibi bir talihsizlik yaşarsanız, yetkililere bir “Alo” demenizi rica ediyorum.”

Fatih Tezcan buna cevaben;

Yine CHP’lileri sazanlamış: Davayı ‘Atatürk’e hakaret’ten açmamış, kendi şahsına hakaretten açmış. Yakalama da sağlık sorunum nedeniyle mahkemeye gidemediğimden verilmiş.

Tek ifadeyle kalkacak karar üzerinden prim kasmış. Yine sahtekarlık yine CHP. Değişmeeeez.

FATİH

MAZOŞİST MİSİN OĞLUM?

BİZ SANA SUÇ TEŞKİL ETMEDEN HAKARET ETMEYİ ÖĞRETEMEDİK DE

BABAANNEN SANA, "KÖPEKLE DALAŞANA KADAR ÇALIYI DOLAŞ" DİYE ÖĞRETMEDİ Mİ?

NEYSE HADİ GEÇMİŞ OLSUN.

Twitter: @dromeraydin

27.03.2020 15:27

Lise mezunu, yarım şarkıcı, yarım yazar, yarım politikacı ve yarım aydın Zülfü Livaneli, sosyal medyada koronavirüs hastası için yardım isteyen bir takipçisine; bir doktor edasıyla tavsiyelerde bulundu;

“Lütfen doktorlarınıza Plaquenil kullanıp kullanmadıklarını sorun. Bir süre sonra nasıl olsa devreye girecek. Bu arada can kayıpları olmasın”

“Olay patlak verdiğinde bakanlık yeşil reçete kapsamına almış. Neyse ki bir gün öncesinde ilacı temin etmiştim. Hastanelerde bile bulamayacağımı düşünüp evime almıştım. İyi ki de almışım”

“Vahim bir durum var: Hastalığın önüne geçen Çin devleti, bir ilacın Covid19’u tedavi ettiğini açıklıyor. Bizim egosu tavan yapmış profesörler ekranda kuşkulu bir tavırla “inanmıyoruz, bakalım, inceleyelim” diyorlar. Neymiş, bakanlık protokolünü uyguluyorlarmış.”

“Sonunda, bugün Fransız laboratuarları sonuçlarını açıkladı ve önerilen PLAQUENİL Anti-Corona. Tüm dünyada 300.000'den fazla hasta için bu ilacı tavsiye edildi.Laboratuvar, Korona kontamine olmuş hastalar üzerinde test etti ve 0 tatmin edici sonuçlar elde etti.”

“Klorokin+Kaletra+Azitromisin+Teikoplanin
İşte protokol bu. Kötü niyetlilere aldırmayın. Hastalanırsanız, doktorunuzun bu ilacı kullanmasını rica edin. Bu bilgiler hayat kurtarabilir. Siyaset filan yok burada. Öğrendiklerimi paylaşmak var.”

Zülfü Bey bir Enfeksiyon Hastalıkları Profesörü edasıyla bunları döktürünce, çarşı pazar karıştı.
BEN DE DAHİL, PEK ÇOK TWİTTER KULLANICISI, ÇAKMA PROFEÖR ZÜLFÜ’YÜ DÖRT BİR TARAFTAN BOMBARDIMANA TUTTU;

-Zülfü Bey, Etkinliği tartışılan bir ilaç, çareymiş gibi umut tacirliği yapılması; ego tavanıyla ilgili değildir, MESLEK ETİĞİ diyoruz biz buna! En çok desteğe ihtiyaç duydukları şu günlerde; sağlık çalışanlarımızı hedef almayın.Herkes bildiği işi yapsın!

-Zülfü, Lise mezunu bir yarım aydınsın. Bence üstüne vazife olmayan uzmanlık gerektiren konularda ukalaca yorumlar yapma.

-Sayın Livaneli sizi bir acil servise alalım, orada hasta bakın.

-Zülfü! Bulmacanı al, yakın gözlüğünü tak ve masa başına geç,kafayı bulmacana yor sen.Bu yaşlarda iyi gelir.

-Ben hep derdim, ‘Arkadaş elimizde taş gibi Zülfü varken; salgın meselesini yönetmek için tuttuk sağlık sektöründeki Fahrettin Koca’yı başa getirdik. Arkasına da onlarca profesörü koyduk. Sazı Zülfü’ye vermezsek olacağı bu.

-Zülfü Bey, bakıp incelemeden hastaya vermek mümkün değil “egolu” demeyiniz lütfen. Bilim kurulunda ki hocaların hepsi kendi alanında çok kıymetli hocalar,Doğru yaklaşım değil bu yaptığınız !

-Sayın Livaneli,Ciddi yan etkileri olabilecek bir ilaç için profesörler bile temkinli konuşurken ve COVİD19 hakkında her an bilgiler güncellenmekteyken, toplumda güvensizlik ve paniğe yol açabilecek bu söylemleri size yakıştıramadım.

-Sn Livaneli, Sizler sanatçı değil Turkiye’nin sırtında yük, kambursunuz. Yaşlanan sanatçılar siyasetçi, tıp profesorü kesiliyor başımıza.

-Zülfü Bey, lütfen elinizdeki telefonu ve uzmanı olmadığınız konularda sallamayı bırakıp, üç perdeli dramlar yazmaya geri dönün.

-Çok şaşkınım.Uzmanı olmadığınız bir konuda yaptığınız yorum şaşırtıcı.Mahalle teyzeleri de tavsiyeler veriyor .Bilgi önemli ama ben hasta olsam doktora bunu söylemem,söyleyemem.Yoksa güven sorunu doğurur ki,iyileşme şansım azalır.

-Bu ne kadar kötü bir uslup.Sağlık çalışanları çok büyük bir riski ve yan etkiyi göze alarak bu ilacı kullanıyorlar, ayrıcalıklı oldukları için değil. Bugün ilacı eczanelerde bulamayan kullanıcılardan biri de benim. Sebebi de sizin gereksiz stokçulara yol göstermeniz.

-Bakanlığın beraber çalıştığı kurulda Türkiye'nin ve bazıları Dünyanın sayılı enfeksiyon uzmanları var ve bu kurul, ülkesi için insanlık için haftalardır gece gündüz çalışıyor. Siz çıkıp, kurulu beğenmiyorsunuz, uzman beğenmiyorsunuz, nesiniz siz, ordinaryüs profesör müsünüz?

-Zülfü Bey, sizin hangi kararın altında, hangi yeterlikle imzanız olduğunu bilemiyorum.Fakat bildiğim bir şey var ki; sizin fütursuzca ilaç önerecek bir mesleki vasfınızın olmadığıdır. Erdem göstereceğiniz yerde, işin uzmanı olan bilim adamlarını yerden yere vurmaya çalışıyorsunuz.

TEPKİLER ÇIĞ GİBİ BÜYÜYÜNCE,ÇAKMA PROFESÖRÜMÜZ GERİ ADIM ATAR GİBİ YAPTI;

“Açık bir özür: Sevgili dostlar 4 yıl Avrupa Konseyi Sağlık Komisyonu üyesi olarak çalıştım. GDO, kürtaj vs gibi birçok Avrupa kararında imzam var. Bu arada Nobel ödüllü birçok uzman tanıdım. İrtibatımız devam ediyor.

Onlardan öğrendiğim bilgileri halkla paylaşmak gibi bir çabam oldu. Malum ya, her şartta güneş toplayacağız ve mesleğimiz umut bizim.

Burada kesiyorum. Çünkü görevimi yaptım. TV’lerdeki bilgi kirliliğine karşı doğru kaynakları ilettim ve yetkililerin de aynı fikirde olduğunu görmek içimi rahatlattı. Herkese şifa diliyorum.

Bazı konuları halkın bilmesi rahatsız eder. Birçok profesörün ve kodamanın bir süredir koruyucu olarak kullandığı bir ilacı, halka duyurmak istedim. En büyük itiraz onlardan değil zengine aşık zavallı kölelerden geldi.

Bu nedenle yazdıklarımı geri alıyor, edindiğim hiçbir bilgiyi paylaşmayacağıma söz veriyorum. Bu arada herkes Cübbeli Ahmet’ten pek de farkı olmayan hocaların peşinden gitsin.
Bugüne kadar hiç kimseyi bloklamadım ama artık yapmam gerekiyor. Yoksa insan aklına ve haysiyetine duyduğum güveni yitireceğim. O insanlara bol kelle paça ya da deve ifrazatı öneriyorum.”

ZÜLFÜ BEY, GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ GERİ ADIM ATIYOR, AMA KUYRUĞU DİK TUTUP ATARLANMADAN DA DURAMIYORDU.

SON OLARAK KENDİSİNİ AŞAĞIDAKİ YAZIYLA ŞİDDETLİ BİR ŞEKİLDE UYARDIM;

ZÜLFÜ BEY,

YAPTIĞINIZ ANGUTLUK, BUGÜNKÜ HÜRRİYET GAZETESİ'NİN MANŞETİNDE YER ALIYOR.
HADSİZLİK YAPTINIZ,ÖZRÜNÜ DİLEDİNİZ.
BİZ "NEYSE KAPATALIM" DEDİK.
AMA SİZ BİTTİ DEMEDEN, BİTMİYORMUŞ ANLAŞILAN.
KONUŞTUKÇA BATIYORSUNUZ.
DAHA FAZLA REZİL OLMADAN, HAKKINIZDA SORUŞTURMA AÇILMADAN,
EVİNİZDE OTURUNUZ, KUYRUĞUNUZU KIVIRINIZ VE SUSUNUZ.
ANLIYORUM SİZİ,
DÜŞTÜĞÜNÜZ REZİL DURUMU HAZMETMENİZ ZAMAN ALACAK.

TREND TOPİC

Sosyal Medyada, oluşumuna benim de katkıda bulunduğum bir aforizma trend topic oldu;

HER ŞEY, BİR MİKROBUN “2019 ŞUBAT AYINDA "MART’IN SONU BAHAR” DEMESİYLE BAŞLADI;
O SENE BAHAR GELMEDİ. ERTESİ YIL MART AYINDA, KORONAVİRÜS SALGINI ÜLKEMİZİN ÜZERİNE

KABUS GİBİ ÇÖKTÜ.
“HER ŞEY GÜZEL OLACAK“ DEDİ;

KURAKLIK, DEPREM, ÇIĞ FELAKETLERİ EKSİK OLMADI.

CAMİDE BİR KEZ YASİN OKUDU;TÜM CAMİLER KAPANDI.
“HEPİNİZİ KUCAKLAYACAĞIM” DEDİ;

TOKALAŞMAYA HASRET KALDIK.

BİR KERE ŞEHİD CENAZESİNE KATILDI; SON BİR YILDA, SURİYE’DEN EN AZ 65 ŞEHİD GELDİ.
BUNLAR SON OLSUN.

RABBİM ÜLKEMİZİ YENİ FELAKETLERDEN KORUSUN.

MÜNAFİKO-LAİKPERESTLİK

Coronavirüsten ölenlerin sayısının yüksek olduğu İtalya'da, Çin’de, İspanya’da virüs bahane edilerek, dini değerler aşağılanmıyor,din adamlarına hakaret edilmiyor.

“Budist rahipler dışarı”, “Vatikan kapatılsın”,

“Papazlar 4000 Euro maaş alıyor”,”Papaz değil Doktor yetiştirmeliyiz” ve benzeri kampanyalar yapılmıyor.

Bizde yapılıyor.

Dışkısının tadına bakan ŞENGÖR'ün takipçisi Dr. Ali Haydar FIRAT niyetini açık ediyor;
"Ölümler, hastalık, ekonomi zerre umrumuzda değil. Bizim işimiz İktidara, yaptığı hizmetlere saldırmak. Erdoğan gitsin ne olursa olsun."

BU ÜLKEDE İKTİDAR- ERDOĞAN KARŞITLIĞININ ALTINDA YATAN ASIL SEBEP; İSLAM DÜŞMANLIĞIDIR.

MÜNAFİKO-LAİKPERESTLİK DİN OLARAK TANINMADIĞINDAN, T.C. VATANDAŞLARININ BİR BÖLÜMÜNÜN NÜFUS KAĞIDINDA DİNİ: HANESİNE HALA "İSLAM" YAZMAKTADIR.

KABE, MESCİD-İ NEBEVİ,CAMİLER, MESCİTLER, KİLİSELER,HAVRALAR,BUDİST TAPINAKLARI İBADETE KAPATILDI.

MÜNAFİKO-LAİKPERESTLERİN MOZOLESİNİ YALADIKLARI MALÜM TAPINAK NEDEN HALA ZİYARETE KAPATILMADI?

BABACAN’DAN LAİKPEREST KANDİL KUTLAMASI

A.GÜL'ÜN YANCISI ALİ BABACAN, Miraç Kandili sebebiyle yayımladığı mesajında, ALLAH VE PEYGAMBER'İ zikretmeden, Hristiyanların Ramazan Bayramımızı kutlar gibi, “İnsani değerlerin yükselişini sembolize eden Miraç Kandilinizi kutluyorum” DİYEREK, LAİKPERESTLERE SELAM ÇAKTI.

Kur’an-ı Kerim’de yer alan ve Peygamber efendimize namaz hediye edilen Miraç Gecesi mucizesiyle ilgili olarak,yayınladığı mesajda hiçbir dini vurgu ya da dua içermeyen bir cümleyle konuyu geçiştiren Babacan’ın, Allah (C.C.) ve Peygamber Efendimiz’in adını hiç anmaması dikkat çekti.

Müslüman olmayan yabancı liderlerin bile, dini günlerimizi kutlarken, mesajlarının içeriğinde; Allah, Müslüman veya dua kelimelerine yer verirken,
Dini bir günü “milli gün” üslubu ile kutlayan Babacan’ın bu tavrı “seküler görünme çabası” ve komiklik olarak değerlendirildi.

SUÇLU KİM

KORONA'NIN DİĞER ÇİN MALLARI GİBİ SAHTE YAPAY OLUP OLMADIĞINI HENÜZ BİLMİYORUZ.
ÇİN, BORSA DEĞERİ DÜŞEN ÜLKESİNDEKİ BATILI FİRMALARIN HİSSELERİNİ HARÇ MEZAT TOPLADI.
BU BİYOLOJİK SAVAŞIN SUÇLUSU KİM?

"BİR OLAYDAN EN KARLI ÇIKAN KİM İSE, SUÇLU ODUR" İLKESİNE GÖRE SUÇLUYU ARAYALIM.

RUSYA’DA LAİKLİK

Koronavirüs salgını nedeniyle Rusya'daki tüm Ortodoks kiliselerinde pazar günü dua edilecek.

RUSYA'YA GEÇMİŞ OLSUN.

ORADA DA LAİKLİK ELDEN GİTTİ.

Twitter: @dromeraydin

23.03.2020 09:30

Korona virüs nedeniyle hayatını kaybettiği kabul edilen Kara Kuvvetleri Eski Komutanı Aytaç Yalman'ın üç hafta önce İran'da bulunduğu kuvvetli bir şekilde iddia ediliyor.

2002 - 2004 yıllarında Kara Kuvvetleri Komutanı olan 79 yaşındaki Aytaç Yalman'ın tedavi gördüğü Sultan Abdülhamid Han Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimliği, "Aytaç Yalman'ın koronavirüs nedeniyle öldüğü kanaati oluşmuştur" açıklamasında bulundu.

Yalman'ın eşi Belma Yalman'ın da koronavirüs testinin pozitif çıktığı öğrenildi.

Çeşitli basın yayın organlarında Aytaç Yalman'ın yaklaşık bir ay önce koronavirüsün hızla yayıldığı İran'a gittiği yönünde kuvvetli iddialar bulunmakta.

Bu haberin doğruluğu konusunda, gitmiş ise nedenleri hususunda Sayın Hulusi Akar’dan ve Sayın Süleyman Soylu’dan açıklama bekliyoruz.



YALMAN'IN İRAN SEYAHATİ KONUSUNDA SOSYAL MEDYADA DOLAŞAN TEPKİLERDEN BAZILARI

-Doğrusu, bu soru benim de aklıma takıldı, üstelik en riskli yaş grubu İran ' da salgın kol gezerken ? Şimdi de, spor salonundan kapmış diyorlar, Fenerbahce Orduevi 'nde..

-3 Hafta önce, İran virüsten dolayı. yangın yeri gibiydi. Turistik gezi desek adama deli derler. İş gezisi desek oha derler.

-Dün "Türkiye İran olmayacak" diyenler bugün İrana gidip kaptığı virüs ile ölmesi büyük ironi olsa gerek

-Bir emekli general ve İran,enteresan... Suleymani’ye taziyeye gitmiş olmasın

-İrtica diye darbe yaparlar, muhtıra verirler. Emekli olunca İrana giderler, askeri danışmanlık yaparlar.
-Hem de Sultan Abdülhamit Hastanesi'nde ölmüş...

Ömür boyu düşman bildiği padişahın adını taşıyan hastanede... İbretlik iş...

AYTAÇ YALMAN'IN HASTALIK SÜRECİNİN ÖYKÜSÜ VE ÖLÜM RAPORU

"Tahir Aytaç YALMAN

79 yaşında Erkek hasta. Emekli Orgeneral.

Öyküsünde hipertansiyonu dışında ek hastalığı olmayan hastanın;

11 Mart’ta nefes darlığı şikayeti başlamış.

12 Mart ta şikayetleri nedeniyle Fenerbahçe Orduevi Doktoru eve çağırılmış. Orduevi Doktorundan alınan bilgiye göre :

Fizik Muayene Bulguları (12.03.2020) : Dispneik,hafif taşipneik , Ateş 38.5 , NDS:96 , Sat:Oda havasında %92, dinlemekle akciğerde bilateral raller mevcut

Bu bulgular ile orduevi hekimi hastaneye gitmesi gerektiğini bildirmiş ancak hasta kabul etmemiş, kendisine evde serum tedavisi uygulanmasını istemiş.

13.03.2020 tarihinde şikayetlerinin artışı nedeni ile aynı doktor tekrar eve çağırılmış ve bu sefer hasta ikna edilerek hastaneye götürülmüş.

Bilgisayarlı tomografisi çekilen hastaya “interstisyel Pnomoni”tanısı konulmuş ve yatış önerilmiş , hasta yatışı kabul etmemiş, eve gitmiş ancak kötüleşince hastaneye tekrar gidilmiş ve saat 17:00 de özel bir sağlık kuruluşu’na yatırılmış.

14.03.2020 ve 15.03.2020 tarihlerinde hastanede yatmaya devam ederken hastanın genel durumu bozulmuş, hipoksisi derinleşmiş.

15.03.2020 tarihinde sabah saatlerinde hastanın filmleri konsültasyon amacıyla Sultan Abdülhamid EAH Göğüs Hastalıkları kliniğince değerlendirilmiştir. Yapılan değerlendirme sonucunda takip edilen doktoruyla da görüşülerek hastanın hastanemize nakli sağlanmıştır.

15.03.2020 saat 13.00 de Sultan Abdülhamid 2.Han Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil servisine getirildiğinde muayene bulguları:

Bilinç açık ,uykuya meyilli,genel durum kötü,dispneik,taşipneik,yardımcı solunum kasları solunuma katılıyor, TA:130/60 ,sat %45 NDS:117.

Hasta bu halde derhal entübe edilerek ventilatöre bağlanmıştır . Hastanın viral pnomoni tablosuna istinaden gerekli tedavisi planlanmış ve tetkikleri istenmiştir.

Ancak hastada saat 19:10 da arrest gelişmiş , derhal hızlı ve etkin CPR başlanmış.15 ampül atropin ,10 ampul bikarbonat yapılmış ancak 40 dakika sonunda ritmi dönmeyince 19:50 de exitus olarak kabul edilmiştir.

Hastanın kliniğinin ve tetkiklerinin bakanlık COVID 19 rehberinde tarif edilen olası vaka tanımına benzemesinden dolayı filyasyon yapılmasına karar verilmiş, yapılan filyasyon sonucunda eşinde semptomlar görülmesi üzerine 15.03.2020 tarihinde aynı hastaneye yatışı yapılmıştır.

Hastaya daha önce takip edildiği sağlık kuruluşu ve Ordu Evi nde tedavi uygulayan sağlık profesyonelleri, ev temaslıları, işyeri temaslılarına filyasyon yapılmış numuneleri alınmış gerekli izolasyon tedbirleri uygulanmıştır.

Eşinin test sonucunun COVID pozitif gelmesi üzerine merhum Aytaç YALMAN'ın klinik tablosunun da uyumlu olduğu dikkate alındığında COVID 19’a bağlı vefat ettiği kanaati oluşmuştur.

Sultan Abdülhamid Han Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Başhekimliği"

MUHALEFETİN YENİ SÖZCÜSÜ HABERTÜRK

Hürriyet'ten kovulan İsmail Saymaz’ı mal bulmuş mağribi gibi aynı akşam televizyonundaki Didem Aslan Yılmaz’ın programına bulaşıcı hastalıklar otoritesi olarak çıkaran HABERTÜRK TV muhalefet sözcülüğü konusunda Sözcü Gazetesi ile yarışıyor.

Kadrosundaki birkaç makul gazeteciyle iktidar selam sallayan Habertürk, haber ve tartışma programlarının yapım ve sunucuları, çağırdığı konuklarıyla SÖZCÜ’nün pabucunu yakında dama atacak gibi.

Habertürk tarafından kucaklanan İsmail Saymaz’da ego tavan yapınca O da “ARDINDA 100 KÖPEĞİ HAVLATMAYAN KURT KURTTAN SAYILMAZ “ şeklinde twit atıp, sosyal medyayı karıştırdı;



-BU KÖPEKLERİN, KENDİNİ KURT ZANNEDEN ÇAKALI YAKALAYIP, SEVİP SEVİP PARÇALAMALARI KAÇINILMAZ SONUÇTUR.

-Kurt, İsmaili Ensesinden Yakalamış Belli, Birazdan İstiklal Marşını da Söyletir...

-Hakikaten tam bir fikir hırsızısın, üşengeç zerzevatçı bu cümleyi kimin söylediğini söylesene. Olmayan kelime dağarcığınla sakın haa ben söyledim deme harbiden tükürük hokkasına çeviririm seni.

-İsmail vallahi gülmeyi geçtim. Bildiğin kahkaha attım sayende Bi bak sağına soluna. Gerçekten o kurt nerde?

-Şu anki psikolojinden belli berbat bir haldesin ve tek yapabildiğin insanlara hakaret etmek. Oysaki kafanı ellerinin arasına alsan iki dakka düşünsen şu cennet vatanda yaşadığın için şükretsen.

Twitter: @dromeraydin

20.03.2020 09:58

Trabzonspor'un efsane kaptanlarından, Anadolu futbolundaki devrimin başkahramanlarından adı Süper Lig'in 2019-2020 sezonunda yaşatılan Cemil Usta; nam-ı diğer Dozer Cemil’in 15 Mart 2003 de aramızdan ayrılışının 17. Yıldönümü.

Kendisine Allahtan rahmet diliyorum.

Anadolu'da bir devrim yapan Trabzonspor'un şampiyonluklarla dolu mazisinin en önemli aktörlerinden biri kuşkusuz Cemil Usta’dır.

Cemil Usta 1 Ocak 1951 yılında Trabzon'da dünyaya geldi.

1967 yılında Trabzon'un Gençlerbirliği takımında futbola başladı. Burada üç sezon top koşturan Cemil, o dönem 2. Lig Kırmızı Grup'ta mücadele eden Trabzonspor'a transfer oldu.

1973-74 sezonunda Karadeniz ekibinin 1. Lig'e çıkmasında önemli pay sahibi olan Cemil Usta'ya sezon sonu efsanesi olacağı kulübün kaptanlık pazubandı verildi.

Trabzonspor kaptanı olarak 1. Lig'de (bugünkü Süper lig) iki şampiyonluk yaşayan Dozer Cemil, hem takımın sembol oyuncularından biri olmayı başarmış, hem de takımın en önemli oyuncusu olmuştu.

1976-77 sezonunda Trabzonspor'un dünya devi Liverpool'u sahasında 1-0 mağlup ettiği müsabakadan penaltıdan attığı golle takımını galibiyete taşımış ve kulübün tarihine adını yazdırmıştı.

1978-79 sezonunda artık 32 yaşına basan Dozer Cemil'i yaşlandığı gerekçesiyle kulüp başkanı Şamil Ekinci satış listesine koydu.

Cemil Usta, Rizespor'dan aldığı ve reddettiği transfer teklifi üzerine, "Ben Trabzonspor'un kaptanıyım. Başka bir kaptanın arkasından nasıl sahaya çıkarım."deyip, transferi reddederek futbolu bırakmış, tarihe not düşmüştür.



Yüreğini sahaya koymanın ustasıydı o. Cemil Usta yazıyordu nüfus kağıdında. Gönüller de ise; Dozer Cemil, Kaptan Cemil ve Takoz Cemil yazılıydı.

Ellerinin üstünde sayısız kupa havaya kalktı. Ama onun insanlığı ve alçak gönüllüğü hiç havalanmadı.

Trabzonspor sevdasıyla sahaya çıkar, Avni Aker'in çukurlarını bile ezbere bilen bir dozer gibi mücadele ederdi sahada.

Dakika 61' Hüseyin Tok'un, istikrar abidesi Turgay'ın, Necati’nin, Kadir’in, sessiz kahraman Bekir Barçın'ın, asker Mehmet Cemil'in, joker Ali Yavuz'un, Cosmos Engin'in, Tuncay'ın, Gol Kralı Necmi Perekli'nin, 'Rüzgarın Oğlu' Ali Kemal'in, Futbol dünyasının yüz akı Şenol Güneş'in kaptanı Dozer Cemil’di o.



Kupanın her türünü kaldıran ellerini, Liverpool'un Clemence'ini ters köşeye yatıran ayaklarını, paraya pula çevirmediği gözlerini, o koca gövdenin içine sakladığı mangal yüreğini, Trabzon’un kaptanlığına ne de çok yakışan vakarını unutmak mümkün mü?

İlk Milli maçına 22 Eylül 1976 yılında Bulgaristan ile oynanılan 2-2 beraberlikle sonuçlanan özel maçta formasını giyerek çıkan Cemil Usta, bu maçtan üç hafta sonra oynanılan İrlanda maçı ile de son kez Milli formayı terletmiştir.

2000 yılında felç geçirmiş ve 2003 yılında evine gittiği sırada kalp krizi geçirerek 52 yaşında hayatını kaybetti.

Hayatını kaybettiği zamanlarda Dozer Cemil'in maddi durumunun çok kötü olduğu, öldüğünde cebinde 5 lira 75 kuruş olduğu söylenir.

Cemil Usta, Trabzon'da İskenderpaşa Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından Boztepe mezarlığına defnedildi.

Katkılarınız için teşekkürler haber61.

KENDİSİYLE İLGİLİ KIYMETLİ BİR ANIMI SİZİNLE PAYLAŞARAK BİTİREYİM;

YIL 1973. YAZ TATİLLERİNDE O ZAMANA GÖRE MODERN BASKÜLÜMLE (ŞİMDİKİ BANYO BASKÜLÜ) KANTARCILIK YAPIYOR, HER İNSAN TARTISINDAN 50 KURUŞ KAZANARAK AİLE BÜTÇESİNE KATKIDA BULUNUYORDUM.

DOZER CEMİL'İ ANTREMANDAN SONRA, ZAĞNOS KÖPRÜSÜNÜN BAŞINDAKİ EVİMİZİN ÖNÜNDEN GEÇERKEN HER SEFERİNDE BASKÜLÜMLE TARTIYORDUM.

PARA VERMEYE KALKINCA DA "PARAMI 1.LİGE ÇIKARAK ÖDEYECEKSİN" DİYORDUM.

O YIL 1. LİGE ÇIKTIK. BORCUNU ÖDEDİ.

ADAM GİBİ ADAMDI.

ALLAH RAHMET EYLESİN.

GEZEGEN MEHMET İSYAN EDİYOR;

“Sayın İmamoğlu’na sorduğum soru; “PKK ile kol kola olan HDP ile neden kol kolasınız?” sorusuydu. Bu sorunun hiç bir yerinde Kürt halkına terörist iması yok. Kendisi sorumu kasıtlı olarak çarpıtarak; “Sen Kürt’lere terörist diyorsun” diyerek beni hedef gösterdi.”



MEHMET KARDEŞİM;

BU OPORTÜNİST MAHLUKATIN NASIL BİRİ OLDUĞUNU BİLMİYOR MUSUN DA ÜZÜLÜYORSUN?
BUNUN HAYATI, DEMAGOJİ, TAKIYYE, YALAN, SAPTIRMA, RİYA...

BU TİPLERİ ADAM YERİNE KOYARAK TEZVİRATLARINI YAYMASINA ALET OLMAMAK EN İYİSİ.
OLAN OLDU, TAKMA KAFANA

SAYILMAZ İSMAİL

Hürriyet muhabiri İsmail Saymaz: ''İran bile cuma namazını yasakladı, biz neden yasaklamadık ''diye sosyal medyayı yıkıyor.

OĞLUM İSMAİL

MUHALİF BAŞKA, NAMUSLU MUHALİF BAŞKA, KRİPOTU MUHALİF BAŞKA, KAFİR MUHALİF BAŞKA, MUNAFIK MUHALİF BAŞKA, ŞEREFSSİZ MUHALİF BAŞKA,

SEN HANGİ KATEGORİDESİN İSMAİL?

ŞAŞTIM KALDIM

GERGERLİOĞLU

HDP KOCAELİ MİLLETVEKİLİ Ömer Faruk Gergerlioğlu “KORONA SALGININDAN DOLAYI TÜM TUTUKLU VE HÜKÜMLÜLER TEDBİREN SALIVERİLSİN KAMPANYAYA İMZA VER” DİYE SOSYAL MEDYADA KAMPANYA YAPIYOR.



