İletişim ve dijital çağda olmamıza rağmen Türkiye’de
yerleşik medya sistemi günden güne eriyor. En dindarın en sekülerine;
Sosyalistine kadar hiçbir yerleşik medyanın güvenirliği kalmadı.
Oysa dünyada yerleşik medya, bir yandan dijitalleşme
çabasını kesintisiz sürdürürken, diğer yandan da yerleşik medya anlayışını da
bu sisteme adapte etmeyi başardı. Özellikle içinde bulunduğumuz Batı dünyası,
bu konuda tartışmasız ön saflarda bulunuyor. Batılı refiklerimizin aksine Türk
medyası günden güne eriyor, hiçbir şekilde inandırıcı olmuyor ve itibarı yerle
bir oluyor.
Buna mukabil, yerleşik medyamızın kullandığı araç gereç ve
binalar, Batılı refiklerinin çok çok ilerisinde. Türk medyası akıllı binalara
geçtiğinde, Başta Almanya ve İngiltere olmak üzere bir çok Batılı medya
binasında asansör bile kullanılmıyordu neredeyse.
Yerleşik Türk medyası patronları, insan yerine teçhizat ve
binalara yatırım yapınca, personelin kalitesi ve çapı bu beton yığınlarının çok
gerisine düştü. Böylece Türkiye’de medyacılık “satılık kalem” ve tetikçiliğe dönüştü.
Kendini muhalif olarak tanımlayan medyanın tamamı bila kayd
u şart, hükümetin bütün icraat ve fikirlerini tu kaka ilan edip muhalefetin
gönüllü kapıkulu eri olurken, hükümet yanlısı olan yerleşik medyanın tamamı ise
“sir yes sir” modunda. Yani tersi
olarak birbirinin aynısı. Ve yaklaşık çeyrek yüzyıldır Türk medyası bu kurgu
ile varlığını sürdürünce maalesef ülkemizde gazeteci kalmadı.
Gazetecilerin büyük çoğunluğu bu sistem tarafından
dışlanırken, geriye kalanı da ya kahredip meslekten uzaklaştı ya da “kahrolası hanede evlad u ıyal var”
deyip ekmeğinin kölesi olmak zorunda kalma adına haberciliği bırakıp editörlük
ve sayfa sekreterliği yapmaya başladı.
Gazeteciler meydandan çekilince medyada, pos makinaları
ceplerinde olan “akçeli kalemler”
egemen olmaya başladılar. Daha beş on sene önce evinin kirasını ödeyemeyen
gazeteci hatunlar, bu gün İstanbul’un en pahalı projelerinde on milyonlarca
liralık konutlarda oturuyorlar. O konutların aidatları bile ortanın üstünde bir
evin kirasından fazla.
Ha keza yeni nesil gazeteci beyler de öyle. Dün ancak çatı
katında kiralık oturanlar, bugün villa tapusu koleksiyoneri oldular. Kimi de
muhteris, yerden bitme siyasilere sırtını dayayarak, “tahsisas-ı mesture”den
(Örtülü Ödenek) çarptıkları on milyonlarca dolarla medya grubu kurup başına
geçtiler.
Çatı katında oturan bir muhabirin birden gazete patronu
olması ve İstanbul Boğazı’na nazır 30-40 milyonluk villalarda oturmasının izah
edilir bir yanı yok.
“İşadamı” görünümlü soyguncular, hırsızlar, kara para
aklayıcıları, rantiyeciler, şantiyeciler bu kalemi paraya tahvil edilenleri tek
tek ve bazen de grup halinde satın alarak bütün kirli işlerini örtbas ettirmeyi
başardılar. Aynı işadamı görünümlü kara para aklayıcısı hırsızlar, bu
gazeteciler üzerinden adliyelere sızıp adalet mekanizmasını ele geçirdiler.
Örneğin bir mahkeme bu hırsız, kara para aklayıcısı ve FETÖ finans sağlayıcısı
lehine 400 karar verebiliyor. Yanlış okumadınız, İstanbul’da bir adliyede bir
mahkeme bu adamın lehine aynı gün yaklaşık 400 dosya hakkında karar verdi. Ve
üzerinden iki yıl geçmesine rağmen ne HSK ne de Bakanlık kılını kıpırdatmadı.
İş olsun diye mahkemeye bir yazı yazıp “ne
oluyoruz birader” demedi. Demez çünkü, oralara
giden yol “buralardan” geçiyor. Acı ama gerçek bu.
