Haber 365
Haberlere Hızlı Erişin Son Dakika Haberleri ve Gelişmeleri Anında, Herkesten Önce Öğrenmek İçin;
Takip Et
Delikanlılık Erkeklere Mahsus Değildir
Dr. Ömer Aydın
Delikanlılık Erkeklere Mahsus Değildir
24.04.2020 Cuma 13:24

CHP Üsküdar İlçe Başkanı Suat Özçağdaş adlı şahsın, 2 adamıyla birlikte, gece yarısı Kuzguncuk’taki Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Prof. Fahrettin Altun’un evinin bahçesine kadar girip fotoğraf çektiği, huzur ve sükunu bozma suçuna ilave olarak ''terörle mücadelede görev alan kişileri terör örgütüne hedef göstermek'' suçunu da işlediği, çağrılan polisin tutanak tutarak şahsı ve yanındakileri gönderdiğini duymuş olmalısınız.

PKK DHKP-C yandaşı, MLKP’nin kurucularından Hasan Ocak’a “komutan” diyen, Ermeni ve domuz eti sever CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun atarlı, giderli mesajlarla  “CHP ilçe başkanı görevini yaparak ve partisinin talimatıyla inşaatın yasak olduğu arsayı kontrol etmek için gitmiştir, yine gidecektir.” Diyerek kanunsuzluğa ve suça teşvik ve ortak olduğunu biliyorsunuz.

“Bu şehir eşkıyalarına ‘dur’ diyecek kimse yok mu?” şeklinde isyan edenler, savcılık tarafından bu ikisi hakkında soruşturmaya başlandığını duyarak biraz ferahladı.

Gece yarısı gerçekleşen bu şehir eşkıyalığı karşısında bizim mahallenin erkekleri, sessizliklerini korurken, Ankara’dan Maçkalı çocukluk arkadaşım, fanatik ulusalcı  Nihat Genç’ten mertçe bir çıkış duyuldu;

“Canan Kaftancıoğlu, saygısız,düşüncesiz, hangi projenin adamı olduğu, dünya görüşünün ne olduğu, nereden getirildiği belli birisi. Türkiye tasavvuru, insanlık değerleri tasavvuru olmayan, hala ekranlarda PKK yı savunan birisi. Bu ne demektir? CHP cehennemin dibindedir demektir. PKK yı savunan bir kadın CHP’nin İstanbul İl başkanıdır. “Allah belanızı versin” diye CHP’ye beddua etmeye gerek yoktur. Bundan daha kötüsü olamaz. Beladan daha kötüsü il başkanlarıdır. PKK ile ilişkileri deşifre olunca aklınca terbiyesizlik yapıp ‘kadın olduğum için bana saldırıyorlar ‘diyecek kadar, insanları aptal yerine koyan saygısız bir kadındır Canan Kaftancıoğlu.”

Bu arada üslubunu her zaman takdir ettiğim, namuslu ve vicdanlı muhalif Nedim Şener’in konuyla ilgili “Bir usulsüzlük varsa, onu kontrol edecek makamlar bellidir. Ama Fatmanur Altun’a derin üzüntü hissettiren bir erkeği böylesine ucuz savunan bir başka kadın olunca, kişi empati yoksunu bir müptezele dönüşüveriyor” şeklindeki paylaşımından da bahsetmek isterim.

Birkaç istisna dışında, bizim mahallenin erkekleri “bu kadına bulaşıp, başımızı belaya sokmayalım” diyerek, yorganın altına saklanıp, 3 maymunu oynarken, akl-ı selim vatansever pek çok delikanlı yiğit kadın, bu kanunsuzluğa karşı en yüksek perdeden cevap verdi, rahatsızlığını sosyal medyadan dile getiren Fatmanur Altun’a destek çıktı.

Burada Fatmanur Altun kardeşime destek veren 2 yürekli kadının mesajını paylaşmak isterim.

