Haber 365
Haberlere Hızlı Erişin Son Dakika Haberleri ve Gelişmeleri Anında, Herkesten Önce Öğrenmek İçin;
Takip Et
Bir Linç Olayı ve Toplumun Ruh Sağlığı
Prof. Dr. Ulvi Saran
Bir Linç Olayı ve Toplumun Ruh Sağlığı
31.03.2020 Salı 11:15

İki hafta önce, görüntüleri sosyal paylaşım sitelerine düşen ve haber bültenlerini işgal eden bir linç olayı, farklılığı ve cereyan şekli itibarıyla hayli dikkat çeken bir gelişme olarak hafızalarda yer etti. Samsun'un Canik ilçesinde bir avcının takibinden kurtulmak ya da açlık nedeniyle yiyecek bir şeyler bulmak amacıyla şehre inen bir domuzun, kendisini hunharca ve amansız bir biçimde kovalayan taşlı sopalı gözü dönmüş bir grubun elinden kurtulmak için çaresiz ve panik içinde sağa sola kaçması ve aldığı acımasız darbeler sonucunda kanlar içinde acı çekerek can vermesi hiçbir insafa sığmayacak ve tahammül edilemeyecek bir vahşet örneğiydi.

Gerçekleşen linç, pek çok yönüyle Türk toplumunun içinde bulunduğu ruh hâlinin psikososyal röntgenini ve pek çok noktada kitlesel nitelik kazanmaya başlayan davranış reflekslerini ortaya koyması bakımından dikkatle incelenmeye değer boyutlar taşıyor.

İnsanın düşünen, algılayan, kavrayan, olayları ve olguları değerlendirme süzgecinden geçirebilen dünyadaki tek varlık olması, ona diğer tüm canlılardan farklı olarak birtakım ödev ve sorumluluklar yüklemiş bulunuyor.

İnsan her şeyden önce, düşünme ve algılama yeteneğinin ve hükmedebilme gücünün kendisine sağladığı imkân ve araçları ahlâki ve moral değerler çerçesinde kullanmak, insani asalet ve necabetin gerektirdiği edep ve erkân çerçevesinde hareket etmek durumunda.

Ne yazık ki Canik'te yaşanan linç olayı, tüm aşamalarıyla yukarıda belirtilen insani hasletlerden doğan değer ve meziyetlerin ayaklar altına alındığı, deyim yerinde ise insanlığın her yönüyle sınıfta kaldığı utanç verici bir tablo ve bir trajedi olarak hafızalara kazındı.

Değer ve inanç sistemleri karşısında linç kültürü

Tüm dinler, ahlâk öğretileri, felsefi görüş ya da ideolojiler, insana efendisi olduğu yeryüzünü tüm canlıları ve doğal hayatıyla bir emanet olarak korumak ve gelecek nesillere devretmek zorunda olduğunu öğütler ve bu konuda sorumluluk yükler. Tüm canlılar gibi, hayvanlar da ister ilahi bir bilgi veya inanç sisteminden ilham alsın, ister maddeci bir dünya görüşünden kaynaklansın doğal düzenin ayrılmaz bir parçası olarak şefkat ve merhametle yaklaşılması ve gözetilmesi gereken varlıklar olarak değerlendirilmiştir. Ancak yaşanan olayda domuzun vahşice linç edilerek öldürülmesi, tüm din, mezhep, meşrep veya ideolojilerin ilke ve değer ölçülerine göre anlaşılabilir ve açıklanabilir olmaktan çok uzak bulunuyor.

Dünya üzerinde zevk için öldüren yegâne yaratığın insan olduğu kabul edilir. İnsanın özünde var olan ve zaman zaman depreşen vahşi ve kan dökücü tabiatı kontrol altına alan ve terbiye eden unsur, şüphesiz değer ve inançlarıdır. Bu bağlamda Türkiye'nin içinde bulunduğu kültür ve medeniyet havzasında benimsenen ve İslamiyet'ten doğan inanç ve gelenekler, muzır bir hayvanın itlaf edilmesinin hangi şartlara bağlı olduğu ve hangi yöntemlerle icra edileceğine ilişkin hassasiyetle uyulması gereken kurallar geliştirmiştir. Bu bağlamda örneğin ne kadar zararlı olursa olsun hayvanların yakılarak veya boğularak öldürülmesi, hangi nedenle olursa olsun kendilerine eziyet edilmesi kabul edilmeyen ve ayrıca cezalandırılması gereken uygulamalar olarak benimsenmiştir.

