Haber 365
Haberlere Hızlı Erişin Son Dakika Haberleri ve Gelişmeleri Anında, Herkesten Önce Öğrenmek İçin;
Takip Et
İran'da Türk Kimliği Yok Ediliyor -II-
Hasan Mesut Önder
İran'da Türk Kimliği Yok Ediliyor -II-
10.09.2020 Perşembe 16:02

Erdal Şimşek: İran devlet aygıtının içindeki iktidar kümeleri ve sistemin kurgusunda yer alan kurumların rolü hakkında neler söylersiniz, Buna ek olarak iç ve dış politik karar alma süreçleri nasıl işliyor?

İran’ın devlet aygıtında ülkenin varlığını ve geleceğini büyük oranda etkileyecek olan bütün iç ve dış siyasetteki kritik olaylar da ve meseleler de en esas karar verici merci Dini Liderdir. Her daim kritik anlarda müdahale hakkı vardır, çünkü devletin bekasından en esas sorumlu merci Velayet-e Fakih’dir. Velayet-e Fakih kuramı 1960’larda Ayetullah Humeyni tarafından Şia mezhebinin “İmamet ilkesine - İmamların Olmadığı Dönemde Ne Yapmak Gerekir?” sorusuna göre kuramlaştırılmıştır. 1979 İran İslam Devriminden sonra Anayasanın 110. Maddesiyle uygulamaya konulmuştur.

Velayet-e Fakih

Anayasa, Velayet-e Fakih kurumuna yasama, yürütme ve yargı erklerini denetleme hakkı tanımıştır. İran İslam Cumhuriyeti’nin genel politikalarını belirlemek ve denetlemek yetkisini tanımıştır. Silahlı kuvvetler genel komutanıdır. Savaş, barış, cumhurbaşkanının azli ve referandum gibi önemli kararları verme hakkına sahiptir.

Uzmanlar Meclisi

Uzmanlar Meclisi, İran dini liderini seçme, denetleme ve gerektiğinde azil yetkisine sahiptir. Uzmanlar Meclisi üyeleri sekiz yıllığına doğrudan halkın oyuyla seçilmekteler. Uzmanlar Meclisinin diğer kurumlardan farkı, onun göreli bir özerkliğe sahip olmasıdır. Nitekim Uzmanlar Meclisi kendi yasasını düzenleme ve kabul yetkisine sahiptir. Uzmanlar Meclisi tarafından 1989’da Ayetullah Seyit Ali Hamaney’i dini lider olarak seçilmiştir.

Anayasa Koruma Konseyi

Anayasa Koruma Konseyi (AKK), Anayasa'nın uygulanmasını denetleyen, gücünü ve etkisini sürdürülebilir kılan anayasal olarak atanmış 12 üyeye sahip kurumdur. Konsey, dini ve hukuki denetimler yaptığı için üyelerin yarısı din adamı, yarısı hukukçudur. 6 üye Dini Lider tarafından ve din adamları arasından atanıyor. 6 üye ise İslami Şura Meclisi tarafından ve hukukçular arasından seçiliyor. Konsey Türkiye ile kıyaslandığında Yüksek Seçim Kurulu ve Anayasa Mahkemesi’nin bir çeşit birleşimi gibi görülebilir.

Cumhurbaşkanlığı

Cumhurbaşkanlığı kurumu İran tarihinde ilk kez İslam Devrimi’nin kabul etmiş olduğu Anayasa ile yürürlüğe konulmuştur. 1989 Anayasa değişikliklerinde Cumhurbaşkanına oldukça önemli yetkiler verilmiştir.

İran’da dini Liderden sonra cumhurbaşkanı ülkenin en yüksek resmi yetkilisidir. Anayasayı uygulamak, üç erkin ilişkilerini düzenleme ve yürütme gücüne başkanlık etmek Cumhurbaşkanının esas vazifesidir. 

Cumhurbaşkanlığı süresi dört yıldır. Halkoyu ile seçilen cumhurbaşkanı art arda iki defadan fazla seçilme hakkına sahip değildir. Anayasa Koruyucular Konseyi seçimin “usulüne uygun” yapıldığını onayladıktan sonra Dinî Lider tarafından yetki verilir.

İslami Şura Meclisi

İslami Şura Meclisi, tek meclisli yasama organıdır. Dört yıllığına seçilen 290 üyeden oluşmaktadır. Meclis yasama faaliyetini yürütür. Uluslararası antlaşmaları değerlendirir ve bütçeyi onaylar. Tüm meclis üyeleri ve meclisteki tüm yasama çalışmaları, Anayasa Koruma Konseyi tarafından onaylandığı zaman yürürlüğe girer.