Kanal D haber müdürü Buket Aydın “Bu yazdıklarımın siyaset ile alakası yok. Kocası evde değil; Cumhurbaşkanı ile görevde. Çocukları ile evde tek bir kadın. Bu yapılanı bana kimse açıklayamaz. Kınıyorum! Evde nasıl rahat edecekler şimdi. Fatmanur hanım isterseniz gelin bana kapım sonuna kadar açık.”

Geçen haftaki olaylarda azgın muhalefetin boy hedefindeki iyi komşusu Şükriye Tutkun, “Sebebi ne olursun yaptıklarınız, "Ekmek Teknesi" "Perihan Abla" hamuruyla yoğrulmuş, kilise ile caminin bile yanyana hizmet verdiği, köy diye geçen semtimizde, sadece Altun ailesinin değil tüm semt sakinlerinin huzurunu kaçırdığınız gibi, bizleri ikiye bölmeyi de başardınız.” diyerek tepkisini dile getirdi.

Konunun yine Şükriye Tutkun’a geldiğinin farkındasınız.

Son yazımı “Geçen hafta yaptığı açıklamalarla gündeme damgasını vuran Şükriye Tutkun’un Yeşilçam filmlerini aratmayan acıklı hayat hikayesini gelecek yazıma bırakıyorum.” Diyerek bitirmiştim.

 

YETİŞTİRME YURDUNDAN GELEN İYİ KOMŞU;

ŞÜKRİYE TUTKUN

Yeşilçam filmlerini aratmayan hikayesini, hayata ve sanata dair görüşlerini kendi kelimeleriyle sunalım.

“19 Eylül 1965 tarihinde, Gürcü kökenli Ordulu bir baba ve Artvinli bir anneden Kocaeli’nde doğmuşum. Yakın zamanda Kırım kökenli olduğumu öğrendim.

2 yaşına geldiğimde, halalarımın baskısıyla anne ve babam ayrıldı.

İki yaşında Kasımpaşa Çocuk Yuvasına bırakmışlar beni..

Çoğu çocuk gibi anne baba ayrılığının acısını çektim. Önce Çocuk Esirgeme Kurumu Kasımpaşa Çocuk Yuvası, 5 sene. Ondan sonra Küçükyalı Yetiştirme Yurdu, Anadolu Hisarı, Kadıköy. Dolaştım durdum.

O dönemden kafamda kalan en eski görüntü Kasımpaşa Çocuk Yuvası'na ait. Demir parmaklıklı, açılıp kapanan koca bir kapı. Tıpkı hapishane gibi. Arada annem geliyor, sonra gidiyordu. Hep ağlıyorum. Ama gitmek zorundaydı. Çalışıyordu çünkü. Bir keresinde 'Tuvalete gidiyorum' dedi, bıraktı gitti. Bir daha asla tuvalete göndermedim onu.

Annemin hayatı çok zordu. Bana bakacak durumu yoktu. Birisiyle evlendi. Ama yine çok fakirdiler. Unkapanı Haydar'da tek göz bir odada oturuyorlardı. Suyu, elektriği yoktu. Tuvalet dışardaydı. Üvey babam Osmanlı terlikleri dikerdi. Annem de pullarını işlerdi. Böyle bir hayat işte. Bazen annem hafta sonları eve alır sonra geri getirirdi. Her seferinde, 'Hiç değilse sıcak yemeğini yersin kızım' derdi.

Islak hortumla banyoda döverlerdi bizi. Kurallar katıydı, hapishane gibiydi. Zor bir çocukluk geçirdim. Ama güzel şeyler öğreten öğretmenlerimiz de oldu.

Bitleniyorduk doğal olarak. Mümkün değil bitlenmemek. Aynı yatakta yatıyorsun, aynı çamaşırları giyiyorsun. Kaynar suyla yıkarlardı bizi, ağlardık.

