Ulusal güvenlik, bir ülkenin askeri tehditler ve risklerle karşı karşıya olmaması durumu şeklinde tanımlanır. Oysa ulusal güvenlik, askeri nitelikli fizik tehditlerin ötesinde, bir devletin değerlerine , yaşam şekline , sosyal, siyasi ve ekonomik yapısına yönelik tehditleri de kapsamak zorundadır . Bu bakımdan güvenlik, akademik literatürde bir çok farklı sektörleri kapsamaktadır . Çevre güvenliğinden , birey güvenliğine kadar geniş yelpazedeki konular güvenlik yaklaşımlarının çalışma sahası içindedir. Sektörlerin bu derecede geniş tutulması güvenlik yaklaşımlarının disipliner bütünlüğünü tehdit ettiği söylenebilir. Birden çok yaklaşımın ortaya çıkması ve farklı bilimsel alanların güvenlik çalışmalarının içine monte edilmesi , bu alanın bilimsel bir disiplin olup olmadığına yönelik tartışmalarını beraberinde getirtiyor. Bu bakımdan , ulusal güvenlik ile ilgili yapılan çalışmalar, sadece bir devletin ulusal güç bileşenlerine yönelik tehditler bağlamında ele alınmalıdır . Bir ülkenin ulusa güç unsurları şunlardır :
- Siyasi Güç
- Askeri Güç
- Ekonomik Güç
- Demografik Güç
- Coğrafi Güç
- Bilimsel ve Teknolojik Güç
- Psiko-Sosyal Güç ve Ulusal etki
Bir ülkenin ulusal güç bileşenlerine yönelik saldırılar, ulusal güvenlik tehdidi olarak ele alınır. Toplumsal ve milli dokuya yönelik saldırılar da güvenlik tehditleri bağlamında ele alınmalıdır. ABD Başkanı Joe Biden’ın,” Erdoğan’ı Darbe ile değil seçimle devireceğim” sözü siyasi bir açıklama olarak değil, güvenlik tehdidi olarak okunmalıdır. ABD‘nin yeni yönetiminin Erdoğan’a karşı bir cephe yaratacağı, halkın tercihlerini yapay müdahalelerle ve çeşitli dezenformasyonlarla etkilemeye çalışacağı görülüyor. Siyasetimizdeki keskin kutuplaşma, Amerika’nın bu amaca ulaşmasını kolaylaştıracağını gösteriyor. Örneğin bir CHP milletvekilinin, “Azerbaycan’a Türkiye’nin cihatçı gönderdiği ve AB ‘den Türkiye’deki demokratik süreçleri desteklemelerini istedikleri” şeklindeki beyanı, siyasetteki farklılaşmanın yöntemde değil, farklı başkentlere angaje olma ve milli olma şeklinde olduğunu gösteriyor. Siyasetin doğası gereği, bir iktidarın toplumun bütün katmanlarını kuşatabilmesi mümkün olamayabilir. Ancak aldığı kararlar, son tahlilde herkes için bağlayıcıdır. Hükümetlerin yönettiği ülkenin bütün milli güç unsurlarını seferber etme yeteneği de çoğu zaman olmaz. Ulusal meselelerde yaşanan ayrışmalar bunu gözler önüne sermektedir. Bu ayrışmaların nedenini anlamak için devlet aygıtı, ulus ve devlet egemenliğini aşındırma görevini üstlenen ulus ötesi ekonomik ve sosyal ağların fonksiyonlarını incelemek gerekir. Modern ulus devletler, toplumu üzerindeki egemenliğinin derinleşmesini ve toplumsal kontrolün maksimum seviyede olmasını arzu eder. Modern devlet için insanlar vatandaşlık numarasından ibarettir. Toplumsal farklıkları ve renkleri göz ardı edip, makbul vatandaşlığı dayatan devletler ile toplumlar arasında doku uyuşmazlığı kaçınılmazdır. Örneğin ABD ‘de Beyaz Anglo Sakson Protestanlar, kendilerini Amerika’nın makbul vatandaşı ve sahibi olarak görür. Diğer farklıklar, görünürde olmasa bile uygulamalarda ikinci sınıf vatandaş oldukları hissettirilir. Bu bakımdan, devlet ve ulus arasındaki ilişkinin sağlıklı bir zemine oturması, ulusal güvenlik açısından önem taşımaktadır. Toplumsal ihtiyaçları doğru okuyamayan devlet aygıtı, farklıklara nefes alabileceği bir siyasi ve demokratik alan bırakmadığında toplumsal patlamaların yaşanması her zaman olasıdır. Modern ulus devletin egemenliğini ve toplumu üzerindeki etkisini tehdit eden diğer faktör ise ulus ötesi ekonomik ve sosyal ağlardır. Karşılıklı ekonomik ve sosyal bağımlılığın arttığı günümüzde bu yapılar, devlet ve toplum arasındaki ilişki ve iletişim kanallarına set çekmeye çalışır ve devletin toplumu üzerindeki kontrolünün altını oymaya çalışır. Örneğin, demokratik haklar, azınlık hakları ve cinsiyet hakları üzerine örgütlenen sivil toplum dernekleri , devlet aygıtının yanlış uygulamalarını istismar ederek , devlet ve toplum arasındaki gönül bağını koparmaya çalışır. Gönül bağı kopan bu grupların güvenlik tehdidine dönüştürülmesi kolay hale gelir. Ulus ötesi ekonomik ağlar ise , ekonomik kazanç motivasyonu ile hareket ettiği için çıkarlarını, devlet ve toplum çıkarlarından üstün tutar . Bu bakımdan ülke içindeki çok uluslu birçok ekonomik oyuncu, rahat hareket edebilmek ve kazancını maksimize etmek için devletin küçültülmesi gerektiğini savunur. Sermaye için devlet gece bekçisidir; adalet, eğitim ve güvenlik dışında başka fonksiyonunun olmaması gerektiğini savunur. Görüldüğü gibi modern ulus devletlerin tarihi, sermaye ve buna eklemli ulus ötesi sosyal ağlar ile devletlerin çatışmasıdır. Devlet aygıtı içte ve dışta egemenliğinin sürekli kılmaya çalışırken, rakip güçler olan sermaye ve türevi örgütler bu egemenliği aşındırmaya çalışmaktadır. Günümüzde Türkiye’nin milli gelirin on katı büyüklüğünde çok uluslu şirketlerin ve finans kuruluşlarının olduğu biliniyor . Bu yapıların uluslararası siyasete ne gibi etkilerinin olduğunu net bir biçimde bilmiyoruz . Örneğin ABD’nin Ortadoğu siyasetinin şekillenmesinde hangi şirketlerin çıkarlarının etkili olduğunu ele almıyoruz.
Egemenlik iddiasında olmayan ama sahne arkasında devletleri yönlendirme becerisine sahip olan küresel sermayenin, ulus devletlerin egemenliğine nasıl saldırdığını iyi görülmesi gerekir. Ulus devletlerin, güç bileşenlerinin içinde yapılanıp örtülü bir şekilde ülkeleri yönetmelerine karşı etkili önlemlerin alınması gerekir. Çok uluslu sivil toplum ve medya ağı ile kendi kazancını maksimize etmeye çalışan bu güçler, yeni dünya düzeninde devletlerin karşı karşıya kalacağı en büyük tehditlerdir. Ulus devletler modern dönemde icat edilen kötü bir aygıt olsa da, milli kimlikleri, değerleri, ezilenleri ve toplumu koruyan en güçlü aygıttır. Covid 19 sürecinde bunu net görmedik mi?