Eski Türkiye’de iş ilanların metninde
aranan elemanların özelliklerinden sonra kendileri ile çalışmaya karar
verenlere “Maaş + Prim + SSK” diye
vaatte bulunurdu işverenler. Çünkü o günkü Türkiye’de hesaplar kontrol
edilmiyor, işyeri müfettişleri teftişe çıkmıyor aksine kişisel ihtiyaçları
olduğunda kayıtsız işçi çalıştırdıklarını bildikleri işletmelerin, muhasebe
servislerine görünür ve “sakal”larını
alıp giderlerdi.
Aynı şekilde Türk medyasının köşe
başlarını tutan dürüst araştırmacı (!)
ve karıştırmacı gazeteciler de dana büyük balık avlarına çıkar, açığı olan
KOBİ’ci patronlara çökerlerdi. Türkiye’de düzen böyle idi.
Türk medyası kurulduğu günden beri
ahlaksız ve rüşvetçilikle iç içe olan bir anlayışa sahipti. Bugün “Hürriyet kahramanı” olarak gösterilen Namık Kemal’in bile makalelerini
padişah sarayından gelen akçeye göre yazdığını artık bilmeyenimiz yok.
İşte böylesine kirli bir medya dünyasında
şu anki adı Sezgin Baran Korkmaz olan
(Üç kere ismini değiştirmiş) şahıs bir anda medyamızda arz-ı endam etti. Robin
Hood olarak gösterildi. Üç lahmacun ve içinde bin lira para olan birkaç zarf
kapıya bırakınca Robin Hood olarak gösterildi basınımızca.
Sonra bu şahsın FETÖ ile ilişkisi
gündeme geldi. Birileri FETÖ ile olan ilişkilerini İstanbul cumhuriyet
savcılığına ihbarda bulunmuş, olay yerleri ve tarihlerini tek tek belirtmişti. Ve
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bu şikayeti kapatmış, Bu olay ilgimi çekti ve
üzerine çalışmalar başlatmıştım
Sezgin Baran Korkmaz’ın bu ülkede adının
karıştığı işler ve FETÖ terör örgütüne ait Borajet havayolunu satın alarak
örgüte 300 milyon USD aktarması ve bazı kurum ve kişilerin mallarına yönelik
hukuk dışı sahip olma teşebbüsleri iddiaları ile ilgili 3. 5 yıl önce yazdığım
bir yazıdan başıma gelmeyen kalmadı.
FETÖ’nün finans sağlayıcısı ve kara para
aklayıcısı olduğu iddialarını içeren bir haber yaptıktan bir süre sonra başıma
gelenleri bir önceki yazımızda anlattığımız için yeniden anlatmayacağım.
(meraklısı için: https://www.haber365.com.tr/yazarlar/erdal-simsek/turk-medyasi-mi-sezgin-baran-korkmaz-medyasi-mi-863 )
Sezgin Baran Korkmaz’ı faş etmemden sonra başıma gelenler,
aslında Türk medyasının ve adalet sistemimizin adım adım nasıl kangren haline
geldiğini gösterdi bana. Bir çoğunun ekmeğine sebep olduğumuz, meslek sahibi
yaptığımız, arkadaş bellediklerimiz bırakın hatırımızı sormaya, selamlarını
dahi kestiler.
İngiltere Dış
İstihbarat Servisi (MI 6)’nın ve dillerinden ‘HAKSÖZ’ lafını düşürmeyen Kraliçenin
İslamcıları ile kuyruğuna bastığım medyadaki kazurat takımı aleyhimde
yazmaya başlamışlardı .Bununla da yetinmemiş, sosyal medyada linç etmişlerdi.
Mahkemeye verdiğim bu namus yoksunları, o tvitleri silmiş ve mahkemede o
minvalde tvit atmadıklarını söyledi hepsi. (Sahi Türk solu ve Türk dinci
medyaları kadar korkak ve namus yoksunu güruh başka ülkede var mı?)
Bunların içerisinde başka dünya görüşüne mensup olmasına
rağmen birlikte çalıştığımız ve o günlerde ev kirasını dahi ödeme konusunda
güçlük çeken “abla”larımız bile
aleyhimizde yazmışlardı.
Ve bu gün SBK düştü herkes vuruyor, Sezgin Baran Korkmaz’ın
cesedi üzerinden kendilerini temize çıkarmaya çalışıyorlar. (Dikkat ettiyseniz
her iki yazımda da SBK’ya vurmuyorum. Düşene vurmak ahlaklı insan işi değil.
Şartlarımız eşit olduğunda kendisine direk soracağım birkaç soru var.)
İzah edeyim: SBK’nın satın aldığı “ölü” şirketlerin tümüne
bakın. Önce bu şirketlerin aleyhinde haberler o günkü Hürriyet gazetesinde çıkıyor. Haberlerin tümünde
aynı muhabirin imzası var. Ve bu muhabir de Sezgin Baran Korkmaz’ın hemşehrisi.
Bitmedi
Bu “muhabir” FETÖ
terör örgütü mensubu olduğuna dair yargılanıyor. Yargı sisteminin elinde güçlü
deliller olduğu iddia edilmesine rağmen bu şahıs tutuksuz yargılanıyor. Bu
şahsı tutuklamaya sevk etmeyen Savcılık makamıyla ilgili bir çalışma yapıldı mı
yapılmadı mı bilinmiyor.
