Haber 365
Haberlere Hızlı Erişin Son Dakika Haberleri ve Gelişmeleri Anında, Herkesten Önce Öğrenmek İçin;
Takip Et
İçimizdeki Pisliklerin Sebebi Suriyelilermiş Meğer
Erdal Şimşek
İçimizdeki Pisliklerin Sebebi Suriyelilermiş Meğer
12.03.2020 Perşembe 11:16

Hayatta kalabilmek için olabildiğince kaçtılar katil Esad’ın namlularından, bombalarından…

Bütün silahlar, bombalar, uçaklar, füzeler, roketler ölüm kusuyordu üzerlerine.

Varil bombaları yakıcıydı. Vücudu parçalamayla yetinmiyordu. Tepesine düştüğü binanın temeline kadar iniyordu.

Kibrit kutusu gibi yığıyordu katları üst üste. Her katta onlarca yaşlı, kadın ve çocuk, santim santim ölüyorlardı yıkılmış beton katlarının arasında preslenerek.

Hele bir de kimyasallara maruz kalmak vardı.

En korkuncu Sarindi. Katil Esat bir zerre dahi vicdan azabı çekmeden varil varil sarin gazını kullanıyordu.

Zordur Sarin’in ölümü. Belki de kimyasalların içinde en zor olanıdır…

Kokusu yoktur. Rengi de.

Birden burnunun iç kanalından böğrüne, sonra göğsünün döşüne doğru tarifsiz bir yangın hissedersin… Her nefes çekişte o yangın içine dolar, sonra tüm damarlarını… gözlerin açıktır. Algın açıktır ama için beynin, bütün sinir uçların yanmaktadır. Halbuki ortada ne yangın ne de alev vardır. Attığın adım yadım kalır. Kaldırdığın el havada…

Bağırmaya çalışırsın ama sesini sen dahi duyamazsın. Çünkü bütün sinir uçların kilitlenmiş ve yanmaktadır. Sadece gözlerin hareket etmektedir…

Etrafına bakarsın… Etrafındaki yüzlerce insanın senin bu haline tepkisiz kalmasına isyan edersin. Hepsi ruh gibi donmuş bakışlarla ya sana ya da başka yerlere bakmaktadır. Ne bir hareketleri ne de bir tepinmeleri vardır…

Uzun süren su yangının… Bin ömürden daha uzun. Oysa akan zaman dakikalardır. Sarin dakikaları bin ömre çıkarır…

Bin ömürden sonra gözlerin kararmaya başlar. Artık nefes de alamazsın ve yaşadığınca ölüsün, amelin akıbetin olur…

Ölümlerin en acısı kimyasal silahların sunduğudur…

İşte Suriyeli, bu acı ölümleri yaşamamak, çocuklarının gözlerinin önünde ölmemesi için can havliyle kendilerini dört bir yandaki komşularına attılar. Kimi Lübnan’a, kimi Ürdün’e, kimi Irak’a, kimi de Türkiye’ye attı kendini bir nefes ömür için.

Sonra birden hayat pahalandı. Kiralar arttı, cafelerdeki çayın kahvenin fiyatı fırladı.

Bütün bunların sebebi Suriyelilerdi.

Hepimiz işsizdik. Ama iş beğenmiyorduk. Beğenmediğimiz işlere Suriyeliler girdiler, bir yandan üretip bir yandan da karınlarını doyuracak kadar para kazandılar.

 Biz çok kızdık onlara. Nasıl olurdu da kaçıp sığındıkları ülkemizde karınlarını doyuracak kadar para kazanıyorlardı.

Onlar ayakta durdukça biz çirkinleştik.

Ensar-Muhacir kavramı, sadece Muhammed Mustafa aleyhisselam döneminden kalma bir naif öykü idi bizim için.

Ensar kimdi muhacir kimdi bilmiyorduk. Bilmediğimizi de googlea soruyorduk. Ve sadece bir kavram olarak aklımızda kalıyordu.

Komşusu aç yatarken tok yatan izden değildir” hadisini hiç birimiz hatırlamıyorduk.

Suriyeli mültecilerin, Suriyeli din kardeşlerimizin, Suriyeli tarih kardeşlerimizin, bin yıllık komşularımızın emeğine, namusuna, hatta haremi ismetlerine yeri geldi dil uzattık, yeri geldi el uzattık utanmazca, hayasızca Allah’tan korkmamacasına.

