Haber 365
Haberlere Hızlı Erişin Son Dakika Haberleri ve Gelişmeleri Anında, Herkesten Önce Öğrenmek İçin;
Takip Et
PKK’nin Kanlı Darbeler Tarihi ve Hendekler
Hasan Mesut Önder
PKK’nin Kanlı Darbeler Tarihi ve Hendekler
17.07.2020 Cuma 12:43

Terör örgütleri, kuruluşundan, varlığını sürdürdüğü süre boyunca hiçbir zaman homojen ve yekpare hareket eden bir organizasyon olamazlar. Örgütler genellikle çekirdek bir kadro tarafından kurulur ve genişledikçe örgüt içinde farklı görüşler ve hizipler ortaya çıkar. Bu bağlamda PKK ele alındığında, Öcalan’ın ve Ankara Tuzluçayır’da örgütün nüvesini oluşturan isimlerin, örgüt içindeki bütün rakiplerini ve muhalefeti tasfiye ederek 40 yıl boyunca savaş baronu vasıflarını korudukları görülmektedir. Teknik açıdan tanınan bilinen düşmanla mücadele etmek, sürekli lider ve yönetim kadrosu değişen örgütlere nazaran daha kolaydır. Çünkü her ismin bir yönetim tarzı vardır ve belli bir süreden sonra bu yönetme şekli kendini tekrar eder. Bu makalede, PKK’nın örgüt içi infaz ve kahramanlaştırma stratejisine değinip, örgüt içerisinde ikon haline getirilen isimlerin aslında Öcalan ve Kandil tarafından nasıl tasfiye edildiğinin ayrıntılarına yer vereceğiz. Öcalan ve PKK’yi yakından tanıyan Şükrü Gülmüş, örgüt içi infazlar ve güç müdahaleleri hakkında şunları söylüyor:

“Öcalan’ın, ‘Ben Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile yaptığım mücadeleden daha fazla parti içi muhalefetle mücadele ettim.’ sözü çok önemlidir. Bu söz öyle basite indirgenebilecek bir söz değil; aksine bir gerçeğe işaret ediyor. Bu gerçek ise PKK 1978’de Fis Köyü’nde kuruluş aşamasında iken, Öcalan’ın, Tuzluçayır grubunun dışındaki isimlerin açık muhalefeti ile karşılaşmasıdır. Şahin Dönmez, o kongrenin sekreteri idi ve her ne hikmetse, Elazığ grubu yakalanıyor. 1980 darbesinden sonra Öcalan Şam’a yerleşiyor. Diyarbakır cezaevindeki kadrolar o dönem örgüt tabanında güçlü sempati topladığı için Öcalan, Eruh ve Şemdinli baskınları ile inisiyatifi ele geçirmeye çalışıyor. Bu iki eylem, Öcalan’ın örgüt üzerindeki kontrolü ve parti tabanını kazanmaya yönelik bir hamlesidir. Eruh ve Şemdinli baskını, Mahzum Korkmaz’ın Barzanilerin desteği ile gerçekleştirdiği bir eylemdir. Bu eylemde KDP peşmergeleri de lojistik destek olarak yer aldı. 1982 yılında Mahsum Korkmaz ve Duran Kalkan, PKK ve KDP arasındaki protokol gereği, Barzani denetimindeki kamplarda faaliyetlerini yürütüyorlardı. Öcalan, Diyarbakır kadrolarının tabandaki sempatisini ikame etmek için bu eylemin talimatını verdi. Eylemi yürüten kişi olan Mahsum Korkmaz, böyle bir eylemi yapmanın vermiş olduğu özgüven ve KDP ile olan ilişkilerinden dolayı daha özerk davranmaya başlayıp, Öcalan’ın Şam’dan gönderdiği talimatları göz ardı etme yolunu tercih ettiği için Öcalan’ın grubuna soktuğu bir tetkikçi tarafından arkasından kurşun sıkılma sureti ile öldürüldü. Korkmaz öldükten sonra ikon haline getirilip heykelleri yapıldı ve belli yerlere ismi verildi. Öcalan’ın taktiği şudur; parti içinde ona muhalefet eden ve kendine tehdit olarak gördüğü isimleri öldürtüp kahraman ilan etmek... Sakine Cansız olayı da böyledir; örgütün Beka’daki Diyarbakır zindan konferansında, Öcalan’ın Diyarbakır’daki kadrolara yönelik küçük düşürücü söylemlerine karşı, Cansız terbiyesizlik yapma diye cevap vermiş ve Öcalan bunu hiçbir zaman unutmayarak bedelini Paris’te ödetmiş ve Kandil’e heykelini dikmiştir. Öcalan’ın klasik taktiğidir bu...”

