Biden ile
birlikte ABD’nin yayılmacılık politikası yeniden ivme kazandı. Obama döneminde hayata geçirilen ve Trump döneminde sekteye uğratılan
ABD’nin Ortadoğu ve Akdeniz yayılmacılığı yeniden hız
kazandı.
ABD’nin Ortadoğu ve Akdeniz
yayılmacılığının nihai hedefi Bağımsız Devletler topluluğu, yani Rusya’dır.
Rusya’ya erişimin sağlanması konusunda engel olan ülkeleri de bertaraf etme
stratejisini şu anda harfiyen uyguluyor.
Suriye’nin ABD ve müttefikleri
tarafından işgal teşebbüsü ve ondan sonra yaşanan olayları bu çerçevede okumak
gerektiği kanaatindeyim. Türkiye; Cumhurbaşkanı Erdoğan bu resmi çok net gördü.
Bu yüzdendir ki, atanmış Ahmet
Davutoğlu’nu tazminatsız olarak işten attı. Ve Davutoğlu ile birlikte
rotasını şaşıran Türkiye yavaş yavaş kendi eksenine dönmeye başladı. O günden
bu yana Türkiye’nin attığı bütün askeri ve stratejik adımların bu çerçevede
değerlendirilmesi gerekiyor.
Türkiye, Gara operasyonu başlatmadan önce ABD ve Batı tarafından Doğu Akdeniz ve bölgemizde atılan bütün
adımları bu minval üzere değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim.
ABD, Suriye’ye yönelik işgal
teşebbüsünden bu yana Doğu Avrupa ve Akdeniz’den Rusya’yı kuşatıyor. ABD’nin
Karadeniz kıyıları ve periferisine yığdığı asker sayısı on binleri aştı.
Yunanistan’ın işgali altında bulunan
Batı Trakya ve Girit adasındaki Amerikan askeri varlığı yine on binler civarında.
Batı Trakya ve Akdeniz’deki ABD
askeri varlığının ilk sebebi Türkiye olduğunu düşünmekle birlikte nihai hedef
Rusya’dır. Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye’yi 2010 yılından bu yana “düşman ülke” konseptinde görüyor ve
değerlendiriyor. Türkiye ile müttefikliği kesin bir yalandır artık.
Türkiye, ABD’nin bu hasmane tavır ve
değerlendirmelerine karşılık pozisyon alıyor ve hiçbir şekilde boyun eğmiyor.
Resmin diğer parçalarına da bakalım:
ABD, “Soğuk Savaş” döneminde Sovyetler
Birliği/Doğu Bloku’nu yıkmak için “Din”i
en güçlü aparat olarak kullandı. Sovyetlerin Doğusunda “Yeşil Kuşak Projesi” ile İslam’ı, Batıda ise Katolik Hıristiyanlığı kullandı.
Katolik Hristiyanların başı olduğu
için bu dünya organize hareket etti ve hiç zayiat vermedi. Ama İslam dünyasının
halifesiz/başsız olmasından dolayı
bin parçaya bölündü. El Kaide, Taliban,
DAEŞ, FETÖ, Hizbullah, Pasdar, Haşdi Şabi gibi onlarca terör
örgütleri türedi. Bu örgütler, ABD’nin çıkarlarına hizmet edecek şekilde
terörist faaliyetlerde bulundular. 1979’dan
bu yana bu örgütler ve Amerikan emperyalizmi İslam dünyasında 10 milyona yakın
insanı katlettiler. Ve bölgemizi, ABD ile peyklerinin rahat at koşturacağı
hale getirdiler.
EBD, Katolik Hıristiyanlığı
kullanarak, Sovyetler Birliği’ni yıktı. Herkes Sovyetlerin dağılmasını “Berlin Duvarı”nın yıkılmasına bağlar.
Oysa Sovyetleri yıkan esas olay, o günkü Katoliklerin Papası Jean Paul’ün Sosyalist olan Polonya’da
ayin düzenleme istemesiydi. Katolik Papa’nın,
dolayısıyla Amerikan emperyalizminin emri altında olan o günün Polonya’sındaki
en büyük işçi örgütü olan Dayanışma
Sendikası’nın başkanı Lech Walesa
gelen talimatlara uyarak işçileri sokağa dökmüş ve Sovyet şişesi kırılmıştı.
Burada, Marx’ın hakkını teslim etmek gerekiyor
Din batı için çok iyi bir sömürge
aracıdır. Marx’ın isyanı bunadır.
Marx, “din afyondur” derken
kilisenin sömürgeciler için kitleleri uyutmasına isyanıdır bu sözü. Ama mu
sözün önü ve arkası var. Marx, dinin gerekliliğini de savunur. “Din”i “toplumun vijdanı ve ahlakın temellerinden biri” olarak görür. Ve
yüzyılı aşkın bir süredir özellikle Türk sağ ve İslamcı aydını Marx’a iffira
atmaktan çekinmez. Veya iftiraya aracı olmaktadır. Marx’ın sözünün başını
sonunu kırparak sosyolojik bir tespiti çarpıtmaktan geri durmuyor.