HEM İMAM HATİPLİ, HEM GÖĞÜS HASTALIKLARI UZMANI DOKTOR, HEM DE HDP MİLLETVEKİLİ "TÜM TUTUKLU VE HÜKÜMLÜLER TEDBİREN SALIVERİLSİN" ÖNERİSİNİ KARŞISINDA, İMAM HATİPLİ BİR DOKTOR OLARAK UTANIYORUM.

AMACI PKK VE FETÖCÜLERİ SALIVERDİRMEK. HEM DE TEDBİREN.
YERSEN.

YEMEDİK SİYASİ UZANTI GERGERLİOĞLU

AĞIRALİOĞLU BURAYA GEL

Türk Yurdu’nda her şey ilkeli olmalıdır. Öyle yaparsanız, insanlar “dostlukları zaten sarsılmazdır, düşmanlıkları bile iyidir." derler.

"Milletvekili geçişlerinde herkes kalbine ve vicdanına itimat etsin. Kalbinize danışın. Doğruyu, yanlışı, millet hayrına olanı orası söyler.” diye yakınan İYİ PARTİ sözcüsü Yavuz Ağıralioğlu’nu teselli etmeye çalıştım.



“YANLIŞ PARTİ POLİTİKA VE UYGULAMALARINIZLA MİLLETVEKİLLERİNİ KAÇIRIN, SONRA DA BÖYLE SİTEMLİ FELSEFE YAPIN.

OLMUYOR HEMŞEHRİM YAVUZ BEY OLMUYOR.

YİNE TELEVİZYONLARA ÇEŞİT ÇEŞİT ADAMLARINIZ ÇIKIYOR. YİNE TELEVİZYONLARDA KESTİLER SENİ.

SEN NE ZAMAN BİZE GELİYORSUN?”

YİNE MBS

Muhammed Bin Selman bir kaç ay önce ayağını & eteğini öptüğü eski Veliaht Muhammed bin Nayif'i dün vatana ihanet suçuyla gözaltına aldırdı. Nayif’in hayatından endişe ediliyor. Rahmetli Cemal Kaşıkçı’nın akibetine uğramaz inşallah.

VELİAHTLAR TARİHİ, MUHAMMED BİN SELMAN KADAR MÜNAFIK, HAİN, ENTRİKACI VE YALANCI BİR VELİAHTTAN BAHSETMEZ.

KARANTİNA

"FAHRETTİN BEY BAKANIM,

BİZİM İNSANIMIZI KENDİ İNİSİYATİFİNE BIRAKIRSANIZ,NE OLACAĞI BELLİ. NASİHAT DIŞINDA BAŞKA USULLERE DE BAŞVURULMALI. KAFİLE BAŞKANLARI, REHBER HOCALAR AKTİF ROL OYNAMALI, HATTA 14 ZORUNLU KARANTİNAYA BAŞVURULMALI.

SALGIN ŞAKAYA GELMEZ.

Umreciler ve yurt dışından dönenler zorunlu karantinaya tabi tutulamalı. Buna mecbur kalacağız anlaşılan. Geç olmadan karar verelim” DİYE YAZDIM.

GECE YARISI GELEN UMRECİLER ANKARA’DA YURTLARDA KARANTİNAYA ALINDI.

UMRECİ YAKINLARINDAN BANA BİR SALDIRI BİR SALDIRI.

ARKADAŞLAR,BEN DEDİM DİYE UMRECİLER KARANTİNAYA ALINMADI. DEMEK Kİ FAHRETTİN BEY BAKANIM DA BİZİM GİBİ DÜŞÜNÜYORMUŞ. AKLIN YOLU BİR .

OF DEMEYELİM

Annem yaşı sebebiyle evden çıkmamıyor. İhtiyaçlarını öğrenip ,götürdüm.
Uzak duralım falan deyince yüzü düştü tabi, tavır aldı. Bunun bizi değil onu korumak için gerektiğine ikna edene kadar canım çıktı.

İNSANOĞLU YAŞLANDIKÇA ÇOCUKLAŞIYOR.

İNANCIMIZ GEREĞİ "OF" DİYEMİYORUZ.

SORUN YOK.

YETER Kİ ALLAH SAĞLIKLI UZUN ÖMÜR VERSİN.

İLBER HOCA

Prof.İlber Ortaylı, koronavirüs salgını nedeniyle marketlerde,eczanelerde yaşanan çılgınlığı, görgüsüzlük ve yağma olarak tanımladı.

"Cehalet desek, bunların bazıları hepimiz kadar diplomalı bize akıl öğretiyorlar. Allah akıl versin."

TAHSİL CEHALETİ ALIR, AÇ GÖZLÜLÜK BAKİ KALIR, HOCAM.

DÜN SOSYAL MEDYADAN YAZDIM.

YALOVA’DAN HABER VAR

Süleymancılar Yalova'da 45 bin liraya oylarını sattıkları CHP adayı Vefa Salman, görevden alınınca, parayı Süleymancılardan geri istemiş.

Süleymancıların lideri Alihan Kuriş ile Kemal Kılıçdaroğlu'nun araya girmesiyle olay tatlıya bağlanmış.

Para gelecek seçime avans sayılacakmış.

Twitter: @dromeraydin

16.03.2020 16:40

ÖNCE CEVABA KONU YAZIMA BAKALIM

SELAHATTİN ÖZGÜNDÜZ’ÜN MASKESİ DÜŞTÜ

CAFERİLERİN TÜRKİYE’DEKİ LİDERİ,SÖZDE HOŞGÖRÜ VE YİĞİTLİK TİMSALİ SELAHATTİN ÖZGÜNDÜZ, VAR OLDUĞUNU SANDIĞIMIZ VİCDAN VE MERHAMETİNİ YİTİREREK, SURİYE’Yİ, İDLİB’İ CEHENNEME ÇEVİREN İBLİS ESED’E, “NEDEN ESAD DİYORDUNUZ? ZATEN O ESED’DİR ALLAH’IN ASLANIDIR.“ DİYE GÜZELLEMELER YAPIYOR.

ÖZGÜNDÜZ’E GÖRE; ÇOLUK ÇOCUK DEMEDEN SİVİLLERİN ÜZERİNE BOMBA YAĞDIRAN ŞEREFSİZ ZALİM ESED, ÜLKESİNİ TERÖRİZME VE İSRAİLE KARŞI SAVUNAN KANATSIZ BİR MELEKTİR.ONU RUSYANIN KUCAĞINA BİZ İTELEMİŞİZ.

BİZ SURİYE’DE KALDIKÇA, ASLANI RUSYA’NIN KUCAĞINA DAHA FAZLA YERLEŞECEKMİŞ.

SELAHATTİN ÖZGÜNDÜZ; BUGÜNE KADAR SENİ ADAM YERİNE KOYDUĞUM İÇİN UTANIYORUM.

CHP ESKİ MİLLETVEKİLİ ALİ ÖZGÜNDÜZ YEĞENİN Mİ, BİRLİKTE SAMİMİ POZLAR VERDİĞİN SELAHATTİN DEMİRTAŞ MI ZEHİRLEDİ SENİ.

YOKSA TAKIYYE Mİ YAPIYORDUN? MEZHEBİNDE TAKIYYE FARZDIR YA.

SEN HEM ZALİMLERİN FASIKLARIN, ŞEYTANLARIN YANCISI, HEM DE ŞİA/ NUSAYRİ BEZİRGANIYMIŞSIN.

SURİYE OLAYI BAŞLADIĞINDAN BERİ YAKLAŞIMLARINLA, KONUŞMALARINLA, DUA VE BEDDUALARINLA; CAFERİ, ŞİA, ALİ’Lİ /ALİSİZ ALEVİ, NUSAYRİ... TOPUNUZUN BİR BÜTÜNÜN AYRILMAZ PARÇALARI VE AYNI YOLUN YOLCUSU OLDUĞUNUZU KAFAMIZA MIH GİBİ SOKTUN.

BİR DE TAKIYYEYE DEVAM EDİP, GÜRLÜYORSUN ”BU MEZHEP SAVAŞI DEĞİLDİR. OLUP BİTEN ESED’İN TERÖRİSTLERLE MÜCADELESİDİR.ÜLKE SAVUNMASIDIR. ”

AHMET HAKAN’A BUGÜN “ESSED’E ALLAH’IN ASLANI DEMEM 2013 TARİHİNDEDİR” DİYE SAVUNMA YOLLAMIŞSIN. O DA İNANMIŞ SANA. DÜZELTME YAYINLAMIŞ.

AMAN BİR HAKSIZLIK YAPMAYAYIM DİYE İNTERNETTE DOLAŞTIM. YOUTUBE’A BAKTIM.SAYISIZ ESED GÜZELLEMENE RASTLADIM. NASR TV'DE YAYINLANAN TAYYİP BEY’İ HEDEF ALAN KONUŞMALARINI DA. CEM TV'DEKİ ŞEHİDLERLE İLGİLİ LAFI DOLAŞTIRIP TOP ÇEVİRMELERİNİ DE SEYRETTİM.

YALAN DA SÖYLÜYORSUN. AHMET HAKAN’I DA KANDIRMIŞSIN.BU ONUN SORUNU.
BİZİM AKLIMIZLA OYNAYAMAZSIN.MEZHEBİ YAKLAŞIMLARLA HER ZAMAN VE HER YERDE ESED’İ ASLANLAR GİBİ SAVUNUYORSUN. ÜLKE İDARECİLERİNİ DE ALAYCI BİR DİLLE KÜÇÜMSÜYORSUN...

SÜNNİLERİN ŞAHSINDA CAFERİLER İÇİN DUYDUĞU SEMPATİNİN İÇİNE SI.TIN.

YAZIKLAR VE LANETLER OLSUN SANA.

AHİRETTE ESED’LE BİRLİKTE HAŞROLASIN

ŞİMDİ SELAHATTİN ÖZGÜNDÜZ'ÜN BANA CEVABINA BAKALIM,

Ömer Aydın

Bu ne öfke ? Emperyalizm, siyonizm, vahabizm ve ihvanizmin Suriyedeki mağlubiyeti mi seni böyle öfkelendirmiş ? Yoksa onların İdlib'te Türkiye Cumhuriyetine kurduğu tuzak, Cumhurbaşkanı ve beraberindeki heyetin Moskova ziyaretiyle bozuldu diye mi bu kadar öfkelisin?

Yoksa vahhabilerin bir birini yediği, prenslerin zindana tıkıldığı haberleri mi seni bu kadar öfkelendirdi ?

Yoksa ABD'nin baskısıyla petrol fiyatlarının düşmesi sebebiyle Suudilerin artık finanse ettiği TV kanallarına ve vahabist terör örgütlerine yeterince para aktaramadıkları, dolayısıyla onların petro dolarlarıyla mevcudiyetini idame ettiren bu oluşumların yenilgilerinin hızlanması endişesi mi seni böyle öfkelendirmiş?

Yoksa Suudilerin yedi günde Yemen'i dize getirip kendileri gibi emperyalizm ve siyonizmin maşası bir yönetime mecbur edeceklerini vaat edip yedi yılda bunu başaramadıkları mı seni böyle öfkelendirmiş ?

Yoksa İran ile Türkiye'yi bir mezhep savaşına tutuşturup ikisini de mahvetme oyunlarının bu iki ülkenin devletleri tarafından bozulması mı seni bu kadar öfkelendirmiş?

Yoksa benim hakkımda bu kadar yaptığın incelemelerde, bütün bu oyunları en başından fark edip gündeme getirmem mi senin bu öfkenin hedefine beni yerleştirdi?

Yoksa Oğuz'un evladını bir birine mezhep bağnazlığıyla kırdırma oyunlarının (İngiliz) Şiası ayağı tarafımdan kırıldığını araştırmaların sonucu görmüş olman mı beni senin öfkenin hedefi durumuna getirdi ?

Ha maske meselesine gelince, ben hiç maskeli olmadım ki maskem düşsün. Sizden biri (mezhep bağlamında) olduğumu hiç söylemedim ve Ali Şiası olduğumu her ortamda iftiharla söyleye gelmiş olduğumu da herkes bilir. Irak'la birlikte Suriye'nin parçalanması İran ve Türkiye'nin de parçalanmasını kolaylaştırır.

Beşşar Esed’in düşmesi durumunda Suriyenin parçalanacağını her aklı başında insan bilir. Hal böyleyken her yurtsever ve Türkiye'nin milli birlik ve toprak bütünlüğünü her şeyin üstünde tutan, onurlu ve tutarlı her insan gibi benim de bu gerçekler ışığında ülkemin ve bölge ülkelerinin birlik ve bütünlüğünü savunmam, kavmiyet, mezhep, aşîret bahaneleriyle bir birine düşmanlık etmelerine hep karşı oluşum seni üzse de karşı olmaya devam edeceğim.

Bunu fark ettiğin için mi öfkenin hedefine beni koydun ? Azerbaycan, İran, Türkiye,Rusya Federasyonu, Irak, Afganistan(Hazara Türkleri)Türk Cumhuriyetleri, Gürcistan, vs. ülkelerde yaşayan yaklaşık 70 milyon Azerbaycan kökenli Oğuz evladı (Azerî) Türkleri ki tamamı can Azerbaycan'ı ata yurdu cennet vatanımız Türkiye'yi de ana vatan'ı olarak görmekteler, bu gerçeği de bağnazlıktan kurtulmuş herkes bilir.

Bu camiaya ve nübüvvet hanedanı Ehl-i Beyt taraftarı olarak bilinen Balkanlar'dan, Anadolu'dan Hint yarımadasına kadar yaklaşık 300 milyon Alevi-Şia müslüman toplumuna dil uzatmak, hakaret etmek, aşağılamak senin haddin değildir. Ettiğin hakaret ve tel'ini misliyle iade etmekte hiçbir sakınca görmüyorum ama avukatlarım mahkeme karşısında senin kurtuluşun olur diye bir bilgi verdikleri için bunu şimdilik dava sonrasına erteliyorum.

Selahattin Demirtaşla görüşmem, devletimin Cumhurbaşkanı seçilmesinde beis görmeyip seçim yarışına katılmasını onayladığı dönemde randevu istemiş, kabul etmişim ve ülkemin toprak bütünlüğü, milletimin birliği ve devletimin bekası benim ve camiamın kırmızı çizgimiz olduğunu net bir ifadeyle kendisine söylemişim. Kendisi de bunu saygıyla karşılamış orada bulunan herkes de buna şahit olmuştur.

Bu görüşmeden utanç da duymuyorum. Diyaloğun ülkeme zararı değil yararı olduğunu düşünüyorum. Senden izin almam mı gerekirdi ?

Partilerle ilişkimde devletimin faaliyet izni verdiği her partiye aynı mesafede olduğumu, hangi parti listelerinde bu camiaya ne değer vermişse o kadar karşılık bulacağını her platformda dile getirmişim. Ne maske takmışım ne takiyye etmişim.

Aşura Merasimi vs. herkese açık etkinliklerimizde basının ve siyasi partilerin temsilcilerinin huzurunda defalarca bu görüşümüzü maskesiz ilan etmişiz.

Takiyye kur’anî davranış olduğu için her müslümanın yapması onaylanmıştır. Ama bunu iki yüzlülük ya da fitne çıkarmak gibi çarpık yorumlar bizden başkalarının düştüğü sapkınlıktır.

Bir de şu İslam Coğrafyasına bakalım. Afganistan ve Pakistan'ı kan gölü ve harabeye çeviren Taliban, Suriye,Mısır, Irak, Yemen, Somali, Mali, Nijerya, Libya, vs. Afrika ve Asya'daki İslam Coğrafyasını kan gölü ve harabeye çeviren İhvan, El- Kaide, DAİŞ, Eş-Şebab, Boko Haram, HTŞ vs. örgütler ve ülkemize bela edilen saydıklarımızın bir kısmına ilaveten PYD, PKK, FETÖ vs. örgütler Şii-Alevi örgütler midir?

Şimdi, Lübnan Hizbullah’ı, Suriye devleti, İran, Irak, hatta ata yurdum Azerbaycan devletleri ya da bu ülkelerdeki kurum veya örgütlerden herhangi birisi Türkiye Cumhuriyeti devletini yıkmaya çalışıyorsa, toprağını işgal planı yapıyorsa ve T.C. vatandaşı olup bu faaliyetlerinde onlardan birine bilinçli olarak yardım ve yataklık eden her kim varsa cümlesini Allah(c.c.) kahhar adıyla kahr etsin.

Bunlardan her hangi birisi bir Müslümanın Hanefi, Şafii, Maliki veya Hanbeli, Kürt, Türk, Fars, Arap, vs. olduğu için onun kanını döker, malını gasp eder ve namusunu kendisine helal sayıp tecavüz ederse Allah’ın laneti, azabı ve gazabı ona olsun.

Hatta her kim ki bu ülkenin vatandaşı olup kendi ikbal ve kişisel menfaati için bu ülkenin devletine, milletine ve vatanına ihanet ederse, ediyorsa bu ülkede fitne ve tefrika çıkarmaya çalışıyorsa Allahın azabı, gazabı ve laneti ona olsun.

Her kim bu devlete, bu millete, bu vatana yukarıda saydıklarımla birlikte Rus'a, Rum'a, Alman'a, İngiliz'e, ABD'ye, İsrail'e, arap'a, acem'e hatta Türk Cumhuriyetlerinden birine yaranmak için bu devlete, millete ya da vatana ihanet veya hıyanet ediyorsa,ederse Allah'ın azabı, gazabı ve laneti ona olsun.

Ben kimseye onun partisinden veya mezhebinden olduğumu demedim ki takiyye yapmış olayım. Ben türküm, müslümanım, Alevi- şii- caferi-isnaaşeri (12 imamın imametine inanan) yim.

Bu ülkenin misafiri değil asli sahibiyim. Emperyalizme, siyonizme karşı mukavemet cephesindeyim.Türk topraklarının işgaline karşı milli mücadele cephesindeyim. Benim gibi düşünmeyen, inanmayan vatandaşlarım vatana ihanet etmedikçe hepsi benim dostundur.

Düşmanım değildir. Kimse benim gibi düşünmek ya da inanmak zorunda değildir.Ben de kimsenin inandığı ya da düşündüğü gibi inanıp,düşünmek zorunda değilim.

İktidar partisi de dahil hiçbir partinin iç ve dış politikalarını topyekûn kabul ya da reddetme durumunda değilim. Kimsenin yalaka takımından da değilim.

Vatandaşlar olarak bir birimizin görüş ve inancını kabul etmek zorunda olmadığımız gibi hakaret etme ilkelliğinede düşmemeliyiz.

Bu takiiye ise evet ben takiyyeciyim. Ben bu görüşlere sahibim. Bundan dolayı beni ve camiamı tahkir, telin etme haddi değil hakkı da yoktur. Kimi sevip sevmeme konusunda da kimseden icazet almak zorunda değiliz. Herkesin de sevdikleriyle haşr olacağının bilincindeyiz. Bu da onun sorunu kimseyi ilgilendirmez.

12/03/2020

Selahattin Özgündüz

SELAHATTİN BEY,

CEVABINIZI NOKTASINA VİRGÜLÜNE DOKUNMADAN İŞTE YAYINLADIM.

İDDİALARIMIN HİÇ BİRİSİNE DİŞE DOKUNUR BİR CEVAP VEREMEDİN. ALAKASIZ BİR ŞEKİLDE BENİ BİR SÜRÜ SAÇMA SAPAN VE DÜŞMANI OLDUĞUM FİKRİYATA SAHİP OLMAKLA SUÇLADIN. LAFI DOLAŞTIRDIN AMA ESED SEVDANI REDDEDEMEDİN. ZATEN YAZIMIN ANA KONUSU SENİN ESED SEVDANDIR. ESED İLE HAŞROLMANA DAİR DUAMI DA ZIMNEN KABUL ETTİN. DAHA NE OLSUN?

BİZİM ŞİA CAMİASI İLE BİR SORUNUMUZ YOKTUR. SORUNUMUZ, ŞİA CAMİASINI TEMSİL ETME İDDİASINDA OLANLARIN ÇARPIK ZİHNİYETİDİR. 

ŞİA MÜSLÜMANLARI İLE SÜNNİLER ARASINDA OLUŞTURDUĞUNUZ HUSUMETE ÖFKELİYİM. 

HA BİRE, OĞUZ TÜRKMENİ OLDUĞUNDAN VE YÜKSEK TÜRKMEN SEVDANDAN BAHSETMEKTESİN. BUNA MUKABİL, ESED'İN BAYIR BUCAK TÜRKMENLERİNE YAPTIĞI ZULMÜ GÖRMEZDEN GELİYORSUN. 

BİZ EHLİ SÜNNET MÜSLÜMANLARIYIZ. ARI, DURU İSLAMA ZARAR VEREN, ÜMMETİN BİRLİĞİNİ BOZAN, MÜSLÜMANLARI PARÇALAMAYI HEDEFLEYEN, İSLAMI İSTİSMAR EDEN, İKTİDARINA DAYANAK YAPAN, BİTAD EHLİNE, SAPKINLARA, GİZLİ MÜŞRİKLERE, MÜNAFIKLARA, KAFİRLERE, PRENSLERE, SULTANLARA, VAHHABİLERE, SİYONİSTLERE VE EMPERYALİSTLERE ÖFKELİYİM.

VATANIMA GÖZ DİKEN, MEHMETÇİKLERİMİ ŞEHİD EDEN, MİLYONLARCA İNSANI YURDUNDAN SÜREN, BİNLERCE MASUM İNSANI KATLEDEN, AŞAĞILIK İBLİSLERE VE ONLARI SAVUNANLARA, ONLARA “ALLAH’IN ASLANI” DİYE GÜZELLEME YAPANLARA ÖFKELİYİM.

ÜLKEMİN İDARECİLERİYLE, CUMHURBAŞKANIMIZLA ALAY EDEN, KÜÇÜMSEYEN, ONA ZARAR VEREREK KAOS BEKLEYEN LEŞ KARGALARINA ÖFKELİYİM.

SİZİNLE ŞAHSİ BİR PROBLEMİM YOKTUR. HATTA SURİYE OLAYINA KADAR ŞAHSINIZA YÜKSEK SEMPATİM DE VARDI. 

SİZE ÖFKEM, SÜNNİLERİN ŞAHSINIZDA CAFERİLERE DUYDUĞU SEMPATİYİ YERLE BİR ETMENİZ SEBEBİYLEDİR.

BİZİM FİKİRLERİMİZ BİZE, SİZİN FİKİRLERİNİZ SİZE.

YAZDIKLARIMIN TÜMÜYLE ARKASINDAYIM.

HAKARET OLARAK ALGILADIĞINIZ SÖZCÜKLER İÇİN ÖZÜR DİLERİM. HAKARET KASTIM YOKTUR.
ŞİDDETLİ ELEŞTİRİ OLARAK KABUL EDİNİZ.

ORGANİZE ETTİĞİNİZ TARAFTARLARINIZIN TEHDİT VE HAKARETLERİNE DEĞİNMEYECEĞİM.

KÖTÜ SÖZ SAHİBİNİNDİR.

DEMİRDEN KORKAN TRENE BİNMEZ.

ZİHNİMİZDE İMAJINI YIKTIĞINIZ ESKİ SELAHATTİN ÖZGÜNDÜZ'E DÖNMENİZ UMUDU VE DUASIYLA KALINIZ.

KARAR OKUYUCUNUN, HÜKÜM ALLAH'INDIR.

Twitter: @dromeraydin

14.03.2020 12:50

CAFERİLERİN TÜRKİYE’DEKİ LİDERİ,SÖZDE HOŞGÖRÜ VE YİĞİTLİK TİMSALİ SELAHATTİN ÖZGÜNDÜZ, VAR OLDUĞUNU SANDIĞIMIZ VİCDAN VE MERHAMETİNİ YİTİREREK, SURİYE’Yİ, İDLİB’İ CEHENNEME ÇEVİREN İBLİS ESED’E, “NEDEN ESAD DİYORDUNUZ? ZATEN O ESED’DİR ALLAH’IN ASLANIDIR.“ DİYE GÜZELLEMELER YAPIYOR.

ÖZGÜNDÜZ’E GÖRE; ÇOLUK ÇOCUK DEMEDEN SİVİLLERİN ÜZERİNE BOMBA YAĞDIRAN ŞEREFSİZ ZALİM ESED, ÜLKESİNİ TERÖRİZME VE İSRAİLE KARŞI SAVUNAN KANATSIZ BİR MELEKTİR.ONU RUSYANIN KUCAĞINA BİZ İTELEMİŞİZ.
BİZ SURİYE’DE KALDIKÇA,ASLANI RUSYA’NIN KUCAĞINA DAHA FAZLA YERLEŞECEKMİŞ.

SELAHATTİN ÖZGÜNDÜZ; BUGÜNE KADAR SENİ ADAM YERİNE KOYDUĞUM İÇİN UTANIYORUM.

CHP ESKİ MİLLETVEKİLİ ALİ ÖZGÜNDÜZ YEĞENİN Mİ, BİRLİKTE SAMİMİ POZLAR VERDİĞİN SELAHATTİN DEMİRTAŞ MI ZEHİRLEDİ SENİ.

YOKSA TAKIYYE Mİ YAPIYORDUN? MEZHEBİNDE TAKIYYE FARZDIR YA.

SEN HEM ZALİMLERİN FASIKLARIN, ŞEYTANLARIN YANCISI, HEM DE ŞİA/ NUSAYRİ BEZİRGANIYMIŞSIN.

SURİYE OLAYI BAŞLADIĞINDAN BERİ YAKLAŞIMLARINLA,KONUŞMALARINLA,DUA VE BEDDUALARINLA; CAFERİ, ŞİA, ALİ’Lİ /ALİSİZ ALEVİ, NUSAYRİ... TOPUNUZUN BİR BÜTÜNÜN AYRILMAZ PARÇALARI VE AYNI YOLUN YOLCUSU OLDUĞUNUZU KAFAMIZA MIH GİBİ SOKTUN.

BİR DE TAKIYYEYE DEVAM EDİP, GÜRLÜYORSUN ”BU MEZHEP SAVAŞI DEĞİLDİR. OLUP BİTEN ESED’İN TERÖRİSTLERLE MÜCADELESİDİR.ÜLKE SAVUNMASIDIR. ”

AHMET HAKAN’A BUGÜN “ESSED’E ALLAH’IN ASLANI DEMEM 2013 DEDİR” DİYE SAVUNMA YOLLAMIŞSIN. O DA İNANMIŞ SANA. DÜZELTME YAYINLAMIŞ.

AMAN BİR HAKSIZLIK YAPMAYAYIM DİYE İNTERNETTE DOLAŞTIM. YOUTUBE’A BAKTIM.SAYISIZ ESED GÜZELLEMENE RASTLADIM. NASR TV DE YAYINLANAN TAYYİP BEY’İ HEDEF ALAN KONUŞMALARINI DA . CEM TV DEKİ ŞEHİDLERLE İLGİLİ LAFI DOLAŞTIRIP TOP ÇEVİRMELERİNİ DE SEYRETTİM.

YALAN DA SÖYLÜYORSUN. AHMET HAKAN’I DA KANDIRMIŞSIN.BU ONUN SORUNU.
BİZİM AKLIMIZLA OYNAYAMAZSIN.MEZHEBİ YAKLAŞIMLARLA HER ZAMAN VE HER YERDE ESED’İ ASLANLAR GİBİ SAVUNUYORSUN.ÜLKE İDARECİLERİNİ DE ALAYCI BİR DİLLE KÜÇÜMSÜYORSUN..

SÜNNİLERİN ŞAHSINDA CAFERİLER DUYDUĞU SEMPATİNİN İÇİNE SI.TIN.

YAZIKLAR VE LANETLER OLSUN SANA.
AHİRETTE ESED’LE BİRLİKTE HAŞROLASIN

TRABZONSPOR’A KOMPLO, AĞAOĞLU’NA LANET Mİ?

AHMET ÇAKAR VE ERMAN TOROĞLU GİBİ HAKEM USTALARI "Sakın bir daha Trabzonspor kollanıyor demesinler.Gaziantep maçının son dakikasındaki gol temiz.Topa ilk dokunan abdülkadir.Faul yok.Trabzon’un 2 puanını çaldılar."DEDİLER.
2011 FB'li Bülent Yıldırım
2020 FB'li Halis Özkahya
İsimlerin takımı aynı,katliam aynı.

BU YANCILARIN DEĞNEKÇİSİ, FENERBAHÇE TARAFTARI HALİS ÖZKAHYA'YA DÜDÜK ASTIRAMAZSA, TRABZONSPOR’LULARA YAZIKLAR OLSUN.

MHK BAŞKANI ZEKERİYA ALP GAZİANTEP-TRABZONSPOR MAÇININ HEMEN ARDINDAN;
“Merkez Hakem Kurulumuz ve Türk hakemliği; hiçbir zaman iddia edildiği gibi bir sistemin, ahlaksızlığın ya da alçakça planların içinde olmamıştır ve olmayacaktır. Kimseye diyet borcumuz da yoktur." DEMİŞ..

Zorlu’da gizli gizli buluştuğu işvereninin ve camiasının açıklamalarına cevap veremeyen MHK Başkanı’nın konu Trabzonspor olunca gösterdiği hız ve cesaret hayret verici.