Maslahat Konseyi

Maslahat Konseyi, 1997'de kurulmuştur. Maslahat Konseyi, Meclis ve Anayasa Koruyucular Konseyi arasındaki anlaşmazlıklar konusunda karar verme yetkisine sahiptir. Kurum ayrıca dini lidere danışmanlık vazifesini taşımaktadır. Amacı, devlet mekanizması içindeki siyasal kurumlar arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkları ortadan kaldırmak, uyum ve eşgüdümü sağlamaktır.

İran Devlet aygıtının içindeki iktidar kümeleri ve ek olarak iç ve dış politik karar alma süreçleri temel itibarıyla sistem içi ikilem arasındaki patlaktan kaynaklanan iki birbirine sınırlı zıt küme iktidarının karşılıklı mücadelesi ile şekillenmektedir. 1988’den itibaren Dini Lidere karşı şekillenmiş olan güç kümesi Hüccet-ül-İslam Refsencani tarafından Neo-liberalizm çizgisi üzerinden idare edilmiştir. Bu kesim 1997 Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan Muhammed Hatemi döneminde Uluslararası medya özellikle batı eksenli medya tarafından Reformist kesim olarak ön plana alınmıştır. Günümüz de bu kesim, Cumhurbaşkanı Hasan (Fridun) Ruhanı ile dini lidere karşı koymaya çalışıyorlar.

Reformist kesim, sözde Neo-liberalist ve demokratik değerleri ön plana alarak Çin ve Rusya karşıtı Atlantikçi bir güç kümesi olarak hareket etmektedir. Bu kesimi diğer gruptan farklılaştıran en önemli esas cihet, bunların tamamen Türk karşıtı ve yapay Pers kimliği üzerinden yürümeleridir.

Reformist kesim, ister Refsencani, Hatemi, Mir Hüseyin Musevi, Rahim Meşayi, Kerubi veya günümüzdeki Cumhurbaşkanı Ruhani olsun, hâkimiyet içi çekişmelerde istediklerini uygulama gücü bulmadıklarında hemen Anglosakson eksenli dış muhalefeti kışkırtmak, sokak isyanlarını tetiklemek ve ABD tarafından yapılması istenen yaptırımları profesyonel şekilde kendi çıkarları doğrultusunda kullanma eğilimleri içindeler. Bu defalarca tekrar edilmiş bir yöntem olarak reformistler tarafından uygulanmıştır. Başka bir ifade ile Atlantikçi kuvvetlerle beraber şekilde mevcut devlet yapılanmasını değişmeye çalışmaktalar. Ancak reformistlerin bu taktiksel gidişleri hem iç muhalefet hem de Anglosakson eksenli dış muhalefet arasında güven kaybına neden olmuştur. Başka bir ifade ile Atlantikçi Reformist muhalefet, esas alternatif olmaktan çıkmakta ve yeni, bağımsız, halkla yürüyen, ekonomik sorunlara gerçek çözüm getirebilecek etkin ve güçlü bir muhalefete ihtiyaç duyulmaktadır. Bu yeni muhalefetin etnik meselelere ağırlık vermesi başarı oranını oldukça yükseltecektir. 1925’den beri çözülmemiş etnik meselelerin, biran önce demokratik değerler üzerinden çözülmesini esas gaye olarak ileri sürebilmesi ve onlara gerçekçi makul çözüm getirebilmesi, İran’ın birçok alanda önünü açacaktır. Buda bağımsız ve halkla yürüyen içerideki Türk ve gayri Türklerin bir araya gelerek güçlü bir muhalefet oluşturmasıyla mümkündür. Başka bir ifade ile Atlantikçilere oynayan Reformistlerin dönemi bitmiştir ve bu gerçek muhalefet boşluğunu Türk ileri gelenleri başta olmakla diğer etnik kesimlerin temsilcileri tarafından doldurulmasına yer açmak zorunda bırakılmaktadır.

Klasik İslam devletçiliğini reddeden Modern Ulus-Devlet Türkiye’si ile Klasik Türk Devletçiliğinin inkârına ve yapay Pers kimliğine dayanan Modern Ulus-Devlet İran’ı aynı kısır döngülere mahkûm edilmişlerdir.