Örgütlerde insan kaynağı değiştikçe, görüş ayrılıklarının derinleşmesi ve örgüt bileşenlerinin merkezi güce karşı başkaldırması ve otonom hareket etmesi olağan olaylardır. Bundan dolayı Öcalan, Tuzluçayır’daki yakın ekibini her zaman yanında tutmuş, o çekirdek kadronun dışında yer alan isimleri, örgüt merkezinin dışında tutmaya gayret göstermiştir. Bu konu hakkında Şükrü Gülmüş şunları söylüyor: 

“1980 yılında, Öcalan tarafından ülkeye müdahale grubu olarak gönderildim. Müdahale etmek için geldiğim isimler Cemil Bayık ve Duran Kalkan’dı. Biz ülkeye girdiğimizde yakalandık, müdahale etmek için geldiğimiz isimler Şam’a Öcalan’ın yanına gitti. Bu konu üzerinde çok düşündüm ve şu sonucu vardım: O tarihlerde Öcalan, kendi yakın ekibinin güvenliğini sağlayıp yanına almak için bizi sahaya sürdü. Bugünden düşündüğümde vardığım sonuç bu…” Örgüt içindeki dengelerin her zaman statik olmadığını söyleyen Gülmüş, PKK içinde  ana gruplaşmanın Apocular, Alevi-Solcular ve Kürt Milliyetçileri şeklinde olduğunu, Apocu ve Solcu kadroların örgütün ana yönetimini oluşturduğunu ve bu iki grup arasında bir iç içe geçme durumunun söz konusu olduğunu, Kürt milliyetçilerinin ise ilkel milliyetçilikle suçlanıp bastırdıklarını ve onların da örgüt içi dengelerden dolayı Öcalan’ın ismini anmadan varlık gösteremeyeceklerinin farkında olduklarını söylüyor. Gülmüş, ayrıca örgüt içinde Kürt milliyetçi unsurlarla Kandil’e karşı bir darbe planladıklarını ama bunda başarılı olamadıklarını da ekliyor.

Kandil’deki savaş baronlarını en çok tedirgin eden hususların, demokratik açılım süreci ve HDP’nin emanet olaylarla yüzde 13’lük oy alması olduğu biliniyor. Açılım sürecinde, örgütün şehirlerdeki unsurları genişledikçe Kandil’den kontrol edilemez hale geldiler ve çevre ile merkez arasındaki hiyerarşide bir kopukluk oluştu. Kandil bu durumu çözmek ve PYD’nin Suriye’de elde ettiği kazanımın benzerini Türkiye’de oluşturmak için “hendek stratejisi” uyguladı ve bölge insanı ve Türkiye için büyük yıkıma neden olan o olaylar yaşandı. Olayları yakından takip eden bir kaynağıma göre bölgede polisin ve jandarmanın olaylara soğukkanlı ve itidalli yaklaşmasına rağmen olayları kışkırtan ve yüzlerce kişinin ölmesine neden olan örgüt içinde bir güçten bahsediyor. Cizre’de bir bodrumda 30 kişinin yanarak ölmesi olayının yakın tanığı olan kaynağım, Cizre        Emniyet Müdürünün ambulans gönderip, oradaki kişileri tahliye etme girişiminde bulunmasına rağmen, başka bir bölgeden ateş edilip bodrumda o insanların yakıldığından bahsediyor. Bütün bu olaylar, kamuoyunda çok fazla bilinmiyor.  Kandil, kontrolünden çıkan şehirdeki kadroları ölüme sürerek hem Suriye benzeri bir kazanım elde etmeyi istemesi hem de bu kadroların büyük kısmının tasfiye edileceğini bile bile sahaya sürmesi, Kandil’deki savaş baronlarının Soğuk Savaş Dönemi’nden kalma alışkanlıklarından kurtulamadıklarını ve insan kanı üzerinden siyaset yaptıklarını gösteriyor. HDP ve PKK tabanı, öldürüp kahraman ilan eden ve kendi gücünü devam ettirmek için insanları ölüme süren savaş ağalarının gerçek yüzünü görmediği sürece, bu kısır döngü devam edecektir. Sizce uyanma ve ne oluyor sorusunu sorma vakti gelmedi mi?