Konuyu daha da netleştirirsek;
Geçtiğimiz yıllarda Bir iş adamının FETÖ terör örgütüne 300
milyon dolar aktardığını ve Türk Hava Kurumu’nun mallarına çökeceğine dair bir
haber dosyası yapmıştım.
Başıma gelmeyen kalmadı. Bir çok iftiraya maruz bırakılarak
hiç alakasız bir adliyede alakasız bir dosyada tutuklandırıldım.
Bana iftira atılarak, suça teşebbüs ettiğim iddia edilen yer
İstanbul Adliyesi sınırları içerisindeydi. Benim ikametgahım Bakırköy Adliyesin
sınırları içerisinde. Beni tutuklayan ise Büyükçekmece adliyesi. Mahkeme
kayıtlarına bakın, duruşmam tam 1 dakika 24 saniye sürdü. İlgili hâkim mahkeme
kürsüsünden kaçarak indi ve koşa koşa salonu terk etti.
Vermediğim ifadeyi bana mal eden haber yapıldı bütün sol ve
Kemalist gazetelerde. Bu arada kuyruk acısı olan namus ve ahlak yoksunu,
İngiliz İstihbarat Servisi’ne çalıştıklarını vaktiyle ortaya çıkardığım ve
ortalıkta HAK SÖZü ağzından
düşürmeyen Kraliçenin dinci gazetecileri
de sosyal medya hesaplarında bana çemkirmişlerdi.
Ve bu kara paracı olduğu gerekçesi ile firari FETÖ finansörü
adamın 2. Rıza Zarab vakası olacağını
tam üç yıl önce yazdım, hapse girmeden önce de çıktıktan sonra da ilgili
herkese söyledim. Ama bunun dağıttığı paralar tatlı geldiği için kimse duymadı
sesimi
Yazdım da ne oldu? Çok yakın olduğum, abi kardeş gibi içli
dışlı olduğum parlamenterler, bakan ve siyasetin yüksek kademelerinde beraber
çalıştığımız hiç kimse bırakın sahip çıkmayı, merak edip “bu adamın dosyasında ne var” diye araştırmadılar bile.
Hiç tanımadığım görmediğim bir çete ile ilişkilendirmeye
çalıştılar. Allah’tan adamların da teşhiste tanımadıkları ortaya çıkınca beni
çete dosyasından ayırmak zorunda kaldı.
Benim aleyhimde haber yapan Hürriyet muhabirinin 2. Rıza
Zarab olan şu anda adı Sezgin Baran
Korkmaz olan kara para suçlaması ile hakkında tutuklama kararı bulunan ve
yurt dışına firar eden şahsın haberlerini yapardı sürekli. Ayrıca bu muhabirin
aleyhinde haber yaptığı şirketler bir süre sonra Sezgin Baran Korkmaz
tarafından satın alınıyordu. Ve bu muhabir, FETÖ’den hala yargılandığı halde
hala Hürriyet’te tutuluyor.
Sezgin Baran Korkmaz elbette sadece bu muhabirle
ilgilenmemişti. Bir çok insanı satın aldığını bana açık açık söylemişti. Bu
işten vaz geçmemi, sonunun benim için iyi olmayacağını da söylemişti. Hatta
gözaltına alınacağım günü dahi söylemişti. Göz altında iken, çökmek istediği
işadamıyla ilgili ifade verirsem serbest bırakılacağımı söylemişti.
Hiç itibar etmedim. Ama dediklerinin tamamını yaptı. Ne
poliste ne savcılıkta ne de mahkemede malına mülküne çökmeye çalıştığı işadamı
Recep Ercan Keskin’e iftira atmadım.
Ve şimdi Sezgin Baran Korkmaz’ın satın aldığı gazeteciler
konuşuluyor. Şuna emin olun ki Korkmaz, sadece gazetecileri satın almadı, medya
patronlarını da satın aldı.
Hem de her taraftan, bir yandan solcuları diğer yandan
dincileri…
Bu gün herkes Habertürk’ün sunucusu Veyis Ateş’in üzerine
yürüyor. Veyis Ateş’in cesedi üzerinde en çok tepinenlerin, basın özgürlüğü ve
ahlakından söz edenlerin aynı gruptan olması herkesi şaşırtıyor ama beni
şaşırtmıyor.