Anadolu Hisarı Yetiştirme Yurdu'ndaki o koca banyoda hepimizi çırılçıplak soyar, banyoya dizerlerdi. Kaynar suyla yıkarlardı. Dayanılır bir acı değildi, haşlanıyorduk. Ağlardık. Acının daha büyüğü bu kez hortumla gelirdi. Sıcak sudan haşlanmış bedenlerine acımasızca vururlardı hortumla.

Anılarımın çoğu acı yüklü. Ama hayat sırf acıdan ibaret değil, bir yetiştirme yurdunda bile. Hortum ne kadar acıtsa da, o acıyı alacak sevgiyi de tattım.

Kendi elleriyle yetimlere börek açan hademe Emine Anne'yi sevgiyle anıyorum.

Adem ve Sevinç Korkut hocalar var ki, onları bambaşka bir özlemle hatırlıyorum. Hafta sonları yetimlere evlerini açan bu öğretmen çift, anne baba sevgisi vermekle kalmamış, bana müzik aşkını da aşılamışlardı.

Orada cani ruhlu insanlar da vardı. Ama bir o kadar da melekler. Yetiştirme yurtlarında dayak var, ama her yetimi çocuğu gibi gören onlarca yürek de.

Anadolu Hisarı'ndaki çok güzel bir yatılı okuldu. Orada bir salıncağım vardı. Rumeli Hisarı'na karşı sallanır, "Mavi nurdan bir ırmak, gölgede bir salıncak" diye şarkılar söylerdim. Benim kaçışım da oydu.

10 yaşlarındaydım. Oradaki öğretmenlerimiz o kadar iyi eğittiler ki bizi, sabah kalkar spor yapardık. Televizyon seyretmez, kitap okurduk. Sonra, bize küçük bahçeler vermişlerdi. Onları ekiyorduk. Her üç kişiye bir bahçe. Herhalde bir eğitim denemesi yapıyorlardı. 50 çocuktuk. Müdürümüz Sırrı Kantarcı vardı. Eğer yaşıyorsa binlerce teşekkürler.

Sonra bu güzel yeri kapatıp, üç-beş öğretmen dinlensin diye Öğretmenevi yaptılar.

Oradan Küçükyalı Yetiştirme Yurdu'na gittim. Ondan sonra da kabuslarım başladı zaten. Müdürümüz tekmelerle dövüyordu bizi. Gece acıkıyorduk. Yiyecek bir şey yok. Yemekte doyardık. Ama çocukluk işte. Acıkırdık. Öyle 'Acıktım yemek istiyorum' deme lüksümüz yoktu.

Bazen akşam yemeğinden ekmek kaçırır yerdik. Ama her zaman olmazdı. Bir gece acıkıp, bakkala kaçmıştık. Fındıklı bisküviler vardı. Açıkta satılırdı. Onlardan almış dönmüştük. Müdür bizi bekliyordu. İçeri girer girmez tekme atmaya başladı. Elimde bisküviler. Daha bir tane yiyebilmiştim. Başka bir suçum yoktu.

15 yaşındaydım. Annemlerin durumu daha iyiydi. Ve o yıl içerde çok kötü olaylar oldu. Müdürlerin tacizleri ortaya çıktı.Ben böyle bir durumla karşı karşıya kalmadım.Henüz küçüktüm. Üstelik benden güzel ablalar da vardı. Bilinen şeylerdi. Çoğuna tanık oldum. Özellikle benim dönemimde çok yoğun yaşandı ve annemler beni aldı.

Lisede eve gittiğimde de annemle ve üvey babamla aile olamadık. Ben yurttan çıkmak istemedim zaten. Çünkü arkadaşlarımla aile olmuştuk.

18 yaşından sonra 'Ailenizin yanına geri dönün' dediler. Döndüm ama çok mutsuz bir çocuk oldum. Kapısını kapatıp 24 saat müzik dinleyen, şarkı söyleyen, kitap okuyan bir çocuk. Yıllar sonra ailenize dönseniz de mutlu olmuyorsunuz. Çünkü onlar size yabancı, yabancılaşmış.

