Dünyanın Hasta Adamı : Avrupa
Öznur Küçüker Sirene
Dünyanın Hasta Adamı : Avrupa
25.11.2024 Pazartesi 18:08

19. yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu'nun eski gücünü yitirdiğini ve “büyük güçler” arasındaki denge unsuru olma konumundan uzaklaştığını ifade etmek için “Avrupa'nın hasta adamı” tabiri kullanılmıştı.


Aradan yüzyıllar geçti ve güç dengelerinin tekrar değiştiğine şahit oluyoruz.

İki büyük dünya savaşından sonra barış ve iş birliği yoluyla büyümeye karar veren Avrupa ülkeleri birdenbire yeniden kendilerini bir savaşın ortasında buluverdiler. 24 Şubat 2022 tarihinde Ukrayna Savaşı patlak verdiğinde henüz kimse bütün Avrupa’nın savaş bataklığına saplanacağını öngöremiyor, Avrupalı liderler oldukça iddialı çıkışlarıyla “Rus ekonomisini yaptırımlarla çökertmeye” ant içiyorlardı. Bense daha ilk günden Ukrayna Savaşı ile aslında kendi korunaklı kıtasından ortalığı karıştırmaya çalışan ABD’nin Avrupa’yı bir tuzağa çekmeye çalıştığına dair uyarılarda bulunmuştum. Zaman beni haklı çıkardı.

İşte böylece Sovyetler Birliği'nin siyasi mirasçısı, doğal kaynak zengini, nükleer güç Rusya Federasyonu'nun strateji yeteneğini küçümseyen akıl, Avrupa Birliği'ni de sonun başlangıcına taşımış oldu. Rusya, BRICS gibi birliklerle iş birliği ve ortaklığını geliştirirken Avrupa Birliği kendi arasında bile önemli konularda birlikte hareket edemeyecek hâle geldi. Avrupa Birliği’nin hantal kurumları ve lider krizi, bütün AB ülkelerini kendi politikalarını bağımsızca belirlemeye yöneltti.

Bugün karşımızda ne Ukrayna Savaşı konusunda ne de Gazze’de yaşanan soykırım karşısında ortak bir pozisyon belirlemeyen bir AB var. Geçtiğimiz günlerde Olaf Scholz’un iki yılın ardından ilk kez Putin ile bir saatlik bir telefon görüşmesi gerçekleştirmesi de AB içindeki fikir ve eylem ayrılıklarına tuz biber ekti. Avrupa basınında bu olay “Putin’in zaferi” ve “Almanya’nın -dolayısıyla Avrupa’nın-güçsüzlük göstergesi” olarak yorumlandı.

Bugün ucuz Rus gazı ile gelişmiş Alman sanayisi için tehlike çanları çalıyor.

Ekonomik sıkıntıların derinleştiği Almanya’da resesyon kapıda. Fransa’da ise kamu borcu o kadar yüksek bir seviyeye ulaştı ki ülkenin memurların maaşlarını ödemek için borç aldığı haberleri bile çıkıyor. Siyasi olarak da Avrupa Birliği içinde, AB karşıtı ulusalcı partilerin yükselişe geçtiğini görüyoruz. “Daha güçlü ekonomi, daha sıkı güvenlik tedbirleri” diyen bu partilerin korumacı ideolojileri, kişi ve malların serbest dolaşımını sağlayan Schengen bölgesinin geleceğini tehlikeye sokuyor. Almanya ve Fransa yavaş yavaş kara sınırlarında pasaport kontrollerine başlarken Polonya gibi ülkeler de savunma sanayi harcamalarını artırıyor.

Savunma sanayi demişken tabii ki Avrupa Birliği’nin geleceği karşısındaki en büyük tehdit güvenlik. Henüz birkaç yıl önce Macron’un “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti”, “Avrupa ordusu kuralım” çıkışlarından sonra Fransa’da Sarı Yelekliler eylemleri yaşanmıştı. Bugün Ukrayna Savaşı ile Rus gazının yerini yavaş yavaş Amerikan gazı alırken, Avrupa ordusu kurma hayali de suya düştü ve AB hiç olmadığı kadar NATO’ya bağımlı hâle geldi.

Peki ya geçmiş başkanlık döneminde NATO müttefiklerine “ABD dünyanın kumbarası değil” uyarısında bulunan Trump bu başkanlık döneminde ülkesinin NATO'ya katkısını daha da azaltarak Avrupa ülkelerini Rusya ile baş başa bırakırsa? “Rusya üç ayda Avrupa Birliği'nin bir yılda ürettiği kadar silah ve mühimmat üretiyor” tespitinde bulunan Almanya Savunma Bakanı Pistorius da tehlikenin farkında. Yanı başındaki Ukrayna'ya hipersonik balistik füze Oreşnik'i göndererek Avrupa'ya gözdağı veren Putin ise belli ki “dünyanın hasta adamına” son bir şans veriyor:
Dişe diş, kana kan. Ya müzakare masası, ya da AB'nin sonu