Tenine vurulduğumuz Suriyeli kadın, namusunu iffetini korurken, hamile demeden karnındaki ve kucağındaki bebeği ile birlikte öldürdük.

Mülteci idiler bizim için. Muhacir değillerdi, din kardeşlerimiz değillerdi.

Halbuki yaklaşık 1000 yıl önce bizim dedelerimiz Moğol tufanından canlarını kurtarmak için kaçtıklarında Suriyeliler bağırlarını açmıştı dedelerimize. Sadece topraklarını değil, evlerini, lokmalarını paylaşmışlardı atalarımızla.

Diriliş Ertuğrul’u en lümpen en müptezel hallerimizle izlerken, atalarımızın atlarının toprak teptiği yerlerin Suriye olduğunu hiç mi hiç hatırlamadık.

Dağlarını taşlarını bizimle paylaştılar. Dağlarına bizim adımızı verdiler; Cebeli Türkmen dediler. Köy verdiler oba yaptılar, Bayır Bucak bize vatan yaptılar…

Bizim de atalarımız, ninelerimiz, namusumuz Moğol atlarının nalları altında ezilirken bize kucak açıp bağırlarına bastılar Suriyeliler.

Eğer bugün, Anadolu Türk yurdu ise, eğer bugün Oğuz’un 24 boyu Anadolu’yu yurt edinebilmişse, Kayı, Avşar, Dulkadir, Kayı, Bayat, Alkaravlı, Germiyan… oğulları var ise, eğer bu gün Anadolu’da her Türk’ün soyu sopu belli ise, bu, 1000 yıl önce bize kucaklarını, yurtlarını, yüreklerini açan Suriyelilerin sayesindedir.

Ey lümpenler, ey televizyon dizisi kuşakları, bugün adını dilinizden düşürmediğiniz Ertuğrul Gazi var ya? İşte o Suriye topraklarında doğdu.

Onun babası Süleyman Şah Orada rabbine kavuştu ve kabri hala orada.

Biz bunları unuttuk. Hemen hemen hiç birimiz bunu bilmiyoruz bile. Ve bu yüzdendir ki bütün beceriksizliklerimizi, başarısızlıklarımızı, tutunamamışlıklarımızı Suriyelilere yığdık.

Suriyeliler geldi hayat pahalı oldu.

Elazığ’da deprem oldu ev kiraları iki üç kat arttı.

Halbuki depremzedelerin tamamı bizdik, bizim komşularımızda. Komşumuz dara düşmüştü. Ne fiyat verirsek kabul etmek zorundaydı çünkü başka çaresi yoktu.

“Suriyeliler geldi Türkiye’de her şey ateş pahasına dönüştü” öyle mi?

Maskeler, hijyen malzemeleri, kolonya fiyatları yüzde 4 bin 5 bin arttı...

Depremi yapan Suriyelilerdi.

Corona’yı getiren de.

Ama nedense hiç birimiz içimizdeki o aşağılık fırsatçılık pisliğini sorgulamadık. Dün 50 kuruş olan maskeyi bugün 13 liraya satışımızın hangi vidana ahlaka ve insafa sığdığını sorgulamadık.

Vicdansızca, insafsızca fiyatı yükselten de onu almak zorunda olanlar da yine biz Türklerdik.

Kardeşimizin, karındaşımızın, komşumuzun, yurttaşımızın hastalığa karşı tedbir çabasını, korkusun ahlaksızca fırsata çeviren biz olduk.

Sonra, bütün meselelerin sebebi Suriyelilerdir deyip çıkıyoruz işin içinden.

Biz hangi ara bu kadar alçaldık. Ne zamandır bu kadar ölümden korkak olduk. Kaç zamandır böylesine dünya malının harisi olduk?

Hani biz “ismimiz lehvi mahfuz”a yazıldığı anda ölüm saatimiz de yazıldı diye iman ediyorduk ya?

Ha siz “ecelin, nasibin, rızkın Allahtan geldiğine” inanıyorduk?

Hani biz bu dünyanın bir imtihan yeri, ölümden sonrasının gerçek dünya olduğuna inanıyorduk?

Hani biz Müslümandık?

Hani biz Müslümanlar, yerlerin ve göklerin sahibi olan Allah’ın yeryüzündeki halifeleriydik?

Hani ulan biz Allah’ın yarattığı en makbul kullarındandık?

Bütün sorunların sebebi Suriyeliler öyle mi?

Yazıklar olsun bize, yazıklar olsun…