Biraz öfke de var tabii. Beni bırakmışlar diye. 'Artık yetişmişim, ayaklarımın üzerinde durmuşum. Ailemin yanına gidiyorum. Peki ama niye?' diyorsunuz.

Çocukluğunda yaşadığın travmalar geçmiyor. Sağlıklı yuva kuramıyorsun. Ben hala bekarım, çocuğum yok mesela.20 yaşında evlenmiştim. 1986 yılında doğum yaptım, çocuğum 5 gün yaşadı, sonra kaybettim. Ben de komada kaldım. Beni kurtarmak için çok çaba sarf ettiler.

Böyle çocukluk yaşayınca hiçbir zaman sağlıklı bir bağ kuramıyorsun. Anne baba ile yetişmemişsin. O ilişkiyi bilmiyorsun.

Babamı hayatımda 2 kez gördüm. İkisinde de hastanedeydi. Birinde 'hasta' diye telgraf çekmişlerdi. Babamı ilk tanıdığımda 18 yaşındaydım. Toplamda geçirdiğimiz zaman 1 saat bile değil. Hastaneye gittim. 'Şükriye geldi' dediler. Gözünü açmadı. Meğer evlendiği eşinin adı da Şükriye'ymiş. 'Kızın geldi' dediler. Gözünü açtı. Babama kızgın değilim. Ona karşı bir öfkem yok. Şartlar el vermemiştir. Eminim ki babam beni sevmiştir. 

Babamın sonraki eşinden olma iki kardeşim vardı hiç görmediğim, bir de karnında bebek varmış kadının. Kadın çocuklara süt ısıtırken taşmış, ocak sönmüş ve eve gaz yayılmış. Babam eve gelmiş, artık çakmak mı yakıyor yoksa elektriği mi açıyor bilmiyorum. Bütün ev patlamış. Babamın eşi ve biri doğmamış 3 kardeşim orada ölmüşler.

Anne baba özlemim tabii ki var. Ama kızgınlığım yok. O zamanki koşulları öyleydi sanırım. Yoksa kim çocuğunu bırakmak ister? Kim bilir neler yaşadılar? Onları sorgulamak bana düşmez. Nur içinde yatsınlar.

Yurtta da hep söylerdim şarkı, türkü. Ya sanatçı ya da politikacı olmayı istiyordum. Yurtta beni ezenlere tepki olarak “Yükseleceğim” dedim hep. 20 yaşında evlendim, eşim de üniversitede okuyordu. “Sesin çok güzel” diyordu, biraz da o beni cesaretlendirdi.

Ben sitelerde yaşayamam, benim komşularım olacak gidip geleceğim. Burayı biraz da annem babamın köyüne, Artvin'e benzettiğim için seviyorum. Zaten fırsat buldukça da Artvin'e gidiyorum.

Ben köy evinde oturuyorum, üç katlı bir Rum evi. Her şeyi ahşap yaptırdık. Evimdeki her şeyi kendim yapıyorum. Yemeğimi, temizliğimi. İki gün önce arkadaşımla ağaçları budadım. Yerimde durmayı çok sevmiyorum. Temizliği çok severim, bir de üç katlı ev; temizle temizle bitmiyor.

Daha fazla hayvanlarla falan uğraşıyorum.

Kendi kitleme ulaşabileceğim mecralar yok. Allah'tan internet var; oradan insanlara bir şekilde ulaşabiliyorum.

Türküler bizim anamız babamız. Büyürken hepimiz türkü dinlemişizdir, hiçbirimiz pop müzik parçasıyla büyümedik.

Babam Ordulu. 'Ordu'nun Dereleri'ni babam için söyledim. Annem de Artvinli ve onun için de 'Çift Jandarma'yı okudum. Albüm kapağının ortasına anne ve babamın resimlerini koydum, ortalarında da benim resmim var. Annemle babam, babam sağken ayrılmışlardı. Ben bu albümde bir anlamda sesimle ve onların türküleriyle ailemi birleştirdim.

