Haber 365
Haberlere Hızlı Erişin Son Dakika Haberleri ve Gelişmeleri Anında, Herkesten Önce Öğrenmek İçin;
Takip Et
Edebin Abidesi Devrimci Ümmi Bir Anne
Erdal Şimşek
Edebin Abidesi Devrimci Ümmi Bir Anne
29.08.2021 Pazar 15:10

Türk toplumunda her anne özellikle erkek evladının kahramanı ve vazgeçilmezidir. Çünkü anne hem otorite hem sevgi hem merhamet hem de oluşturulan kişiliktir.

Ve bütün erkeklere tek tek annemiz sorulduğunda, eminim hepimiz tıpkı benim şimdi söyleyeceğim gibi, “annem evet öyleydi ama biraz daha farklı ve biraz daha fazlaydı” deriz.

Ve biz erkekler, annemizdeki o “biraz daha farklı ve biraz daha fazla”yı ömrümüzce arar dururuz hayatımıza giren kadından.

Ama annem cidden “biraz fazla”ydı. Erken yaşta babamızı kaybetmemizden dolayı bize hem analık hem babalık hem de liderlik etti…

12 Eylül faşist darbesinin üzerinden tank gibi geçtiği binlerce aileden biriydik. O korkutucu ve boğucu darbe havasında bir başına 4 yetimle kalakalmıştı.

Onun dramı eşi hayatta iken başlamıştı.

Merhum babam, sağlıkçıydı. Köy sağlık ocaklarında salgın hastalıklarla mücadele eden insanlardan biriydi. Köyleri bir aşılamaya çakır en az bir hafta yüzünü göremezdik. Hele Serhad’in o zemheri kış ayları yok mu? Devletin kadrolu katır ve atları vardı Sağlık ocaklarında. Sağlık görevlileri bu atları ulaşım aracı olarak kullanır ve köylerdeki sağlık taramalarını yaparlardı. Ve hamdolsun o günlerde Türkiye’nin bu kadar çok okumuşu olmadığı için aşılara karşı çıkan olmazdı. Hele kışın zemheri aylarında Boğmaca ve Çocuk Felci hastalığından dolayı her yıl binlerce çocuk ölürdü. Yanlış duymadınız her yıl binlerce çocuk bu iki hastalıktan dolayı ölürdü. Çiçek, Difteri, Kulak Burun Boğaz, Dizanteri, Tüberküloz… gibi illetlerden de ayrıca yine binlerce çocuk ölürdü. İşte bu ölümleri engellemek için devlet, köy sağlık ocakları aracılığı ile hastalıklar başlamadan önce aşılama yaptırırdı. Ve her hastalığın bir mevsimi vardı. O yüzden 1960, 70 hatta 80’’li yılların köylerde çalışan sağlıkçıların çocukları babalarına hep hasret büyümüşlerdir. Fakir de onlardan biridir.

Ve annem, bir sağlıkçının eşi olduğu halde iki çocuğunu bu salgınlarda kaybetti.

Ve annem evlatlarını ben de iki kardeşimi toprağa vermiştim. Sağlıkçı bir aile olmamıza rağmen, iki kardeşim de antibiyotik olmadığı için öldüler. Biri Çocuk Felci’nden, Boğmaca'dan.

1970’li yılların sonlarıydı…

İki kardeşim de farklı yıllarda ve soğuk zemheride bir köy sağlık ocağının lojmanında günler, haftalar süren kar fırtınalı bir günde Çocuk Felci ve Boğmaca hastalığından dolayı emanetlerini teslim ettiler.

