Türk
toplumunda her anne özellikle erkek evladının kahramanı ve vazgeçilmezidir.
Çünkü anne hem otorite hem sevgi hem merhamet hem de oluşturulan kişiliktir.
Ve bütün
erkeklere tek tek annemiz sorulduğunda, eminim hepimiz tıpkı benim şimdi
söyleyeceğim gibi, “annem evet öyleydi
ama biraz daha farklı ve biraz daha fazlaydı” deriz.
Ve biz
erkekler, annemizdeki o “biraz daha
farklı ve biraz daha fazla”yı ömrümüzce arar dururuz hayatımıza giren
kadından.
Ama annem
cidden “biraz fazla”ydı. Erken yaşta
babamızı kaybetmemizden dolayı bize hem analık hem babalık hem de liderlik
etti…
12 Eylül
faşist darbesinin üzerinden tank gibi geçtiği binlerce aileden biriydik. O
korkutucu ve boğucu darbe havasında bir başına 4 yetimle kalakalmıştı.
Onun
dramı eşi hayatta iken başlamıştı.
Merhum
babam, sağlıkçıydı. Köy sağlık ocaklarında salgın hastalıklarla mücadele eden
insanlardan biriydi. Köyleri bir aşılamaya çakır en az bir hafta yüzünü
göremezdik. Hele Serhad’in o zemheri kış ayları yok mu? Devletin kadrolu katır
ve atları vardı Sağlık ocaklarında. Sağlık görevlileri bu atları ulaşım aracı
olarak kullanır ve köylerdeki sağlık taramalarını yaparlardı. Ve hamdolsun o
günlerde Türkiye’nin bu kadar çok okumuşu olmadığı için aşılara karşı çıkan
olmazdı. Hele kışın zemheri aylarında Boğmaca
ve Çocuk Felci hastalığından dolayı
her yıl binlerce çocuk ölürdü. Yanlış duymadınız her yıl binlerce çocuk bu iki
hastalıktan dolayı ölürdü. Çiçek, Difteri,
Kulak Burun Boğaz, Dizanteri, Tüberküloz… gibi illetlerden de ayrıca yine
binlerce çocuk ölürdü. İşte bu ölümleri engellemek için devlet, köy sağlık
ocakları aracılığı ile hastalıklar başlamadan önce aşılama yaptırırdı. Ve her
hastalığın bir mevsimi vardı. O yüzden 1960, 70 hatta 80’’li yılların köylerde
çalışan sağlıkçıların çocukları babalarına hep hasret büyümüşlerdir. Fakir de
onlardan biridir.
Ve
annem, bir sağlıkçının eşi olduğu halde iki çocuğunu bu salgınlarda kaybetti.
Ve annem evlatlarını ben de iki kardeşimi toprağa
vermiştim. Sağlıkçı bir aile olmamıza rağmen, iki kardeşim de antibiyotik
olmadığı için öldüler. Biri Çocuk Felci’nden, Boğmaca'dan.
1970’li yılların
sonlarıydı…
İki kardeşim de farklı
yıllarda ve soğuk zemheride bir köy sağlık ocağının lojmanında günler, haftalar
süren kar fırtınalı bir günde Çocuk Felci ve Boğmaca hastalığından dolayı emanetlerini
teslim ettiler.
12 Eylül’ün yetim
bıraktığı dört küçük çocuk… Onlara hem analık hem babalık yapmak…
Bir anda yokluğun
içine düşmek… Gururundan ne bir amcama ne de dayıma yoksulluğundan hiç söz
etmemek…
12 Eylül bizi öylesine
vurmuştu ki kelimelerle anlatamam. Canım babam Erzurum askeri cezaevinde
tutuklu… İşten atılmış, dolayısıyla lojmandan da atılmışız. Elde yok cepte yok.
Her zamanki namuslu dürüst memur hali…
1981’in Ramazan’ında
bir iftarda annem bize patates kaynatmış ama bir türlü patatesler pişmemişti.