Hasan Mesut Önder: Türkiye ve İran yer yer rakip yer yer ittifak içinde olan iki bölgesel güç… Bu iki bölgesel güç arasındaki ilişkilerinin stratejik seviyeye yükseltilebilmesi için İran devlet kurgusunun nasıl olması gerekir. Çünkü her ne kadar iyi komşuluk ilişkilerimiz olsa da İran’ın Türk modelinin ötekisini temsil ettiğine dair görüşler var. Orta ve uzun vadede Türk İran iş birliğinin hangi kurgu ile stratejik seviyeye yükselebileceğini düşünüyorsunuz?

İran ile Türkiye asırlardan beri birbirinin ne ölmesini ne de büyümesini istemeyen iki kardeş gibidir. Geçmiş tarihi süreçleri incelediğimizde İran-Osmanlı çoğu zaman karşı karşıya iki rakip ülke gibi çıkmış olsalar da 19.yüzyılın yetmişli yıllarına kadar kısmen ittifakta yürüdüklerine ve yetmişli yıllardan sonra ise kesintili, bazen tartışmalı bir şekilde devam ettiğini görmekteyiz. İran ile Türkiye en azından jeopolitik konumlarına göre birbirine mahkûmdur.

Tarihe göz atmamız ders almamız açısından önemli olur diye düşünüyorum. Klasik İslam devletçiliğini reddeden Modern Ulus-Devlet Türkiye’si ile Klasik Türk Devletçiliğinin inkârına ve yapay Pers kimliğine dayanan Modern Ulus-Devlet İran’ı aynı kısır döngülere mahkûm edilmişlerdir. Mustafa Kemal Atatürk, Türk Düşünce Sistemine dayalı ortaya koymuş olduğu Türk Tarih Tezi ve Türk Devlet Kuruculuğu ile bu kısır döngüyü delmek istediyse de mümkün olmadı.

Britanya Başbakanı Benjamin Disraeli’in 1870’lerden itibaren bölgedeki esas rakibi olan Rusya’ya ve Çar Rusya’sının esas bölge müttefiki olan ve Türk-Acem dünyasının manevi merkezi konumunda bulunan İran’a karşı, uzun süreden beri Türklükten uzak duran Osmanlı üzerinden Türklüğün yeniden ön plana alınması ve Sibirya’ya ve Rusya’nın içlerine kadar uzanan Türk toplumlarını Çar’ın müttefiki İran’ın manevi etkisinden çıkarmak ve Osmanlı üzerinden Rusya’ya karşı kullanma Jeostratejisini uygulanmaya konulmuştur. Bu siyasetin terkip hissesi olarak Türk karşıtı Firdevsi’nin Şah Name’sindeki İran-Turan karşı durması ve Turan birliğinin kurulması fikri bidayette Macar Vambrey tarafından 1868-1874 yıllarında ileri sürülmüş olup, Kalküta Enstitüsü üzerinden İran’a dayatılması için teorik zeminde işlenmekte olan yapay Pers Kimliği ile İran’ın Türk dünyasında etkisizleştirilmesi ve koparılıp atılması amaç edinilmiştir. Nitekim İngiltere hükümeti ilk aşamada Türklüğü ardınca da Hilafet meselesini o dönem geçici olarak desteklemekle Osmanlı imparatorluğunu Orta Asya’da Ruslara karşı kendisiyle müttefik bulundurmak maksadıyla bir aralık koltuklanmıştır. Bu Hilafet meselesini sonra Birinci Cihan Harbinde de Almanlar koltuklanmak istemişlerdir. Diğer taraftan İsmail Gaspıralı’nın 1883’den itibaren Kırım’da yayınlamaya başladığı “Tercüman” gazetesi o dönem ortak dil olan Çağatay Türkçesinde değil, tersine Osmanlı’da da kullanılan Batı Türkçesi ağırlıklı olarak yayın yapmış, Çağatay Türkçesinin yaygın olduğu bölgelerde dolayısıyla batı Türkçesini ortak dil olarak ön plana çıkarmıştır, Çar Rusya’sını İngilizlere karşı müttefik olarak gören İran’ın manevi etkisi altında bulunan Türk-Acem toplumlarını, Osmanlı üzerinden Ruslara karşı çevirmek siyaseti ve diğer taraftan Kalküta Enstitüsünün Hint-Avrupa ve Ari Irk teorisi İran’ın asırlarca manevi açıdan etkin olduğu ve birer parçası olduğu Türk dünyasından koparılmasına getirip çıkarmıştır. Ancak bu siyaset Osmanlı’nın hiç de hayrına olmadı. Hatta ortak Türkçe diye doğudan batıya ortak dil olma özelliği olan Çağatay Türkçesinin zararına Batı Türkçesi üzerinden başlanan faaliyetler de İsmail Kaspıralı’nın “Tercüman” gazetesi ile sınırlı kaldı. 1923’ten sonra Türkiye’de resmi Türkçe olarak ön plana alınan İstanbul Türkçesi de o dönem bu Türkçe ile oldukça geniş farklılıklar taşımaya başladı. Zeki Velidi Togan bu konuyla ilgili şu fikirleri ileri sürmüştür:

İsmail Bey’in Kırım lehçesi esasında umumî bir Türk edebî dili vücuda getirmek tecrübesi ise elbette sırf Projeden ibarettir. Zamanımız da Türkiye’de Türk dili, sesli harfleri tam olarak kullanmak esasında tespit edilirken, umum Türklerde müşterek hususiyetlerin eski edebî dilde ve Anadolu şivelerinde mevcut olanları bile terkedilerek, yalnız İstanbul şivesi ve onun da Avrupa zevkine yakın olan telâffuz şekilleri esas ittihaz edilmesi, umumî harp bidayetinden bugüne kadar batı ve doğu Türkleri arasında mübadelenin ve medenî münasebetlerin kâmilen inkıtaa uğramış bulunması ve Türk dilinin Rusya’da son yirmi yıl zarfında geçirmiş ve geçirmekte olduğu buhran devri, Gaspıralı’nın fikirlerini hayat sahasından uzaklaştırmıştır; Mamafih edebî dilin farklı olması. Türk kültür birliğini ihya harekâtına mâni olmaz. İstanbulluların Türkçe de ahengi, son yıllar zarfında Avrupa ve Levant dillerinin tesiriyle hâsıl olan yeni 'zevkler'e göre katı olarak değiştirmekte oldukları, bazı mütehassıslarca söyleniyor. Her halde Türkün esas ve müşterek millî malı olan kalın 'k' (q) ve 'sağır nun' (n) bırakılmakta, 'qız', ‘qış’ kelimelerin ortasındaki ‘I’ sesi de biraz daha incelmek temayülünü göstermektedir. Fransızcada ‘n’ kullandıkları halde, Türkçe ‘oğlunu gördüm’ ile ‘oğlunu, gör-düm’ tabirlerini, ‘onun oğlunu gördüm’ ve ‘senin oğlunu gördüm’ şekillerinde uzatarak kullanmayı tercih ediyorlar. Diğer Türk kavimlerinin, bilhassa Hazar ötesi lehçelerin bu 'q' ve 'n' hususunda İstanbul lehçesi lehine fedakârlık edecekleri tasavvur bile edilemez.

Bu tarihi faktı söylemekten temel amaç şu ki ister İran olsun ister Osmanlı veya Türkiye Cumhuriyeti olsun ne zamanki biri birine karşı istenilen bir yabancı güçten yana çıkış ettiklerin de hiç de iyi sonuçlar alamamışlardır. Tersine birbirine yakın ve anlayışlı davrandıklarında daha faydalı olabilmişlerdir. İki ülke arasında son yirmi yılda iyi ilişkilerin var olduğu gözükmektedir. Diğer taraftan çok da üzerinde durulmayan daha derin ilişkilerin mevcut olduğuna dair söylentiler de vardır. Ancak buna karşı her iki taraf özellikle de Türkiye bu iyimser yaklaşımla yanı sıra Atlantikçilerin İran’a yönelik alternatif sert projelerinde de kendini unutturmamağa çalışmaktadır.

İran’ın Türkiye’ye yönelik stratejisi büyük oranda açık ve nettir. İran, yukarıda bahsettiğimiz Avrasya Üçlüsü veya başka bir deyimle Avrasya Dörtlüsü olmakta ısrarlı ve kesin kararlıdır. Bu stratejik ittifakta ise İktisadi, ilmi, Teknoloji vb. alanlarda zayıf halka İran’dır. Zayıf olmasına rağmen yukarıda değindiğimiz çözmesi gereken en ağır meselelerle karşı karşıyadır. Bu ise bazen İran’ın kapasitesini aşa bilir. Bu Jeopolitik sınırlılıkları ve bazen mevcut kapasitesini aşabilecek olan bölgesel ve iç karışıklıkların karşısını almak ve makul bir hareketle çözüme kavuşturabilecek bir farklı ve daha yakın Stratejik Müttefike oldukça ihtiyacı vardır. Bu Strateji Müttefik, ancak Türkiye olabilir. Çünkü esas İran’ın kabul etmiş olduğu bu Avrasya Üçlü Stratejik İttifakı ya İran’ın 1921 öncesi gerçek milli asaletinin berpasıyla Avrasya’daki tarihi misyonunu hayata geçirme olanağı sağlayacak, ya da İran’ı iç karışıklıklarla iç savaşa sürüklemek isteyen Atlantikçilerin bölgedeki kan gövdeyi götürür savaşının birer parçası yapacaktır.

