Haber 365
Haberlere Hızlı Erişin Son Dakika Haberleri ve Gelişmeleri Anında, Herkesten Önce Öğrenmek İçin;
Takip Et
Küreselleşen Dünyada Sınır Güvenliği
Prof. Dr. Ulvi Saran
Küreselleşen Dünyada Sınır Güvenliği
11.03.2020 Çarşamba 13:02

Siyasi yapılar ve yargı sistemlerinin hakimiyet bölgeleri arasındaki coğrafi ayırımları ifade eden sınır olgusunun doğuşu kabaca dünya üzerinde otorite ve egemenlik alanlarının şekillenmeye başladığı tarihteki ilk krallıklara ve imparatorluklara kadar gidiyor.

Ancak günümüzdeki anlamı ve işlevleriyle sınır kavramının doğuşu modern devletlerin ortaya çıkışıyla başlar. Ulusçuluk akımlarının güçlenmesi ve 20'nci Yüzyıl'ın dünya siyasi haritasının şekillenmeye başlamasıyla birlikte kendini tahkim eden modern devlet için sınır, zaman içinde yurttaşları bir arada tutan, ideolojik, idari ve yargısal egemenliği pekiştiren önemli bir koruma ve kontrol aracı, gümrük ve ihracat vergileri yoluyla kazanç sağlayan önemli bir gelir kapısı haline dönüşmüş bulunuyor.

Sınırların önem ve nitelikleri türlerine, fiziki özelliklerine, bulundukları coğrafyanın stratejik konumuna ve birbirlerini ayırdıkları ülkeler arasındaki tarihi, siyasi, askeri ve ekonomik ilişki düzenine göre değişiyor.

Doğal ve coğrafi konumları gereği çevreleri denizle ya da kendileriyle uyumlu ilişkileri olan istikrarlı rejimlerle kuşatılmış ülkeler kayda değer sınır sorunları yaşamıyorlar.

İngiltere ve Kanada ile olan ilişkileri açısından ABD bu gruba örnek olarak gösterilebilir. Buna karşılık Türkiye gibi tarihten gelen uzun siyasi çatışma ve istikrarsızlık geçmişine sahip komşularla çevrili olan ülkeler için sınır sorunları iç ve dış güvenliklerini ve toplum düzenlerini sürekli tehdit eden bir ağırlığa sahip olabiliyor.

KÜRESELLEŞMENIN SINIRLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

Ulaşımın yaygınlaştığı, rekabetin küreselleştiği, bilginin, işgücünün ve finans hareketlerinin tüm dünyada serbest dolaşım imkanına kavuştuğu bugünün yoğun ilişki ortamında, sınırların ülkelerin tek yanlı iradeleri ve kontrol mekanizmalarıyla mutlak bir denetim altına alınmasına, iletişim ve etkileşime bütünüyle kapatılmasına imkan kalmamıştır.

Bu bağlamda küreselleşme sürecinde sınır yönetimine ilişkin politika ve uygulamaların ülkelerin mutlak ve tek yanlı iradeleriyle değil, uluslararası işbirliği ve güven ortamının tesis edilmesine yönelik genel kabul gören ilke ve normlara göre belirlenmesi gereği ortaya çıkmıştır.

Özetle sınırların ülkeler arasında “engel” olma işlevi ortadan kalkmaya başlamış, ülkeler arasında ilişki ve alışverişi sağlamada “köprü olma işlevi ön plana çıkmıştır.

Ulaşım ve erişim altyapısı üzerinden fiziki ve dijital ağlarla elektronik olarak bütünleşmiş günümüz dünyasında, bir ülkenin sınır yönetim sistemindeki bir zafiyetin ortaya çıkaracağı olumsuz sonuçların sadece o ülke ile sınırlı kalmayıp dünyadaki tüm ülkeleri belli derecelerde etkileyebilme potansiyeli yaşanan pek çok olayla ortaya çıkmış bulunuyor.

Bu açıdan bakıldığında, birbirleriyle kara, hava, deniz yollarıyla ya da link hatlarıyla bağlı olan ülkelerden herhangi birinin sınırının sadece kendi topraklarının değil, nihayet diğer ülkelerin de de sınırı olduğu gerçeği kabul edilmeye başlanmıştır.

Bu bağlamda “bir zincirin gücünün en zayıf halkası kadar olduğu” yönündeki evrensel ilkenin dünya ülkeleri arasında sınır ilişkileri bağlamında da geçerlilik taşıdığı ortaya çıkmaktadır.

Terör ve organize suç örgütlerinin sınır aşan tehdit ve eylemleri, kitlesel göç hareketleri, siyasal şiddetten ve ideolojik ayırımcılıktan kaçan sığınmacılar, Türkiye ile ilgili olarak da görülebileceği gibi ulusal siyasi otoritelerin kontrol gücünü ayrıca kısıtlayan diğer başlıca faktörler arasındadır.

Yeni sınır güvenliği kavramı, ulusal güvenliği sağlama çabası ile küresel bütünleşme ve uluslararası ticaretin zorunlu kıldığı ilişki ve etkileşim gerekleri arasında bir denge durumunu anlatır. Sıkı güvenlik, kontrol ve geçiş kısıtlamaları ticari ilişkileri engeller; buna karşılık güvenlik önlemlerinin zayıflatıldığı kontrolsüz bir ticari ilişki ve geçiş düzeni güvenliği tehlikeye düşürür.

Bu bağlamda devletler sınırlarda ülkelerinin güvenliğini sağlamaya yönelik kontrol ve kısıtlamalar getirmekle insan, para ve mal hareketlerinin geçişini sağlamak arasında bir denge kurmak zorundadırlar.