Annem babam  ikisi de rahmetli oldular. 21 yaşından beri tek başıma hayatla mücadele ediyorum. Hep kendi imkanlarımla bugünlere geldim. Ailem bakmadı, kimse sahip çıkmadı.

Devlet çocuğuyum ben. Yine de şükrediyorum. Yurtta disiplinli olmayı, mücadele etmeyi, yılmamayı öğrendim. İntiharı düşündüğüm zamanlar da oldu. Ama hep bir şeylerin yoluna gireceğine inandım. Çocukluğumdan beri inançlı oldum. Ne dua etsem olurdu.

İnsanlar yetiştirme yurtlarına gittiklerinde, “Ah canım, yazık” diyerek çocuklara acımasın. Annesi babası yok diye insana acınır mı? O davranış onları daha çok toplum dışına itiyor.

Güçlünün zayıfı ezdiği bir yerdir yetiştirme yurtları. Yurtlarda dayak kuraldır.

Yurtlarla ilgili 26 bölümlük belgesel yaptım TRT’de. Sürekli bağımız var. Beni seviyorlar, “Bizim meleğimizsin” diyorlar.

Geçen yıllarda Kurban Bayramı'nda Sudan'a gidince oradaki yoksuzluk beni çok etkiledi. Benim de bir şey yapmam lazım dedim. Kafamda senfonik altyapılı bir ilahi albümü yapma fikri vardı, ilahi albümünü yapacağım inşallah.

İlk evliliğimden doğan ve beş gün sonra ölen çocuğum bugün yaşasaydı 29 yaşında olacaktı. İnsanlar bunu çok fazla bilmezler. Sonra da Allah vermedi bir daha, nasip meselesi. Zaten bir sürü annesiz babasız çocuk var

Sudan'a gittiğimde oradan çocuk almak istedim ama prosedürler çok zordu, alamadım. Türkiye'de de evlatlık almak çok zor ama belki ileride alırım. Biz yetim olarak büyüdük, onun değerini çok iyi biliyorum.

Yetimliğimi en çok ne bayramlarda hissediyorum. Hiçbir zaman ezik hissetmiyorum, sonuçta herkes kendi hayatını yaşıyor. Ben o yatılı okulda  yaşamasaydım ne böyle bir dünya görüşüm olurdu, ne de şarkı söyleyebilirdim. Allah razı olsun devletimizden. Bana katkısı çok büyük.

Ben devlet çocuğuyum; okudum, büyüdüm ve adam oldum. Şimdi devlet için bir şeyler yapayım istiyorum ama onlar benden bir şey istemiyor.

İnsanlar, sanatçılar sürekli birbirine gidip gelir sanır. Oysa öyle bir durum yok, benim de hiç sanatçı arkadaşım yok.

Ben ameliyat olmaya bile kendi başıma gittim. Sağlık sorunu yaşayınca insan hayatın çok kısa olduğunu daha iyi anlıyor. Artık kafama hiçbir şeyi takmıyorum, kendimi parçalamıyorum. Eskiden onu da bunu da yapayım derdim, ama şimdi boş verdim bazı şeylere. Artık bir panik ve telaş halinde yaşamıyorum.

 Beğenmediğim işlere gitmiyorum. Kendimi kasmıyorum.

Ben çok lüksleri olan, savruk bir insan değilim. Gece hayatım yoktur, tatile bile gitmiyorum doğru dürüst. Benim işim kedilere mama falan almak. Yemeğimi genellikle evimde yerim. Alışveriş yapmam.

Öyle özellikle gideyim gibi bir yapım yok. Marka düşkünlüğüm falan asla yok.

Benim öğretmen arkadaşlarım var. Onlarla birlikte bazı kıyafetlerin tasarımını yapıp dikiyoruz.

Ablam ve ağabeyim var. Biz ailece büyümedik. Onların çocukları var. Bodrum'da bir arsa aldım. Şimdi bir müteahhitle anlaşacağım ve orada bir yazlık yaptıracağım. Hep beraber bir araya gelelim istiyorum. Benden de yeğenlerime bir hediye olsun, şimdiye kadar onlara bir şey yapamadım.