12 Eylül’ün yetim bıraktığı dört küçük çocuk… Onlara hem analık hem babalık yapmak…

Bir anda yokluğun içine düşmek… Gururundan ne bir amcama ne de dayıma yoksulluğundan hiç söz etmemek…

12 Eylül bizi öylesine vurmuştu ki kelimelerle anlatamam. Canım babam Erzurum askeri cezaevinde tutuklu… İşten atılmış, dolayısıyla lojmandan da atılmışız. Elde yok cepte yok. Her zamanki namuslu dürüst memur hali…

1981’in Ramazan’ında bir iftarda annem bize patates kaynatmış ama bir türlü patatesler pişmemişti. Ve iftar vakti gelince pişmeyen o siyah patateslerin tuzlu suyuna ekmek doğrayarak orucumuzu açmıştık.

O patatesler 40 yıl oldu hala pişmedi…

Allah aşkına kalk o patatesi bir daha pişir ana Allah aşkına kalk. Düşüp yatmak, hastalığa diz çökmek sana yakışıyor mu anne?

“O patatesler hiçbir zaman pişmeyecek” diye fısıldayıp durma kulağıma.

Yıllar sonra annemin yokluktan dolayı bizi o taşlarla avuttuğunu anlayacaktım. Hadi anne kalk bana o taşları kaynatma fikrinin nasıl aklına geldiğini söyle.

Aslında ailemizin iki tarafı da zengindi. Ama annem onlardan tek bir yardım dahi almadı. Hep, “ihtiyacım yok” derdi.

Annemin çileli ömrünü yazmaya ne kalem yeter ne de defter… Kocasını işkenceler altında kaybeden kadın yıllarca oğullarını işkence hanelerin kapısında, mahkeme koridorlarına bekleyip durdu.

Annem ümmiydi. Okuma yazması yoktu. Ama kelimenin tam anlamı ile bir devrimci direnişçi liderdi.

Edebin abidesiydi.

Annemi ömrümce baş açık görmemiştim. 2000’lerin başında böbreğinin alındığı ameliyattan sonra annemi başı açık görmüştüm

Ameliyathane koridorunda annemin çıkmasını beklerken, bir ara baktım eniştem, bir kadının sedyesini itiyor. Kendi kendime söylenerek enişteme kızmıştım. Biz annemi beklerken, eniştem başka bir kadının sedyesini taşıyor. “Kadını servise götürene kadar ya annem çıkarsa ameliyattan?” diye sinirlenirken, eniştem bana seslenerek, “abi gel yardım et annemin sedyesinden tut” deyince sedyedeki kadının annem olduğunu anlamıştım.

Ve onca yaşıma ve bir arada yaşamamıza rağmen annemi tanımamıştım. Çünkü ilk kez başı açık görüyordum.

Yüzünde poşusu vardı hep. 7-8 yaşından büyük birinci derecede akraba olmayan hiçbir erkek annemin yüzünü görmemiştir hala. İnançlarına sıkı sıkıya bağlı böylesine muttaki bir devrimci direnişçiydi.

Cerrahpaşa’da böbreğinin alınmasının sebebi de yine zulme direnmekten kaynaklanıyordu.

12 Eylül’de en ağır bedel ödeyen insanlardan biriydi.

12 Eylül darbesi insan hak ve hürriyetlerini tamamen askıya almış, darbeyi yapan Kenan evren ve çetesi ülkede “ali kıran baş kesen” olmuştu. Takke, başörtüsü ve çarşafla sokağa çıkmak yasaklanmıştı.

Annem de çarşaflıydı. Ve hala çarşafı giyer.

Ve o günlerde annemin inanılmaz böbrek sancıları oluyordu. Çarşaf yasaklandığında annem hiç ama hiç sokağa çıkmadı. Askeri darbe kalkana ve etkisi azalana kadar sokağın yüzünü dahi görmedi.

Hiç unutmam annem o yasaklı günlerde ayakkabılarının maddi durumu bizden daha kötü olan birilerine hediye etmişti. Gerekçesi de “ayakkabılar kapının önünde olursa, bir gün şeytana uyar ya sokağa çıkarsam ve askerler bu çarşafa el atarsa” gerekçesiyle ayakkabılarını hediye etmişti bir komşumuza. Yıllarca ayağında terlik tek katlı toprak evimizin küçük bahçesinden dışarı adımını atmadı.