İçinde bulunduğu zorlu coğrafya ve dış siyasi istikrarsızlığın getirdiği şartlar, Türkiye'nin bir taraftan ulusal güvenlik, antiterörizm, suçları önleme ve kamu sağlığı gereklerini yerine getirirken diğer taraftan bu dengeyi sağlamasını hayli güçleştirmektedir.

Küreselleşen dünyada bir ülkenin sınır güvenliği önlemlerini ihmal etmesi bu alanda diğer ülkelerin sorumluluğunu ve yükünü de kaçınılmaz olarak arttıran bir neden haline dönüşüyor.

Türkiye ve dünya ülkeleri açısından bu evrensel değişimi ve gerçekliği çok açık bir biçimde görebiliyoruz.

Uluslararası terörizmin aynı anda dünyanın farklı köşelerindeki ülkelerin kamu düzenlerini bozabilme gücüne sahip olduğu; salgın hastalıkların ulaşım, ticaret ve insan hareketliliği yoluyla çok kısa bir sürede dünyanın her tarafına yayılabilme potansiyeli taşıdığı yakın dönemde yaşanan örneklerle bir çok defa gözler önüne serilmiştir.

11 Eylül benzeri terör saldırıları terör örgütlerinin eylem alanlarının tüm dünya coğrafyası olduğunu; kuş gribi, SARS, ebola gibi salgın hastalıklar ise virüslerin günümüzün küçülen dünyasında bir yerden bir yere yayılmada mesafe ve sınır tanımadıklarını gösteriyor.

Türkiye üzerinden gelen sığınmacı akınlarında olduğu gibi, Afganistan, Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde yaşanan iç savaşlar, siyasi istikrarsızlıklar ve ekonomik zorlukların doğurduğu kitlesel göç hareketlerinin hedefleri yalnızca komşu ülkeleriyle sınırlı kalmayıp nihai olarak gelişmiş ülkelere doğru yönelebiliyor.

SINIR YÖNETİMİNDE KOORDİNASYON İHTİYACI

Küresel gelişmelerin sınır yönetimi alanında ortaya çıkardığı yeni ihtiyaçlar, artan hizmet çeşitliliği ve uluslararası terör riski, bilgi ve iletişim teknolojilerinin sunduğu sistem ve araçların kullanımı yoluyla bir çok yeniliğin uygulama alanına konulmasını da beraberinde getirmiştir.

Bunlar, bilgi toplama ve paylaşımı, bilginin doğrulanması ve tanımlanması, sınırların yeni tekniklerle fiziki olarak gözetimini sağlayacak sistemlerin devreye sokulması ve bunlarla ilgili kurumlar ve uluslararası işbirliği ve ortak faaliyet modelleridir.

Küresel değişim dinamiklerinin sınır ilişkileri alanında ülkelerin karşısına çıkardığı karmaşık ve farklılaşmış hizmet ihtiyaçları ve bunlardan doğan çok boyutlu riskler, devletlerin görev sorumluluğunu ve hizmet yükünü arttırırken yeni sınır güvenliği sisteminin örgütlenme ve işleyişinde bütünleşme ve koordinasyon işlevini de ön plana çıkarmış bulunuyor.

Bu alanlarda uygulamaya konulan ve zaman içinde gelişen uygulama modelleri, dünyanın değişik bölgelerine göre farklılaşmakla birlikte ortaya çıkan ihtiyaçları karşılayacak ve birbirini tamamlayacak şekilde iki temel yönetim sistemini, “bütünleşik sınır yönetim sistemi”(integrated border management) ve “koordine edilmiş sınır yönetim sistemi”ni (coordinated border management) gündeme getirmiştir.

Bütünleşik sınır yönetim sistemi, münhasıran Avrupa Birliği'nin bütünleşme süreci sonucunda ortaya çıkan siyasi yapıyla ilgili bir model.

Özetle, topluluğa üye ülkelerin oluşturdukları coğrafi birliktelik alanı içinde kalan sınırların eski işlevlerini kaybederek Schengen düzeni içinde dahili sınırlara dönüşmesini; topluluğu kuşatan dış sınırlarda ise sınır hizmetlerinin ortak bir strateji çerçevesinde belirlenen ilke ve standartlara uygun olarak tüm üye ülkelerin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde, bütüncül bir anlayışla ve işbirliği altında yürütülmesini ifade ediyor.

Türkiye, AB'ye üyelik süreci çerçevesinde bütünleşik sınır yönetimi sistemine geçiş çalışmalarını başlatmış olsa da, 2006 yılında bu doğrultuda attığı adımlar kayda değer bir ilerleme göstermemiş olup henüz başlangıç aşamasında bulunuyor.

Tüm dünyada yaygınlaşan “koordine edilmiş sınır yönetim sistemi” ise insan, para, mal ve hizmetlerin ülkeler arasında serbest dolaşımının sağlanması amacını gerçekleştirmek üzere iki temel ilkenin hayata geçirilmesi esasına dayanıyor: Bunların ilki, sınırda görev yapan ayrı birimler arasında (kurumlararası koordinasyon); ikincisi ise ilgili ülkeler ve komşu ülkeler arasında (uluslararası koordinasyon) işbirliği ve koordinasyon sağlanarak bilgi paylaşımı yoluyla prosedür tekrarlarına ve gereksiz işlemlere girilmesinin önlenmesidir.

Şüphesiz öncelikle ülkelerin idari sistemlerinin, kurumsal kapasitelerinin ve teknik altyapılarının gelişmişliğine bağlı olan ve dünyada başarılı örnekleri bulunan bu sistemin hayata geçirilmesinde de Türkiye'nin henüz alacağı çok büyük bir mesafe bulunmaktadır.