KÖRLER SAĞIRLAR BİRBİRİNİ AĞIRLAR.
MHK BAŞKANI KOMPLO KURUCULARININ KUKLASIDIR. BAĞIRIP ÇAĞIRDIKLARI SAHİBİNİN SESİDİR.
MERKEZ HAKEM KURULU BAŞKANI ZİNA YAPAR GİBİ KAPI ARKASINDA İŞ GÖRMEZ.

TRABZONSPOR BAŞKANI AHMET AĞAOĞLU’NA DA BİR ÇİFT LAFIM VAR;
HEMŞEHRİM, ÖNCEKİ BAŞKANLAR ÇEŞİTLİ SAÇMALIKLAR YAPTILAR. EGOLARINI TATMİN ETMEK ADINA TAKIMI FELAKETE SÜRÜKLEDİLER.
SEN AKILLI GİDİYORDUN. AMA NEFSİNE, HIRSINA YENİLDİN.
DERE GEÇERKEN ATI EŞEKLE DEĞİŞTİRDİN.
HÜSEYİN CİMŞİR TEKNİK DİREKTÖR İSE, BEN DE SAVAŞ PİLOTUYUM.

AĞAOĞLU KARDEŞİM, KUSURA BAKMA, BU SENE ŞAMPİYON OLAMAZSAK,TÜM OLUMLU İCRAATINA RAĞMEN LANETİMİZ VE BEDDUAMIZ SANA OLACAKTIR.

FIRILDAK SEKO

ENSONHABER ADLI İNTERNET GAZETESİ ODATV’NİN AVUKATLIĞINA SOYUNUP, SİTELERİNİ ODATV YAZARLARINA AÇMIŞ.

BU SİTENİN SAHİBİ SERKAN KALEMCİLER YAKIN ZAMANA KADAR CUMHURBAŞKANIMIZIN UÇAĞININ MÜDAVİMİ İMİŞ.
Bizim mahallenin yazarlarından Fatih Tezcan Yalvarıyor;

"Serkan Kalemciler hükümeti tehdit etti, para istedi, reklamlar yetmiyor dedi, alamayınca çark etti, seçimlerde Davutoğlu’na yanaştı diye konuşsak nasıl olur? Yapma diyorum sana yap-ma Serkan”

FATİH TEZCAN’I UYARDIM;
FATİH, ISRARIN, ÜZÜNTÜN NEDEN? TERBİYE Mİ EDECEKSİN SERKAN KALEMCİLER’İ?
SERKAN KALEMCİLER İÇİN ÜZÜLME.
SEKO HER ZAMAN, MENFAAT KOKUSU ALDIĞI BİR MECRADA, BU ŞEKİLDE, BİR ŞEKİLDE YOLUNU BULUR.
ÖNCEKİ GÜN ERDOĞAN, DÜN İMAMOĞLU,BUGÜN DAVUTOĞLU, YARIN BELKİ BABACAN, GÜL, KILIÇDAROĞLU.

LAZKİYE BELEDİYE BAŞKAN ADAYI

CHP’Lİ ÇANAKKALE BELEDİYE BAŞKANI ÜLGÜR GÖKHAN;
“TÜRKİYE SURİYE’DE TERÖR ÖRGÜTLERİNİ DESTEKLİYOR. RUSYA VE ESED TERÖRİSTLERİ VURUYOR.” DEMİŞ.
KENDİSİNE YAZDIM;
ÜLGÜR, EVLADIM.
ADIN KIZ İSMİYMİŞ VE ANLAMI YOKMUŞ.
ANLAMSIZ KONUŞUP SAÇMALAMIŞSIN.
ŞEHİDLERİMİZ TERÖRİST Mİ?
LAZKİYE'YE BELEDİYE BAŞKANI OLMAK İSTEDİĞİNİ SÖYLEDİLER, İNANMADIM.
MAZOŞİST OLDUĞUNU VE SANA HAKARET EDİLİNCE RAHATLADIĞINI DUYDUM. DOĞRU MU?
BU SORULARA BİR CEVAP VER DE, ONA GÖRE VAZİYET ALALIM.

AĞLA, MUHARREM BEY AĞLA

MUHARREM İNCE’NİN YALOVA İÇİN NELER YAPTIĞI, BELEDİYE BAŞKANI VEFA SALMAN’IN SEÇİMİNDE ADLİYEDE OY ÇUVALLARININ ÜZERİNDE NASIL UYUDUĞU HAFIZALARDA TAZELİĞİNİ KORUYOR.
YALOVA BELEDİYESİNDEKİ YOLSUZLUKLAR,
BELEDİYE BAŞKAN YARDIMCISININ TUTUKLANMASI, BELEDİYE BAŞKANI VEFA SALMAN’IN GÖREVDEN ALINMASI,YERİNE AK PARTİLİ MUSTAFA TUTUK’UN SEÇİLMESİ KARŞISINDA MUHARREM BEY SUSKUNLUĞUNU BOZMADI.

HERKES “İNCE NEDEN SUSUYOR,NEDEN TEPKİ GÖSTERİP, BİR YANARDAĞ GİBİ PATLAYIP, GÖK KUBBEYİ İKTİDARIN BAŞINA İNDİRMİYOR?" DİYE SORUYOR.

ANLADIĞIM KADARIYLA,MUHARREM BEY YOLSUZLUĞU SAVUNAN ADAM DURUMUNA DÜŞÜP, KARİZMAYI ÇİZDİRMEK İSTEMİYOR.
EMEKLERİNİN BOŞA GİTMESİ KARŞISINDA GÖZYAŞLARINI İÇİNE AKITARAK SESSİZCE AĞLIYOR.

ŞAKA DEĞİL

Pazartesi şakası değil. Bolu’da HDP, CHP'ye verdiği oyları geri almak için savcılığa başvurdu.
CHP Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’a kızan HDP Bolu İl Başkanı İbrahim Yolci savcılığa başvurarak, "31 Mart’ta CHP'ye verdiğimiz 4 bin oyun iadesini istiyoruz" dedi

OLAY ŞÖYLE GELİŞTİ;

CHP/HDP geriliminin fitili geçtiğimiz 16 Şubat’ta gerçekleştirilen CHP Bolu İl Kongresi’nde ateşlendi.
CHP Bolu İl Başkanı Kazım Karsu ve CHP Bolu Merkez İlçe Başkanı Ersan Türkoğlu, HDP il teşkilatına bir davetiye göndererek kongreye iştirak etmelerini istedi. İddiaya göre Belediye Başkanı Tanju Özcan’a da bu konuda bilgi verildi. HDP Bolu İl Başkanı İbrahim Yolci ve HDP Bolu Merkez İlçe Başkanı Ercan Biçer davete icabet ederek kongreye katıldı. Salonda bir süre kalan HDP heyeti, kongrenin bitmesini beklemeden ayrıldı.

HDP’lilerin kongreye katılması Bolu’da tepkilere neden olunca CHP’li Tanju Özcan kongreden 1 gün sonra bazı basın mensuplarını makamına çağırarak, HDP’lilerin kongreye davetsiz geldiğini, kendisinin o heyeti kovduğunu iddia etti. Özcan "Biz kendisini davet etmedik. Davet edilmeyen yere bir davulcu, bir zurnacı gider derler. 'Tüm halkımız davetlidir' ibaresinden il başkanının, kendine durum ve vazife çıkartıp oraya gelmesini de yadırgadım. İyi günümde de kötü günümde de ben HDP İl Başkanı’nı çevremde görmek istemiyorum" dedi.

Tanju Öcan’ın sözlerini duyup refüze olan HDP’liler savcılığa koşup. "31 Mart’ta CHP'ye verdiğimiz 4 bin oyun iadesini istiyoruz" diye dilekçe verdiler.

BOLU BELEDİYE BAŞKANI TANJU ÖZCAN MUHARREN İNCE YANLISI, KISMEN ULUSALCI, SEMPATİK, KLASİK BİR CHP’LİDİR.
ÖZCAN BU DAVRANIŞIYLA, GENEL BAŞKANINI MÜTTEFİKİ HDP’LİLER KARŞISINDA ZOR DURUMDA BIRAKMIŞTIR.
GEÇEN SENE YENİLEN HURMALAR, ŞİMDİLERDE CHP’Yİ TIRMALAMAKTADIR.

KADINLAR GÜNÜ

New York'ta bir tekstil fabrikasında çalışan 129 kadın 16 saat değil, Erkekler gibi 12 saat çalışıp aynı ücreti almak için grev başlattılar.Eşitlik istiyorlardı. Polis geldi. müdahale sırasında fabrika yandı. Kadınların hepsi öldü. Günlerden 8 Marttı.
KADINLAR GÜNÜ BÖYLE DOĞDU.

AMA GÜNÜMÜZDE ANNELER,BABALAR, SEVGİLİLER GÜNÜ GİBİ İCRA EDİLİYOR. TWEETLER YAĞIYOR,DEMEÇLER VERİLİYOR,TOPLANTILAR YAPILIYOR.

Yusuf Kaplan’la konu üzerine yazıştık.
Üstad “Kadını evinden, ailesinden kopardılar. Kapitalizmin, tüketimin, reklamların kölesi yaptılar. Önce aileyi çökerttiler. Şimdi de toplumu çökertiyorlar. Buna da özgürlük diyorlar.
Kadının eve kapatılmasından söz etmiyorum. Evin ve ailenin çökertildiğinden söz ediyorum. Kapitalizm kadın bedenini ve cinselliğini sömürerek yaşayabiliyor. Bu sömürüye ‘dur’ denilemezse kadın asla özgürleşemez.
Kadın evinde hem psikolojik hem fiziksel şiddete maruz kaldı. Gitmek istedi, parası yoktu. Babası ‘ancak kefenle dönersin’ dedi. Kadın gidemedi. Yalnızlığı anlaşılınca daha fazla şiddet gördü. Kadın çalışmaya başladı."diyor..

ÜSTAD’A BÜYÜK ÖLÇÜDE KATILIYORUM.

KADIN KADIN OLARAK, ERKEK ERKEK OLARAK KALMADIKÇA; İNSAN İNSAN OLAMAZ.

TRANSHÜMANİZM VE CORONA 19 SENDROMU

ABDULLAH ÇİFTÇİ BEY'LE YAZIŞTIK;
28-Koronavirüs: Blockchain uygulamaları,
Yüz Tanıma sistemi
Kripto para,
Elektronik Para (Kripto para değil karıştırmayın) 5G/Singularity
Artırılmış/Genişletilmiş Gerçeklik
Biyometrik Çip vs.
Transhümanizme giden bir otobandır.

HATIRLATMA;
Transhümanizm, insanın fiziksel ve bilişsel yeteneklerinin artırılması ve yaşlanma ve hastalanma gibi yönlerinin ortadan kaldırılması amacıyla teknoloji ve bilimden faydalanılması gerektiğine inanan entelektüel ve kültürel harekettir.

Corona 19 virüsü hızla farklı ülkelere yayılmaya devam ediyor.

ABDULLAH BEY SORDU;

CORONA VİRÜS ABD'nin Çin, İran ve Küreselci Avrupa'ya Biyolojik saldırısı mı? Kendiliğinden mi çıktı? Dijital Dünya'ya entegrasyon için sosyal bir deney mi?
"SANIRIM CORONA 19 ABD 'NİN BİYOLOJİK SALDIRISI. ÇİNLİ BİLİM ADAMLARI KAYNAĞIN ÇİN OLMAYABİLECEĞİNİ AÇIKLADI.
AMA CİN ŞİŞEDEN ÇIKINCA KİMİ ÇARPACAĞI BELLİ OLMAZ. RUSYA'DA AZ , ABD DE AZ.
SALDIRININ İRAN VEYA AVRUPAYI HEDEF ALMASI BİRAZ KOMLO TEORİSİ. AMA SIFIR İHTİMAL DEĞİL." DİYE CEVAP VERDİM.

Corona19 Beyazlara bulaşmıyormuş, Ama italyada yayılıyor. Demek ki İtalyanlar beyaz değil :)
Corona işi mizahi bir hal almaya başladı. Şimdi de virüs uzaydan geldi hikayesi. Neyse nasıl olsa İlkbaharda geçermiş. Ama hangi ilkbaharda. Dünyada her an 4 mevsim yaşanıyor.

CORONA 19 SALGINININ HAVALAR ISININCA BİTECEĞİ ŞEHİR EFSANESİ. ESKİDEN 39-40 DERECEDE FORMASYONU BOZULAN VİRÜSLER, KÜRESEL ISINMA NEDENİYLE YÜKSEK ISIYA DİRENÇ GELİŞTİRDİLER. TROPİKAL İKLİMLERDE VİRÜS SALGINLARI 365 GÜN DEVAM EDİYOR.

AÇ GÖZLÜ NANKÖR MÜLTECİ

8 yıl önce bombalardan kaçıp Türkiye’ye sığındı.
Aş buldu, iş buldu.
Kapılar açılınca Türkiye’ye küfredip sınıra koştu.
Geri döndüğünde sadece donu vardı.
Yediği dayak yanına kar kalmıştı.
Umarım donmuş beynine cemre düşmüştür.

AÇ GÖZLÜ NANKÖR MÜLTECİNİN SONU DONSUZ KALMAKTIR.

Twitter: @dromeraydin

09.03.2020 18:19

CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç; saldırı sonucu tekerlekleri parçalanmış araçlarımızın videosunu yayınlamış. YUH olsun size. Mehmetler sahadayken ancak DÜŞMANLARIN paylaşabileceği görüntüleri onlara gerek kalmadan CHP’liler paylaşıyor.

MEHMETÇİĞİMİZE SALDIRAN ESED'İN KÖPEKLERİNİN PARÇALADIĞI ARAÇLARIMIZIN GÖRÜNTÜLERİNİ PAYLAŞAN KİM OLURSA OLSUN, O DA ESED'İN KÖPEĞİDİR. "YUUH", "VATAN HAİNİ","KAHPE" GİBİ SIFATLAR BUNLAR İÇİN İLTİFATTIR.

Merhum Abdurrahim Karakoç dedi ki;
Mıgırdıç'ı sever de Osman'ı sevmez zındık
İti-domuzu sever, insanı sevmez zındık
İster ki diz üstüne çökertilsin Türkiye
 Ekmeğini yer amma vatanı sevmez zındık.
Esra Elönü’den alıntı;
Mabadıyla havlayana kâr etmez kemik
Bir büyük bedeni denemiş enik
Şerefle dolmaz bu kap, üst delik,
 Kendi ahırında bile geçmez metelik.
 
İstanbul Milletvekili Ahmet Hamdi Çamlı arkadaşım tweet attı;

”TBMM hemen her konuşmasında yaptığı provakasyon ve hakaretlerle belhum adal seviyesinin müzmin bağımlısı Engin Özkoç meclisin 27.döneminin galiz bir imtihanıdır Allah şerrinden uzak etsin”.
Çamlı’yı malum şahıslar için çiziktirdiğim şu dörtlükle sakinleştirmeye çalıştım.
KİME SORDUMSA SİZİ, DOĞRU CEVAP VERMEDİLER.
KİMİ ARSIZ, KİMİ HADSİZ, KİMİ YANCI DEDİLER,
ANKARA'DAN GEÇERKEN MECLİSE SORDUM SİZİ,
BİZİ BIRAKIP, ESED'E VEKİL OLDULAR DEDİLER.
 
“CHP’li Engin Özkoç, Türkiye’yi zayıflatmak isteyen lobilerin, sinsi Esad destekçilerinin, terör yandaşlarının ve Türkiye’yi uzun zamandan beri karıştırmak isteyenlerin MAYIN EŞEKLİĞİNİ yapmaktadır” diyenleri ikaz ettim;.

HAYVANLARA HAKARET ETMEK. HAYVAN HAKLARI BEYANNAMESİNE AYKIRIDIR.

Kemal Kılıçdaroğlu HDP ye oy İsteyip sahip çıktı. Sınırdaki PYD-YPG’ye Sahip Çıktı. Darbe sonrası darbecilere sahip çıktı. Esad’a Sahip çıkınca mı şaşırdık? Kemal’in sahiplenmesi için isim fark etmiyor, tek kriteri sahipleneceği grubun Türkiye'ye düşman olması.   

Bahar Kalkanı Harekatı’yla perişan olan Suriye ordusu ve destekçisi ülkeler her geçen gün psikolojik olarak da büyük yıkım içine girmişken rejim yanlısı gazeteci Nidal Sabeh Kılıçdaroğlu’nu “aziz bir konuk olarak” Şam’a davet etti.
Esed medyası Kılıçdaroğlu'na ve Ekrem İmamoğlu'na da övgüler yağdırıyor. Kemal Kılıçdaroğlu ve Ekrem İmamoğlu'nun da müttefikleri olduğunu iddia eden Nidal Sabah, "Müttefiklerimiz bizimle ve Türkiye'nin en önemli şehirleri onların elinde. Zafer bizimdir" tweeti attı.

ESED'İN VE KÖPEKLERİNİN İLTİFATINA MAZHAR OLMAK KEMAL VE EKREM BEYLER  İÇİN ŞEREFTİR.

KEMAL KILIÇDAROĞLU VE SİLAH ARKADAŞLARI BU ÜLKENİN 1 NUMARALI GÜVENLİK SORUNUDUR

“Allahım, ordumuz seferdeyken fitne çıkaran. Ülkemizin Cumhurbaşkanına, ölmüş anasına varıncaya kadar küfreden askerine işgalci, polisine katil diyen ne kadar vekil ya da devlet memuru varsa aldıkları maaşta zerre miskal payım varsa haram olsun” diyen arkadaşlar;

HARAM ETMEK YETMEZ. Bedduaya ekleyelim; CESEDLERİNİ KÖPEKLER PARÇLASIN. CEHENNEM ATEŞLERİ YÜKSEK OLSUN ZINDIKLARIN. MÜNAFIKLIK, RUHSAL BİR HASTALIKTIR; KLEPTOMANİ GİBİ...

LİBYA ŞEHİDİ’NİN LANETİ

Odatv Haber Müdürü Barış Terkoğlu ve muhabir Hülya Kılınç "Sessiz, sedasız ve törensiz defnedilen Libya şehidi MİT mensubunun cenaze görüntülerine Odatv ulaştı" başlıklı haber nedeniyle, 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nun 27'inci Maddesi kapsamında tutuklandı. Aynı soruşturmaya dahil edilen Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan tutuklama talebiyle mahkemeye sevk etti. 

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK), Haber Müdürü Barış Terkoğlu ile muhabir Hülya Kılınç’ın tutuklanmasının ardından Odatv internet sitesine erişim engeli getirdi.

Yeniçağ gazetesi MİT mensuplarının kimliklerinin ifşasında rol aldı mı? İlk paylaşımı Batuhan Çolak ve Murat Ağırel yaptı, gazete haberleştirdi. İkili daha sonra "Hesabımız çalındı" diyerek paylaşımlarını sildi. Gazetedeki haber de kaldırıldı.  

ŞEHİD MİT MENSUBUNUN KİMLİĞİNİ ÜMİT ÖZDAĞ İFŞA ETTİ. YENİÇAĞ'A BİLGİLERİ MUHTEMELEN O VERDİ.

TELEVİZYONLARA ÇIKIP VATAN MİLLET SAKARYA NUTUKLARI ATAN ÖZDAĞ SUÇUN KAYNAĞIDIR. DEVLET KAVRAMININ KUTSİYETİNE İHANET EDEN KİM VARSA CEZASINI ÇEKMELİ.
 
ÜMİT ÖZDAĞ NEREDEN KOŞUYOR?

MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, İYİ Partili Ümit Özdağ'ı ABD'li kuruluşlarla gizli ilişki içinde olmakla suçladı ve Özdağ'ın 'Yurtta Sulh Konseyi' içinde olup olmadığının araştırılmasını istedi. Gerçek yüzünü gösterme zamanı geldi diyen Yalçın, "15 Temmuz ihanet teşebbüsü sırasında, tıpkı babasının geçmişteki darbelerde kader arkadaşı Başbuğ Alpaslan Türkeş’i terk ederek ortadan kaybolduğu gibi, Ümit Özdağ da aynı gece ortadan kaybolmuştur." ifadelerini kullandı.

Özdağ’ın İsrail ve Yahudi lobileriyle ve ABD’deki Yahudi think-tank kuruluşu JINSA ile gizli ilişki kurduğunu iddia eden Yalçın, Özdağ'ın Rant Corporation ile görüşmelerinin sebebini açıklaması gerektiğini belirtti. Yalçın, "Adlarına pervasızca konuşmaya cüret ettiği Türk milliyetçileri; Ümit Özdağ’ın ABD ile İsrail’de Türkiye’nin ve Ülkücü Hareket'in geleceğine dair ne tür kirli pazarlıklar yaptığını bilmek istemektedir." dedi.

Özdağ'ın 15 Temmuz 2016’daki FETÖ'cü darbe girişiminin elebaşları "Yurtta Sulh Konseyi" üyesi olup olmadığının araştırılması gerektiğini öne süren Yalçın, "Bu sözde milliyetçinin, aslında Türk milliyetçiliğinin kripto düşmanı ve Türkiye'de küresel aktörler adına görev yapan pis bir ajan olup olmadığı acilen aydınlatılmalıdır." ifadelerini kullandı.

TARİHDEN DERS

Fevzi Paşa 1921 de TBMM kürsüsünden şöyle sesleniyordu “Düşman kuvvetlerini Antep önlerinden dağıtmak için Rakka, Münbiç, El-Bab taraflarından Halep’in doğu ve batı yönlerine kadar olan bölgeyi kontrol altına aldık.”   

Şimdi de biz Moskova Mutabakatı ile ,İdlib Ateşkesi ülkemizin sınırlarını rejim ve terör saldırılarına karşı daha korunaklı hale getiriyoruz. İdlib bölgesinde istikrar ve normalleşmeye zemin hazırlıyoruz. Askerlerimizin güvenliğini teminat altına alıyoruz. Sivillerin korunması için önemli bir adım atıyoruz.
 
DEVLET BAHÇELİ ŞAFİİ Mİ?

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ellerini paltosunun cebine sokarak, cenazede karşılaştığı Kemal Kılıçdaroğlu’nun elini sıkmaması sosyal medyada topik oldu;.                                                                                                             

“Devlet Bahçeli’nin yapmış olduğu bu hareket Osman dayının attığı yumruktan daha ağır” diyenler oldu,                                                                                   
Devlet Baba Şâfi mi?” diye soranlar oldu. Kafası karışan arkadaşları  aydınlatalım;                                                                  
DEVLET BABA, DURUMA GÖRE ŞAFİ/ HANBELİ MEZHEPLERİNİN İCTİHATINA GÖRE DAVRANMAKTADIR. Şafii ve Hanbelilere göre: Köpek ve domuzun tüyleri, salyaları, atıkları necistir, pisliktir. Bunlara dokunarak kirlenen vücut organları, eşyalar, biri toprakla olmak üzere yedi defa yıkanmalıdır.
 
YUNANLILAR YAHUDİLERE BENZER

Yunanistan’ın göçmenlere yaptığı zulmün karşısında, bazı medya organları İkinci Dünya Savaşı sırasında Suriye'ye sığınan Yunan göçmen çocuklara elbise ve gıda yardımında bulunan Halepli kadınların fotoğraflarını yayınlayarak Yunanlılara vefa hatırlatması yaptı.

BOŞUNA GAYRET.YUNANLILAR, YAHUDİLER GİBİ KENDİLERİNİ ÜSTÜN IRK ZANNEDERLER. KENDİLERİNDEN OLMAYANA VEFASIZ VE NANKÖRDÜRLER. BULDUKLARINI YERLER, TUTTUKLARINI SEVERLER, KENDİLERİNDEN OLMAYANLARI KOLAYCA ÖLDÜRÜRLER..
 
ADABSIZ AYLİN

İdlib’de şehit olan Yüzbaşı Süleyman Şahin’in Afyon'daki cenaze törenine katılan İYİ Parti Isparta Milletvekili Aylin Cesur’un cenaze namazı kılınırken cemaatin önüne geçmesi tepkilere yol açtı.

Aylin Cesur, beyaz kürkünle, ojeli tırnaklarınla, fönlü saçlarınla ful makyajınla şehidimizin tabutu önünde fotoğrafçına poz verdiğin kadar, genel başkanından cenazede nasıl baş bağlanacağını öğrenseydin bari. Siyahı toz olur diye giymemişsin ama beyazla bayağı bir söz oldun be güzelim.

Yıllarca Demirel’in yanında durdu öğrenemedi. Yavuz Ağıralioğlu, bari siz buna yol, yordam, adab öğretseydiniz
Bilmeyenler ve yanlış anlaşılmaması için; Âdâb kelimesi, bir hal veya davranışa nisbet ve izâfe edildiği zaman o alana ait özel kuralları, incelikleri, o konuda uyulması gerekli olan dinî, ahlâkî, meslekî esas ve hükümleri ifade eder:

İNSAN KENDİSİNİ İŞTE BÖYLE REZİL EDER.  MİLLETVEKİLİ OLMUŞSUN AMA İRFANLI ANADOLU KADINI OLAMAMIŞSIN.

ORHAN BEY ÜZÜLME

ORHAN OSMANOĞLU “Biz sürgün edildik, devleti satmadık diyoruz. Adam yazıyor: iktidar yanlısı mısın.? 40 sene önce Ak parti yoktu. Ama Devlet vardı. Devlet nedir bir araştırın. Yazı keşif edileli çok oldu” diye isyan ediyor..

ORHAN BEY, ÜZÜLME. BÜYÜK SELÇUKLU'DAN BAŞLARSAK DEVLETİMİZ 947 YILLIK. OSMANLIDAN ALIRSAK DEVLETİMİZ 720 YILLIKTÜRKİYE CUMHURİYETİ 96 YAŞINDA. OSMANOĞULLARI HER TÜRLÜ MAĞDURİYETE RAĞMEN, DEVLETİ SATMADI. DEVLETİ YÖNETENLERE KÜFRETMEDİ, KÜFRETTİRMEDİ.
 
CİHANGİR İSLAM

CHP oyuyla Saadet Partisinden vekil olan ve buradan istifa eden Cihangir İslam’ı transfer etmek için 3 partinin yarıştığı öğrenildi. Geleceğini düşünmek zorunda olduğunu belirten Cihangir İslam “Menejerim teklifleri değerlendiriyor. Oynayabileceğim bir partide kendimi göstermek istiyorum” dedi :)
CİHANGİR HOCA BU, GEZMEYİ SEVER. GAH ORADA, GAH BURADA. BİZE NE? TEMEL AMCA DÜŞÜNSÜN.
 
UZAA

Temel Karamollaoğlu, şehitliğin siyasi bir malzeme olarak kullanıldığını ifade ederek "Şehitlik kutsaldır ama biz birisi şehit olduğu zaman ‘Ne güzel en yüksek mertebeye çıktı’ diye davul zurna şenlik yapmayız" demiş.            
HACI, SENİ KEMAL'DEN BAŞKA CİDDİYE ALAN VAR MI?  UZAAA…
 
KUYTUL

15 Temmuz öncesi “Erdoğan'ın kalemi kırılmıştır, yakında işi bitirilecektir” diyen Furkan Vakfı Başkanı Alparslan Kuytul, Türkiye hata etti, Amerika ve Avrupa ile arayı bozup Rusya ve Çin'e yaklaştı. Avrasyacıların bayramı yakında bitecek” dedi.     

KUYTUL EFENDİ, HABERİ EFENDİNDEN Mİ  ALDIN?
 
AFKURMA ZAYED

Suudi Tümgeneral Zayed Al-Omari, katıldığı televizyon programında "Erdoğan, koronavirüsü Arap coğrafyasına hatta Suudi Arabistan'a yaymaya çalışıyor" dedi.

APTAL YALANCI PİSLİK. HOŞT AFKURMA. CEMAL KAŞIKÇI'YI DA NİŞANLISI ÖLDÜRDÜ, PRENSİNİZİN ÜZERİNE ATTILAR DEĞİL Mİ?
 
HAYIRDIR SAM AMCA

ABD'nin Trablus Büyükelçiliği, "Libya'nın güvenliğini tehdit edenleri cezalandırmak" için Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile çalışacağını açıkladı.

ANLAŞILAN SAM AMCA YENİ OYUNLAR PEŞİNDE.

ŞEKAU

ABD, Boko Haram lideri Abubekir Şekau'nun yerini söyleyene 7 milyon dolar para ödülü vereceğini açıkladı.  

DEMEK Kİ YAKINDA AMERİKALILAR ŞEKAU'YU ÖLDÜRDÜKLERİNİ AÇIKLAYACAKLAR, CESEDİNİ DE DENİZE ATTIKLARINI SÖYLEYECEKLER.

Twitter: @dromeraydin

07.03.2020 11:02

Bahar Kalkanı Harekatı başladı. Rabbim Mehmetçiklerimizi korusun ve gayretlerini zaferler taçlandırsın.

İHA, SİHA, EBABİL ve WHİTE ANGEL (Rabbimin inananların yardımına gönderdiği ‘Beyaz Melekler’ demektir.Havalı olsun diye böyle yazdım.) gibi sıra dışı desteklerimizle inşallah zafer bizimdir.

Önce Kemalistlerin sonra FETÖ'nün mahvettiği bir ordudan, siyasi otoritenin emrinde büyük bir operasyonu başarıyla yürüten bir orduya. Harika bir gelişme. Katkısı olanlara, cephede savaşanlara, şehit düşen kahramanlara, ailelerine ve tüm milletimize teşekkürler.

Türkiye’nin kararlı tutumu ve sınırları açması kartı batıyı telaşlandırdı. BM, NATO, Rusya ve ABD oyalama taktiklerine devam ediyorlar.

Suriye’de geri adım atarsak. çatışmayı önce sınırımıza, sonra içeriye taşırız. Bulunduğumuz noktadan daha ileriye giderek etrafımız temizleyip, Halep’te kontrolü sağlamamız gerekir.