İran’ın yeniden Türk-Acem kardeşliğine dayalı Türk devlet Kuruculuğuna dönmesi teorik zeminde mümkün görülse de bunun uygulanmasına yönelik gerekli siyasi irade olmaya veya oldukça zayıf ola bilir. Bu alanda da Türkiye’nin İran’la ikili stratejik ittifakta hareket etmesi büyük oranda yardımcı olabilir. Başka ifade ile son yüz yılda manen mahvedilmek istenen İran Türklüğünün yeniden iadeyi hasiyeti söz konusu olur ve Türkiye’de kardeş devlet olarak destek vermiş olur. Bununla yanı sıra İran, Türk-Acem kardeşliğine yönelik vazifesini Türkiye ile paylaşabilir ve ortak bir şekilde Orta Asya, kuzey Hindistan, Kafkasya ve Orta Doğu’da Türk ve İslam dünyasına yönelik birlikte hareket edebilirler. Buda Türklük ve İslamiyet için yeni bir doğuş olur. Türkiye ya bunu seçer ya da İran’daki Türklüğün inkârına esaslanan yapay Pers kimliğini ön plana alanlarla, Atlantikçi kuvvetlerin İran ve bölgeye yönelik bölücü ve ayrılıkçı projelerinde beraber yürümeyi tercih eder.

İran, Türk Dünyasının birer parçasıdır. Bunu inkâr eden Vambery’nin İran-Turan efsanesi ve Kalküta Enstitüsünün Farisiye tarikatı üzerinden kuramlaştırmış oldukları siyasi düşüncedir.

Erdal Şimşek: İran’da ciddi oranda Türk yaşıyor.  Atlantikçi güçlerin, İran Türklerini, ülkenin istikrarsızlaştırılması ve parçalanması için çok önemli bir araç olduğunu düşündüğü biliniyor. Buna yönelik de çeşitli çalışmalar yapıldığı da basına yansıyan bilgiler arasında. İran Türkleri, nasıl bir İran tahayyül ediyor ve İran devlet sistemi içindeki konumunu şimdi ve gelecekte nerde görüyorsunuz?

Evet! Girişte söylediğimiz gibi İran, Türk Dünyasının birer parçasıdır. Bunu inkâr eden Vambery’nin İran-Turan efsanesi ve Kalküta Enstitüsünün Farisiye tarikatı üzerinden kuramlaştırmış oldukları siyasi düşüncedir. Bu siyası anlayışların oturtulmasıyla yanı sıra 1917-1921 arası yapılmış olan katliam ve soykırımla İran Türklüğü etkisizleştirilmiş ve Çengiz Han veraset hukukuna ve Emir Timur Soyundan gelme geleneğine dayalı Türk devlet kuruculuğu ortadan kaldırılmış ve yukarıda izahı verilmiş olan yapay Pers kimliğine dayalı sömürge devleti olarak kurulmuş olan Pehlevi’lerle Türklüğün inkârı sağlanmıştır.

60-70 yıl Türklüğe karşı olmazın faciaları yaşatılmıştır. Türkler kendi kanlarıyla kurup, koruyup kolladıkları vatanları olan İran’da “Ben bir Türk olarak var olmak istiyorum demesi asla mümkün olmamıştır.” Bu süreç 1988 Ayetullah Ruhullah Humeyni’nin vefatından hemen sonra Atlantikçi kuvvetleri olarak karakterize edilen sözde Reformistler tarafından yeniden Türk karşıtı hareketlerinin atak yapmasına karşı toplumsal tepki olarak doğan itirazlar Türklüğün Milli Hareketi olarak ortaya çıkmıştır.