Bu noktada Doğu'yu ve İslam dünyasını her fırsatta bağnazlık ve barbarlıkla suçlayan Batı'nın karnesi de pek parlak değil. Batı medeniyetinin zihniyet ve kurumsallaşma yapısının düşünce ve ilham kaynağı olan Roma'daki ölümüne gladyatör dövüşleri, günümüze kadar gelen matador geleneğinde boğaların onbinlerce seyircirin önünde kanlar içinde bırakılmasının bir keyif ve eğlence aracı hâline dönüştürülmesi, sınırsız heyecan arayışı ve hedonizmin ürettiği insan avı fantezileri, vahşet ve barbarlık tohumlarının Batı'nın tarihî birikiminde var olduğunu ve çeşitli yansımalarıyla bugüne kadar taşındığını gösteriyor.

Linç mekanizmasının temel dinamikleri

Şüphesiz bu, yaşadığımız topraklarda ne ilk ne de son linç olayı. Ayrıca linç edilenin bir insan veya hayvan olması da niteliği ve yaklaşım biçimi itibarıyla sonucu fazla değiştirmiyor.

6-7 Eylül olayları, siyasi tarihimizde gazeteci Ali Kemal'in Nurettin Paşa'nın birliklerince linç edilmesi, dini görüşlere veya etnik ve mezhebi farklılıklara dayalı olarak belli dönemlerde gerçekleştirilen kıyım ve katliamlar, tarihimizde belki yüzlercesine rastlayabileceğimiz örneklerden sadece öne çıkanları.

Burada önemli olan, linç davranışını doğuran ve geliştiren sosyal ve kültürel altyapının ve bu eğilimi her zaman canlı ve diri hâlde tutarak her fırsatta toplumsal bir reflekse dönüştüren temel dinamiklerin analiz edilerek ortaya konulması.

Günün herhangi bir anında, kentin herhangi bir yerinde gündelik işlerini takip etmek için tesadüfen bulunan ve birbirini tanımayan insanların birden bire ortaya çıkan bir nedenle bir araya gelip topluca hareket eden saldırgan bir kalabalığa dönüşmesi, öteden beri sosyologların ve sosyal psikologların inceleme ve araştırmalarına konu olan temel bir olgu.

Şüphesiz birbirini tanımıyor olsalar ve görünürde yalnızca belli bir anda bir fiziki mekânı paylaşmaktan başka ortak bir özellikleri olmadığı düşünülse de, insanların aynı tepki etrafında birleşebilmelerinin arkasında, benzer sosyo kültürel kimlik ve aidiyetlerin ve benzer kişilik özelliklerinin varlığı aranmalı.

Ayrıca karşılaştıkları olayların ve olguların anlamlandırılmasına ve yorumlanmasına yönelik belli bir duygu ve algı birlikteliğinin bulunduğu, dolayısıyla ortak psikososyal ve kültürel bir paydayı paylaştıkları da muhakkak.

Birey olarak değersizleşmiş, kimliksizleşmiş, standartlaştırıcı ve kuşatıcı toplumsal kültürün etkisiyle kişilikleri silikleşmiş insanların varlığı bir linç sürecinin ortaya çıkması ve gelişmesi için en elverişli zemini oluşturuyor. Bilinçaltında yatan kişilik travmaları, otoriter toplumsal ve siyasal kültürün dar düşünce kalıpları içinde sıkıştırılmış ve bastırılmış benlik, anonim ve kolektif bir sorumsuzluk atmosferinde bir zavallıyı bir canavara dönüştüren mekanizmanın temel dinamiklerini içinde barındırıyor.