Şam’ı da hedeflemeliyiz. Emevi Camii’nde namaz kılmaktan bahsetmiyorum.Esed, Şam’da ağabeylerinin himayesinde hüküm sürdükçe, Suriye’ye barış gelmeyecektir.Yılanın başı ezilmelidir.Kuyruğu zedelenen yılan daha da tehlikelidir.

Suriye'deki rejim muhalifleri, TSK'dan güç alarak, Suriye'nin her yerinde rejim ile çatışmaya başladılar. Hedeflerinin Şam olduğunu açıklıyorlar. Kendilerine güven geldi. Esad'ın beli kırıldıkça, Kuzey Ortadoğu'da taşlar yeniden karılacaktır.

Türkiye’nin, batıya göç edecek mülteciler için baraj-set oluşturmak gibi bir görevi yoktur. Batı her konuda olduğu gibi mülteciler konusunda da samimi ve dürüst davranmamış, verdiği hiçbir sözü tutmamıştır.

12 Eylül’ün, 28 Şubat’ın, 15 Temmuz’un ve terör örgütlerinin arkasındaki ülkelerle aramızda bölge politikaları yönünden de derin bir güvensizlik vardır.

PKK-PYD’nin arkasında kim var? Bunları eğiten-donatan kim? Bunlar yardım ve yataklık edenler NATO'daki müttefiklerimiz değil mi?

Batılı ya da bölge dışı devletler bölgede krizi sona erdirmek için değil, krizi sürekli kılmak için vardır.

Ne ABD, ne Rusya, ne İngiltere, ne AB, ne NATO’nun ve ne de bunların tetikçisi, işbirlikçisi diğer ülkelere güvenerek strateji geliştiremeyiz.

Klavuzu karga olanın burnu tuvalette kalır.

Bundan sonra bölgede ve Türkiye’de, kendi iç işlerimizde hiçbir şey eskisi gibi olmamalıdır

Yeni bir başlangıç yapmalıyız.. Böyle devam edemeyiz.

İri ve diri olabilmek için BİRLİK olmalıyız.Yer yüzündeki bütün erdemli insanların, ülkelerin vicdanlarına hitap ederek kendi haklılığımızı anlatmalı, karşı propagandalara inanmamalarını sağlamalı, onların destek ve dualarını talep etmeliyiz.

Suriye Harekatı iç siyaseti ve piyasayı etkileyecektir. Savaşın da bir ekonomisi vardır. Mezar soyguncusu fırsatçılara meydan verilmemelidir. Korona Virüs nedeniyle zaten global ekonomide bir resesyon beklenmektedir. Ateş düştüğü yeri yakacaktır.

Ekonomik program ve planlar gözden geçirilmeli, piyasaya güven ve likitide sağlanmalıdır.

İçimizdeki Pensilvanyalıları da görmezden gelmeyelim. Göstermelik operasyonlarla nereye kadar? Fiilen 15 Temmuza katılan FETÖ’cü teröristler dışındakilere hala doğru dürüst dokunulmadı. Hâlâ etkililer ve ortalıkta dolaşıyorlar.Hem de en şiddetli FETÖ düşmanı söylemleriyle göz boyuyorlar.

Maalesef ve utançla, İdlib’de 34 Şehid verdiğimiz alçak saldırıyı bile iç politikaya alet etmeye çalışan, buradan siyasi hırslarına malzeme devşiren ahlaksız ve ilkesiz bir muhalefetimiz var.

Mehmetçiğin vatan savunmasının sınır dışına kadar uzanmasının sebebi herkesin malûmu olduğu halde, bir tek muhalefete meçhul kalmış anlaşılan!

Dün,“İktidar olursak Suriyelilerin hepsini geri göndereceğiz”, bugün; “Sığınmacıları kapatılan sınır kapısına karşı nehirden botla geçmeye teşvik ederek, Ege'de yeni Aylan bebekler yaratma ihtimali, temel insan haklarına aykırıdır. Türkiye'nin göç dalgasını şantaj siyaseti ile AB kapılarına sürme gayreti yanlıştır” DİYE NARA ATAN BU KAŞARLIĞIN RESMİNİ ABİDİN YAPABİLİR Mİ?
ABİDİN KAŞARLIĞIN RESMİNİ YAPAMAZ. YAPABİLSEYDİ MUTLULUĞUN RESMİNİ YAPARDI.

BU KAŞARIN YUNANİSTAN PARLAMENTOSUNDA GÖREVLİ OLUP OLMADIKLARI SORULUYOR.

SANIRIM BÖYLE BİR DURUM SÖZ KONUSU DEĞİL.

MİLLİ MÜCADELEDE, BU KAŞARLARIN KASABASINDA YUNANLILAR KARARGAH KURMUŞTU. SANIRIM BİR KARIŞIKLIK OLMUŞ.

ÖC ALINMADAN YAS TUTULMAZ

SURİYE’DE 34 ŞEHİD VERMEMİZE RAĞMEN, NEDEN RESMİ YAS İLAN EDİLMEDİĞİ SORULUYOR.
ESKİ BİR TÜRK GELENEĞİDİR;

ÖC ALINMADAN YAS TUTULMAZ

ACIMIZ BÜYÜK.

AMA BİRLİKTE ÇARPAN YÜREKLERİMİZDEKİ ATEŞ DAHA BÜYÜK.

DAMAT

Suriye hava sahasını kevgire çeviren İHA ve SİHA ları üreterek askerimizin gücüne güç katan, hainlerin teröristlerin, Esed’in köpeklerinin korkulu rüyası haline gelen Selçuk Bayraktar’ı hala “DAMAT” diye aklınca küçümseye çalışan aşağılık müptezellerin suratlarına tükürmek ayıp mıdır?

ŞEHİTLER TEPESİ BOŞ DEĞİL

Şehitler tepesi boş değil,

Biri var bekliyor.

Ve bir göğüs, nefes almak için;

Rüzgar bekliyor.

Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye;

Yattığı toprak belli,

Tuttuğu bayrak belli,

Kim demiş meçhul asker diye?

Destanını yapmış, kasideye kanmış.

Bir el ki; ahretten uzanmış,

Edeple gelip birer birer öpsün diye fâniler!

Öpelim temizse dudaklarımız,

Fakat basmasın toprağa temiz değilse ayaklarımız.

Rüzgarını kesmesin gövdeler

Sesinden yüksek çıkmasın nutuklar, kasîdeler.

Geri gitsin alkışlar geri,

Geri gitsin ellerin yapma çiçekleri!

Ona oğullardan, analardan dilekler yeter,

Yazın sarı, kışın beyaz çiçekler yeter!

Söyledi söyleyenler demin,

Gel süngülü yiğit alkışlasınlar

Şimdi sen söyle, söz senin.

Şehitler tepesi boş değil,

Toprağını kahramanlar bekliyor!

Ve bir bayrak dalgalanmak için;

Rüzgar bekliyor!

Destanı öksüz, sükûtu derin meçhul askerin;

Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye

Yattığı toprak belli,

Tuttuğu bayrak belli,

Kim demiş meçhul asker diye?

GÖRDÜĞÜNÜZ GİBİ, CUMHURBAŞKANIMIZ “ŞEHİTLER TEPESİ BOŞ DEĞİL” DERKEN, İLHAMINI ARİF NİHAT ASYA’NIN BU ŞİİRİNDEN ALIYORDU.

ŞEHİD,BAYRAK,VATAN,ARİF NİHAT ASYA BİRİKİMİ VE KÜLTÜR OLMAYAN KILIÇDAROĞLU, ANLAMADAN,ARAŞTIRMADAN HEMEN SAZAN GİBİ ATLADI; “MİLLET İTTİFAKININ İKTİDARINDA ŞEHİDLER TEPESİ BOŞ KALACAKTIR” DEDİ.

DEDİ DE, İYİ PARTİ’DEN NİYE SES ÇIKMADI.

İYİ PARTİ MİLLET İTTİFAKINDAN AYRILDI DA HABERİMİZ Mİ OLMADI?

ASLA KONDURMAM, ALLAH KORUSUN AMA SORMADAN DA GEÇMEYECEĞİM.

KILIÇDAROĞLU’NUN “ŞEHİTLER TEPESİ BOŞ KALACAK” MAVRASINI İYİ PARTİ PAYLAŞIYOR MU?

ŞANS MI TALİHSİZLİK Mİ?

DOLANDIRICILIK ORGANİZASYONU ÇİFTLİKBANK'I BANKA ZANNEDEREK, MAĞDURLARINA BANKACILIK DÜZENLEME KURUMU'NU ADRES GÖSTEREN,

KENDİSİNİN DE TOSUNCUK'UN MAĞDURU OLDUĞU İDDİA EDİLEN,

ANA MUHALEFET LİDERİ, ÜLKEMİZ İÇİN ŞANS MIDIR, TALİHSİZLİK MİDİR?

KARAR VEREMEDİM.

SİZCE HANGİSİ?

MECLİSTE GİZLİ OTURUM

HDP VE CHP'Lİ MİLLETVEKİLLERİNİN KATILACAĞI TBMM’DEKİ SURİYE KONULU GİZLİ OTURUM SİZCE SIR OLARAK KALIR MI?

YENİ POLEMİKLER, TEZVİRATLAR VE DEVLET SIRLARININ İFŞASI GİBİ ZARARLARI OLACAĞI KESİN.
FAYDASI NE OLA?

İYİ PARTİ CUMHUR İTTİFAKINA MI KATILIYOR?

Yerel seçimlerde, CHP’nin “HDP ile gizli işbirliği yaptığına dair kesin bulgular, İYİ Parti’yi milliyetçi- muhafazakâr seçmen nezdinde zor durumda bıraktı.

CHP’ye yönelik “HDP ile gizli aşk yaşıyor” suçlamaları, İYİ Parti’nin bileşeni olduğu Millet İttifakını dağılma noktasına getirdi. İttifakın devam edebilmesi için, CHP’nin, HDP ve PKK konusunda çok net bir tavır alması şart.

İYİ Parti, tabanına “bizim HDP ile ittifakımız yok” açıklamasını devamlı tekrar ediyor. Ancak İYİ Parti tabanı, bu açıklamalardan tatmin olmadığı gibi, CHP’nin HDP ile gizli ittifak yapmasına tepkisiz kaldığı için İYİ Parti yönetimini suçluyor. İYİ Parti’den ayrılan 5 milletvekili de bu konuya vurgu yapmıştı.

CHP’nin HDP ile yakınlaşıp, gizli aşk yaşamaya devam etmesi durumunda, İYİ Parti’nin tabanın sesini dinleyeceği, Millet İttifakı bloğundan ayrılacağı dillendirilmeye başlandı.

Bahar Kalkanı Harekatı çerçevesinde gelişen polemikler ve iki parti arasındaki yaklaşım farklılıklarının da İYİ PARTİ‘yi Millet İttifakından hızla uzaklaştırdığını düşünüyorum.

İYİ Parti’nin tabanını muhafaza edebilmek için, MHP ve AK Parti’nin bileşeni olduğu Cumhur İttifakı’na yanaşacağına kesin gözüyle bakıyorum..

İYİ Parti Cumhur İttifakı bileşeninde yer almak için, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminden vazgeçilerek, Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçilmesini talep edeceğini tahmin ediyorum.

Twitter: @dromeraydin

02.03.2020 09:49

Gezi davasında beraat edip, 15 Temmuz davasında tutuklanan Osman Kavala hakkında yürütülen tartışmalarda sıklıkça George Soros’un adı geçiyor.

Pek çok ülkede halk ayaklanmalarını destekleyen Soros, ‘Gezi protestolarını tıbbi ve hukuki olarak destekledik’ şeklinde itirafta bulunmuştu.

Macar asıllı ABD'li bir iş adamı ve CİA ‘nın açık işbirlikçisi olan George Soros tarafından 1984'de kurulan Açık Toplum Enstitüsü Türkiye'deki faaliyetlerine 2001'de açtığı temsilcilikle başladı. Enstitüyü Türkiye'ye Can Paker getirdi.

CIA’in ‘Sivil Örümcek Ağı’ teşkilatı olan NED ile Macar Yahudisi Mister Soros tarafından yıllarca fonlanan TESEV’in kurucularından olan ve 17 yıl başkanlığını yapan Can Paker’in Sabetaycı olduğu kuvvetli bir şekilde iddia ediliyor.

TESEV’i uzun seneler fonlayan CIA’in uzantısı NED, FETÖ’nün hizmetkarı Taraf Gazetesine de finans desteği sağlamıştı.

TESEV’in 17 yıl başkanlığını yapan ,bu arada Akil Adam da olan Can Paker ‘Öcalan keşke özgür olsa da barış sürecini yürütse” şeklinde demeç vermişti.

Can Paker’in kız kardeşi Canan Barlas’ın eşi, bildiğiniz gazeteci Mehmet Barlas “Soros ve FETÖ ile doğru zamanda yolumuzu ayırdık” diye açıklamada bulunmuştu.

Sevdiğim gazetecilerden Tamer Korkmaz, bu konuyla ilgili olarak Yeni Şafak’taki yazısında;
“Sorosgiller Familyasında inkâra yatma, optik çarpıtmaya başvurma, kuyruklu yalanlar sıralama, ‘kendilerinin derin konumlarını gizlemek’ amacıyla sergiledikleri bir düzenbazlık silsilesidir.
Kimi zaman da ‘kayıkçı kavgası’ icra ederek, sanki ‘derin takım arkadaşlarıyla yolları ayrılmış’ gibi yaparlar ki; böylelikle, kamuoyunun gözlerini bağlarlar! Jan Paker’in 17 sene boyunca yönettiği TESEV’den 2015’teki ayrılışı işte böyle bir numaradır.
Amerikan İşbirlikçisi çizginizde zerre değişiklik olmadığı halde birdenbire ‘Onlarla yollarımı ayırdım’ falan hikâyesi anlatacaksınız. Yemezler.
Böyle bir Derin Portrenin bahse konu ‘ayrılışı’ sadece maskeli bir ‘görev yeri değişikliği’ içindir. ‘Hükümet destekçisi’ görüntüsü, asla sahici değildir. Bu derin tipler, iktidarı kendi Batıcı misyonları doğrultusunda etkilemek, yönlendirmek gayesi ve gayretiyle hareket ediyorlar” diye yazmıştı.

FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimindeki rolü meçhul olan anadan doğma Amerikancı Can Paker’in, darbenin başarılı olması halinde hangi konuma geleceğini çok merak ediyorum.

MUHSİN YAZICIOĞLU’NU FETÖ ŞEHİD ETTİ

FETÖ'nün Elazığ avukatlar imamı Abdullah Önder itirafçı olarak, Muhsin Yazıcıoğlu cinayetiyle ilgili olarak;

“2014 yılı başında dershanelerin kapatılması sürecinde Elazığ il yapılanması mensupları olarak İzmir’e gittik. Yamanlar Koleji’ni ziyaret ettik. Okulun 5’inci katında bir F-16 maketi vardı. Orada verilen brifingde, bu F-16’nın Yazıcıoğlu’nun helikopterinin üzerinden geçip onu düşüren F-16’nın maketinin olduğu ve bu F-16’yı bizden bir pilotun kullanarak Yazıcıoğlu’nun helikopterini düşürdüğünü söylediler.

“2015 yazında avukat Mustafa Atalar bana Yazıcıoğlu’nun ölümüyle sonuçlanan kaza ile ilgili elinde görüntüleri içeren flash bellek ve çok sayıda belge olduğunu söyledi. Örgütün talimatı ile astsubay Aydın Özsıcak’tan suçu kendisinin tek başına işlediğini beyan eden el yazısıyla iki adet dilekçe aldıklarını, bunun Özsıcak’ın itirafçı olmasına karşı tedbir amacıyla alındığını anlattı. Flash belleğin ve belgelerin Bank Asya’nın Elazığ şubesinde kiralık kasada olduğunu söyledi. Flash bellekteki görüntüleri izlemek isteyince, ‘Göstermeye yetkim yok,Yazıcıoğlu’nun ölmeden öncesine ait görüntüler de var’ dedi.

Bank Asya’ya el konulacağı haberleri üzerine Atalar, kiralık kasayı boşalttı. Belgeleri ve flash belleği il imamı Durakoğlu’na teslim etti.

15 Temmuz darbe girişimi sırasında, görünümü Facebook olan kriptolu bir haberleşme programıyla yaptığımız görüşmede, Mustafa Atalar bana, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a suikast için giden astsubay Aydın Özsıcak ve Davut Uçum’un Yazıcıoğlu’nun öldürüldüğü kaza görünümlü cinayetteki helikopterden cihazları söken kişiler olduklarını söyledi.” diyerek Yazıcıoğlu’nu FETÖ’cülerin şehid ettiğini açıkladı.

Sümüklü Mesih Fetullah Efendi , Yazıcıoğlu’nun ölümünden birkaç gün sonra, “Aldanırsanız böyle kurban gidersiniz, bir perşembe günü akşamı vefat edersiniz, bir cuma günü cenazenize ulaşırlar” diyerek zaten cinayetin şifreleri vermişti.

Anadolu’nun Yiğit Evladı Muhsin Yazıcıoğlu’nu FETÖ’nün şehid ettiğini biliyorduk. İtirafçı avukatlar imamı Abdullah Önder bunu teyit etmiş oldu.

İTİN BİRİSİ

Keçilere Abdurrahman Çelebi denilen zamanlarda önemli bir gazeteci olan , sonunda kıytırık bir tv kanalına kadar düşen bir müptezel, buradaki programında Cumhurbaşkanımıza yönelik saygısız ifadeler kullanıp, “LAN” diye hakaret etmiş.

Bu hadsize, Rahmetli Mahzuni Şerif'ten mülhem bir cevap veriyorum;

REİS'e “lan” demiş itin birisi,

Ömür boyu olamadı bir sap baltaya,

Sonunda düşmüş 1’e kovula kovula,

Afralı tafralı çıkmış televizyona,

Sen ne yaptın lan, diye bağırır bak ite hele,

REİS'e hesap sorarmış bak ite hele

HOCALI

1910-1922 yılları arasında ANADOLU'DA Ermeni çeteleri tarafından katledilen: 523 bin 955 MÜSLÜMAN TÜRK EVLADINI UNUTMADIK,

28 YIL ÖNCE HOCALI'DA ,KARABAĞLAR'DA ERMENİLERİN KATLETTİĞİ 20 BİN CAN KARDEŞLERİMİZİ DE UNUTMAYACAĞIZ.

MEKANLARI CENNET OLSUN.

NECMETTİN ERBAKAN

11 YAŞINDAYKEN, BAŞ PARMAĞINIZIN YER ALDIĞI TİŞÖRTLE BAŞLAYAN SEVDAMIZ ZAMAN ZAMAN KESİNTİYE UĞRASA DA,

NE SEN BİZDEN KURTULABİLDİN, NE BİZ SENİ UNUTABİLDİK.

1994 DE ÖPTÜĞÜM ELİNİZİN, ARDINDAN SENİN BENİ KUCAKLAMANIN RUHANİYETİ HALA ÜZERİMDE

BİR ŞEY İSEK, EN BÜYÜK PAY SENİNDİR.

NURLAR İÇİNDE KAL.

TARIK BUĞRA

26. ÖLÜM YIL DÖNÜMÜNDE SAYGIYLA, RAHMETLE

ANDIĞIMIZ,

ÇOCUKLUĞUMUZDA HİKAYELERİNİ GÜVENLE OKUDUĞUMUZ YEGANE YAZAR,

TÜRK EDEBİYATININ YERLİ VE MİLLİ SESİ

TARIK BUĞRA'YA RABBİM MERHAMETİYLE MUAMELE EYLESİN.

FİRAVUN ÖLDÜ

HALK HAREKETİYLE DEVRİLİP GİDEN, SİSİ DARBESİYLE BERAAT EDEN,

SON YÜZYILIN FİRAVUNU HÜSNÜ MÜBAREK,

ELİNDEKİ BİNLERCE MÜSLÜMANIN KANIYLA, DÜNYASINI DEĞİŞTİRMİŞ.

NE KENDİ EYLEDİ RAHAT, NE MISIR’A VERDİ HUZUR

GEBERDİ GİTTİ CİHANDAN, DAYANSIN EHLİ KUBUR.

ŞİMDİ HESAP ZAMANI...

HESABI ÇETİN, AZABI BOL,

MEKANI CEHENNEM OLSUN

Twitter: @dromeraydin

27.02.2020 13:55

HDP'den CHP'ye;

Çık çık çık çık çık çık çık ortaya çık
Hiç saklanma orda burda çık ortaya çık
Her şeyi konuşalım gelde açık açık

CHP'den HDP'ye;

Gizli aşk bu,söyleyemem Derdimi hiç kimseye

İYİ Parti'den CHP'ye;

Ya O, Ya Ben, Vazgeçsen Birimizden

Yoruldum bitmez eleştirilerden

Saadet Parti'den CHP'ye;

4'e kadar yolu var,

Abdullah'ın yolu dar…

MİS GİBİ ÇÖZÜM

HDP Eşbaşkanı Pervin Buldan “İdlib’den çıkışın tek yolu, Dolmabahçe mutabakatına dönüştür.” demiş.

YAV HE HE. YENİDEN HENDEKLER KAZILSIN, ŞEHİDLER OLSUN DEĞİL Mİ?

PERVİN BACI, YENİ BİR ÇÖZÜM SÜRECİNİ UNUTUN. AKLINIZDAN BİLE GEÇİRMEYİN.

HEVALLERİNE SÖYLE, TÜMÜ İMHA OLMADAN, SİLAHLARI BIRAKSINLAR, ADALETE TESLİM OLSUNLAR.

ALIN SİZE MİS GİBİ ÇÖZÜM.

BABAANNE

Meral Akşener, ikinci kez babaanne olma sevincini yaşadı. İlk torunu Pars'ı 2015 yılında kucağına alan Akşener'in yeni doğan kız torununa Ayda ismi verildi.

MERAL TEYZE, ALLAH ANALI BABALI VE BABAANNELİ BÜYÜTSÜN.

KILIÇDAROĞLU’NUN KUYRUĞUNU BIRAKARAK, PARTİYİ YAVUZ BEY’E TESLİM EDEREK, ARTIK TORUN BÜYÜTSEN DİYORUM.

YAPMA EKREM

İBBB EKREM İMAMOĞLU BÜROKRATLARIYLA SAPANCA’DA BİR OTELDE KAMPA GİRMİŞ.

1-BU ERGEN, AKILLANMADIĞINDAN DEĞİL, SEÇMENİN TALEPLERİNE GÖRE TUTUM ALIYOR.

2-SEÇMENLERİ TATİL BAVULUNA OY VERMİŞTİR.

3-İSTANBUL OTELLERİ FUL DOLU, ŞEHİR ÇOK KALABALIK VE GÜRÜLTÜLÜ, ÇOCUK KONSANTRE OLAMIYOR.

HİÇ DE GÜZEL OLMADI

ALİ KOÇ ,“HER ŞEY GÜZEL OLACAK” DİYEREK, AZİZ YILDIRIM’I DEVİRDİ.

EKREM İMAMOĞLU, “HER ŞEY GÜZEL OLACAK” DİYEREK, İBB BAŞKANLIĞINI KAZANDI.

FENERBAHÇE’NİN HALİ ORTADA

İSTANBUL’UN VE EKREM’İN HALİ İÇLER ACISI

SLOGANLARLA PEYNİR GEMİSİ YÜRÜMEZ

ALGI YÖNETİMİYLE BAŞARI GELMEZ

FETÖCÜLERE ACIMAK

Dünyanın çeşitli ülkelerine kaçarak Türkiye karşıtı faaliyetlerde bulunan FETÖ’cü hainlere örgüt tarafından verilen maaşın büyük kesintiye uğradığı ve çeşitli işlerde çalışmak zorunda kaldıkları öğrenildi. Amerika Birleşik Devletleri'nde Türkiye karşıtı kara propaganda faaliyetleri yürüten firari FETÖ'cü Hakan Şükür'ün de açtığı kafenin battığı ve Uber şoförlüğü yapmaya başladığı Alman basını tarafından yazıldı.

ACIMAYIN,ACIYA ACIYA ACINACAK HALE GELDİK.

FETÖCÜ HAKAN ŞÜKÜR; “Ben aşağılık bir örgütün kandırılmış bir militanıyım. Pişmanım. Kan döktük, cana kıydık, mala çöktük. Suçum büyük, günahım çok. Affımı istiyorum.” DEDİ Mİ?

HAYIR DEMEDİ.

HAKAN ŞÜKÜR DAHİL TÜM FETÖCÜLERDEN BÖYLE BİR İTRAF BEKLİYORUZ.

SONRA ACIYIP ACIMAMAYA KARAR VERİRİZ.

HERKES BAŞARARAK, ERSUN YANAL KOVULARAK SERVET YAPIYOR.

Galatasaray mağlubiyeti sonrası istifaya davet edilen Ersun Yanal,istifayı düşünmediğini,hakem yüzünden yenildiklerini,sonuna kadar mücadele edeceklerini söyledi. Ersun Yanal'ın,Trabzonspor'dan 10 Milyon fesih tazminatı aldığı gibi, Fenerbahçe'den de yüklü miktarda kovulma tazminat alabilmek için ayrılmamakta direndiği öğrenildi.

ÇOBAN HACISALİHOĞLU, BEYAZ TÜRK KOÇ

Of’ta çobanlık yapan, ilkokul mezunu Hacıosmanoğlu ile, en iyi okullardan mezun, beyaz Türk Ali Koç’un davranışları ne kadar benzeşiyor.

Bu ikisini aynı potada eritip eşitleyen, ortak paydaları futbolun büyüsü, holiganizm ve kriminal olaylara evrilebilecek kontrolsüz öfke...

YAPMAYIN, NAZAR DEĞECEK

Trabzonspor Başkanı Ağaoğlu, Rıdvan Dilmen'in, ‘Sörloth'un bonservisini hemen alsınlar’, sözüne cevap vererek, "Beşiktaş maçında 3 büyükAvrupa liginden 5-6 scout gördüm, izleniyor. Gol krallığında Avrupa'da 5. sırada olan ve sürekli artan bir performansı olan oyuncuyu herkes izler ama bizim 2 yıllığına kiraladığımız bir oyuncu. Seneye 31 Mayıs'ta, ya da o tarihten biraz daha önce satın alma opsiyonunu kullanabilirim, bu hakkım var. Eksik olmasınlar, hemen bu akşam bonservisi alsınlar demiş bir arkadaş, emri olur, başka istekleri varsa ona göre hareket edelim." dedi.

BÖYLE YAPMAYIN. ÇOCUĞA NAZAR DEĞECEK. BİLİYORUM,NAZAR DEĞMEMESİ İÇİN BİR ŞEYLER YAPIYORSUNUZ. AMA NAZAR BONCUĞU FALAN BİR İŞE YARAMAZ.

OFLU DERİN HOCALARDAN DUA DESTEĞİ, YARDIM ALIN.

CÜBBELİ OLMAZ, O AZİZ YILDIRIM'IN ADAMI, TERS YAPAR. BAKIN AZİZ KOÇ CÜBBELİ’DEN RİCA ETTİ, ALİ KOÇ NALLARI DİKTİ..

MOLLALAR KIZMASIN

İran'a da,koronavirüsten ölenlerin sayısı 50’yi geçti. Sağlık Bakanı Nemeki’nin, "Kişisel hijyene dikkat edin, Türbeleri kapatmaya çalışıyoruz. Mollaların yanaşmadığına dair haberler var. İnşallah insanlar akın akın Koronavirüsten korunmak için türbelere dua etmeye gitmez." şeklindeki açıklaması mollaları kızdırmış.

MOLLALAR KIZMASIN DİYE KUM KENTİ KARANTİNAYA ALINMADI. ŞİMDİ ÜLKENİN TAMAMI TECRİTTE..

ADALET GECİKSE DE

Rize eski Emniyet Müdürü Altuğ Verdi cinayeti 11 Aralık 2018’de işlendi.. Rize Cumhuriyet Başsavcılığı katil Sarıcaoğlu’nun FETÖ örgütü ile ilişkisinin bulunmadığını belirtti.

15 Ekim 2019’da İstanbul Emniyet Müdürlüğü 155 Polis İmdat hattına gelen bir ihbar telefonu Altuğ Verdi cinayetinin ardındaki FETÖ izinin belirlenmesi için ilk ipucu oldu. İhbarcı sadece katil Sarıcaoğlu’nun FETÖ üyesi olduğunu söylemekle kalmayıp, İstanbul’da görev yaptığı sırada kendisinin de polis imamı olan akademisyen Evren Ersoy’un ismini veriyordu.Bu ihbarın ardından başlatılan soruşturmada, Sarıcaoğlu’nun FETÖ bağlantıları birer puzzle parçası gibi ortaya çıkartıldı.

Rize eski Emniyet Müdürü Altuğ Verdi’yi makamında şehit eden polis memuru İsmail Hakkı Sarıcaoğlu’nun eşi Semiha Sarıcaoğlu ve doktor ağabeyi Mustafa Sarıcaoğlu da FETÖ üyesi olduklarını itiraf etti.

Katil İsmail Hakkı Sarıcaoğlu’na yardım ve yataklık yaptığı, ayrıca FETÖ hücre yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla mahkemeye çıkarılan 10 zanlı tutuklandı.

ADALET GECİKEBİLİR, ER VEYA GEÇ TECELLİ EDER BU DÜNYADA.

AMA AHİRETTE, OBÜR DÜNYADA MUTLAKA

AMACIN NE BAŞBUĞ?