Ne yapacağız ki malı mülkü. Hatta ileride bu evi de satacağım. Yaşlanınca ne yapacağım bu kadar büyük bir evi. Zaten mal mülk hırsım olsa daha farklı olurdum.

Türküye saygımdan alkollü mekanlarda sahne almıyorum. Alkol insanı bozuyor, o ortamlarda türkü söylemek istemiyorum.

Türkülerin büyüsü bozulmaz. Çünkü özümüz, onları duyarak büyümüşüz.

Ama söyleyeceğim türkülerin sözlerine dikkat ederim. Çünkü şarkı söylemek dua gibidir. İsmail YK, ‘Allah Belanı Versin’ şarkısını söyledi, ne oldu? Kaza geçirdi, ayağını kırdı. Sözün büyüsü vardır.

Sanatçıların da herkes gibi görüşü vardır. Ama bunu sanatıma yansıtmayı hiç düşünmedim. Düşünseydim farklı yerlerde olurdum.

Bu konuda zaten dertliyim. Meclis’te Binali Yıldırım ile konuşurken fotoğrafım çekilmiş. Sosyal medyada etmedikleri hakaret kalmadı. Muhalif parti belediyeleri konserlerimi iptal etti. Oysa ben oraya sanatçı olarak bir derdimi anlatmaya gitmiştim.

Sadece müzik yapıyorum. Politikadan uzak durmaya çalışıyorum mümkün olduğunca. Çünkü gerçekten çok üzücü şeyler yaşanıyor.

Ezelden beri Naşide Göktürk ile karıştırırlardı beni. Kendisi arkadaşımdı. İkimiz de kısa saçlıydık. Tarzlarımız da benziyordu.

TRT’de ‘Arda Boyları’ programım yayınlandığında önemli bir gazeteci, “Şükriye Tutkun ölmedi mi? Bu nasıl terbiyesizlik, bir de ‘canlı yayın’ yazıyorlar” diyerek yönetimi aradı. Onlar ikna edemeyince kendisi aradım “Yaşıyorum” dedim. “Çok güzel şaka” dedi ve telefonu kapattı. Sonra da mail attı, “Bu ses cennetten mi geliyor?” diye. Çok sarsıcı oldu benim için. Yolda bana hayalet görmüş gibi bakanlar bile vardı.”

MÜZİK KARİYERİ

Şükriye Tutkun liseyi bitirdiği yıl konservatuvar opera-şan bölümünü kazanmasına rağmen, zorunluluklar nedeniyle okul yerine çeşitli işlerde çalışmaya başladı.

Konservatuavar sınavına tekrer girip, birincilikle kazandı. Öğreniminin devam ettiği süre boyunca, çocuk yuvalarında müzik öğretmenliği yaparak, çocuk koroları çalıştırarak iş yaşamına da devam etti.

Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Opera Şan bölümü mezun oldu. Sanatçı, Afşar Timuçin’den estetik ve felsefe, Filiz Ali’den Opera Tarihi, Cenan Akın'dan armoni, İlteriş Sun'dan solfej, Yekta Kara'dan sahne dersleri aldı. Etnomüzikolog Tugay Başar ile çocuk yuvalarında müzik öğretmenliği ile ilgili çalışmalar yaptı.

Konservatuvarda okuduğu yıllarda değişik zamanlarda TRT Gençlik Korosu, İstanbul Operası Gençlik Korosu, St. Antoine Kilisesi Korosu’nda soprano olarak görev alan Şükriye Tutkun, Muammer Ketencoğlu, Zülfü Livaneli, Fahir Atakoğlu, Atilla Özdemiroğlu, Ali Osman Erbaşı gibi sanatçılarla çalıştı, çizgi ve dizi filmde, reklam filmlerinde seslendirmeler yaptı.

