Bizler yani insanoğlu unutuyoruz her şeyi. Bahanelere
sığınıp unutmamızı haklı çıkarmanın kavgasını veriyoruz kendi içimizde. Öyle ki
“Bu aralar kafam pek yoğun, zira işler, yetişmesi gereken dosyalar derken” bu
gibi afili cümleler unutmamızı süslü gösterip bizleri güya haklı çıkartıyor.
Esasen fazla debelenmeğe, suçu cümlelere yükleyip uzaktan izlemeye gerek
yok. Unuttuk verdiğimiz sözleri ve
unuttuk nereden gelip nereye gideceğimizi.
Unuttuk derken günü birlik yaşanan olaylar değildir aslında
bahsedilen. Kendi benliğimizi, özümüzü, kültürümüzü ve verdiğimiz sözü unuttuk.
Dünyanın bir han, bizlerin garip bir yolcu olduğunu, dünya telaşesine kapılıp
unuttuk. Dünya malına dalıp ailemizi, kardeşlerimizi unuttuk. Aslında
sıralamaya başlarsak unuttuğumuz ne kadar çok şey var deyip konuyu değiştiresi
geliyor insanın. İşimiz zaten kaçmak değil mi bizim? Kendi nefsimize zor gelen
her olaydan, her insandan ve hatta hayattan…
Bir sözün binlerce senetten daha kıymetli olduğunu, dostluk
ve arkadaşlığın puldan daha değerli olduğunu unuttuk. Bizi biz yapan
kaidelerden olan kültürümüzü, aile terbiyesini, büyüklere saygıyı unuttuk.
Diziler rehberimiz, evlilik programları eğlencemiz, yemek programlarında ki
rezalet ise seviyemiz oldu. Bir tabaktan pilav yiyen samimi ailelerden aynı
masada yemek yiyemeyen muhasır medeniyetler seviyesine geldik. Anne ve
babasından gelen telefonu sessize alıp, arkadaşlarından gelen telefonları
saniyesinde açmaya çalışan hatta açamazsa saatlerce özür dileyen evlatlara dönüştük.
Öyle ya;
“Hafıza-i beşer nisyan ile malûldür.”
Dedim ya afili cümleler meşhurdur biz de! İnsan da nisyan
kökünden geliyor hatta o da “Unutmak” manasındadır ki ona da Eyvallah.
Bu kadar unutmaya dayalı bir hayatın içerisinde neden
parayı, makamı, şatafatı, kibir etmeyi, insanlara yüksekten bakmayı yani
kısacası dünyanın düzenine ayak uydurmayı unutmuyoruz.
Peki neden?