İlker Başbuğ, katıldığı bir tv programında, “Atatürk içki içmeye mecburdu. Kafası çok ve hızlı çalıştığından, beynini uyuşturup, dinlendirmek, uykuya geçmek için mecburen içiyordu." dedi.

BUNU SÖYLEYEN, NAKLEDEN ADAM, BU ÜLKEDE GENEL KURMAY BAŞKANLIĞI YAPTI.

BAŞBUĞ FETÖ KONUSUNDA DİLEDİĞİ KAMUOYUNU OLUŞTURAMADI.

BU KONUŞMASINDAKİ AMAÇ, GÜNDEMDE BİRAZ DAHA KALMAK MI, İÇKİ BAĞIMLILIĞINI MEŞRULAŞTIRMAK MI?

YA BENİMSİN YA TOPRAĞIN

Eskişehir’de Zehra A. (22), ormanda çıkan tartışma sonucu nişanı bozmak isteyen nişanlısı Emrah Öztürk’ün boğazını kestikten sonra 8 farklı yerinden bıçaklayıp öldürdü.

Olayın ardından Antalya'ya kaçmak isteyen şüpheli Zehra A., yakalanarak gözaltına alınırken, ilk ifadesinde, nişanı atacağını söylemesi üzerine öldürdüğünü itiraf etti.

Kadına şiddet konusu tüm dünyada gündemde.Yasalar değiştiriliyor,cezalar arttırılıyor. Toplumda magandalara karşı duyarlılık arttıyor.

Gözden kaçırılan bir durum var.Fiziksel güç orantısızlığı nedeniyle,kadın magandaların sayısı henüz daha az. Ama “ya benimsin ya toprağın” diyen kadınların sayısı da az değil.

Türkiye'nin ilk erkek sığınmaevi için Antalya'da çalışmalar başlamış. Sığınmaevinden eşinden dayak yiyen veya sokağa atılan erkekler yararlanacak.

PEGASUS

Sabiha Gökçen'deki Pegasus uçak kazasıyla ilgili olarak kaptan pilot M.A. "Taksirle birden fazla kişinin ölümü ve yaralanmasına neden olmak" suçundan tutuklandı.. İNŞALLAH DERS ALIRLAR DA;PİLOTLAR BUNDAN BÖYLE, ŞİRKETİNİN ÇIKARLARINI DEĞİL, UÇUŞ GÜVENLİĞİNİ DİKKATE ALIRLAR.

Twitter: @dromeraydin

25.02.2020 17:25

Fırat Çakıroğlu, 1 Ocak 1991 tarihinde Konya'nın Akşehir ilçesinde dünyaya geldi. Ailenin tek çocuğuydu. 1996 yılında öğretmen olan annesi nedeniyle Diyarbakır'da ilkokul yıllarını geçirdi. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü 4. sınıf öğrencisi olan Ülkü Ocakları Ege Üniversitesi sorumlusu idi.

Fırat Çakıroğlu, 20 Şubat 2015'te Ege Üniversitesi'nde PKK yandaşı öğrenci müsveddelerinin saldırısında bıçaklanarak şehid edildi.

Cinayetin sanığı terör örgütü üyeliğinden 15 yıl, kasten öldürme suçundan müebbet hapis cezasına çarptırıldı.

İstanbul’un küfürbaz başkanı Fırat’ın şehadetinin 5. Yıl dönümünde , “Terörün 5 yıl önce aramızdan aldığı Ege Üniversitesi öğrencisi Fırat Yılmaz Cakıroğlu’nu rahmetle anıyorum” diye açıklama yaptı.

Kendisine Twitter üzerinden cevap yazdım: Ekrem Bey, Anasının tek kuzusu Şehidimiz Fırat'ı, senin kankitoların katletti. Bunu bilmiyor musun, yoksa her zamanki gibi yersen algı yönetimi mi yapıyorsun?

VATAN SAĞOLSUN

İdlib bölgesinde bulunan Silahlı Kuvvetlerimize yapılan hain saldırı sonucu 2 mehmetçiğimiz şehit oldu, 5 kahraman mehmetçiğimiz yaralandı. Şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet, yakınlarına sabr-ı cemil, yaralılarımıza acil şifalar dilerim.

Rus uçakları bombalar yağdırırken, Esed’in köpekleri Mehmetlerimize saldırırken,Putin’in eteğinin altına saklanan Esed’le görüşelim diyen gezizekalılar ne diyor?

Kana kan, intikam,intikam. Akacak kan,verilecek canlar, benim de olsa vatana feda olsun. VATANA SAĞOLSUN.

KRALİÇE’NİN GÜLÜ

Abdullah Gül, sessizliğini bozarak Karar Gazetesi yazarlarına verdiği mülakatta özetle,

-Sisi'yle barışılmalı,

-S-400 alımı yanlış,

-HDP'ye ayrımcılık yapılıyor,

-CHP takdir edilmeli,

-Parlamenter sisteme dönülmeli,

-Gezi ile gurur duyuyorum.

Demiş.

Esra Elönü buna cevaben, “Gezi davasından çekilen yürüyen yaprak, geziyle gurur duyduğunu söyleyen gül reçeli, kendi medeniyetini talan eden kavala koşan içimizdeki zurna sürüsü eşliğinde bir acizlik depremi yaşıyoruz. Faylar kırıldıkça ruhlardaki sıvalar da dökülüyor mu?” diye sordu.

Cemal Enginyurt ”Abdullah Gül ‘Gezi eylemleriyle gurur duyuyorum’ demiş. Abdullah Bey! Aynı gururu geziciler seninle ilgili duymuyor, hatta senden ve fikirlerinden nefret ediyorlar. ALLAH aşkına bu kadar mı davana, inancına ve eski yol arkadaşlarına düşman oldun? İntikam için gezici olmana gerek yoktu” şeklinde Tweet attı.

Ben de bu arkadaşlara cevaben;

"TERÖR EYLEMLERİNDEN GURUR DUYMAK, İHTİRAS ,NANKÖRLÜK, HASED, İHANET NE FENA BİR KARAKTER BOZUKLUĞUDUR.” diye yazdım.

MİLLET KÜTÜPHANESİ

Cumhurbaşkanımız Beştepe’deki Külliyede Millet Kütüphanesi’nin açılışı nedeniyle Twitter’da yazdı;

“ Her kitap, bir âlimdir. Eğer yüzlerce kitabınız varsa, yüzlerce âlimin dostusunuz ve onların ilminden faydalanıyorsunuz demektir. İnşallah gençlerimiz Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi'nde hakiki bir dost olan kitapla bağlarını güçlendireceklerdir.”

24 saatini dur durak bilmeden milletine hizmette geçiren, bu kadar yoğun, sorunlu gündemleri arasında, Millet Kütüphanesi’nin yapımını da takip ederek, açılışını gerçekleştiren Bir devlet başkanına sahip olduğu için Türk Milleti ve İslam ümmeti ne kadar gurur duysa, şükretse  azdır.

İŞ BANKASI

Bir okuyucum sormuş;

”Erdoğan Deprem için toplanan yardım paraları ile BANKA kursa; Ve bu bankanın gelirinin bir kısmını Ak Partiye Bir kısmını Osmanlı Tarih Araştırmasına, Bir kısmını Tügva vakfına bağışlasa CHP'liler ne yapar, nasıl bir tepki verir?”

Cevapladım;

Bir şey demezler, diyemezler. Hintli Pakistanlı,Bengaldeşli Müslümanların, Kurtuluş Savaşında Hilafet ayakta kalsın diye gönderdiği yardım paralarıyla İş Bankası’nı kurdurup, bankadan  adına hisse alan  Ata'nın aziz hatırasına saygısızlık edemezler.

BAY KEMAL

Sayın Mustafa Varank sordu; ”Darbeci hainler Sayın Cumhurbaşkanımızın bulunduğu Marmaris'e suikast timi gönderip oradaki polisleri şehit ederken, Kılıçdaroğlu neredeydi?”

Cevap verdim;

BAY KEMAL O SIRADA, BAKIRKÖY BELEDİYE BAŞKANININ EVİNDE TV SEYREDİP, KAHVESİNİ HÖPÜRTETİRKEN, DARBECİLER TARAFINDAN HÜKÜMETİ KURMAKLA GÖREVLENDİRMEYİ BEKLİYORDU.

HADİ ORDAN NUH METE

Eski DGM savcısı Nuh Mete Yüksel "Cumhurbaşkanı yargılanmalı" demiş.

FETÖ’nün şantajına boyun eğerek, yıllarca kapı arkasında saklanan, vesayet artığı hadsiz, saygısız Nuh Mete, yeni tertiplerde rol kapmanın peşinde.

Cumhurbaşkanımıza karşı kullanılan  kirli ve saygısız dil karşılıksız kalmaz. 15 Temmuz’da FETÖ’cü alçaklarının yiyemediği Cumhurbaşkanımızı, Nuh Mete’nin gibi vesayet artığı hadsizlere mi yiyecek? Hadi oradan!

REZİLLİKTE SON PERDE

İstanbul'da mesleğe yeni başlayan Öykü adlı stajyer avukat önceki gün, yanında çalıştığı ve babasının da avukatı olan Mühittin Köylüoğlu tarafından cinsel saldırıya uğradığını açıkladı.

Stajyer avukat, sosyal medyada "Can güvenliğimden endişe ediyorum. Arkamda durabilecek sizlerden başka kimsem yok. Lütfen sessiz kalmak istemiyorum. Ölmek istemiyorum” açıklamasıyla imdat istedi.

Hakkında cinsel saldırı suçlamaları bulunan avukat Muhittin Köylüoğlu, dün gözaltına alındıktan sonra çıkarıldığı Bakırköy Sulh Ceza Hakimliği tarafından tutuklandı.

REZİLLİKTE SON PERDE. NE DEMİŞLER “KIRKINDA SONRA AZAN KART ZAMPARAYI HAPİSHANE PAKLAR.”

Twitter: @dromeraydin

21.02.2020 11:47

Jandarma Genel Komutanımız Orgeneral Eşref Bitlis'i (1933 -17.Şubat 1993) içinde bulunduğu uçağın suikast şüpheli bir şekilde düşürülmesi sonucu şehit oluşunun 27.yıl dönümünde Sevgi, Saygı ve Rahmetle anıyoruz.

Yeni nesil, Jandarma Genel Komutanı Şehid Eşraf Bitlis Paşa’yı pek bilmez. Biraz anlatalım.

Jandarma Genel Komutanlığı döneminde Rahmetli Eşref Bitlis Paşa’nın, JİTEM'in kurulup yargısız infazların yapmasına ve itirafçılarla birlikte silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yapılmasına karşı çıktığı basına yansımıştı.

Rahmetli Eşref Bitlis Paşa, Kuzey Irak'ta konuşlanmış durumda bulunan Çekiç Güç Kuvvetlerinin Türkiye'den ayrılması gerektiğini ve ABD'nin Kuzey Irak'ta oluşturmaya çalıştığı Kürt Devleti'nin Türkiye'nin zararına olduğunu söylüyordu. Bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri büyükelçiliği tarafından birkaç defa hükümete şikayet edildiği iddia edilmişti.

17 Aralık 1992 tarihinde Çekiç Güç'e bağlı Amerikan savaş uçakları, kendilerine bildirildiği halde Irak'ın Selahaddin kentine gitmekte olan Bitlis'in helikopterine taciz uçuşu yaptı ve helikopteri inişe zorlanmıştı.

Şehadetinden 7 ay önce, kendisini gelecekte genelkurmay başkanı olarak görmek isteyen dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a yazdığı son mektupta Kürt sorununa ilişkin şöyle yazmıştı; "Sayın Cumhurbaşkanım, Zatı Aliniz Kuzey Irak, Çekiç Güç konularına müdahil olmalısınız, aksi takdirde bölgede sonu alınamayacak ciddi risk ve tehditlerle karşı karşıya kalabiliriz."

Orgenaral Bitlis'in şehadetinin hemen ardından kendisine yakınlığıyla bilinen Cumhurbaşkanı Turgut Özal kalp kriziyle, ardından Bitlis'in ekibi içinde yer alan Rıdvan Özden ve Bahtiyar Aydın gibi bazı yüksek rütbeli askerler de görevi başında suikastla öldürüldü.

Aynı yıl Türkiye'de derin yankı uyandıran Uğur Mumcu suikastı yapılmış, Adnan Kahveci şüpheli bir trafik kazası sonucu vefat etmiş, Bingöl karayolunda 24 Mayıs 1993 PKK pususunda yolları kesilen 33 silahsız er öldürülmüş, hemen ardından Alevi-Sünni çatışmasına sahne olan Sivas Katliamı yaşanmış, yine aynı yıl PKK saldırısında 33 sivilin katledildiği Başbağlar Katliamı yaşanmıştı.

Kısaca 90’lı yıllar Türkiye’nin karanlık dönemidir. Bu dönemde kurban edilen kıymetli vatan evlatlarından biri de Rahmetli Eşref Bitlis Paşadır. Hepsinin mekanları Cennet olsun.

ANITKABİR’E ŞÜKÜR ZİYARETİ

Çin’den getirilip 14 gün korona virüs karantinasında tutulduktan sonra dışarıya çıkan İngilizce öğretmeni Burcu Öner;

"Enteresan bir şey oldu. Anneme 'Ankara'ya gideceğiz, bu hastanede kalacağız' dediğim zaman annem, 'ben seni orada dünyaya getirmiştim' dedi. Odama çıktıktan sonra annem 'üçüncü kat 307 numaralı odada kalmıştım' dedi, ben de aynı odadaydım. Milyonda bir gerçekleşecek bir olay gerçekleşti.

Şimdi ilk işim, Anıtkabir'e gidip Atam’a teşekkür etmek olacak" dedi.

Böyle olur Kemalistlerin şükrü. Abdest istemez, etrafında dönmek istemez, İzmir marşından bir kuple yeterli. Bir de “olmasaydın olmazdık” kemal ilahisi okundu mu ibadet bitti. Ha bunlar okunurken yönleri batıya olacak.

“Atam sen kalkacaktın, ben yatacaktım. Ama bak bu AK PARTİ yönetimi beni kurtardı. Dolayısı ile sen yatmaya devam edeceksin, çok üzgünüm.” diyecek Burcu kızımız.

Şaşacak bir şey yok. Herkes inandığına sığınarak ondan yardım ister ona şükreder ve yine ona secde eder. Gayet doğal bir davranış.

Secde herkese nasip olmuyor işte Kalp ne diye zikrediyorsa Oraya dönüyor insan.

Hidayet Allah’tandır. İmanlı oluşumuza şükredelim.

NİKOS YAVAŞ GEL

Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis, KKTC Başbakanlığı himayesinde cumartesi günü Kapalı Maraş’ta düzenlenen “Hukuki, Siyasi ve Ekonomik Yönleriyle Kapalı Maraş Açılımı” toplantısını, “Türkiye’nin meydan okuma hareketi” olarak niteledi ve “Eli kolu bağlı kalmayacağız, gerekirse Türkiye ile savaşacağız.” dedi.

VAY, VAY, VAY... BAK SEEEN. NİKOS, İŞBİRLİKÇİSİ MUSTAFA AKINCI'DAN MI CESARET ALMIŞ, YOKSA UZOYU MU FAZLA KAÇIRMIŞ? NİKOS OĞLUM YAVAŞ GEL, İSTERSEN SEN GİT, ABİLERİN GELSİN.

İBB MECLİS ÜYELERİ EŞKIYA MIDIR ?

İBBB Ekrem İmamoğlu, Kabataş-Mecidiyeköy-Mahmutbey Metrosu çalışmaları kapsamında Mecidiyeköy-Şişli istasyonundaki test sürüşünde yaptığı açıklamada İBB Meclisinde alınan tahsis kararlarıyla ilgili olarak;

“Bu resmen meclisteki çoğunluk üzerinden eşkıyalık anlayışı. Kamu vicdanı değil eşkıya anlayışı, eşkıya duruşu. Eşkıyanın ne anlama geldiğini biliyorsunuz, malını gasp etmek. Neymiş efendim bu projeyi meclis üzerinden belediyeye tahsis edecekler, o belediye üzerinden de istedikleri gibi hareket edecekler. Kusura bakmasınlar ama ‘pışık’ derler ya çocuklar.

Böyle bir şey yok. A vakfı, B vakfı işine baksın, kendi işlerini yürütsünler. Karar onay için başkanlık makamına sunulduğunda veto edeceğiz. Hukuki süreçleri yöneteceğiz, zabıtalarımızla gideceğiz, temizleyeceğiz. Birçok kamu alanında yapılmak istenen bu müdahaleleri geri püskürteceğiz.” dedi.

İBB Başkanı; İstanbul’a hizmet etmek yerine, ne yazık ki İstanbulluların seçtiği meclis üyelerine EŞKİYA diyerek bu müptezellik limanına demir atmıştır.

Eğer Ak Parti'li bir başkan o “kayak g…ne girsin” küfrünü yapmış olsaydı; CHP'liler meclisin altını üstüne getirir, özür dilettirirdi.

Taa o zaman yanlış yaptınız sayın GÖKSU ve AK Parti'li meclis üyeleri, "Üzüntülerini bildirmesiyle" yetindiniz. Bugün de artık "eşkıya" lafını yediniz.

GÖKSU BAŞKAN, SÖYLENMEYİN, AĞLAŞMAYIN, GEREĞİNİ YAPIN.YOKSA BU KÜFÜRBAZIN HEYBESİNDEKİ YAKASI BAĞRI AÇILMAMIŞ ÇEŞİTLİ HAKARETLERİNİ DAHA ÇOK İŞİTİRSİNİZ.

MAYMUN GÖZÜNÜ MÜ AÇTI ?

İyi Parti'de istifalar bitmiyor. Yakın zamanda istifa eden vekillerin sayısı 5'e ulaştı. Geçtiğimiz günlerde Meral Akşener'in parti içerisinde sağ kolu olan İyi Parti Antalya Milletvekili Tuba Vural Çokal'ı istifasıyla şoke olan parti, bugün de Balıkesir Milletvekili İsmail Ok'un istifa haberiyle sarsıldı.

Partiye olan inancını kaybettiğini kaybettiğini duyuran İsmail Ok özetle,

“İddiamız çok kısa bir zamanda yerle bir olmuş ve hayallerimiz yıkılmıştır. Şöyle ki sözde sivil toplum örgütü adındaki emperyalist Soros Vakıfları'nda görev yapanlar, başkanlık divanında en hassas görevlere getirilmişlerdir. Daha da kötüsü, Genel Başkan bu durumu bilmesine rağmen bu Soros’çuların partinin en hassas birimlerinde görevlendirilmesinde bir sakınca görmemiştir.

İptal edilen İstanbul seçimlerinden sonra üç hafta Sayın İmamoğlu’na destek vermek için İstanbul’a gittim. Sayın İmamoğlu seçimden hemen sonra sanki yapacak hiçbir işi kalmamış gibi hemen HDP’li belediyeleri ve yine ilk yurt dışı gezisinde de PKK’lı Ahmet Kaya’nın mezarını ziyaret etmiştir.

Dahası, başkan eşleri ve ihanet sürecinin akil adamlarından Kadir İnanır ile birlikte PKK sevicisi Demirtaş’ın yazdığı kitaptan sergilenen tiyatroyu seyretmeye gitmişlerdir.

Bütün bunlar artık ortağımız CHP’nin HDP ile adı konulmamış bir ortaklık yaptığının meydana dökülmesidir. Partimiz Yönetiminin milletvekilleri ile yaptığı ilk toplantıda bu durumdan rahatsız olduğumu ve bunun tarafımdan kabul edilemeyeceğini ifade ettikten sonra “Parti Yönetimin görüşünü sordum.” En yetkili ağızdan verilen cevapla aynen devam edileceğini anlaşılmış oldu.” diyerek istifasının gerekçelerini açıkladı.

Meral Hanım Abla, neler oluyor? Yusuf Hoca, Özcan Hoca erken mi uyandılar? İstifa eden vekillerin sayısı 5'e ulaştı. Sıra kimde? Yavuz Bey de mi gidici? Partin güneşin altındaki karlar gibi eriyor. Kılını kıpırdatmıyorsun. Olup biteni normal mi karşılıyorsun? Maymun gözünü mü açtı? Uluslararası üst akıl plan değişikliğine mi gitti? Bana göre hava hoş da. Sana gönül veren milyonların yüreğine bir su serpiversen diyorum; Sevaptır.

KILIÇDAROĞLU, CEVAP VERİNİZ

Ağrı Belediye Başkanı Savcı Sayan, ”Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın cumhurbaşkanımıza FETÖ ile ilgili 20 soru sordunuz. Ben de bugünden itibaren her gün bir soru soracağım. 1) Adaylığınızı açıklamadan bir gün önce, gece Sürmeli Otel’de bir MİT yetkilisi, jandarma albayı ve Danıştay’ın iki üyesiyle ne konuştunuz? diye günlerdir soruyor.

Kılıçdaroğlu kapı duvar, tık yok. Belki cevap yazmıştır da postaya takılmıştır. Çıkmaz ayın son Çarşamba günü Kılıçdaroğlu’ndan cevap gelecektir.

Twitter: @dromeraydin

18.02.2020 09:40

Cumhuriyet : Korona Virüsü İstanbul'da,

Sözcü : İstanbul'da ilk Korona Göründü,

 CHP Sözcüsü : Devlet önlem almakta yetersiz, halk panik halinde,

Barış Yarkadaş; İstanbul'da Korona salgını,

 T24: İstanbul karantinaya alınmalı,

İYİ Parti: Korona virüsü için soru önergesi verdik,

İsmail Saymaz : Korona konusunda devlet yetersiz,

FETÖ Trol Hesapları : Korona virüsü Antalya'dan sonra İstanbul’da göründü,

PKK HDP Trol Hesapları : Korona virüsü Adana'da göründü, 2 Çin'li karantinaya alındı,

Bu CORONA SEVERLER, Dört gözle virüsün Türkiye’ye gelsin,ülkede felaket yaşansın, bizde arada siyaseten nemalanalım diye pusuda bekliyorlar

 Bunlar Öyle kin ve haset dolular ki; “gidip o virüsü özellikle kapıp getirirler” diyenleri yabana atmamak lazım.

DUT PEKMEZİ

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Coronavirüs ile ilgili soruya “Üşütmeyin, gıdalarınıza dikkat edin. Vücudu güçlü tutacağız. Ben her sabah bir kaşık dut pekmezi alırım. Ağırlıklı olarak Erzurum'dan” şeklinde cevapladı.

Bu tavsiyeden sonra, Erzurum’un dut pekmezi satışları patlamazsa, ben bir şey bilmiyorum.

HAYIRDIR SAM AMCA ?

ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, ABD'nin Türkiye'nin İdlib'de Suriye ordusuna karşı askeri eylemlerini desteklediğini ve bunları kendini savunma eylemi olarak gördüğünü söyledi.

Güler misin.ağlar mısın? Hayırdır Sam Amca? Hangi yanağımızdan öpmek istersin? Ellerini ovuşturarak Rusya ile kavga etmemizi mi bekliyorsun? Sanırım avucunu yalayacaksın.

ZALİMLER İÇİN YAŞASIN CEHENNEM !

Şapka kanunundan 1.5 yıl önce yazdığı “Batı taklitçiliği ve Şapka” adlı   kitabı bahane edilerek, İstiklal Mahkemesince idam edilen İskilipli Atıf Hoca'yı şehadetinin 94. Yılında rahmetle,saygıyla,minnetle anıyorum.

 “SONUNU DÜŞÜNEN KAHRAMAN OLAMAZ”

Bu vecizesi  dillere destan olan, esarete baş kaldırışın, zulme karşı hakkı haykırışın sembolü,  Kafkasların Kartalı Şeyh Şâmil’i  vefatının 149.Yılında rahmetle anıyorum.

CANI KAYMAK İSTEYEN, CEBİNDE MANDA TAŞI

3 Dönem AK PARTİ’den Milletvekili seçilen

Selçuk Özdağ, son yerel seçimde Manisa’dan Büyükşehir Belediye Başkan adayı olamayınca, Ahmet Davutoğlu’nun partisinde kurucu oldu.

Bu sıralarda Tarım Orman Bakanlığında Genel Müdür Yardımcısı olan kardeşi görevinden alınmış.

Bunun üzerine Selçuk Bey ” Ben 12 Eylül 1980’i yaşadım. 12 Eylül’de tutuklandım. Ne babamı ne kardeşlerimi ne de akrabalarımı 12 Eylül yargılamadı. 12 Eylül, hesabı benden sordu. Suçların şahsiliği prensibi vardı.” demiş.

Selçuk Bey. Ortada bir suç yok ki, suçların şahsiliği söz konusu olsun. Ama siyaseten üst makamlara getirilenler,siyaseten de gidiverirler.Bu normal değil mi?

Görevden alınmanın tam nedenini bilmemekle birlikte, ben de olsam, yıllarca iktidarın ekmeğini yiyen,sonra da siyasi ikbal hırsıyla trenden inen birisinin referanslarını gözden geçirirdim.

Size,“Canı kaymak isteyen,cebinde manda taşır” atasözünü hatırlatmak isterim.

Kaldı ki, nasıl olsa sizin parti yakında iktidara gelecek.O zaman kardeşin de kaybettiğinden daha yüksek bir makama kavuşacaktır.Değil mi yani?

HAKLISIN HINCAL ABİ

Duayen gazeteci, müzmin Galatasaraylı Hıncal Uluç”Mustafa Cengiz ve Fatih Terim yüzünden  Galatasaraylılığımı askıya aldım.” diye yazdı.

Hıncal Abi haklı.Ben de Muharrem Usta ve onun aptalca tercihi Ersun Yanal yüzünden Trabzonspor sevdamı yıllarca  kalbime gömmüştüm.

FENERBAHÇELİ HOLİGAN MİLLETVEKİLİ

Fenerbahçeli taraftarlar 2-1 mağlup oldukları Trabzonspor  maçında  yaşanılan hakem hatalarından Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ı sorumlu tuttu.

Berat Albayrak'ın Trabzonspor'a verdiği destek yüzünden maçı kaybettiklerini söyleyen Fenerbahçeli taraftarlar, Bakan Albayrak'a sosyal medyada tepki gösterdi.

Sosyal medyadaki Berat Albayrak’a tepki gösteren isimler arasında AK PARTİ Giresun Milletvekili Sabri Öztürk’ün,“Türk futbolu,Trabzon kökenli şımarık siyasetçilerin elinde oyuncak olamaz” şeklinde paylaşım yapması akılları karıştırdı.

Fenerbahçe holiganizmi yüzünden siyasi hayatını tehlikeye atacak kadar salak değildir Sabri Bey. Yoksa başka bir hesabı mı var?

Twitter: @dromeraydin

05.02.2020 11:43

Saadet Partisi’nin müptezel pir-i fanisi Hasan Damar: "Saadet Partisi anahtardır. İstanbul’da 120 bin oy aldık, AK Parti’ye Biz kaybettirdik, bunu herkes bilsin."diye esip gürlemeye devam etmiş.

Hasan Dede, aylardır bu tekerlemeyi ağzında gevelemekten yorulmadın mı? İyi işte, "Bekarlar kimler? diye sorup, “bunları akşam itfaiyecilerle buluşturun, bir gece düzenleyin. Siz başörtülerinizle otobüse in, bin yaparken terlemiyor musunuz? Zor olmuyor mu? Kokuyorsunuz." diye hakaret eden Ekrem'in değnekçisi, Genel Sekreterinin Yardımcısı Yeşim Meltem Şişli’yi alkışla Hasan Damar.

Senin nutuklarını alkışlayan Saadet Parti’lilere de bir çift sözüm var;

Tayyip Bey’e hased ve husumetinizden İstanbul’u feda ettiniz. Şimdi eşlerinizi, kız kardeşlerinizi ve annelerinizi itfaiyecilere konumlandıran bu kadının salyalarına maruz kalışınıza kına yakın !

BEYLER!

BURASI, AHLAKSIZLARIN İFFETLİ HANIMLARI AŞAĞILAYIP, BACILARIMIZA HAYASIZCA SALDIRACAĞI BİR ÜLKE DEĞİLDİR.

EKREM'İN DEĞNEKÇİSİ BU TERBİYESİZ KADINA HADDİNİ BİLDİRİNİZ.

ARADIĞINIZ KİŞİYE ULAŞILAMIYOR

Elazığ depreminin ardından Erzurum'a tatile giden İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'na tepkiler devam ediyor.
Dobralığıyla tanınan, Sözcü gazetesi yazarı Necati Doğru, bugünkü yazısında İmamoğlu'nu eleştirerek, "Kendini şımarık müteahhit çocuğu durumuna düşürdün" Henüz somut bir iş yaptığını görmedik! Tek akılda kalan icraatın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'dan sürekli randevu talep etmek ve alamamak oldu.” ifadelerini kullandı.
İmamoğlu “5 aydır davet bekliyorum,”diye sızlanıyor ya, Cumhurbaşkanlığı kaynaklarından “Kendisini aradık. Ejder tepesinde imiş. Aradığımız kişiye ulaşamadık.”şeklinde bilgi alındı

CÜBBELİ’NİN ÇİN BEDDUASI

“Çin, iddiasından vuruluyor. Tüm dünyaya açılma hamlesi yapan, küreselleşmenin bayraktarlığını üstlenen Çin'in başına öyle bir bela geldi ki; mecburen kendisini dünyaya kapatmak zorunda kaldı. Topla tüfekle bu kadar yapılamazdı. Üretim,tüketim,ticaret,lojistik hepsi durdu.