Kendi karar ve tercihlerini savunma ya da bir haksızlığa tek başına karşı çıkma konusunda cesaret ve özgüvenden yoksun ezik tabiatlı bir kişi için linç gerekçesini seslendiren birilerinin "vurun, öldürün!" yönündeki hareket çağrısı kahraman olmak için eşsiz bir fırsat. Bu çağrıyı aldıktan sonra, ortaya konulan gerekçenin içeriğinin, haklılık veya haksızlığının bir anlamı veya değeri kalmıyor. Ortada ilan edilmiş bir suç ve işaret edilen bir suçlu vardır. Yok etme veya öldürmenin haklılık gerekçesi peşin olarak kabul edilmiştir.

Linç olayı, yalnızca kişilerin veya canlıların hayatlarının sona erdirilmesiyle sonuçlanan fiziki saldırı ve şiddet eylemleriyle sınırlı değil. İnsanların temel haklarının, düşünce ve inanç özgürlüklerinden doğan tercih ve tutumlarının toplumsal baskılarla, totaliter ve baskıcı yöntemlerle ve belirli siyasal ideolojilerle ilişkilendirilerek ötekileştirilmesine ve yok edilmesine yönelik yasak ve kısıtlamalar da lincin başka şekilleri olarak görülmeli ve değerlendirilmeli.

İnsanın ister fiziki varlığının, ister temel hak ve özgürlüklerinden doğan düşünce ve eylemlerinin sona erdirilmesi olsun, her türlü linç olayında ve buna bağlı olarak gelişen süreçlerde; önyargı ve bağnazlıktan doğan ötekileştirme, nefret besleme, kendi varlığı için bir tehdit sayma, düşman ilan etme, suçlama, saldırı, yargısız infaza tabi tutma ve nihayet yok etme unsur ve aşamaları birbirini takip eder. Sırf taşıdıkları düşüncelerin toplumun peşin önyargı ve kabullerine ve otoriter ideolojinin resmi görüşlerine uymadığı için insanlarımızın yakın tarih boyunca toplum önünde suçlu ilan edilerek itibarsızlaştırılmaları ve yargılamaya uğramaları, etnik ve mezhebi aidiyetleri nedeniyle ötekileştirilmeleri, dini inanç ve görüşlerini yaşama imkânlarının kısıtlanması, kıyafetleri nedeniyle eğitim ve çalışma haklarından mahrum bırakılmaları bunun örnekleridir.

Eğitimin önemi

Yaşanan olayın, fiziki ve itibari sınırların ortadan kalkmasıyla dünyanın tek ve bütünleşik bir iletişim ve medya çevresi hâline geldiği bir çağda, Türk insanının dünyadaki imaj ve algısına, dolayısıyla Türkiye'nin uluslararası itibarına ne kadar zarar verebileceğini anlamak hiç de zor değil.

Ne yazık ki böyle bahtsız bir gelişmenin sosyal ağlarda ve video paylaşım sitelerinde yer almasına neden olmakla, Charlie Hebdo katliamı, IŞİD uygulamaları, Pakistan'da öğrencilerin öldürülmesi ve benzeri olaylarla tüm dünyanın zihninde oluşturulan vahşi ve bağnaz Müslüman algısının pekiştirilmesine herhangi bir iletişim ve medya planlamasının gerçekleştiremeyeceği ölçüde katkı sunmuş bulunuyoruz.

Derin tarihî ve kültürel mirasımıza ve birikimimize rağmen, ülkemizde yaşadığımız olay ve benzeri zulüm ve vahşet manzaralarının sıkça ortaya çıkması, hangi açılardan bakılırsa bakılsın iki temel faktörle açıklanabilir: Cehalet, dolayısıyla eğitim eksikliği ve toplumumuzu bir arada tutan inanç ve değer sisteminin çözülmesi.

Dolayısıyla ne kadar zor ve zaman alıcı olsa da bu doğrultuda toplumda tutum ve davranış değişikliği sağlamaya yönelik eğitim politikalarının belirlenmesi ve bir an önce uygulamaya konulması kaçınılmaz gözükmektedir.