Açık açık söyleyeyim, Veyis Ateş’i tanımam. Günya gözü ile
bir kere dahi karşılaşmadık konuşmadık 3. 5. Kişiler üzerinden ne selamını
aldım ne selam gönderdim. Ama bu gün tanrılara kurban edilen Veyis Ateş’in
cesedi üzerinde tepinenlerin kirli çamaşırlarını saymaya başlarsak, “burdan Fizan’a yol olur.”
Basın özgürlüğünden söz edenler, neden yıllarca Veyis
Ateş’in belirlediği konuk dışında programlarına adam çıkaramadılar? Madem o
kadar özgürlük düşkünü ve delikanlı idilerse neden “editoryal özgürlüğüm yok. Benden buraya kadar” deyip istifa etmediler?
Daha dün evinin kirasını ödeme gücü olmayıp da bu gün
İstanbul’un en pahalı konut projelerinde ve Boğaza nazır dairelerinde oturan
hanımlar ve beyler, Sezgin Baran Korkmazdan ve başka işadamlarından para
koparmışlar mıdır?
Sezgin Baran Korkmaz, kaç kere ismini değiştirdi?
Bir insan durup dururken neden birden çok defa ismini
değiştirir? Neyi gizlemeye çalışıyordu acaba?
İstanbul’da adliyelerde başsavcılardan daha güçlü olan
Sezgin Baran Korkmaz’ın Ermeni Levon Termeciyan ile birlikte Ermeni dönmesi
Fetullah Gülen’in yapılanmasına ne kadar para aktardı?
Sezgin Baran Korkmaz’ın yargı, siyaset ve güvenlik
bürokrasisi içerisinde maaşlı elemanları kim?
Hedefe koyduğu işadamı Recep
Ercan Keskin’e çöktü mü, ondan ne kadar kopardı veya kaç yüz milyon zarar
verdi?
Sezgin Baran Korkmaz, sadece muhabirleri mi satın aldı yoksa
medya patronlarını mı?
Bu medya patronlarının kaçı dinci, kaçı solcu, kaçı solcu?
Aynı medya
patronları, suç örgütü kurup sayısız cinsi sapıklık ve suç işlediği için bir
ton hapis cezası alan şahıstan yıllarca “reklam” adı altında kaç on milyon lira
aldılar?
Sezgin Baran Korkmaz kaç gazeteciye “abla” diye hitap ediyordu? Ve bu “abla”lara milyonlarca dolarlık hediyeler sundu mu?
Sezgin Baran Korkmaz’ın FETÖ ile ilişkilerini anlatan bir
ihbar yapıldı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına. Şikâyette, Korkmaz’ın FETÖ
terör örgütünün başı Fetullah Gülen ile ilişkileri ve bu örgüte nasıl para
aktardığı anlatılıyordu. İhbarda bulunan da ortağıydı. Ve o dosya kaç günde
kapatıldı biliyor musunuz?
O dosyayı kapatan savcılar şu anda hangi yüksek makamlardalar, nerelerdeler hiç
merak ediyor musunuz?
Şu anda Sezgin Baran Korkmaz burada değil ve şartlarımız da
eşit değil. İtibarıma suikast ettiği halde aynısını yapmayacağım. “Kurtlukta düşeni yerler”, ama “mertlikte düşene bir tekme de vurulmaz.” Dünya
gözü ile karışlaşırsak soracağım çok soru var. Bu gazetecilere dağıttığı yüz
milyonlarca liralar onun topladığının yanında çerez kalır.
Konumuzla alakası yok ama aklıma bir de şu soru geldi:
Dünyanın EN ZENGİN
Adalet Bakan Yardımcısı hangi ülkenindir ve bu serveti nasıl edinmiştir?
Eden bulur. Bu zulümlerin hesabını Allah tek tek soruyor.
Milyarlarca dolarla oynayan insana şu anda bütün yeryüzü dar geliyor.
Sezgin Baran Korkmaz’dan para alarak bana iftira atana yine
Sezgin Baran korkmaz Nisan ayının sonlarında sıktırdı da Allah karısına
bağışladı. Onunla da mahkemede hesaplaşmaya başladık zaten.
Allah sadece Sezgin Baran Korkmaz’a değil, o gazeteci hanım
ve beylere, adaleti mahvedenlere, medya patronlarına da yer yüzünde hesabı
soracak emin olun.