Çin’in bu felaketi, Cübbeli'nin Çin’e yaptığı bedduanın sonucu olabilir mi?” diye soran takipçilerime cevabımdır;

Neden olmasın? Cezaevinde Aziz Yıldırım'ın baskısıyla, FB'ye galibiyet duası yapıp, tutturduğunu söyleyen Cübbeli, Doğu Türkistan’da Müslüman soydaşlarımıza zulmeden Çin'e, "Ya kahharül müntekım" diye sürekli beddua virdi okuduğunu duymuştum.:)

SAHİBİNDEN KİRALIK AĞIR HASARLI EV

İnternette “Sahibinden ucuza ağır hasarlı ev!” şeklinde ilanlarla, Fikirtepe'de kentsel dönüşüm beklentisiyle boşlatılan evler 400-500 liraya kiralanıyor. Yabancılar ve kağıt toplayıcıları bölgeye yerleşmiş.

Bunu da gördük.

Kahrolsun, cahil, fukara insanlar üzerinden rant devşiren, gözü dönmüş insan müsveddeleri .

BAY HALEVA, HADİ AMA

Cumhurbaşkanımız Erdoğan,Türkiye Musevileri Hahambaşı İsak Haleva’yı Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde kabul etti ve birlikte poz verildi.

Fotoğrafta, Sn. Haleva’nın , mutluluktan gülümsemesine bir şey demiyoruz. Soydaşlarının zulmünün durması için bir şeyler yapar artık.

ZORA DÜŞENLERİN YARDIMCISI TÜRKİYE

Çin'den dünyaya yayılan koronavirüs, 21. yüzyılın vebası olarak görülüyor. Şu ana kadar hastalık tespit edilen 259 kişi hayatını kaybetti.

Virüs, Çin'in dışında birçok Asya ve Avrupa ülkesinde de yayılmaya başladı.

Birçok ülke, vatandaşlarını virüsten korumak için ek önlemleri hayata geçirirken; Çin koronavirüse karşı mücadele etmekte zorlanıyor. Ülkedeki ateş düşürücü ve maske stoklarının bittiği, hastaların zor anlar yaşadığı kamuoyuna yansıdı.

Türkiye, Çin'e yapılan yardımlarda öncü rolü üstleniyor. Türkiye'den gönderilen yardım, Çin medyasında da geniş yer buluyor. Pekin Büyükelçiliğimizin sosyal medya hesabına teşekkür mesajları yağıyor.

İŞBİRLİKÇİ ŞEREFSİZ MBZ

BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed , Libya'da darbeci Hafter'e son iki haftada 3.000 ton askeri teçhizat gönderdi.

BAE'nin Hafter'e son iki haftada verdiği bu destek, bir yılda verdiği desteğe eşdeğer.

Şerefsiz,ABD-İSRAİL işbirlikçisi, müptezel Veliaht Prens Muhammed bin Zayed’i, hayvanlara hakaret olmasın diye aklınızdan geçen hayvana benzetmiyorum.

İŞBİRLİKÇİLER ŞAŞIRTTI

Kendi coğrafyalarında İsrail ve ABD'nin sözünün dışına çıkmayan Arap liderler, bu kez şaşırttı.

ABD Başkanı Donald Trump'ın barış planını ilan etmesinin ardından, başta Mısır ve Suudi Arabistan olmak üzere bazı Arap ülkeleri İsrail ile Filistin arasında doğrudan müzakerelerin başlaması çağrısında bulunmuştu.

Mısır'ın başkenti Kahire'de gerçekleşen Arap Birliği olağanüstü toplantısında birliğin aldığı karar uyarınca, ABD Başkanı Donald Trump'ın Yüzyılın Anlaşması planını reddedildiği açıklandı.

Arap Birliği olağanüstü toplatısına katılan Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas toplantıda "Trump'ın Yüzyılın Anlaşması planını reddediyorum. Kudüs'ü satan veya Kudüs'ten vazgeçen biri olarak tarihte yer almayacağım" açıklamasını yaptı.

Arap Birliği, Trump'ın sözde barış planının tamamen reddettiğini ve dikkate alınmayacağını duyurdu.

MERAL ABLAM SAHAYA İNMİŞ

İP Genel Başkanı Meral Akşener, uzun bir aradan sonra sahaya inerek,

“Hizmet siyaseti, sarayda sefa sürerek olmaz. Sokakta olur; vatandaşı dinleyerek olur; esnafın ve gençlerin sorunlarına kulak vererek olur.”demiş.

Aboovvv, Meral Ablam sokağa inmiş, Savulun uleeen !

GANYANA GEL

Beşiktaş, ara transferde sürpriz bir ismi kadrosuna kattı.

Siyah-beyazlılar, kariyeri boyunca Barcelona,

Milan, B.Dortmund ve Tottenham gibi büyük kulüplerde forma giyen 32 yaşındaki Kevin-Prince Boateng'i Fiorentina'dan 1,5 yıllığına kiraladı.

Öte yandan dün sosyal medyada en çok konuşulan konulardan biri, BOATENG’İN ATLARA OLAN SEVGİSİ OLDU.

SERGEN’İN HER TÜRLÜ AT SEVDASI MALUM.

İDDİA MI,GANYAN MI ?

İSMAİL’İN ÜZÜMÜNÜN BAĞI

FOX TV sunucusu İsmail Küçükkaya ile eşi Eda'nın, anlaşmalı olarak boşandığı duyuldu. İsmail Küçükkaya’nın eşine 1 milyon 200 bin lira tazminat ile birlikte aylık 15 bin lira nafaka ödeyeceği iddia edildi. Hayırdır İsmail, bu üzümün bağı nerede?

Twitter: @dromeraydin

01.02.2020 23:08

Brüksel'de düzenlenen AP Genel Kurulu'nun "Yunan Adalarında İnsani Durum" başlıklı oturumunda, bölgedeki göçmenlerin durumu ele alınırken, Yunanistan'ın aşırı sağcı Altın Şafak Partisi'nin eski üyesi bağımsız AP milletvekili Lagos,

"Kimsenin burada Yunan vatandaşlarının durumunu konuştuğunu duymuyoruz. Herkes göçmenlerden bahsediyor, Yunan vatandaşlarının hakları ne olacak? Yunan vatandaşlarının yüzde 70'i yasa dışı göçe karşıdır, halkımız göçmenler tarafından saldırılara uğruyor. Bir tarafta da Türkiye var, her istediğini yapabiliyor. Ülkemize akın akın göçmen geliyor. İşte bu Türk Bayrağı, bununla ne yapılır, yırtıp atılır."şeklinde konuşup, kağıttan yapılmış Türk bayrağını yırtarak, büyük bir provokasyona imza attı.

Irkçı Lagos'un, faaliyetleri nedeniyle Yunanistan'da iki kez tutuklandığı belirtiliyor.

Yunanistan'daki terörle mücadele birimince gözaltına alınan Lagos'un, 2019'da, 2013'te işlediği saldırı suçundan dolayı da 8 ay hapis cezasına mahkum edildiği vurgulanıyor.

Lagos'un 2013'te Atina'da öldürülen faşizm karşıtı müzisyen Pavlos Fissas davasında da ismi geçiyor.

Lagos, geçmişte aynı zamanda şantaj, haraç toplama, kadın ticareti, çek senet tahsilatı ve ruhsatsız silah kullanmakla da suçlanıyor.

Ahlaksız, alçak, köksüz, soysuz, şereften nasibini almamış, husumet ve ihanet nöbetine girmiş, pislik cüsseli bu rezil, soytarı, ırkçı kuduz Yunan köpeğinin Türk bayrağına musallat olması, kalleş ve kirli elleriyle şerefli Türk bayrağını yırtması, namertçe bir provokasyondur.

Bayrak millettir, devlettir, egemenliktir, milli kimliğin alamet-i farikasıdır. Ay yıldızlı bayrağımız, rengini şehit kanından alan bağımsızlık sembolümüzdür.Türk bayrağı, Türk Milleti’nin itibarını, istikbalinin kutlu iradesini temsil etmektedir.

AP’de bayrağımıza saygısızlık yapan faşist Yunan milletvekili sadece kendi karaktersizliğini göstermiştir. Şanlı bayrağımızın temsil ettiği şerefi anlaması mümkün olmayan ırkçı ve zehirli kafaların yaptığı saygısızlık, bayrağımıza asla zarar veremez.

Rahmetli vatan şairi Arif Nihat Asya’nın;

Tarihim, şerefim,şiirim, her şeyim;

Yer yüzünde yer beğen.

Nereye dikilmek istersen;

Söyle, seni oraya dikeyim!" şeklinde seslendiği bağımsızlığımızın sembolü ay yıldızlı şanlı bayrağımıza uzanan elleri nasıl kırdığımızı, pislik bedenlerini denize nasıl döktüğümüzü en iyi bu ırkçı beyinsizler hatırlamaktadır.

Herkes kendine yakışanı yapar. Yunan bayrak yırtar, Türk milleti bayrağını yükseltir. Yunan zulmünün, zilletinin bayrağımıza hakareti ve düşmanlığı, kararmış vicdanlarının bir göstergesidir.

Türk Milleti’nde Asalet ve ahlak vardır, önüne serilen bayrak düşman bayrağı da olsa çiğnemez, çiğnetmez. Atatürk, 10 Eylül 1922'de önüne serilen Yunan bayrağını çiğnememiş, bayrağımıza saygısızlık yapan Yunan Kralı Konstantin'in aşağılık durumuna düşmemişti.

Serseri Yunan milletvekili ders almak istiyorsa; karanlık geçmişine ve işgalci dedelerinin acıklı akıbetine bakmalıdır

AP kürsüsünde kağıttan bayrağı yırtan densiz, bu aşağılık davranışıyla, Kurtuluş Savaşı ve Kıbrıs Barış Harekatı'nın Yunan Milleti’nin alt benliğinde yarattığı tahribatı silemeyecektir.

Bağımsızlık ve egemenliğimizin sembolü bayrağımız; onur ve gururla, ebediyete kadar her yerde şerefle dalgalanacaktır.

Türk Milleti ve onun temsilcileri her yerde, AP'de kirli elleriyle bayrağımıza saldıran çaresiz, şımarık palyaçolara, Al Sancağımızın asilliğini ve gücünü göstermeye devam edecektir

Avrupa Parlamentosu’nun, bu tür ırkçı ve faşistlerin İslam düşmanı ve Türkiye düşmanı siyasetçilerin gösteri merkezi olması vahim bir durumdur. AP demokrasiyi geliştirmek yerine ırkçılara teslim olmuş, Avrupa değerlerini yok etmek isteyenlerin adresi haline gelmiştir.

Avrupa'nın şımarık, ırkçı çocukları hadlerini bilecektir. Avrupa, İslam karşıtlığı ve ırkçılığa artık dur demelidir.

Yunanlı serseri Lagos'a tepki göstererek, "Bu üzücü hadiseyi hiçbir gerekçe haklı kılamaz" diyen AP Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor, bayrağımızı yırtma cüretinde bulunan bu palyaço hakkında AP’nin gereken tüm siyasi ve cezai tedbirleri acilen almasına öncülük etmelidir.

Twitter: @dromeraydin

31.01.2020 10:09

İsrail'de Başbakan Binyamin Netanyahu'ya yakınlığıyla bilinen Makor Rishon gazetesi, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı Hakan Fidan'ı hedef gösteren bir makale yayınladı.

Aşırı sağ eğilimli gazetede Pazit Rabin imzasıyla çıkan "Sultan ve Süleymani" başlıklı yazıda, Fidan hakkında asılsız iddialarda bulunularak, "Şimdi Kasım Süleymani yerin üç arşın altında yattığına göre, onun ikizi olan Türk İstihbarat Servisi Başkanı Hakan Fidan'ın komplolarına odaklanma zamanı geldi" dedi.

CIA- MOSSAD-İSRAİL yıllarca Türkiye İstihbarat birimlerini,TSK üst düzey generallerini  kendi uşağı gibi maaşa bağlamıştı.

Yerli ve milli olan FİDAN ve arkadaşları, bunların dümen suyuna girmeyince, kuduruyorlar.

Bu müptezeller, Fidan daha MİT’ e Müsteşar Yardımcı olarak atandığında kıyameti koparmışlardı.

Fidan MİT Müsteşarı koltuğuna oturduktan yaklaşık üç ay sonra, Ağustos 2010’da dönemin İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, Hakan Fidan’ı İran yanlısı olmakla suçlamış ve Tahran’ın İsrail sırlarına ulaşmasından endişe duyduğunu dile getirmişti.

7 Şubat 2012’de FETÖ mensubu başsavcı tarafından şüpheli sıfatıyla mahkemeye ifadeye çağrılan Fidan, FETÖ ile AK Parti arasındaki gerilimde ilk ana hedef olarak seçilmişti.

Tel Aviv Üniversitesi Moşe Dayan Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi araştırmacısı Hay Eytan Cohen Yanarocak, Hakan Fidan ile ilgili haberlerin sadece İsrail’in kaygısından kaynaklanmadığı, Amerikan yönetiminin de Türkiye ile ilgili derin kaygıları olduğunu dile getiriyor.

Hakan Fidan ile ilgili iddia ve husumetin  kaynağının İsrail , ABD içindeki İsrail lobisi ,neo-conlar ve bunların tasmalı köpeği FETÖ olduğu  gün gibi aşikar.

Türkiye’nin milli ve  bağımsız bir dış politika izliyor olması, bu politikanın yürütülmesinde başat  rollerden birini icra eden Fidan'ın eleştirilerin hedefine yerleştirilmesinin en önemli  nedenlerinden biri .

Bağımsız milli politika, Türkiye’yi güçlendiriyor ve diğer ülkelere olan bağımlılık zincirini kırıyor.

Türkiye artık birçok oyunu sahada bozarak, açığa çıkararak  dengeleri değiştiriyor. Suriye’de, Libya'da oyunu bozuyor.Bunların arka tarafında ABD ve İsrail'in olduğunu herkes biliyor.

Milletimizin göz bebeği Hakan Fidan'a saldıranlara, "Hoşt" demek yetmez. "Havlamayın" da demek gerekir. "Afkurmayın" veya "don't bark" da diyebiliriz.

İsrail medyası, ABD içindeki İsrail lobisi ,neo-conlar ve bunların tasmalı köpeği FETÖ nün sözcüleri Hakan Fidan’a saldırıyorsa doğru istikametteyiz. Tam yol ileri.

Twitter: @dromeraydin

30.01.2020 10:23

ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile Beyaz Saray'da düzenlediği ortak basın toplantısında, tek taraflı, skandal Ortadoğu barış planını açıkladı.

Trump, konuşmasının başında, bunun yüzyılın anlaşması olduğunu, Ortadoğu barış planı kapsamında Kudüs'ün, İsrail'in "bölünmez" başkenti olarak kabul edileceğini duyurdu.

ABD'nin bu sözde Orta Doğu barış planı ölü doğmuştur. Bu plan, Kudüs’ün statüsünü kavramaktan uzak bir girişimdir ve sonuçsuz kalmaya mahkümdur.

İsrail'in Filistin’i ablukaya alıp, yutmasına yönelik bu çabalar tehlikeli sonuçlara yol açacaktır.

Filistin’de barış ortamının tesisi yerine, gerilimi tercih etmek, yüzyıllar boyu daha kayıp demektir.

Filistin’in geleceği kilometrelerce uzaktan, sözde barış planlarıyla çizilemez. Bu girişim, tarihe kara bir leke olarak geçecektir.

Donald Trump'ın açıkladığı sözde barış planı, Filistin davasını tasfiye etme projesidir.Filistin’liler, bu planı başarısız kılmak için gerekeni yapacaklardır.

Trump, teklif ettiğin, yüzyılın anlaşması değil, olsa olsa yüzyılın hukuksuzluğudur.

Filistin halkı ve toprakları parayla satın alınamaz.

Hayır, Trump. Kudüs, İslam dünyasının kalbidir, göz bebeğidir, nefesidir.

Kudüs daima bizim kırmızı çizgimizdir.

Filistin bağımsız bir devlettir. Kudüs özgür Filistin’in başkentidir.

Kudüs, miracın kapısı, insanlığın ortak mirası, tüm insanlığın ortak kutsalıdır.

Kudüs İslam ümmetinin gözünün ışığıdır.

“Biz kitapta İsrail oğullarına şu hükmü de bildirdik: Siz ülkede iki defa fesat çıkaracak ve açık zorbalıklar yapacaksınız. Onlardan birincisinin vâdesi geldiğinde, kuvvet ve şiddet sahibi olan kullarımızı sizin üzerinize musallat ederiz.

Sonraki taşkınlığınızın vakti geldiğinde, kederinizden suratlarınız asılsın, daha önce girdikleri gibi yine Mescide girsinler ve ele geçirdiklerini mahvetsinler diye başınıza düşmanlarınızı musallat edeceğiz. Bu yerine getirilmesi gereken bir sözdür." (İsra Suresi)

Mescid-i Aksa’nın da, Kudüs’ün de sahibi Allah’tır. Allah’tan başka galip olan da yoktur.

Trump’ın, İsrail’le yasak aşk yaşayan, daimi işbirlikçileri olan körfez-Arap ülkelerinin ekonomik ve siyasal desteğiyle dayattığı bu plan, tarihin çöplüğünde yerini almaya mahkümdur.

Kudüs giderse, Medine'yi koruyamayız. Medine giderse, Mekke'yi koruyamayız. Mekke giderse, Kâbe'yi de kaybederiz. Unutmayın Kudüs demek, İstanbul demektir, İslamabat demektir, Medine demek; Kahire, Şam, Bağdat demektir

Önce sokak gösterilerini kutsadılar, Arap Baharı diye pazarladılar, halkın sokağa inişini herkese alkışlattılar. Irak Suriye, Libya gözümüzün önünde yok oldu. Gelinen nokta; Kudüs İsrail’e başkent.

Kudüs davası Filistinde bulunan bir avuç Müslümanın davası değildir. Tüm Müslümanların davası, kanayan yarası olmalıdır.

Kudüs, Peygamber'imizin müslümanlara emanetiydi. Peki ey müslüman, emanetine bile sahip çıkamadığımız bir peygamber'den, mahşer günü nasıl şefaat dileneceğiz. ?

“Kudüs özgür olmadıkça, bana gülmek haram olsun” diyen Selahaddin Eyyübi’nin torunları orda mısınız?

Twitter: @dromeraydin

29.01.2020 09:54

Ankara'da, Çankaya Belediyesi işçileri, haklarını alamadıkları gerekçesiyle, belediye binasını işgal ederek. Belediye Başkanı Alper Taşdelen'i protesto etmişler. İstedikleri zammı almak için toplanan DİSK'e bağlı işçiler,“Zafer direnen emekçinin olacak” sloganları atarak yönetime tepki göstermişler.

Kılıçdaroğlu Kemal Bey, neler oluyor? Verdirsene bu garibanların hakkını. CHP’nin yönettiği belediyelerde herkes hakkını alacaktı hani? Lafla peynir gemisi yürümüyor değil mi?

HAYIRLI OLSUN GÖZ GÖZ

Göztepe, Pazar günü BJK karşısına kendi evinde, açılışı yeni yapılan Göztepe Gürsel Aksel Stadı’nda çıktı.

Açılışta, kapalı tribünün üzerine, Türk Bayrağı ile Atatürk ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın posterlerinin yanına, stadın temelini atan dönemin Başbakanı, İzmir Milletvekili Binali Yıldırım’ın posteri de asılmıştı.

Teşekkürler Göztepe, teşekkürler Mehmet Sepil.Vefa’nın sadece İstanbul’da bir semt olmadığını hatırlattığınız için.

ÖZGÜR ÖZEL BEY, LÜTFEN ÜZÜLMEYİNİZ

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Manisa Yunus Emre İlçe Kongresinde yaptığı konuşmada, “ Birlikte yol yürüdüğümüz, siyaset yaptığımız bir arkadaşım beni aradı, ‘Delege listesinde ismin yok’ dedi, ‘Listeler soy isme göre hazırlanmıştır, bir daha bak’ dedim, yine olmadığını söyleyince,‘Canları sağ olsun’ dedim. Beni en çok üzen, mahalle delegesi seçiminden yarım saat sonra, Takvim’e, A Haber’e manşet olmaktı.

Ben ne kadar fikir ayrılıklarımız olursa olsun partimi Takvim’e, A Haber’e, Yeni Akit’e manşet yaptırmadım. Yandaş medya ağzından köpükler saça saça bu haberleri yayınlarken, ben mecliste konuşmaya hazırlanıyordum ki, AKP Grup Başkanvekili döndü, ‘Ya sen ne konuşuyorsun, delege seçimlerinde mahalleden delege bile seçilememişsin’ dedi. Düşünebiliyor musunuz?”

Özgür Özel, 31 Mart Yerel Seçimleri’nde Manisa Büyükşehir ve merkez iki ilçenin İYİ Parti’ye bırakılmasıyla da ilgili olarak, “MYK’daki herkese sorun, İYİ Parti ittifakında Manisa’nın verilme sürecinde, bu kardeşiniz ömründe bir kere MYK’da gözyaşı döktü, konuşmasını tamamlayamadı” dedi.

CHP’nin prensi Özgür Özel’in hangi başarısızlığına üzülelim? Manisa Büyükşehir ve merkez iki ilçenin İYİ Parti’ye bırakılmasını engelleyememesine mi, mahalle delegesi seçilememesine mi?

DURUN, KAVGA ETMEYİN, SİZ KARDEŞSİNİZ !

Baştan söyleyeyim; Bu yazıda adı geçen Şamil Tayyar, Burhan Kuzu, Hidayet Vahapoğlu, İzzet Ulvi Yönter , Mevlüt Karakaya, Erkan Akçay, Hüseyin Sözlü ve Behiç Çelik isimli siyasetçilerin hiç birisiyle tanışıklığım,özel hukukum, akrabalık bağım yoktur.

Elazığ’da meydana gelen deprem sonrası, AK Parti eski milletvekili Şamil Tayyar, twitter hesabından yaptığı paylaşımda; "Deprem gibi doğal afetlerde kriz yönetme ve koordinasyon becerisi önemli. 1999 depreminde çöken devlet, bu kez ayakta. Sınırlı sayıda provokatörü saymazsak, iktidarı, muhalefeti birlikte. Allah birliğimizi daim kılsın." ifadelerini kullandı.

Yine AK Parti’li Burhan Kuzu ise, "Sırf muhalefet yapmak için, insanların acısı üzerinden siyaset yapanlar var. Bunun adı vicdansızlıktır. Allah’a havale ediyorum. 17 Ağustos depremi sonrası, dönemin Ecevit hükümeti, depremzedeler için gelen yardım paralarıyla memur maaşlarını ödemişti. Unutmayalım." şeklinde tweet attı.

Buraya kadar anormal bir durum yok gibi duruyor. Ama kazın ayağı hiç de öyle durmadı.

1999 depremi sırasında koalisyon hükümetinde olan MHP yetkililerinden bu paylaşımlara yağmur gibi tepki geldi.

MHP Genel Başkan Yardımcısı Hidayet Vahapoğlu, ”Bir yerlere mesaj verip, ilişkini düzelteceksen bile vicdanlı ol. Bu deprem o deprem değil, mukayese edilemez. Devlet çökmedi. 100 yılın felaketi, dünyanın gıpta ettiği şekilde yönetildi” diyerek Şamil Tayyar’a yüklendi.

Bir başka MHP Genel Başkan Yardımcısı İzzet Ulvi Yönter ise, “Zor ve acılı günlerde yalanlarla sinirleri geriyorsun. Ayıp! Depremi siyasileştirmek acziyet ve art niyetliliktir. 1999’da Devlet Bahçeli vardı, unutma ki, o varken devlet zaten çökmezdi” ifadelerini kullandı.

Diğer MHP Genel Başkan Yardımcısı Mevlüt Karakaya da Şamil Tayyar’ı eleştirerek, “Devlet, millet üzerine kurulu bir organizasyon, yani tüzel bir varlık olup seçilmiş hükümetlerce sevk ve idare edilir. Teminatı Asil Türk Milleti’dir. 15 Temmuz bunun en son örneğidir. ‘Çöken devlet’ talihsiz bir ifade olmuş. Devlet 1999’da ayaktaydı, bugün de öyle “ifadelerini kullandı.

MHP Grup Başkanvekili Erkan Akçay da, Burhan Kuzu’ya, “Sayın Burhan Kuzu, 1999 depremi üzerinden siyaset yapma huyunuz nüksetmiş, ayıp etmişsin. ‘Deprem yardım paralarıyla maaşlar ödendi’ ifadeniz doğru değil, uyduruk bir itham. Bu yalanlardan ne umuyorsunuz?” diye seslenirken, Şamil Tayyar’a ise, “Yalan söylüyorsun, 1999 depreminde devlet dimdik ayaktaydı ve dünyaya örnek bir çalışma gösterdi. Bugün provokasyon yapan sınırlı sayıda kişilerden bir farkın yok” dedi.

MHP Genel Başkan Başdanışmanı Hüseyin Sözlü de Kuzu için, “Türkiye'nin en hafif meşrep profesörü. Bir taraftan deprem üzerinden siyaset yapanları eleştirip aynı pişkinliği kendisi yapıyor, 99 depremi üzerinden. Bir Ülke büyük bir felaketi nasıl nasıl atlatabilir sorusuna verilen en başarılı cevaptır 57. Hükümetin 1999 daki dirayeti” derken , Şamil Tayyar’a “Şamil ne düşük adamsın. 99 Marmara depremi ile kıyaslamaya utanmıyor musun. Nasıl büyük bir felaketti. 1998 Ceyhan depremi bile daha büyük bir felaketti. Ne konuşuyorsun ya pes yani” dedi.

İYİ PARTİ İçel Milletvekili Behiç Çelik de tartışmaya katılarak “1999 depreminde çöken devletti diyorsun.Bu tez doğru değil.O zamanki hükümet çok hızlı önlemler alarak, onca operasyonel girişimlere rağmen yıkımdan başarıyla çıkmasını bilmiş, kısa zamanda yaraları sarmıştı.” şeklinde Şamil Tayyar’a cevap yetiştirdi.

Yukarıdaki zevatın haklı, haksız iddia ve cevaplarının değerlendirilmesini, 1999 yılındaki o kara günleri yaşayanların takdirine bırakıyorum.

Ama kafama takılan bir konu var;

MHP’lileri anlıyorum. Abartsalar da, kendilerinin de içinde bulunduğu 57. Hükümeti savunmak haklarıdır. İyi ama, İYİ Parti’li Behiç Çelik’e ne oluyor? Vicdan mı yapıyor, MHP’ye göz mü kırpıyor?


Twitter: @dromeraydin

28.01.2020 09:50

İBB Başkanı İmamoğlu, doktoralı hanımefendisiyle birlikte,  Cumhurbaşkanımızı takiben deprem bölgesine koştu. Elazığ'ın ardından Tunceli'ye geçerek Belediye Başkanı Mehmet Maçoğlu'nu ziyaret etti.Çeşitli gruplarla gülücükler dağıtan mutluluk selfileri çekildi.

Yandaşlarıyla mutluluk pozları veren İmamoğlu’na, Sağduyulu vatandaşlar sosyal medya üzerinden, “Deprem bölgesine ziyarete gitmişsin ama tabloya bak.

Bu coğrafyada felaketler karşısında acılar paylaşılır, yas ortaklaştırılır; ama mutluluk pozu verilmez bre gafil” şeklinde tepki gösterildi.

Arkadaşlar, ziyaretin amacı, acıların paylaşılması, yasın ortaklaştırılması olmayınca, mutluluk tablosu  normal karşılanmalı.Yaşasın imaj çalışması, kahrolsun iyilik.

ÇİN BUNU HEP YAPIYOR

Çin'de ortaya çıkan ve 10'dan fazla ülkede rastlanan koronavirüs nedeniyle, Pekin'e toplu taşıma araçlarının giriş ve çıkışlarının durdurulacağı, ülke içi ve ülke dışı turistik grup gezilerinin askıya alınacağı açıklandı.

Sosyal medyada dolaşan bir videoda;hemşire kıyafetli,koruyucu maskeli bir kişi,“Şu an corona virüs salgınının başladığı Wuhan'dayım.

Çin'de 90 bin kişi enfeksiyonla mücadele ediyor. Hükümet baskı yaparak salgının etkisini azaltmak için bilgileri gizliyorlar” dedi.

Çin bunu hep yapıyor. 2002’de yine ilk kez Çin’de görülerek 790 kişinin ölümüne yol açan SARS  salgınını da uzun süre kamuoyundan ve Dünya Sağlık Örgütü’nden saklamışlardı.

ANADOLU İRFANI

Elazığ'da 6,8 şiddetinde meydana gelen deprem sonrası, enkazdan hafif yaralı olarak kurtarılan Hatun Yamış Teyze'nin, enkazdan çıkarılmadan önce,  kendisini kurtaran ekiplerden ilk olarak başörtüsü  istemesi, izleyenlere  duygulu anlar yaşattı. ANADOLU İRFANI BU OLSA GEREK.

ŞÖHRET BUDALASI PROVAKATÖR

Berna Laçin isimli şöhret budalası hakkında, Twitter hesabında Elazığ depremi sonrası yapmış olduğu iğrenç provakatif paylaşımları nedeniyle, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmış.

Acılardan rant devşirmeye çalışan diğer fırsatçılara ders olması dileğiyle...

TARİHTE BİR İLK

Cemal Kaşıkcı’nın kanlısı, İslam düşmanlarının müptezel işbirlikçisi Muhammet bin Selman’ın yeni marifeti;

İsrail'den S. Arabistan'a seyahat izni çıktı. İmzalanan anlaşmaya göre, İsrailliler tarihte ilk kez Suudi Arabistan'a gidebilecek.

