Haber 365
Haberlere Hızlı Erişin Son Dakika Haberleri ve Gelişmeleri Anında, Herkesten Önce Öğrenmek İçin;
Takip Et
Aşk,  Sevgi ve Gerçeklik Üzerine
Hasan Mesut Önder
Aşk, Sevgi ve Gerçeklik Üzerine
01.09.2020 Salı 12:17

Algılama süreci, insanları çevrelerine bağlar ve hakkımızdaki dünyayı doğru anlamak için kritik öneme sahiptir. Gerçeği anlamak,  doğru bir algılama gerektirir. Yine de insan algısı üzerine yapılan araştırmalar, sürecin birçok tuzakla kuşatıldığını gösteriyor. İnsanlar algıyı pasif bir süreç olarak düşünme eğilimindedir. Duyularımıza etki eden uyaranları görür, duyar, koklar, tatar veya hissederiz. Herhangi bir şekilde objektif olursak, gerçekte orada olanı kaydettiğimizi düşünürüz. Oysa algı pasif bir süreçten ziyade, aktif bir süreçtir. İnsan gerçekliği kaydetmek yerine kendi zihinsel modeline göre yorumlayıp yeniden inşa eder. Algı, anlayışı olduğu kadar farkındalığı da ima eder. İnsanların beş duyu aracılığıyla sağlanan bilgilere dayanarak kendi gerçeklik versiyonlarını inşa ettikleri bir çıkarım sürecidir.      Genel olarak insanların ve özellikle analistlerin algıladıkları ve bunu ne kadar kolay algıladıkları, geçmiş deneyimlerinden, eğitimlerinden, kültürel değerlerinden ve rol gerekliliklerinden ve ayrıca alıcı organları tarafından kaydedilen uyarıcılardan güçlü bir şekilde etkilenir. Yani hayata, tecrübelerimiz, dünya görüşümüz ve kültürel değerlerimizin merceğinden bakarız. Bu bizim küçük bir dünyaya hapsolduğumuz anlamına da gelebilir. Sosyal yaşamımızda, ilişki kurma davranışımızda da bu mercek çok etkilidir. Bizim gibi düşünen, aynı mizah anlayışına sahip insanlara kendimizi yakın hissederiz. Çünkü karşıdaki kişi tanıdıktır ve bu tanıma durumu kişinin kendini güvende hissetmesine sebep olabilmektedir. Bütün bu teknik ayrıntının ve insan zihninin  algılama biçimini anlatmaya çalışmamın nedeni aşk, sevgi ve gerçekliğin ne olduğuna dair  bir  perspektif açmak içindir...

Metin Erksan’ın “Sevmek Zamanı” adlı filminde geçen replik bu konuda iyi bir örnektir:

Sema Özcan: Aylardan beri gelip neden benim resmime bakıyorsun? Cevap vermeyecek misin bana? Yoksa gerçeği söylemekten korkuyor musun?

Müşfik Kenter: Öğrenmek istediğini Mustafa söylemiştir sana.

Sema Özcan: Ben senin söylemeni istiyorum. Herhalde bana ait olan bir şeyi öğrenmek hakkımdır.

Müşfik Kenter: Hayır! Sana ait bir mesele değil bu. Resminle benim aramdaki bir durum seni ilgilendirmez. Ben senin resmine aşığım.

Sema Özcan: İyi ama aşık olduğun resim benim resmim. İşte ben de buradayım, söyleyeceklerini dinlemeye geldim.

Müşfik Kenter: Resmin sen değilsin ki! Resmin benim dünyama ait bir şey. Ben seni değil resmini tanıyorum. Belki sen benim bütün güzel düşüncelerimi yıkarsın.

Sema Özcan: Bu davranışların bir korkudan ileri geliyor.

Müşfik Kenter: Evet bir korkudan ileri geliyor. Bu korku sevdiğim şeye ebediyen sahip olabilmek için çekilen bir korku. Ben senin resmine değil de sana aşık olsaydım o zaman ne olacaktı? Belki bir kere bile bakmayacaktın yüzüme. Belki de alay edecektin sevgimle. Halbuki resmin bana dostça bakıyor. İyilikle bakıyor ve ebediyen bakacak.

Sema Özcan:  Ben de sana bakmak istiyorum.

Müşfik Kenter: Hayır. Benimle resminin arasına girme istemiyorum seni. Ben senin yalnız resmine aşığım... Resminle aramda ne kadar uzun zaman geçti. İlk karşılaşmamızı dün gibi hatırlarım. Birden bana iyilikle, sevgiyle bakan bir yüz gördüm. Elbiselerim eskiydi, kirliydim, sakallarım uzamıştı. İnanamadım. O insanca bakışı bir daha göremem diye bir daha resme bakmaktan korkuyordum. İkinci kere zorlukla baktım resmine. Gene iyilik gene sevgi vardı gözlerinde...

Sema Özcan:   Resmimin yerine, ben seveceğim seni. Artık ben varım.

Müşfik Kenter: Hayır hayır. İstemiyorum seni. Benim dünyama girmeye kalkma. Merhametsizce yıkarsın onu. Resmin benim kendimden bir parça. Bırak ben onu seveyim. Sen sevmek isteme beni, senin ellerini tutmak istemiyorum. Sonra çekersin o ellerini benden. Ben resmine aşığım, ölünceye kadar da onu seveceğim.

Bu diyalogda, kaybetme korkusu ile birine bağlanamama, kaygı ve algılanan bir öznenin idealleştirilip anlam yüklenmesi söz konusu… Peki biz aşık olduğumuzda ne yapıyoruz? Aşk öznesini, idealleştirip kusursuz bir şekilde kodlayıp, zihnimizde donduruyoruz. Ortak bir yaşama adım atıp, aşkı oluşturan hormonal durum normalleştikten sonra,  kafamızda idealleştirdiğimiz sevgi öznesi ile gerçek kişi arasındaki tutarsızlığı gördüğümüz zaman, seni artık tanıyamıyorum cümlelerini söylemeye veya duymaya başlarız. Bundan dolayı aşk, hormonla etki ile birlikte aklın gerçeklikten kopma durumu olarak tanımlanabilir. Ve bu gerçek dışı durum  çok fazla da uzun sürmez. Yapılan istatistiklere göre, kişinin aşık olma durumu hormonal olarak en fazla 16 ay sürdüğü ifade edilmektedir. Bu yoğun zihin yanılsaması bittikten sonra, yaşanmışlıklar, ortak anılar ve kişiler arasında yakalanan ortak uygum sevgiyi, biri ile birlikte yaşama, onun için fedakarlık yapma duygusunu doğurur ve bu duygu kalıcı olandır. Bu bakımdan kalıcı olan aşk değil, sevgidir. Sevgi, iki kişi arasında oluşan ortak hafıza, aynı şeye üzülme veya sevinme ve kişiliklerin kaynaşması durumudur. Ayrıca bilge bir arkadaşımın ifadesi ile sevgi, duygusal denge ve karşındakinin derdi ile dertlenmeyeceksen kelam etmeme işidir. Herkes, kalple sevdiğini düşünür oysa bu büyük bir yanılgıdır. Aklı olmayan aşkın ve sevginin hiçbir önemi yoktur. Mutlak gerçeklik budur bana göre, siz ne dersiniz?