Emperyalizm, birbirinin karşıtı olan iki ‘Din’i aynı
amaçlar için kullanıp kesin sonuç alıyorsa, burada Marx’ın bu Sosyolojik ve
Kitle Psikolojisi ile ilgili tespitinin de hakkını vermek gerek.
Şimdi aynı ABD, pandeminin zirvede
olduğu bir zamanda Katoliklerin Papasını Erbil’e ayin düzenlemeye gönderiyor.
Irak Kürdistan bölgesinde toplasanız bir mahalle Hıristiyan var. Bu mahalle de
Erbil’deki ünlü Aynkawa’dır.
Katoliklerin Papası 7 Mart’ta Erbil’de ayin düzenleyecek. Ve Erbil’deki Hariri Stadyumu’nda binlerce insanın da
meraktan katılacağı bir ayin yapacak.
İki insanın bir araya gelmesini “ölümcül” bulan Dünya Sağlık Örgütü ve onun patronu Batı dünyası binlerce kişinin
statta toplanıp ayin yapmasını teşvik ediyor.
Madem insanların statlarda
toplanmasında sağlık açısından bir sorun yok ise neden bütün dünyada ligler
seyircisiz oynanıyor?
Binlerce insan bir statta toplanıp
ayin yapabiliyorlarsa neden camilerimiz, Kabe’miz kapalı?
Neden sokaklarımız, cenaze
merasimlerimiz, ev ziyaretlerimiz kapalı?
Bu soruların cevabı asla
verilmeyecek biliyorum, ama biz yine de soralım.
Resmin bir diğer parçasına da
bakalım
Katoliklerin Papası’nın Erbil’de
ayin düzenleyeceği şayiası yayıldığı sıralarda NATO, Kuzey Irak’a 10 bin civarında
asker göndereceğini açıkladı. Ve bu askerler “eğitim amaçlı” orada bulunacakmış.
Eğitim amaçlı 10 binlerce asker…
Afganistan’ı, Irak’ı, Suriye’yi işgal etmeden önce aynı ve benzer açıklamalar
yapmıştı Batı emperyalizmi. Eğitim ve koruma amaçlı giden on binlerce asker,
daha sonra işgalci olmuşlardı. Tam 20 yıldır Afganistan’da güvenlik amaçlı
bulunan NATO bütün Afgan halkının taleplerine rağmen ülkeden çıkmayı
reddediyor.
Ve resmin son parçası:
ABD, Suriye’nin kuzeyine orta ve uzun menzilli hava savunma sistemleri ile
birlikte yeni üsler kuruyor. Ve Rusya, burada alan kaybediyor.
Merak ettiğim, Rus devleti ne zaman
bu tehlikenin farkına varıp Türkiye’ye karşı ikiyüzlü politikalarından
vazgeçecek? Türkiye, ABD’nin Rusya ile ilgili emellerinin yüzde 10’una bile “evet” dese, Bağımsız Devletler Topluluğu ve Rusya Federasyonu diye bir şey kalmayacak.
Rus devleti, Türkiye ile ilgili dış
politikasını devlet kademelerindeki “Ermeni
etkisi”nden dolayı bir türlü değiştiremiyor. Rusya, Türkiye ile ilgili
siyasetinde Ermenilere adeta rehin olmuş durumda.
Rus Dışişleri Bakanlığı Türkiye söz
konusu olunca, tem bir Ermeni Dışişleri Bakanlığı’na dönüşüyor. Başta Dışişleri Bakanı Lavrov olmak üzere
ilgili masa ve müdürlükler tamamen Ermenilerin kontrolünde. Halbuki Rus asıllı
sayısız Türkiye uzmanı dışişleri personeli ve akademisyen var Moskova’da.
Rusların efsane eski Ankara
Büyükelçisi Albert Çernişev ve onun
yetiştirdiği bir çok Türkiye uzmanı Rus, Sergey Lavrov tarafından pasife
çekilirken, koca Rus Dışişleri
Bakanlığı’nın Şark ve Türkiye masaları Ermenilere teslim edilmiş durumda.
Savaşın Ekseni Rusya’ya doğru
kayıyor. Türkiye bunun farkında ve Mavi Vatan, Sismik araştırmalar ve Gara
Operasyonu ile gerekli cevapları verdi.
Gara operasyonu, Amerikan
Emperyalizminin bölgemiz ve Rusya’ya yönelik emellerine vurulmuş büyük ve
öldürücü bir darbedir. Gara ile birlikte Irak’tan Suriye’nin kuzeyine olan
koridor ağır bir darbe almış, kesilme noktasına gelmiştir. Umarım Ruslar bu
fotoğrafı net görürler de dışişlerini Ermeni esaretinden kurtarırlar.
Ve Suriye’deki savaşın ekseni yeniden Irak’a kayıyor…