Bu rezalet  karşısında Suudi Arabistan’ın kurucu aklı, samimi Müslüman,İsrail sevmez Kral Faysal’ın kemikleri sızlamıştır..

KOYUN CAN, KASAP ET DERDİNDE

Ülke kan ağlarken, Malatyaspor Başkanı Adil Gevrek, Trabzonspor maçlarının ileri bir tarihe ertelenmesine isyan ederek ,“Yanlış yaptılar. Biz maçın oynanmasını istedik.Trabzonspor ‘un sakat ve cezalı oyuncuları vardı.”diyerek, eksik Trabzon’u yenme fırsatını kaçırdıklarını ima etti.

Fenerbahçe Kulübü’nden yapılan açıklamada,TFF’a tepki gösterilerek,erteleme kararıyla Trabzonspor’un kayrıldığını  savunulurken.Koçzade Ali Bey,Aziz başkan’ı aratacak bir  tavırla, bir bardak suda fırtınalar kopartmayı ihmal etmedi.

Trabzonspor'dan yapılan  açıklama: “Ülke olarak adeta seferberlik başlattığımız, kurtulacak her bir can için dualar ettiğimiz bu günlerde tek gündemleri ‘ertelenen maçın oynanması’ olan Fenerbahçe Spor Kulübü’nün açıklamasını insanlık adına büyük bir utançla takip ettik."

"Kadınların, çocukların, ailesinin üstüne siper olan babaların cenazeleri enkaz altından çıkarken bir spor kulübünün bu denli küçülebileceğini tahayyül edemezdik."denildi.

Ülke can derdindeyken, menfaat peşinde koşmayın Beyzadeler. TS'un en önemli silahı Nwakaeme  FB maçında oynayamayacak. Sevinin işte.

Bu arada,Fenerbahçe - Başakşehir maçının son dakikalarında tribünlerden Elazığ'daki deprem mağdurlarına atkı, bere desteği gelmiş.Fenerbahçe,Fenerbahçe olalı böyle pozitif bir şey yapmamıştır.Aferin.

ANDROPOZİK SİYASETÇİ

Bakan eskisi Rifat Serdaroğlu İstanbul havaalanına çamur atmak için bir parodi hesabının Dubai fotoğrafına sarılırken, deprem istismarı yapmayı da ihmal etmemiş.

Rifat Serdaroğlu'nu gençler hatırlamaz .Bizim kuşak, bu andropozik siyasetçinin, darbe-avanta sever/demokrasi-dürüstlük sevmez, operasyonlarını iyi hatırlar.

Bu muhterem, CHP ve İYİ Parti kurmayı Aytun Çıray üzerinden,İzmir Bölgesi’nde  var olma mücadelesine  devam etmektedir.Aklınızda bulunsun.

FEYİZOĞLU YİNE KIZDIRACAK

Deprem bölgesinde, enkaz alanında incelemelerde bulunan Türkiye Barolar Birliği Genel Başkanı Metin Feyzioğlu, Tüm Türkiye ve Elazığ'a geçmiş olsun dileklerini ileterek, "Allah AFAD, UMKE, Türk Kızılayı ve itfaiyeden razı olsun, dünya çapında bir iş çıkardılar” dedi.

Feyzioğlu,TBB içindeki kendine muhalif, müzmin Erdoğan düşmanlarını yine kızdıracak anlaşılan.

Twitter: @dromeraydin

27.01.2020 14:33

Elazığ ve çevresinde meydana gelen depremde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralı kardeşlerimize acil şifalar diliyorum. Bölgede yaşayan vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Bu vesile ile bölgede yaşamayan ama orada yakınları olan arkadaşlarımla çok sayıda telefon görüşmesi yaptığımı da belirtmek isterim.

Arama kurtarma çalışmalarını üzüntü ve stres içerisinde izlerken,1983 yılında Erzurum’da meydana gelen depremde görev yaptığım Narman İlçesi’nin Koyunören köyünü hatırladım. O depremde, Koyunören köyünde, yanlış hatırlamıyorsam, 94 kişi hayatını kaybetmişti.

O yıllarda, bugünkü gibi modern arama kurtarma levazımatı olmadığı gibi,sağlık ve kurtarma ekipleri de sayıca çok yetersizdi. Yine de elimizden geleni yapmış, 100 civarında vatandaşımızı enkaz altından canlı olarak çıkarmıştık.

37 yıl öncesinin hatıralarıyla boğuşurken, Elazığ'daki kurtarma çalışmaları sırasında, AFAD ekibinden, adını henüz öğrenemediğim KAHRAMAN SAĞLIK PERSONELİnin tüylerimi diken diken eden telefon görüşmesiyle iletişim kurduğu "Azize" isimli kadının, 17 saat sonra enkaz altından kurtarıldığını görünce derin bir nefes aldım.

ELHAMDÜLİLLAH.

GÜL’ÜN ISLIĞI

Cumhurbaşkanı eskisi Abdullah Gül, Elazığ depremine ilişkin mesajında, “Elazığ merkezli depremde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum.

Umarım bu acı ‘çevre ve imar’ konularında uyarıcı olur” demiş.

Gül, kapı arkasından ıslık çalmaya devam ediyor.

“ALGI CANDIR” DİYEN VALİ

Elazığ’da, bakanlar kameralar karşısınayken, bölgede artçı sarsıntılar yaşandı. Bu sırada açık olan mikrofonu unutan Elazığ Valisi Çetin Oktay Kaldırım'ın, Bakan Soylu'ya söylediği ‘Kamuoyundaki algı, şu anda çok iyi’ sözleri duyuldu.

Sayın Kaldırım ,”koyun can derdinde,kasap et derdinde” atasözünü hatırlatan tavrınızdan hoşlanmadım.

Siz işinizi iyi yapın, ”balık bilmezse,HALİK (YARATAN) bilir”. Değil mi efendim?

KAHİN DEĞİL, DEPREM UZMANIYMIŞ

Kahin olduğu iddia edilen Tayvan’lı Dyson Lin, aslında Tayvan Deprem Tahmin Enstitüsü'nün kurucusudur. Manisa depremini önceden tahmin ettiği anlaşılan Dyson Lin,’in, 3 gün önceki paylaşımında da''Türkiye'nin doğusu büyük tehlike altında'' uyarısını yaptığı ortaya çıktı.

Havadaki voltaj sinyallerini ve IRIS sinyallerini kullanarak depremleri tahmin ettiğini belirten Dyson Lin, İstanbul’da iki adet olmak üzere Dünyanın farklı yerlerinde yirmiden fazla tahmin istasyonunun bulunduğunu,havadaki sinyalleri ölçmek için kendi icad ettiği Air 2 adlı cihazı kullandığını belirtti.

İstanbul’daki deprem istasyonunda, Manisa’daki depremden bir ay kadar önce sinyallerin başladığını. Elazığ depremiyle ilgili daha büyük ve daha uzun süren sinyaller aldığını belirten Tayvan’lı deprem tahmincisi Dyson Lin,”elbette zaman yanılgıları olabiliyor ama 10-15 gün önceden büyük bir depremi tahmin edebiliyorum”diyor.

“Bilim insanları, depremin bu tip yöntemlerle günler önceden tahmin edilemeyeceğini ifade ediyor. Tekniğinize güveniyor musunuz?”sorusuna Dyson Lin, “Bilim sadece tahmin etmez, deneyler yapar. Benim tekniğimi denemeleri gerektiğini düşünüyorum. Eğer daha iyi bir teknikleri yoksa neden benim tekniğimi denemiyorlar?”şeklinde cevap verdi.

Dyson Lin, “Ben dünyanın her yerinden pek çok insanla birlikte çalışıyorum. Teknolojim açık, sır tutmuyorum. Beni güvenilir kılan şey bu” sözleriyle şovunu tamamladı.

Twitter: @dromeraydin

25.01.2020 15:50

Sosyal medyada anlattığı masallarla, Peygamberimize iftira atan, dar gelirli vatandaşları dini değerlere karşı soğutan videosu yayınlanan, şeyh müsveddesi Mustafa Özbağ’ın, Aralık 2016’da sahte fatura düzenlemek suçundan tutuklanarak Metris Cezaevine gönderildiği anlaşıldı...

Sosyal medyada, Mustafa Özbağ isimli şarlatan, altın varaklı koltukta oturarak ,başında yeşil sarığı, kocaman sakalıyla Peygamberimizle ilgili yalan, dolan masallar anlatıyordu.

Güya, Peygamberimize gelip “Geçinemiyorum Ya Resulallah” diyen bir kişiye Peygamberimiz, “Kaç dirhem maaş alıyorsun?” diye sormuş. “5 dirhem” cevabını alınca da “Söyle yetkililere, senin maaşını 5 dirhemden 3 dirheme indirsinler” demiş.

Bir süre sonra tekrar aynı kişiye rastlayan Peygamberimiz, “Durumun şimdi nasıl” diye sormuş. Adam da “Şimdi çok iyi geçiniyorum” cevabını vermiş.

Şeyh müsveddesinin fetvası arkadan geliyor; “Geçinemiyorum diyenin maaşını indireceksin. Sünnet budur”.

Sağlam, zayıf,uydurma hiçbir hadis kitabında ve dini kaynakta böyle bir hikaye yok.

Kısaca,bu sahtekar şeyh müsveddesi Peygamber’imize  iftira atıyor. Şerefsiz şarlatan uyduruyor, basbayağı yalan söylüyor.

Ahlaksız herif, Geçinemeyen ve maaşının artmasını bekleyen insanların Peygamberimize sevgisini baltalıyor.

Bu şerefsiz hakkında, dar gelirli vatandaşları dini değerlere karşı soğutmak suçlamasıyla soruşturma başlatmak üzere, savcılarımızı göreve çağırıyorum.

Twitter: @dromeraydin

23.01.2020 10:04

İP İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu’nun dayısı, eski MİT,CİA,FETÖ elemanı Enver Altaylı’nın, FETÖBAŞI’na yazdığı mektup bugünlerde medyada bolca tartışılıp yorumlanıyor.

Ben, o mektubun bugün, sadece “Kaşif Kozinoğlu MİT MÜSTEŞARI olursa, memleketi, Fetullah Hocaefendimizi, cemaatin ileri gelenlerini Allah korusun.Bu tam bir felaket olur.” kısmına değineceğim;

Trabzon’un has evladı Kaşif Kozinoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan tarafından “Başmüşavir” unvanıyla, Asya bölgesinin sorumluluğuna atanmıştı.

Özbekistan Devlet Başkanı İslam Kerimov, Kaşif Kozinoğlu'nu "oğlum" diye hitap edecek kadar çok severdi. Birçok konuda ona fikir danışır, düşüncelerini önemserdi Özbekistan, Türk cumhuriyetleri içinde "FETÖ okullarına" karşı en sert tutumu alan devletti. Bu okulları yasadışı faaliyetlerinden dolayı kapatmıştı

Kaşif Bey, FETÖCÜ’lerin meşhur, sözde, Odatv soruşturma tezgahı kapsamında ifade vermek için 9 Mart 2011'de yurda dönerek Savcı müsveddesi Zekeriya Öz'ün karşısına geçti.Aslanlar gibi ifadesini verdi. 13 Kasım 2011 tarihinde “Kaçma şüphesiyle” tutuklandı.

İlk duruşmasına 10 gün kala Silivri Cezaevi'nde kalp krizi geçirdi, doktor bulunamadı, ambulans geç geldi vs gibi nedenlerle, kuşkulu bir şekilde, en verimli çağında 56 yaşında öldü.

Hayır, FETÖ Çetesi tarafından şehid edildi.

Kaşif Bey yaşasaydı, FETÖ ile mücadele bambaşka bir boyutta ilerlerdi.Belki de 15 Temmuz felaketi yaşanmazdı.

FETÖ'NÜN SİYASİ AYAĞI,
AKŞENER, BUĞRA KAVUNCU , ENVER ALTAYLI,

15 Temmuz darbe kalkışması başarılı olsaydı, kimler Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakan olacaktı? sorularına bugüne kadar cevap alınamadı.


15 Temmuz’un arkasındaki askeri kadro aşağı yukarı belli de, siyasi kanat nerede?


Darbecilikten yargılanıp. mahküm olan teröristler başarılı olsalardı, hükümeti kimlerle kuracaklardı?


“FETÖ’nün siyasi ayağı bir an önce ortaya çıkarılmalıdır” diye 3 yıldır çaba gösteren MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, “Bulamıyorsanız; bize yetki verin, biz buluruz” demesi,çok manidardır.


15 Temmuz darbe teşebbüsünden sadece birkaç gün evvel, kapalı kapılar ardında Enver Altaylı ve Papaz Maskeli CIA ajanı Andrew Brunson ile gizlice bir araya gelen meşhur siyasetçi kimdi?” sorusunun cevabını bilenler, bunu hala ifşa etmediler.


MHP lideri Bahçeli, geçtiğimiz hafta FETÖ’nün siyasilerinden söz ederken “Bizdekileri biliyordum, ‘ onlara hadi güle güle’ dedim” hatırlatmasını yaptı…
MHP yönetimin “Tarlada Kurultay” düzenlenip ele geçirilmek istenmesi; 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden tam iki ay öncesindedir!


O dönemde, şayet Devlet Bahçeli devrilseydi; özelde MHP’nin siyaseti, genelde Türkiye siyaseti nasıl şekillenecekti?


“Tarlada Kurultay” günlerinde “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” naraları atan ve ikide bir “Başbakan olacağım!” diye çok iddialı konuşan günümüzün İP lideri Hanımefendi; vaktiyle “Hocaefendi’yi bir gün herkes anlayacak, ne mutlu onu şimdiden anlayana” diyordu! Bu vecizeler ne çabuk unutuldu?

Bu arada, Meral Hanım’ın gözdesi,Ekrem İmamoğlu’nun kankası İP İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu'nun ailesinin siyasetteki rolü, CIA ve FETÖ ile ilişkilerini biraz inceleyelim:

Kavuncu’nun büyükdedesi Abdurrahman Kavuncu.1938'de Özbekistan'dan Türkiye'ye göçen ailenin en büyüğü.Onun en yakın arkadaşı ise CIA ajanı Özbek kökenli Ruzi Nazar. Onun öğrencisi ise MİT, CİA ve FETÖ elemanı , Buğra’ Kavuncu'nun dayısı Enver Altaylı.

Sovyetler'in yıkılmasıyla Türki Cumhuriyetler önem kazanıyor.. Buralar hem Altaylı'nın, hem de CIA'nın ilgi alanı. CIA'nın o bölgelerdeki aparatı FETÖ. Okulları ve işyerleriyle FETÖ o bölgeleri ele geçirirken başrolde Kavuncu ailesi var.


Bir CIA projesi olan FETÖ'nün Türki Cumhuriyetlere yönelmesiyle Türkiye'deki milliyetçi cenahta yaşanan "ümmetçi-milliyetçi" siyasal ayrışmanın yaşandığı tarihlerde, Ülkücüler arasında yaşanan ayrışmanın öncülüğünü yapan isim ise Buğra Kavuncu'nun babası Orhan Kavuncu.

Akşener’in, İP İstanbul İl Başkanı yaptığı Buğra Kavuncu’yu keşfetmesi, nasıl bir tesadüfle gerçekleşti acaba?

22.01.2020 12:22

Muhammet bin Zayed. Birleşik Arap Emirlikleri Veliaht Prensi. Kısaca; MBZ...

MBZ’nin günah galerisi leş gibi kokuyor. PKK ve Gezi Olaylarına destek, FETÖ ile işbirliği, 15 Temmuz Organizasyonuna finans, Terör yayın organlarına şefkat, Mısır darbesinde başrol, Yemen iç savaşında savaş kışkırtıcılığı, en son Libya’da fitne ateşinin sönmemesi için saçtığı para keseleri…

Muhammet bin Selman. Suudi Veliaht Prensi.Uluslararası medyada kendisinden MBS diye söz ediliyor.

En meşhur icraatı, İstanbul Konsolosluğu’nda, gazeteci Cemal Kaşıkcı’yı dilim dilim doğratarak öldürtmek. İlaveten, ABD Başkanı Donald Trump’ın damadı ve başdanışmanı Jared Kushner ile tuhaf ilişkiler, İsrail ile gizli işbirliği, Libya’da Hafter’le b...üktaşlık, ülkesinin ileri gelenlerini bir otele hapsedip, milyarlarca dolar haraç toplamak, kadınlar,kızlar,vs.vs.

Arap Dünyası’nın gelecekteki önderleri, işte bu iki yüzkarası kankito veliahtlar, MBZ ile MBS…

“Hangi hal üzere iseniz, öyle idare edilirsiniz” ilahi emri mi? Böyle başa,böyle tarak mı? Tarihin intikamı mı?

FETÖ, BEKMEZCİ’NİN KUCAĞINDA İKEN...

FETÖ'nün büyükbaş yöneticilerinden Yusuf Bekmezci İzmir Emniyet Müdürlüğü ekiplerince saklandığı evde yakalandı.

Yusuf Bekmezci, FETÖ lideri Fetullah Gülen'i görünce üzerine nasıl atlayıp, kucağına aldığını ve Gülen'le neler yaşadıklarını şöyle anlatmıştı;

“Yanına vardım, ayak uçlarını gördüm, aramızda da kimse kalmadı. Böyle kaldırınca kafamı, içimden böyle bir his kabardı. Hocaefendi’nin üstüne bir atladım. Hocaefendi beni bir itti. Eli ellerime değdi. Böyle yüksek voltlu bir ceryana kapılmışım gibi bir titredim. Böyle ceryan çarptı. O heyecanla atladım hocaefendinin pazularından tuttum.Çektim, kucağıma aldım.. kendime böyle boyunlarını, gözlerini öptüm. O zaman daha da acayipleştim. Bir daha atıldım üstüne. Hocaefendi kucağımdan kurtulmak için uğraşıyor. Böyle iyice sardım beline, çektim kendime adeta kaburgalarının çıtırdadığını hissettim. Ben alacağımı aldım, manevi bir gevşeme olunca ben de bıraktım.”

Bu sapkınların, ülkemiz evlatlarını nasıl felakete sürüklediklerini daha teferruatlı anlatan bir itiraf olamazdı.Yuh ki ne yuh.

SABAHATTİN,LÜTFEN ANLAT, NELER YAŞANDI SAYGIYLA ?

Hani, bir zamanlar rahmetli Enver Ören’in Ankara Temsilcisi ve sır katibi iken,sonraki yıllarda ihanet kabul edilen çeşitli yazıları nedeniyle, efendileri tarafından aforoz edilen,çalıştığı pek çok yayın organından kovulan,en son Aydınlık Gazetesi ve Ulusal Kanal’dan kapı dışarı edilen,pardon istifaen ayrılan,şimdilerde yalvar yakar sığındığı bir internet sitesinde, arada bir yazdıklarıyla kendini unutturmamaya çalışan,soyadının aksine kibarlıkla alakası olmayan tekaüt gazeteciden bahsediyorum.

Bu zat-ı muhterem, sürekli olarak Cumhurbaşkanı’nın Beşar Esad ve Sisi ile görüşmesi gerektiğini yazıp duruyordu.Ta ki düne kadar.

Andropoza girdiği anlaşılan Sabahattin Bey’in ,son olarak sığındığı internet sitesindeki köşesinde çiziktirdiklerini ibretle okuyalım;

“Tayyip Erdoğan’a göre Beşar Esad ,Sisi gibi katildi.

Yüzde 52 oy olan Mursi’yi alaşağı etmiş ve ölümüne sebep olmuştu.

Peki ne mi oldu?

Tayyip Erdoğan dün Almanya’daki Libya toplantısında Mısır devlet başkanı Sisi aynı masadaydı.

Düşünün, tam 9 yıldır nerede ise her gün Beşar Esad’a katil diyeceksiniz, ama şimdi onunla MİT Başkanı aracılığı ile masaya oturup müzakere edeceksiniz!

Yanlış anlaşılmasın ben hem Esad hem de Sisi ile ilişki kurulması taraftarıyım zira Türkiye’nin ulusal çıkarları bunu gerektiriyor.

Erdoğan’ın çok sevdiği Necip Fazıl’ın “Baba katili ile, baban bir safta” mısralarını çağrıştırırcasına Tayyip Bey, şimdi kendi beyanı ile katillerle bir safta, ya da masadadır.

Önkibar, zorun ne senin? Bak,Cumhurbaşkanı tavsiyelerini dinledi, katillerle diyalogu başlattı. Daha ne istiyorsun?

Aslında,sana şunu sormak istiyorum ;

Siz aslında Tayyip Bey’le hemşehrisiniz.Yanlış hatırlamıyorsam, belediye başkanlığı seçimlerinde,Enver Ören’e rağmen onu tv programında konuk etmiştin.Hangi akçeli talebini geri çevirdi de, birdenbire azılı düşman kesildin? Yüksek egonu nasıl hırpaladı? Ne yaptın da Reis ile aran onarılmayacak şekilde açıldı?

Bak Ahmet Hakan bile aff-ı şahaneye mazhar oldu.Gel özeleştirini ver,ahir ömründe eski mutlu mesut günlerine dönüver.Açıklamalarından tatmin olursam, hayrıma, aff-ı şahaneye mazhar olman için aracılık da yaparım.

Hadi ama.

CHP NİN DARBECİLİĞİ BİR KEZ DAHA GÜN YÜZÜNE ÇIKTI

27 Mayıs darbesine aktif olarak katılan Millî Birlik Komitesi Üyesi Albay Şükran Özkaya’nın arşiv belgelerine göre, Adnan Menderes’in iktidara gelmesiyle ticareti bozulan Vehbi Koç, durumu dönemin kudretli masonlarından ve terörist Fetullah Gülen’in hamisi olan CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek’e, bakanlıkların kendisinden benzin alımını kestiğini, kamyon yedek parçaları ve diğer malzemelerin artık kendisinden alınmadığından yakınmasına karşılık Gülek, Koç’a, “İnönü ile konuştum,”Vehbi Bey’e selam söyle.Orduda hareketlenme var. Menderes’in diktatörlüğüne son verecekler. Zamanı kolluyorlar” dedi, o güne kadar dikkatli ol,gerisini merak etme sen’ şeklinde özetlenecek bir mektup yazmış.

Şimdi bunu neresinden tutalım? CHP’nin darbecilerle müzmin flörtünü mü, Koçzade Vehbi Bey ile CHP arasındaki Katolik nikahını mı, CHP-Koç-Uluslararası Emperyalist odaklar üçgenini mi konuşalım?

“Arife tarif gerekmez” deyip geçelim.

20.01.2020 23:43

'Suyu ucuzlatacağım' deyip zam yapan, 'otobüs ücretlerini indireceğim' deyip , bindiren, ‘ücretsiz süt vereceğim’ deyip, vaadini unutan 16 Milyonun Belediye Başkanı, Cumhurbaşkanı’na kişiye özel bir mektup vermek için dakikalarca fırsat kollayıp, amacına ulaşmış ama, özel randevuyu koparamayınca depresyona girmiş.

Muhterem Don Kişot, Kanal İstanbul’u yel değirmeni sanıp, saldırmaktan, Cumhurbaşkanı’mıza meydan okumaktan vazgeçip, etrafındaki Sanço Pançoları uzaklaştırabilirsen; söz, sana randevuyu ben alacağım.

BU İFTİRA ARŞI TİTRETİR

Baba dostumuz, kıymetli ağabeyim Sadık Albayrak, gazetecilikte, yazarlıkta, sıkı yönetim ve devlet güvenlik mahkemelerinde, hapishanelerde, geçirdiği 40 yılın ardından anjiyo olunca, topraktan geldik, toprağa gideriz anlayışıyla 2003 yılında, kendisine, kafasını dinleyeceği, bir huzur sığınağı, inziva evi yapmak üzere Boyalık Mahallesi’nde bir arazi satın almıştı.

Sadık Ağabey, araziyi satın aldığında bomboşmuş. Etrafını çevirip, prefabrik bir ev yapmış. Burada salatalık, domates, biber, patlıcan, fasulye, çilek, kabak gibi meyve ve sebzeler yetiştirmiş.   Üzüm, dut, armut, incir, fındık, muz, karayemiş, kivi, erik, muşmula, şeftali, yaban mersini gibi ağaçlar dikmiş. Tavşanlar, koyunlar, ördekler, tavuklar, Kangal köpekleri gibi hayvanlar beslemiş.

Haliyle bütün bunlar için arazi yetmemeye başlamış, 2012 yılında yanındaki arazi satılığa çıkarılınca orayı da satın almışlar. Bu konu o günlerde çeşitli gazetelerin Sadık Ağabey’le yaptığı röportajlarda yansımıştı.

2012 yılında Kanal İstanbul’un yer tespiti henüz kesinleşmemişti ve Silivri civarında planlanıyordu. 7 yıl süren araştırmalardan sonra, son güzergah 2018’de kesinleşti.

Bütün bunlar ortadayken bu arazi üzerinden Sadık Ağabey’e ve oğlu Berat Albayrak’a vurmak ne kadar ahlakİ? Bu iftira arşı titretir.

Muhaliflerin müptezelliği, 78 yaşındaki üstada iftira atacak kadar arş-ı alaya çıktı. Bu konunun üzerine mal bulmuş mağribi gibi atlayan müptezellere bir çift sözüm var; desteksiz ve aşağılık iftiralar sallamak yerine, Berat Albayrak’ı eleştirmek için daha somut ve inandırıcı malzeme bulun.


HAKAN, ÜZÜLME, SÜMÜKLÜ’NÜN ŞEFAATİ SANA YETER

Eski milletvekili ve futbolcu firari FETÖ’cü Hakan Şükür, Youtube kanalında yayınlanan videosunda, ABD’de güvendiği insanlar tarafından dolandırıldığını açıkladı.

Şükür “Amerika'da yaşarken çok güvendiğimiz arkadaşlarımızla dolandırılmaya varan şeyler yaşadım ben.

Ben buraya kendi çapımda çocuklarımın sigortasını bozarak, İsviçre'de biraz da birikimimizi getirmiştik. Bunların hepsini kaybettik. Esnaflık bilmediğimiz için lisan bilmediğimiz için bazı hatalar yaptık, yanlışlar yaptık kaybettik.
Bunların içerisinden çıkabilmek çok zor. Yani bir tarafta ciddi sıkıntılar yaşıyorsunuz, Türkiye'den gelmişsiniz, ayakta kalmaya çalışıyorsunuz, güvendiğiniz insanlarla bir şey yapalım derken bir de onlardan tokadı yiyorsunuz. Sınav içerisinde sınav derler ya öyle bir şey.

Bunları yaşamak beni ve ailemi tabi ki çok yıprattı. İçe kapandık. Kimseyle görüşmüyoruz. Çocuklarımızın eğitimine kendimizi adadık.” şeklinde ağlaşıyor.

Hakan, keser döner sap döner, gün gelir hesap döner. Üzülme, Dünya malı Dünya’da kalır. Sümüklü’nün şefaati sana yeter.

HSK’NIN İMAJI

Darbe davasından ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan TFF Başkanı Nihat Özdemir’in kayınbiraderi, eski Korgeneral Metin İyidil hakkında verdiği beraat ve tahliye kararıyla ülke gündemine oturan Ankara Bölge İdare Mahkemesi 20. Ceza Daire'sinin Başkanı eski askeri hakim Hulusi Gül'ün FETÖ mensubu olduğuna dair çeşitli iddia dillendiriliyor.


İyidil kararından sonra, Hakimler ve Savcılar Kurulu 20. Ceza Dairesi heyetini başka illere atadı, bu arada haklarında inceleme başlattı.

HSK, heyetin verdiği karardan şüphelenerek, bu “cezayı” kestiğine göre, söz konusu 20. Ceza Dairesinin bugüne kadar sonuçlandırdığı diğer dosyalar ne olacak?

Ayrıca bu heyetin gittikleri illerde “Yanlış” karar vermemeleri nasıl sağlanacak?

Bu olayla, HSK’nın FETÖ ile mücadele konusundaki prestiji ciddi manada yara almıştır.

Benden söylemesi.

BELÇİKA SOSYALİST PARTİSİ’NİN MHP DÜŞMANLIĞI

Belçika'da, Brüksel hükümetinin eski bakanlarından Saint-Josse-ten-Noode Belediye Başkanı Emir Kır, Avrupa Birliği (AB) kurumlarının daveti üzerine Brüksel'e gelen iki MHP'li belediye başkanı ile görüştüğü, bu iki belediye başkanının, "aşırı sağcı Bozkurtlar hareketi ile bağlantılı olduğu" gerekçesiyle Sosyalist Parti'den (PS) ihraç edildi.

AB kurumları tarafından davet edilen CHP'li Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar, MHP'li Amasya Belediye Başkanı Mehmet Sarı, AKP'li Niğde Belediye Başkanı Emrah Özdemir, AKP'li Şırnak Belediye Başkanı Mehmet Yarka, MHP'li Kütahya Belediye Başkanı Prof. Dr. Alim Işık, Emir Kır'ı makamında ziyaret etti. Kır, ziyaret sırasında çekilen bir fotoğrafı, sosyal medya hesabından paylaştı. Fotoğrafta MHP'li Amasya Belediye Başkanı Mehmet Sarı ile Kütahya Belediye Başkanı Prof. Dr. Alim Işık'ın da yer alması, Kır'ın mensubu olduğu PS'de rahatsızlık yarattı.

Kır, belediye başkanları ile görüştüğünü ancak bu kişileri kendisinin davet etmediğini belirterek olayı, "değerlendirme hatası" olarak yorumladı.