Ve cehennemin ebedi müşterisi Kenan Evren ve çetesinin koyduğu yasaklar merhum Turgut Özal tarafından kaldırıldıktan sonra annem doktora gitti.

Maalesef böbreklerin ikisi de ağır hasar görmüşlerdi. Uzun süren tedaviler sonucunda böbreklerden biri kurtulmuş diğeri çürümüştü.

Ve o asırlık çınar ağacı, geçtiğimiz günlerde Ağrı’daki ablamda iken Kovid-19 illetine yakalanıyor. Ağrı merkezdeki hastanelerin Kovid birimleri dolu. Doğubeyazıt’a sevk ettiler. Ve günlerdir kalkmasını, bana bir kez daha şefkatle bakmasını beklerken, dün akşam bir kötü haber daha geldi Covid servisinden: Bilinci kapandı, beyine oksijen gitmiyor. Makine desteğine bağlı…

Bahtı kara anam, 1970’lerde yüreğinin yarısını Doğubaeyazt’ın toprağına; kardeşim Ercan’ın ölümüyle gömmüştü…

Ve Kader…

Neredeyse 40 yıl sonra acısını hep yaşadığı Ercan’ının hayata gözlerini yumduğu bu Serhad ilçesinde emanetini sahibine iade etmek istiyor sanki….

Ümmi, devrimci, direnişçi anam, kararın ve kaderin ne ise başım gözüm üstünedir.

Dr. Yaşar Eryılmaz Devlet Hastanesinin banklarında sabahlamak, Covid servisine gözlerimi kırpmadan umutlu bir haber için günlerdir bakarak beklemek….

Acı veriyor mu? Hayır… Hüzünlü bir umut be anne, hüzünlü bir umut.

Hadi kalk da ata toprağımıza geri gidelim…

Düzene boyun eğmemeyi ve direnmeyi bana öğreten annemdir. Aynı zamanda şiddete bulaşmama engel olan da oydu.

Ümmiydi ama, Erbakan Hocanın tek kelime ile hayranı idi.

Okuma yazması yoktu ama Milli Selamet Partisi ve Akıncılar’ın yayınlarını broşürlerini evimize getirtirdi. Ve biz de onları mutlaka okurduk. Meğer yıllar sonra anlayacaktık ki bu ümmi kadın, siyasi kimlik ve ahlakımızın oluşması için o yayınları eve getiriyormuş.

Hoca’nın siyasetinin tıkanmasından sonra katıksız bir şekilde Tayyip Erdoğan’ın yanında yer aldı. Her namazından sonra ama bila istisna her vakit namazından sonra Recep Tayyip Erdoğan’ın başarılı olması için dua ederdi.

Annemin Ağabeyi Milli Nizam Partisi’nden son nefesini verene kadar Erbakan Hoca’nın siyasi çizgisinin sıkı bir müntesibiydi. Ve Erzurum’da Milli Görüş’ün kök salması için emanetini teslim ettiği 1990’lı yıllara kadar çabaladı. Annem de sanırım dayımdan ve “radyo ajansı”ndan duyduklarını yorumlayarak Milli Görüş’e intisap etmişti.

Ümmiydi, geleneksel Nakşibendi meşrepliydi, ama Fetullah Gülen’i asla sevmezdi. “Onda hiç Müslüman nuru yok” derdi. Hem de bu gün değil, taaa 1990’ların başında.

Ve şu anda haftalardır Doğubayazıt Doç. Dr. Yaşar Eryılmaz Devlet Hastanesi Kovid Yoğun Bakım Ünitesi’nde yaşam mücadelesi veriyor.

Bir dua, kalpten gelecek bir dua bu devrimci lider ruhlu anamı ayağa kalkmasına sebep olacağına inancım tam.

Lütfen şifası için gönülden bir dua…