Sanatçı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda sahnelenen Sultan Gelin Müzikali'nde başrolde oynadı. TRT Okul'da Hayata Tutunanlar isimli programın sunuculuğunu üstlendi.

Konservatuvar eğitimi Şükriye Tutkun için teknik açıdan geliştiriciydi. Her gün yeni aryalar öğreniyor, küçük okul dinletilerinde onları seslendirerek beğeni topluyordu. Ancak, içinde bir eksiklik duygusu vardı, aryaları söylerken duygulanamıyordu. Şan hocasıyla türkü çalışmaya başladığında eksikliğin ne olduğunu keşfetti. Sesinin ve duygularının türkülerle var olduğunu, türkülerde kendini ve duygularını bulduğunu, mutlu olduğunu farketti. Albüm yapmak gündeme geldiğinde hiç düşünmeden 'ben türkü söyleyeceğim' dedi Şükriye Tutkun.

ALBÜMLERİ

1996: Sevin Gayrı

1998: Çiğdem Der Ki

2002: Kumru

2004: Gücüm Yetene Kadar

2006: Salıncak

2010: Ay Karanlık 

Şükriye Tutkun, dupduru sesini, tertemiz yorumunu başka kimsede kolay kolay bulamayacağımız bir sanatçı. Kasılması, çalımlanması olmayan, kendi halinde mütevazi bir insan.

TRT'de sunduğu bir programda Kırım, Rumeli, Azeri türkülerini çok sevdiğini ve sevdiği yörelerden türküler okuduğu zaman "sesinin sevindiğini" söylediğini hatırlıyorum.

Ey Güzel Kırım türküsünü seslendirmesiyle Kırım Tatarlarının gönlünde ayrı bir yer edinen Şükriye Tutkun, süreç içinde Kırım Tatarı olduğunu öğrendi.

Tutkun, twitter hesabından yaptığı açıklamada "Kırım Tatarlarından olduğumuzu bilmeden Ey Güzel Kırım türküsünü ısrarla ilk albümde söylemiş olmamı kim açıklar bana? Köyü ziyaretimde aşağıda resmi olan babaannemin dedesi Kırcaoğlu Mehmet Ali'nin Kırım'dan göçüp Gülyalı Anbarcılı köyüne yerleştiğini öğrendim” dedi.

Giresun'un Bulancak ilçesindeki akrabalarını ziyaret ettiğinde Kırım Tatarı atalarını öğrendiğini ifade eden Tutkun “Kırım'dan daha yeni gelmiş gibi halacağızım benim. 84 yaşında hepimizi cebinden çıkarır. Aslan halam benim.” Diyerek aşağıdaki fotoğrafı paylaştı

Şükriye Tutkun, her albümünde Bostorgay, Kalaylı Kazan İçinde Kaz Balası ve Kınalı Parmak Cez Tırnak gibi Kırım Türküleri olduğunu belirtti.

Türkiye'de birçok vatandaş köklerinin Kırım Tatarı olduğunu unutmuş durumda. Doğu Türklüğü kadar, Kuzey Türklüğünün de Anadolu'nun Türkleşmesinde ve müslümanlaşmasında büyük bir rol oynadığı uzmanlar tarafından ifade ediliyor. Şükriye Tutkun, köklerini araştırırken Kırım Tatarı atalarına ulaşan binlerce vatandaştan birisi oldu.

 

Bence Şükriye Tutkun konsept albümleri yapmalı. Mesela, Türkiye'de az bilinen kırım türkülerinin onun lirik söyleyişiyle daha da güzelleşeceğinden kuşkum yok. Ve bir gün, Çoruh Nehri’nin kıyısında veya Karadeniz kenarında, misal Gülyalı’da, ufuktaki Kırım’a doğru bakarken, Ali Osman Erbaşı Hocamızın eşliğinde , Şükriye Hanım ve müşterek arkadaşlarımızla  birlikte türküler söylemeyi ne çok isterim.

Twitter @dromeraydin