Ve iftar vakti gelince pişmeyen o siyah patateslerin tuzlu suyuna ekmek
doğrayarak orucumuzu açmıştık.
O patatesler 40 yıl
oldu hala pişmedi…
Allah aşkına kalk o
patatesi bir daha pişir ana Allah aşkına kalk. Düşüp yatmak, hastalığa diz
çökmek sana yakışıyor mu anne?
“O patatesler hiçbir zaman pişmeyecek” diye fısıldayıp durma
kulağıma.
Yıllar sonra annemin
yokluktan dolayı bizi o taşlarla avuttuğunu anlayacaktım. Hadi anne kalk bana o
taşları kaynatma fikrinin nasıl aklına geldiğini söyle.
Aslında ailemizin iki
tarafı da zengindi. Ama annem onlardan tek bir yardım dahi almadı. Hep, “ihtiyacım yok” derdi.
Annemin çileli ömrünü
yazmaya ne kalem yeter ne de defter… Kocasını işkenceler altında kaybeden kadın
yıllarca oğullarını işkence hanelerin kapısında, mahkeme koridorlarına bekleyip
durdu.
Annem ümmiydi. Okuma
yazması yoktu. Ama kelimenin tam anlamı ile bir devrimci direnişçi liderdi.
Edebin abidesiydi.
Annemi ömrümce baş açık
görmemiştim. 2000’lerin başında böbreğinin alındığı ameliyattan sonra annemi
başı açık görmüştüm
Ameliyathane
koridorunda annemin çıkmasını beklerken, bir ara baktım eniştem, bir kadının
sedyesini itiyor. Kendi kendime söylenerek enişteme kızmıştım. Biz annemi
beklerken, eniştem başka bir kadının sedyesini taşıyor. “Kadını servise
götürene kadar ya annem çıkarsa ameliyattan?” diye sinirlenirken, eniştem bana
seslenerek, “abi gel yardım et annemin
sedyesinden tut” deyince sedyedeki kadının annem olduğunu anlamıştım.
Ve onca yaşıma ve bir
arada yaşamamıza rağmen annemi tanımamıştım. Çünkü ilk kez başı açık
görüyordum.
Yüzünde poşusu vardı
hep. 7-8 yaşından büyük birinci derecede akraba olmayan hiçbir erkek annemin
yüzünü görmemiştir hala. İnançlarına sıkı sıkıya bağlı böylesine muttaki bir
devrimci direnişçiydi.
Cerrahpaşa’da böbreğinin
alınmasının sebebi de yine zulme direnmekten kaynaklanıyordu.
12 Eylül’de en ağır
bedel ödeyen insanlardan biriydi.
12 Eylül darbesi insan
hak ve hürriyetlerini tamamen askıya almış, darbeyi yapan Kenan evren ve çetesi
ülkede “ali kıran baş kesen”
olmuştu. Takke, başörtüsü ve çarşafla sokağa çıkmak yasaklanmıştı.
Annem de çarşaflıydı.
Ve hala çarşafı giyer.
Ve o günlerde annemin
inanılmaz böbrek sancıları oluyordu. Çarşaf yasaklandığında annem hiç ama hiç
sokağa çıkmadı. Askeri darbe kalkana ve etkisi azalana kadar sokağın yüzünü
dahi görmedi.
Hiç unutmam annem o
yasaklı günlerde ayakkabılarının maddi durumu bizden daha kötü olan birilerine
hediye etmişti. Gerekçesi de “ayakkabılar kapının önünde olursa, bir gün
şeytana uyar ya sokağa çıkarsam ve askerler bu çarşafa el atarsa” gerekçesiyle
ayakkabılarını hediye etmişti bir komşumuza. Yıllarca ayağında terlik tek katlı
toprak evimizin küçük bahçesinden dışarı adımını atmadı.