Masum bir görüşme Belçika’da ihraç sebebi sayılırken, bizde teröre yardım ve yataklık yapanlar kutsanıyor.

İNCE BIYIK SORUNU

ABD ile Güney Kore, Büyükelçi Harry Harris’in “ince bıyıkları” nedeniyle diplomatik bir kriz yaşıyor.

Bıyıkların, sömürge döneminin Japon yöneticilerini anımsattığını söyleyen Güney Koreliler, bunun “hakaret” olduğunu söylüyor. Harris’in Japon kökleri de krizi tetikliyor.

Güney Koreliler, Harris’in Japonya’ya dayanan kökeninin ve bıraktığı ince bıyığın kendilerine Japon sömürgesi altındaki dönemi hatırlattığını ve bu nedenle hakarete uğramış gibi hissettiklerini belirtti.

“İnce bıyık sorunu”nun yeni bir uluslararası krize dönüşmeden çözümlenebilmesi için taraflar arasında yoğun diplomatik temaslar sürüyor.

 

20.01.2020 16:50

Selanik kökenli, Şebinkarahisar’a göçmüş bir ailenin, 1923 yılında Bursa'da doğan kızıdır.

Eski Başbakan Bülent Ecevit'in, kendisinden 3 yaş büyük eşidir.

İyi derecede İngilizce bilir, Robert Koleji'nden mezundur. Aynı okulda okuduğu Bülent Ecevit ile 1946'da evlenmiştir.

Bülent Ecevit, evlilik öncesi ilişkilerini şöyle anlatmıştı; “Nikahlanmıştık, ama henüz evlenmemiştik. Rahşan’ların evine ara sıra gidebiliyordum ama oturduğumuz odanın kapısı açık kalmak şartıyla”.

Rahşan Ecevit, 14 Kasım 1985'te Demokratik Sol Parti'yi (DSP) kurdu ve genel başkanlığını üstlendi. O dönemde siyasi yasaklı olan Bülent Ecevit, DSP'nin 14.yıl dönümünde, konuyla ilgili düşüncelerini;

"12 Eylül döneminde yoğun bir demokrasi mücadelesi verdik. Mücadelenin güçlüklerini göze alamayanlarla yollarımız ayrıldı ve DSP'yi kurduk. Ben o sırada yasaklıydım. Partinin kuruluşuna Rahşan Ecevit öncülük etti. Çok zor koşullarda Genel Başkanlığı üstlendi. Rahşan Ecevit'in, kurucusu olduğu Köylü Dernekleri'nden gelen örgütlenme deneyimi vardı. O deneyimini DSP'ye aktardı." şeklinde anlatmıştı.

Bülent Ecevit’in Başbakan olduğu 22 Aralık 2000'de, Rahşan Ecevit’in önerisiyle çıkarılan, şartlı salıverme getiren yasa, kamuoyunda "Rahşan Affı" olarak bilinir.

Yasa çıktıktan sonra, ilk planda cezaevlerindeki 23 bini aşkın tutuklu ve hükümlü aftan yararlanarak tahliye oldu. Daha sonra Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararlarıyla, yasanın kapsamının genişlemesi sonucu, cezaevinden tahliye olanların sayısı 45 bini buldu. Affın sonuçları bununla sınırlı kalmadı.Bu yüzden Rahşan Affı hala tartışılmaktadır.

Rahşan Ecevit, "Ben affı garibanlar için istedim, katiller yararlandı." şeklinde kendini savunmuştu.

Emin Çölaşan’ın, Ecevit’in başbakanlığının son döneminde yazdığı, “Şimdi gerçeklere gelelim. Bülent Bey 78, Rahşan Hanım 81 yaşında. Devletin verdiği hemşireyi bile eve almıyorlar. Hemşire nöbet kulübesinde bekliyor. Rahşan Hanım kocasına bakamıyor, temizliğine özen gösteremiyor. Bülent Bey ilaçlarını düzgün alamıyor. Doktorların eve gelmesini istemiyorlar. Bülent Bey yatakta olması gerekirken, kapıyı çoğu zaman o açıyor. Rahşan Hanım içeriden sesleniyor: ‘Ayy, ben iş yapıyordum, zili duymamışım’. Hastaneye yattığında bütün derisinde kabarmalar ve lekeler saptanıyor. Cildiye uzmanları bunları önce bir hastalık zannedip incelemeye alıyor. Sonra görülüyor ki, bunlar iyi yıkanmadığı, iyi temizlenmediği için oluşmuş şeyler. Hastanede her tarafı güzelce yıkanıp paklanıyor, pamuklarla siliniyor. Cildinin temizlik sonrası aldığı renge Rahşan Hanım bile şaşırıyor. 'Meğer senin ne güzel tenin varmış Bülent’’ diyor'.” şeklinde özetlenebilecek yazısı, Ecevit sevenlerince büyük tepkiyle karşılanmıştı.

Bülent Ecevit'in ölümüne kadar eşinin yanından hiç ayrılmayan Rahşan Ecevit'in eşine duyduğu sevgisi, en az siyasi yaşantısı kadar çok konuşuldu.

Şair kimliği ile de bilinen Bülent Ecevit, eşi Rahşan Ecevit'e sevgisini, ona yazdığı "El ele büyüttük sevgiyi" şiiriyle anlatmıştı.

Rahşan Hanım, bu konuda duygularını,"Evet biz mutlu olduk. Sıkıntılı günler de geçirdik. Siyasi açıdan zor günlerimiz oldu. Mitinglerimizde büyük tehlikeler atlattık, üstümüze silahlar çevrildi, taşlar atıldı, sopalar kullanıldı. Ama, hep mutlu olduk."şeklinde özetlemişti.

Eşinin ölümü sonrası Emrehan Halıcı ile Bülent Ecevit Vakfı'nı kuran Rahşan Ecevit, vefatına kadar vakıfta çalışmalarını sürdürdü.

22 Mayıs 2010'da 33. CHP Kurultayı'na bağımsız milletvekili Emrehan Halıcı ile katılarak, Kemal Kılıçdaroğlu'na ve CHP'ye desteğini açıklamıştı.

5 Mayıs 2015 tarihinden beri, vücudundaki sıvı kaybı ve akciğer yetmezliği nedeniyle, zaman zaman Ankara GATA'da tedavi görmekteydi.17 Ocak 2020 de burada hayatını kaybetti.

Son arzusu Cumhurbaşkanı’nca kabul edildi. Pazar günü öğleyin Kocatepe Camii'nde cenaze töreni düzenlenecek ve ardından çok sevdiği eşi Bülent Ecevit’in yanına, Devlet Mezarlığı'na defnedilecek.

Ölümünün ardından, “Allah Rahmet Eylesin”, “Işıklar İçinde Yatsın” ve "Allah Taksiratını Affetsin” şeklinde çeşitli taziye cümleleri kuruldu.

18.01.2020 14:59

Oda Tv “ İsmailağa da, Diyanet gibi düşünüyor. Din güncellendi, faizciler kurtuldu” başlığıyla manşet atmış.

Toplu Konut İdaresi’nin (TOKİ) sosyal konut projeleriyle ilgili olarak, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın , bu projelerde ev satmak için kullandırılan kredilerin "faiz getirisi elde etmek amacı taşımadığı" ve söz konusu projeden yararlanmanın “caiz” olduğu yönünde fetva vermesi Oda Tv ‘nin zoruna gitmiş.

İsmailağa Cemaati’nin Fıkıh Kurulu Üyesi Fatih Kalender ‘in, “TOKİ, Bu vadeyi git falan banka üzerinde öde” diyor, çünkü TOKİ’nin bir veznesi yok. Bu durumda fıkhen herhangi bir mahsur lazım gelmeyecektir. İsteyenlerin kuraya girebilir. ”şeklindeki açıklamasına Oda Tv sazan gibi atlamış.

Beyler, buradan size ekmek çıkmaz.

TOKİ’den sosyal konut almak isteyenleri “faizci” şeklinde yaftalamak yakışıyor mu ?

Dini hassasiyetiniz gözlerimi yaşarttı.

Güya suret-i haktan görünüyorsunuz , dar gelirli insanları inançları üzerinden aşağılıyorsunuz.

Dini konulardaki cehaletinizi anlayışla karşılamıyorum.

Dinin güncellenmesi iddianız komik kaçmıştır.Şöyle ki;

Yukarıdaki fetvalar klasik, muhafazkar yorumlardır.Çoğu dini otorite,bu arada Diyanet ve İsmailağa , enflasyonun altındaki oranların hala faiz /riba olduğunu kabul etmektedir.

PROF. ALİ ERBAŞ; ANLARSINIZ YA!

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, cami ve mescitlerdeki taburelerin kaldırılmasına yönelik talimatına tepkiler sürüyor.

Abdullah Işıklar (87) isimli amca , ”İhtiyacı olan evinden camiye taburesin getirsin, götürsün “ şeklinde akıl veren Başkan Erbaş’a noterden ihtarname göndermiş.

Ayakta namaz kılamadığını, camilerde tabure olmadığı için de camiye gidemediğini belirten Abdullah Işıklar, Diyanet’e dava açacağını söyledi. “Camiye kendimi zor taşıyorum bir de tabure mi taşıyayım” diyen Abdullah Amca ve arkadaşlarının isyanından feyz alan Darülaceze Başkanı Hamza Cebeci’nin talimatıyla Darülaceze mescidine 10 katlanır tabure alınmış.

Sn Erbaş, anladınız siz onu.

Bu arada Diyanet İşleri Başkanı'nın sigara konusunda "haramdır" fetvası tam bir felakettir. İcmai-ümmetin sigara konusundaki ağırlıklı görüşü, tahrimen mekruh olduğu yönündedir. Ayetle haram kılınmayan bir hususun sadece kıyas yoluyla haram kılınmasının insanı nerelere götürebileceğini Prof. Erbaş biliyor olmalıdır.

BİROL BEY’İN MURADI

Refah, Fazilet ve AKP kökenli olan ve son yerel seçimler öncesi MHP'ye geçen Düzce Kaynaşlı ‘nın Belediye Başkanı Birol Şahin, A Milli Kadın Voleybol Takımı hakkında “Allahu Teala'nın ‘örtünün vücut hatlarınız belli olmasın' emrine karşı çıkarak, açılıp saçılacaksın, kendini teşhir edeceksin sonra da ‘Tokyo'ya gidiyoruz' diye sevineceksin. Dünya şampiyonu olsan ne yazar. Müslüman kadın adap ve haya sahibidir.”şeklinde sosyal medyada paylaşım yaptığı için anında MHP den kovulmuş.

Birol Bey ,çok merak ediyorum, bu paylaşımı yaparken, ne şekilde hayırlara vesile olacağını murad etmiştin?

Kadın Voleybol Takımı’na laf yetiştirmeden önce, yakınlarına, çalışanlarına bir baksaydın ya Muhterem.

GÜLSÜM İLE MERYEM

Bağırarak yazmasıve konuşmasıyla tanınan Can Ataklı isimli KORKUSUZ vatandaşımız;

“Gülsüm kızımız başörtülü olmasaydı,Cumhurbaşkanı Erdoğan kendisiyle telefonda görüşmezdi” diye niyet okumuş,medyumluğa soyunmuş.

Emine Erdoğan’ın,Filenin Sultanlarını ve skorer oyuncu Meryem’i kutlaması karşısında,Can Ataklı bakalım nasıl gargara yapacak?

EMRİNİZ OLUR, YAVUZ BEY !

İYİ Parti Sözcüsü Yavuz Yavuz Ağıralioğlu, son günlerde belediye başkanlarının parti değiştirmesi ile ilgili olarak “Belediye başkanları seçildikten sonra iktidar partisinden olmasalar bile ihtiyaçlarının görülmesi lazımdır.Belediyecilik hizmetleri daha çok maddi konforla yapılabildiği için, o maddi konfor ele gelmediği için kendinizi seçmeninize karşı vazifelerinizi yapamıyor oluşunuz, hükümet tarafından ayartılma sürecine dönüşüyor.. Tayyip Bey’in cümlesi ile mukabele etmem lazım, buna “böyle iki tane kaz bile güdülmez” diye konuştu.

Yavuz Bey, Bu konuda sizden daha felsefi ve derinlikli analiz, eleştiri beklerdim.

Hükümet, desteksiz vaadlerini geçekleştirmeleri için özellikle muhalefete mensup belediye başkanlarına, yasal gelirlerine ilaveten her türlü ihtiyaçlarını karşılayıp, maddi konfor sağlayıp, şefkat mi göstermelidir?

17.01.2020 09:49

Türk Düşmanı, yüzüne bakmaya doyamadığımız Birleşik Arap Emirlikleri Veliaht Prensi Muhammed bin Zaid, Umman'ın yeni Sultanı Heysem bin Tarık bin Teymur el Said'i ziyaret etmiş.

Yeni Umman Sultanı'nın soğuk bir tavırla BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zaid'in elini sıkmayı reddettiği anların görüntüsü sosyal medyaya damgasını vurmuş.
Monarşiden,Sultanlardan, Krallardan, Diktatörlerden hiç hazzetmem.
Ama, duygularıma tercüman olan Sultan Heysem‘e gülücüklerimi gönderiyorum.

FETÖ’NÜN SİYASİ AYAĞI

Yerel seçimde CHP’den Urla Belediye Başkanlığı’na seçilen İ. Burak Oğuz’un FETÖ/PDY soruşturması kapsamında tutuklanmasının yankıları sürüyor.

Savcılığın Burak Oğuz hakkında düzenlediği 60 sayfalık iddianame İzmir 17. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmiş.

İddianamede İbrahim Burak Oğuz’un FETÖ’nün "renklendirme yöntemi" ile farklı kurum, kuruluş, hükümet yanlısı ya da karşıtı gruplar, siyasi partiler, STK ya da siyasi yapılara sızma yöntemini kullandığının tespit edildiği, Oğuz’un bu yöntemi kullanan FETÖ’nün talimatlarını harfiyen yerine getiren kripto bir örgüt üyesi olduğu, ABD’ye yönelik seyahatler konusunda yalan beyanda bulunduğu, Üzerine kayıtlı 32 telefonun mahrem imamlar tarafından kullanıldığı, sohbet imamlığı yaptığı, Yamanlar Kolejindeki sohbetine gidenleri FETÖ’nün yatak odasına götürerek ,yatağında oturttuğu belirtilmiş.
CHP yönetimi Burak evlatları konusunda ne düşünüyor?

FETÖ’nün siyasi ayağı konusunda yeri göğü inleten muhalefet cephesi bileşenleri , İ. Burak Oğuz konusunda dut yemiş bülbül gibi neden susuyor ?

CUMHURBAŞKANI CANERİ SEVİYOR. SEVİYOR

Rıdvan Dilmen, 0 Futbol programında Caner Erkin ile arasında geçen dikkat çeken diyaloğu aktardı.

Dilmen, Başakşehir ile oynadıkları maçta yaptığı malum hareketlerinden dolayı Caner Erkin'in aldığı 6 maç cezayı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın verdirdiğini sandığını aktardı.

Rıdvan Dilmen programda, "Caner Erkin 6 maç ceza alınca beni aradı. 'Cumhurbaşkanımızın beni sevdiğini sanıyordum' dedi. 'Hayırdır bir şey mi oldu?' dedim.'6 maç ceza verilmesini Cumhurbaşkanımız istemiş' dedi. Dilmen Caner’e “Oğlum saçmalama, senin ceza aldığından haberi bile yoktur” demiş

Caner Kardeşim;

ATATÜRK'ün, "sporcunun akıllı ve ahlaklısını severim" sözü sana uyuyor mu ?
Bir düşün bakalım .

15.01.2020 12:28

PKK'ya yardım ve yataklıktan tutuklu yargılanan Selahattin Demirtaş’ın cezaevinde yazdığı kitaplar, İBB Kültür A.Ş bünyesindeki istanbulkitapcisi.com'da satışa sunulduğu bu günlerde, Kemal Kılıçdaroğlu’nun eşi Selvi Kılıçdaroğlu, Ekrem İmamoğlu’nun eşi Dilek İmamoğlu ve CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Hanım ile Selahattin Demirtaş’ın yazdığı tiyatro oyununda buluşmuşlar.

Tiyatro vesilesiyle bir araya gelen bu muhteremeler , daha önce de yemek yemiş, karşılıklı hediyeleşmişlerdi.

CHP, İYİ Parti’yi küstürmekten çekindiği ve geniş halk kitlelerinden gelebilecek tepkilerden korktuğu için, HDP ile adı konmamış bu seviyeli ilişkisini Dilek, Canan ve Selvi Hanım'lar üzerinden sürdürüyor.

Bu üç Abla, HDP’yi ittifak içinde tutmak için Başak Demirtaş’la zaman zaman buluşup , yarenlik ediyorlar, CHP yönetimi, adı konmamış bu seviyeli beraberliği saklamaya çalışırken, Yavuz Ağıralioğlu’nun cılız tepkilerini, bakalım nereye kadar duymazdan gelecekler. Ya da Ağıralioğlu ve diğer akl-ı selim İYİ Partililer, ne zaman kendileri gibi davranacaklar?

Bekleyip,göreceğiz.

KOÇZADE ALİ BEY, HANGİ YÜZLE ?

Koçzade Ali Bey, yaptığı son basın toplantısında, aile geleneğine aykırı düşecek bir şekilde esip gürlemiş.

Şöyle ki;

Türkiye Futbol Federasyonu ve Türkiye Bankalar Birliği tarafından yürürlüğe konan talimat ile yapılandırma kuralları Trabzonspor için yapılmışmış.

Trabzonspor, sırtını devlete ve iktidara dayamışmış.
Arsız güçlü olunca, haklı suçlu olurmuş.
TFF'den bilgi sızdırılıyormuş.
Fenerbahçe’nin şampiyonluğunu engellemeye çalışanlar varmış.
3 Temmuz ruhunu tekrar diriltmenin zamanı gelmişmiş.
2010-2011'de şampiyonluklarını ellerinden almaya çalışan örgüt yerine, şimdi başka bir örgüt, muhtemel şampiyonluklarını ellerinden almaya çalışıyormuş

Bakınız Beyzademiz;
Binbir vaadle Aziz Başkan’ı devirdiniz, bana göre iyi de yaptınız. Ama sonuç sıfır.
Paranız çok olabilir, kulübü kurtarmak için cebinizden milyonlarca para verebilirsiniz. Geniş katılımlı kampanyalar düzenleyebilirsin. İşi gücü bırakıp,Holding’i boşlayıp, gece gündüz FB için mesai harcayabilirsiniz.

Ama şampiyon olmak için, daha pek çok olumlu şartın bir araya gelmesi gerekir.Bu gerek şartların pek çoğu maalesef sizin takımda hala eksik.
Geçen sene kulübü az kalsın küme düşürüyordunuz. Bu yıl da şampiyonluk iddiasında çok geridesiniz. Bir ön alma çabasıyla başarısızlığınıza kılıf mı hazırlıyorsunuz? Siz alemi kör,cihanı sağır mı sanıyorsunuz?

Ya arkadaş, TFF başkanı Çemişgezekspor’un eski başkanvekili mi ?
Zorlu AVM de TFF nin üst yönetimi ve MHK başkanıyla gizlice ben mi görüştüm?
Şike yaptığınız için 3 yıl Avrupa kupalarından men cezası ile cezalandırılmanıza rağmen , gülünç bir şekilde hala şikenin sahaya yansımadığını iddia ediyorsunuz.
Talihsiz açıklamalarınızla, küllenmeye yüz tutmuş camialar arasındaki husumet ateşini tekrar alevlendirdiniz.

Trabzonspor camiasında, talihsiz açıklamalarınızla tekrar yükselen Fenerbahçe düşmanlığına ek olarak, KOÇ ürünlerine boykot dillendiriliyor.
Hafazanallah.

Yaptığınızı beğendiniz mi?
Trabzonspor üzerinden iktidara vuruyorsunuz.

Peki, vurunuz,ülkemizde siyaset serbest.
Gezi olaylarında, ailenizin iktidarı yıkmaya yönelik tutumu hafızalarda tazeliğini koruyor.

Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Muharrem Kasapoğlu ve TFF Başkanı Nihat Özdemir'le birlikte Beştepe'ye giderek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı ziyaret edeceğiniz söyleniyor.

Pardon yani, hangi yüzle ?

14.01.2020 09:35

Habertürk’te Didem Aslan Yılmaz’ın programına (bu programın 4.kez tekrar yayınına Pazar günü denk geldim) konuk olan 16 milyonun belediye başkanı İmamoğlu, kendisine sorulmadan İstanbul’la ilgili proje üretenlere, programa telefon bağlantısı yapanlara,istemediği konularda soru soran gazetecilere ateş püskürüyordu.

Aldığım son habere göre, kendisinden habersiz iki çocuğuyla birlikte İstanbul’a gelen Hollywood sinemasının ünlü çifti Michael Douglas ve Catherine Zeta-Jones’a fena halde içerleyerek, çevresindekilere “biz burada bostan korkuluğu muyuz?”şeklinde dert yanmış.

İstanbul’la ilgili her tür planı olanları bakın buradan uyarıyorum.

16 milyonun belediye başkanının haberi, onayı olmadan harekete geçmeyiniz,hatta aklınızdan bile geçirmeyiniz.

İRAN NÜKLEER SİLAHA ASLA SAHİP OLMAMAMLIDIR

Hayır, azılı bir İran düşmanı değilim.

Rahmetli babam hayatı boyunca ihtiyatlı olmamızı sıkı sıkıya tembihlemişti.

”Ne alaka?”diye sorabilirsiniz.

Şu alakası var efendim;

Kasım Süleymani’nin cenazesinde beceriksizlikleri nedeniyle 50'den fazla insan öldü, yüzlercesi yaralandı.

“Amerikan üslerini tarumar ettik” dediler, garajı bombaladıkları anlaşıldı.

Ukrayna yolcu uçağını kaza ile vurup 176 yolcunun ölümüne yol açtıklarına dair güçlü emareler var.

Bu beceriksizlik örneklerini arttırabiliriz.

Böyle bir ülkenin nükleer güce sahip olması durumunda, “kazaen” nükleer bombaları patlatıp bölgedeki ülkeleri -bu arada elbette bizi- yerle yeksan etmeyeceklerini kim garanti edebilir?

YARASI DERİNMİŞ

Kamuoyu araştırma şirketlerine göre mevcut siyasi zeminde yeni partilere ihtiyaç yokmuş.

Ahmet Davutoğlu’nun partisi ve kurulması kararlaştırılan Ali Babacan’ın partisinin halktaki oy karşılığı en çok % 1 imiş.

Hal böyle iken, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun bu çırpınışları neden ?

Neyi kanıtlayacaklar ?

AK Parti’den yüzde 1 oy azaltarak başları göğe mi erecek?

Ali Babacan baştan beri AK Parti felsefesini içselleştirmekten çok , batılı çevrelerin gözüne girmeyi amaçladı.Siyasi geleceğini batıya endeksledi.

Peki, Davutoğlu’na ne demeli ?

Stratejik derinliklerde boğulmamak için hala çırpınıyoruz.

Tepeden inme bakan, başbakan yapılmasına içerlemişe benziyor. Tabandan gelerek aynı makamlara yükselmeyi deneyecekmiş.

Denesin. denesin…

Ama,

Maddi ve manevi değerlerimize, müşterek olduğunu zannettiğimiz ideallerimize, 45 yıllık emeklerimize zarar vermesin.

Nankörlüğün, şirkin bir parçası olduğunu hatırlasın.

Kendisini danışmanlıktan Dışişleri Bakanlığı’na, Dışişleri Bakanlığı’ndan Başbakanlığa taşımış Reis’e düşmanlık yapmasına neden olan alt benliğindeki derin yarayı tedavi ettirsin.

“Bilmem kimi kral yapmışlar,önce babasını asmış”, ”kucağına oturduğu babasının sakallarını yolmuş “ atasözlerini bize hatırlatmasın.

13.01.2020 10:02

Kanal İstanbul’a  muhalefet edenlerin ileri sürdükleri gerekçeler, ilgili uzmanlarca  ve tabii ki  ÇED Raporuyla  teker teker  çürütüldü. Zaten onların dertleri ne Montrö ne depremin tetiklenmesi ne de su, akıntı, doğal dengenin bozulması gibi sorunlar.

Onların kabusu iktidarın  dünya çapında  stratejik bir projeye daha  imza atması. ülkemizin yüksek katma değer üretecek , ekonomiye  ciddi pozitif katkı sağlayacak bir yatırıma sahip olma ihtimali bu kifayetsiz muhterislerin uykularını kaçırıyor.

 17 yıl bu iktidarın devrilmesini sabırla beklediler, bir 17 yıl daha bekleyemezler.  Sn. Meral Akşener Fatih Altaylı’nın programında “Kanal etrafında yapılaşma  olmazsa  projeyi desteklerim, yapılaşmadan vazgeçemezler; çünkü bu bir rant projesidir” şeklinde konuşarak asıl meramını ağzından kaçırmıştı. Diğerleri henüz dillerinin altındaki baklayı çıkarmaya cesaret edemiyorlar.

                    

Şimdi bu rant meselesinin üzerinde biraz duralım. Kanal etrafındaki arazilerin çoğu hazineye aittir ve hazineye ait olmayan arazilerin önemli bir bölümü de kamulaştırılmıştır. Kanal İstanbul’un yapılmasıyla rant elde edecek özel kişi ve kuruluşlar veya yabancı sermaye yatırımları devede kulak ölçeğindedir. Yani Kanal İstanbul’un devreye girmesiyle doğacak  gayrimenkul rantının yüzde doksandan fazlası kamuya yani millete ait olacaktır.

Kanal etrafında oluşturulacak sadece konut alanında 500 binlik bir nüfusun yaşayacağı hesaba katılırsa, kamunun buradan 300 milyar TL lik bir katma değer elde etmesi beklenebilir. Diğer yüksek katma değerli projelerden ve Kanalın işletilmesinden elde edilecek gelirleri  de hesaba kattığınızda milletimizin nasıl karlı bir yatırıma sahip olacağı aşikardır. Uluslararası stratejik bir prestij projesinin manevi hazzı işin başka bir boyutu . 

Şimdi bütün ekonomik göstergelerini pozitif yönde etkileyecek ve tabiri caizse ülkeye level atlatacak Kanal İstanbul projesine muhalif olanların önemli bir kısmının zihinlerinin ‘halk fakirleşirse fakirleşsin ,ülke batarsa batsın ;yeter ki  bu iktidar başarısız olsun, gömülsün. “ şeklinde hastalıklı düşüncelerle  meşgul olduğunu  malumunuzdur.

 Bu tür marazi düşünce sahiplerine sakın , sakııın , “vatan haini “gibi ağır ithamda bulunmayınız. İktidar şehvetiyle malül, Sn. Erdoğan düşmanlığıyla  gözü dönmüş bu kifayetsiz muhterisleri  VATAN HAİNLİĞİ  gibi  ağır bir suçlamayla itham etmek yerine, onlara daha makul ve insaflı sıfatlar bulmak -ki bu sıfatların neler olabileceğini ben de henüz bulamadım - daha isabetli olacaktır

11.01.2020 23:07

Son zamanlarda çeşitli televizyonlardaki tartışma programlarında bir üstad-ı azam, alam-i kübra arz-ı endam ediyor; Dr Ramazan Kurtoğlu.

GDO'lu gıdalardan, ilaç endüstrisine, tıbbi uygulamalardan tarım politikalarına, din, cemaat ve tarikat ritüellerinden ekonomi konularına, küresel düzenin şifrelerinden Tapınak Şövalyeleri’ne, Nöro-Mesih’ den Kanal İstanbul’a aklınıza ve hayalinize gelebilecek her konuda Hazret racon kesiyor, ahkam sallıyor.

Ama üstadın küçük bir kusuru var; desteksiz atıyor, enflasyonun memur ve emekli maaş zammının, %6 olduğunu sallıyor. Sn. Cumhurbaşkanı’nın aklın gereği Kanal İstanbul’u yapmayacağını sadece gündemi meşgul etmek için ısrarcı davrandığını savunuyor. Kanal İstanbul’un Tapınak Şövalyeleri’nin projesi olduğuna inanıyor. İstanbul’un pasaportla girilen paralel evrene ait bir ada devleti olacağını savunuyor. İktidara ufak ufak giydirmeden de kendini alamıyor.. Doğru düşünce kırıntılarıyla yüzlerce yanlış fikrin harmanlandığı zihinsel kirlilikle malul daha pek çok abuk subuk düşünce.

CNNTÜRK'te dün gece katıldığı programda öyle şeyler zırvaladı ki sinirimden neredeyse üstümü başımı parçalayacaktım.Allah’tan program katılımcılarından kadim dostum Ekrem Kızıltaş Ramazan Bey’in zırvalarına kısmen cevap verdi de daralan yüreğim biraz rahatladı.Gerçi sakinleşmemde okuduğum İnşirah, Nas ve Felak surelerinin de kesinlikle etkisi olmuştur.

Zihninizin karışmaması için daha fazla detaya girmek istemiyorum.

Dr Ramazan Kurdoğlu güzide bir üniversitemizde 640 öğrencinin tek geçtiği bir hocaymış.

Yani O öyle diyor,

Televizyoncuları anlıyorum; reytinge ihtiyaçları var. Saçma sapan fikir ve görüşler her zaman ilgi çeker.

Kime hizmet ettiği, nereye koştuğu meçhul bu zat-ı muhteremin uçuk ve zararlı düşünceleriyle, akıllara ziyan hurafeleriyle gençlerimizi zehirlemesinden rahatsız olmuyor musunuz?

Ben oluyorum da.

Dr Ömer AYDIN

11.01.2020 10:10