İlk aşamada Türklüğün sessizce, yumuşak bir tarzda çözüme kavuşturulması düşünülse de yasal olanaklarının kısıtlılığı bunu zorlaştırmıştır. Çünkü Anayasanın 15. Maddesi yegâne Fars diline resmi hukuki zorunlu devlet statüyü vermektedir. İran’da Türk dili ise bölgesel veya yöresel olarak halledilmesi gayri mümkündür. Çünkü Türkler İran’ın her bir eyaletinde kendini hissettiren yegâne millettir. Türkler, ortalama ülke nüfusunun yarısından fazlasını oluşturmakta ve devletin asli kurucu unsuru olarak izhar-i vücut ediyorlar. İran’da yapay Pers kimliğinin yegâne devlet kimliği olmasından yana çıkış eden ve sözün gerçek anlamında Türk düşmanlığıyla bilinen o dönem Reformist kesimin başında duran Hüccet’ül-İslam Refsencani bu meselenin güvenlik konusu yapılmasıyla dinç yolla çözümünü gayri mümkün etme yolunu tercih etmiştir.

O dönemden itibaren günümüze kadar bu mücadele kültürel ve siyasal alanda akıllı bir şekilde devam ettirilmektedir.

İran’ın Atlantikçilere karşı duruşunun tarihi nedenleri vardır. İran’ın siyasi tercihi Atlantikçilere karşı olan devletlerle yakın olmaktır. Tabi buda ABD başta olmakla Anglosakson devletlerini oldukça rahatsız ediyor. Buna göre Anglosakson devletleri baskı vasıtası olarak bütün etnikleri ve genellikle muhalefeti desteklemek kararı almıştır.

Ancak ABD ve diğer Anglosakson devletlerinin İran ile ilgili şubelerinin bilmesi gereken bir mesele vardır, o da şu ki, 1925’ten itibaren dayatılmış olan yapay Pers kimliği ile herhangi bir muhalefet oluşturmak ve azınlıkları da onların alt birimi olarak birleştirmek stratejisi ne başarılı olabilir ne de halk tarafından kabul görülür.

İran Türklerinin Milli Hareketi akıllı bir süreç yürütüyor. Amaçlanan asıl hedef, İran’da Türkleşmek üzerinden kültürel devrime nail olmaktır. Çünkü ülkenin asli kurucu unsuru olarak ülkenin hem de varlığından sorumludur. Milli Hareket, yalnız Türkleri değil hem de bütün – Tacik, Tat, Lor, Lar, Lek, Gilek, Kırmanci, Gurani, Surani, Beluc, Arap vb. azınlıkların yöresel ve bölgesel hak ve hukuklarının konvansiyonel şeklide tanınmasını amaç edinmiş fikri, medeni ve siyasi bir cereyandır. Bu konseptle hareket eden bir cereyanın Yapay Pers Kimliğini ön plana alan bir muhalefetin alt birimi olarak hareket etmesi mümkün değildir. Buna giden, yalnız kendine ihanet ve hainlik eden yolsuzun biri olabilir.

Yukarıda söylediğim gibi Atlantikçilerin birer memuru gibi hareket eden mevcut Reformist cereyanı bitmiş sayılmaktadır. Şu an bağımsız, halkla yürüyen, gerçek ve ciddi bir muhalefet için zemin oluşmaktadır. Türkler, Lor, Kürt, Arap, Beluc vb. kardeşlerini de yanlarına alarak son yüz yılın etnik sorunlarının yasal bir düzeyde giderilmesi ve mevcut toplumsal, kültürel ve ekonomik problemlere yönelik doğru çözüm getiren bir programla gerçek ıslahatçı muhalefeti oluşturabilir.

Güney Azerbaycan dâhil İran’ı ve Türklüğü bir bütün olarak savunan Milli Hareketin esas hayati gayesi Klasik Türk Devlet Düşüncesine dayanarak, Türk dilinin resmi hukuki zorunlu devlet dili olmasıdır. Bunun yolu da Türklüğü inkâra esaslanan dayatılan yapay Pers kimliğini savunan köken İranlı olmayan Pan Farsist kuvvetlerin içte ve dışta büsbütün çürütülmesidir. Milli Hareketin misyonu, Atlantikçilerin direktifleriyle tabiri caizse kendi katilinin yan kolu olarak hareket etmek değil, tam tersine onu çürütmekle kendi gerçek kimliğini var etmektir.

Biz vatanımız İran’a dayatılmış olan yapay Pers kimliğini çürütmek ve Tarihi Milli Asaletimizi ve Risâlet’imizi diriltmekle mükellefiz!