Ve cehennemin ebedi
müşterisi Kenan Evren ve çetesinin koyduğu yasaklar merhum Turgut Özal
tarafından kaldırıldıktan sonra annem doktora gitti.
Maalesef böbreklerin
ikisi de ağır hasar görmüşlerdi. Uzun süren tedaviler sonucunda böbreklerden
biri kurtulmuş diğeri çürümüştü.
Ve o asırlık çınar ağacı,
geçtiğimiz günlerde Ağrı’daki ablamda iken Kovid-19 illetine yakalanıyor. Ağrı
merkezdeki hastanelerin Kovid birimleri dolu. Doğubeyazıt’a sevk ettiler. Ve
günlerdir kalkmasını, bana bir kez daha şefkatle bakmasını beklerken, dün akşam
bir kötü haber daha geldi Covid servisinden: Bilinci kapandı, beyine oksijen
gitmiyor. Makine desteğine bağlı…
Bahtı kara anam, 1970’lerde
yüreğinin yarısını Doğubaeyazt’ın toprağına; kardeşim Ercan’ın ölümüyle
gömmüştü…
Ve Kader…
Neredeyse 40 yıl sonra
acısını hep yaşadığı Ercan’ının hayata gözlerini yumduğu bu Serhad ilçesinde
emanetini sahibine iade etmek istiyor sanki….
Ümmi, devrimci,
direnişçi anam, kararın ve kaderin ne ise başım gözüm üstünedir.
Dr. Yaşar Eryılmaz
Devlet Hastanesinin banklarında sabahlamak, Covid servisine gözlerimi kırpmadan
umutlu bir haber için günlerdir bakarak beklemek….
Acı veriyor mu? Hayır…
Hüzünlü bir umut be anne, hüzünlü bir umut.
Hadi kalk da ata
toprağımıza geri gidelim…
Düzene boyun eğmemeyi
ve direnmeyi bana öğreten annemdir. Aynı zamanda şiddete bulaşmama engel olan
da oydu.
Ümmiydi ama, Erbakan
Hocanın tek kelime ile hayranı idi.
Okuma yazması yoktu
ama Milli Selamet Partisi ve Akıncılar’ın yayınlarını broşürlerini
evimize getirtirdi. Ve biz de onları mutlaka okurduk. Meğer yıllar sonra
anlayacaktık ki bu ümmi kadın, siyasi kimlik ve ahlakımızın oluşması için o
yayınları eve getiriyormuş.
Hoca’nın siyasetinin
tıkanmasından sonra katıksız bir şekilde Tayyip Erdoğan’ın yanında yer aldı.
Her namazından sonra ama bila istisna her vakit namazından sonra Recep Tayyip
Erdoğan’ın başarılı olması için dua ederdi.
Annemin Ağabeyi Milli
Nizam Partisi’nden son nefesini verene kadar Erbakan Hoca’nın siyasi çizgisinin
sıkı bir müntesibiydi. Ve Erzurum’da Milli
Görüş’ün kök salması için emanetini teslim ettiği 1990’lı yıllara kadar
çabaladı. Annem de sanırım dayımdan ve “radyo
ajansı”ndan duyduklarını yorumlayarak Milli Görüş’e intisap etmişti.
Ümmiydi, geleneksel
Nakşibendi meşrepliydi, ama Fetullah Gülen’i asla sevmezdi. “Onda hiç Müslüman
nuru yok” derdi. Hem de bu gün değil, taaa 1990’ların başında.
Ve şu anda haftalardır
Doğubayazıt Doç. Dr. Yaşar Eryılmaz Devlet Hastanesi Kovid Yoğun Bakım Ünitesi’nde
yaşam mücadelesi veriyor.
Bir dua, kalpten
gelecek bir dua bu devrimci lider ruhlu anamı ayağa kalkmasına sebep olacağına
inancım tam.
Lütfen şifası için
gönülden bir dua…