Diğer yandan, Sezgin Baran Korkmaz’ı hem kendi köşelerinde
hem de sosyal medyada “Robin Hood” olarak gösteren kalemlerin, medyacıların
yoğun olduğu bir grupta, artık istenmeyen ve kambur olarak görülen bir şahıs
ile en alt gruptan bir çalışan SBK ile ilişkisi olduğu iddiasıyla faş edilip
tasfiye edildi. Ama ne hikmetse SBK’nın “abla”larına
dokunulmadı bile. Birkaç yıl önce ev kirasını ödeyemeyen bu “abla”nın nasıl
oluyor da on milyonlarca liralık gayrimenkule; dairelere sahip olduğu
sorgulanmıyor. Sorgulanamaz çünkü ablalara dokunulduğunda tepedeki abilere iş
uzar.
Diğer yandan yine bizim mahallenin en büyük medya grubunda köşesini
SBK’ya tahsis ve tahvil eden Övürgen
ile ilgili hiçbir işlem yapmadı çalıştığı kuruluş. Sadece bu Övücü ve
Övürgenler mi, bir çok SBK kalemi görmezden geliniyor o grupta.
Diğer yandan SBK’ya çok saldırır gibi görünen ancak yaptığı
atışlarla malum kişiyi daha da güçlü hale getiren İsrail/MOSSAD’ın ülkemizdeki
kirli propaganda aracı, Karanlıkoda ekibi
de kulağının üstüne yatmış.
Hele sol basını hiç sormayın. Evrensel takılıp Allah’ın her Bir
Günü SBK’nin aleyhinde sözde Sözcülük
yapanlar kendilerine toz bile kondurmuyorlar. Halbuki oraların kapısına
SBKmetre cihazı kurulursa, onun altından gecen bir çok insanda bu cihaz öter.
Dün kalemlerine her türlü emperyalizme satan bu Stalinist (kendilerine
solcu-Atatürkçü diyorlar. Atatürk’ün de kemiğini sızlatıyorlar) şahıslar, bugün
kalemlerine pos makinası takıp nasıl
oynattıklarını hepimiz görüyoruz.
Medyayı eşeledikçe bu kirliliğin boyutu daha büyüyor.
Dediğim gibi bu olay medyamızın ne kadar kirlendiğini
gösterdi. Yargı denen sistemin zulmünden/cenderesinden kurtulduktan sonra bu
arkadaşların SBK ile ilişkilerini araştırmaya başladık. Ve tamamının satılık
kişiler olduğunu gördük maalesef.
Medya patronları yöneticilerine kendi kurumlarındaki
çürükleri ayıklamak için şu yöntemi takip etmelerini önerebilirim:
Kendi gazete, televizyon ve radyolarında, dijital medya platformlarında SBK’yı
öven haberlerde kimin imzası varsa onu mercek altına almalılar. Ben SBK’nın bu gıllıgışlı
olduğu iddia edilen ilişkilerini deşifre etmeye çalışırken, posu cebinde olan
satılık kalemler ve “abla”lar, bu
şahsı Robin Hood olarak tanıtıyorlardı. Robin hood dedikleri adam, bir köye
kapılara biner lira bırakmış. Toplasanız 50 bin tl bile etmez.
Yok efendim plajda lahmacun dağıtmış. Dağıttığı bin lahmacun
bile olsa tanesi o günkü para ile (toptan fiyatı) 74 kuruştu. Ama bu satılık,
bu onursuz, bu haysiyetsiz kalemler öylesine ballandırıyorlardı ki SBK’yı üç
kuruşluk bu PR çalışmasını insanlık tarihinin en büyük iyilik hareketi olarak
değerlendiriyorlardı.
Ve Türk medyası Tepeden tırnağa bu rezil konumdan kendini
temizlemediği sürece artık eleman aradığında delikanlıca iş ilanlarını şöyle
yazabilirler mi:
“Medya kuruluşumuzun
muhtelif alanlarında çalışacak eleman aranıyor. Çalışacak arkadaşlara maaş + Prim+
SBK vaat ediyoruz”
Ve bu günlerde çok ilginç bir dedikodu dolaşıyor kulislerde:
Yargının da bu kirlenmişliğin içerisinde olduğu iddia ediliyor.
Çocuk yaştan beri, babamın devrimci duruşu ve sonrasında da
gazetecilik mesleğimden dolayı her yıl ve bazen neredeyse her ay farklı dava ve
dosyalarla yargı ile muhatap olan biri olarak gözü kapalı şunu söylerim:
Yargımızı bu kirlikten bu kirlenmişlikten ve kirlilerden tenzih ediyorum. 12
Eylül ile 28 Şubat Amerikancı post modern darbesi sırasında bile general
üniforması giymiş çetecilere yargı sistemimiz boyun eğmedi. O gün olduğu gibi
bu gün de sistemin içinde çürükler vardı ve halen var. Bizlerin tek sığınağı ve
koruyucusu olan yargı sistemimizin bir an önce harekete geçerek, o temiz ve pir
ü pak tarihine yaraşır bir şekilde içindeki çürük elmaları ayıklaması zaruretin
de ötesinde, devletin bir numaralı güvenlik meselesi haline gelmiştir.
Bu arada bir önceki yazımızda, Türk ve dünya kamuoyunun
fısıltı gazetesinde kulaktan kulağa dolaşan şu sorunun cevabını alamadığım işin
yineliyorum:
Dünyanın en zengin
Adalet Bakan Yardımcısı hangi kıta ve ülkede yaşıyor?
Bu sorunun cevabını bulana kadar merak edeceğim...