Haber 365
Haberlere Hızlı Erişin Son Dakika Haberleri ve Gelişmeleri Anında, Herkesten Önce Öğrenmek İçin;
Takip Et
Başlangıçtan Önce
Hasan Birgül
Başlangıçtan Önce
20.05.2021 Perşembe 09:26

İngiltere’nin popüler eski Dışişleri Bakanlarından Arthur Balfour’un adı dönem dönem geçer tarih kitaplarında, İngiliz öğrenciler bu ismi çok anımsamasa da aynı yaşıtları olan Filistinli ve İsrailli öğrenciler ve araştırmacılar onun nasıl bir sistem oluşturduğunu, günümüzde nelere sebebiyet verdiğini bütün detaylarıyla kapsamlı bir şekilde anlatırlar. 2 Kasım 1917’de Birinci Dünya Savaşı şiddetli bir şekilde devam ederken, İngiltere Dışişleri Bakanı olan Arthur Balfour tarafından yapılan açıklama tarihsel açıdan kanlı bir sistemin başlangıcı olmuştur. Tarihte bazı önemli dönüm noktaları vardır ki tek taraflı bir bakış açısı ve tarih yanılgısına sebep olmuştur.


Bu sebebiyetten dolayıdır ki sevgili okurlar komplo teorilerinin arasında heba olup gitmişlerdir. Ön planda Siyonizm, arka planda Britanya ve bölgesel çıkarları 1. Dünya Savaşı’nda kurulu dünya düzenini sistemsel olarak değiştirmişti. 1517’de Osmanlı İmparatorluğu egemenliğine giren Filistin, 1.Dünya Savaşı’nın sonlarında, 1917’de, İngiltere’nin egemenliğine girer. 19. yüzyılın sonlarına doğru ise Yahudi düşmanlığı ve Siyonizm hareketinin Avrupa’daki gelişimi, Filistin’e yönelik Yahudi göçlerinin temel ve kısmi nedenlerini teşkil etmektedir. Bugün yaşanan hukuksuzluk aslında tarihsel kökenlerine bakıldığı zaman daha net karşımıza çıkmaktadır. Theodor Herzl, bir Yahudi yurdu kurma fikrini gerçekleştirebilmek için Almanya, Osmanlı ve İngiltere alternatiflerini kullanmayı tercih etmiştir. Almanya’nın bu fikre sıcak bakmaması üzerine, Osmanlı’ya yönelen Theodor Herzl 1901 ve 1902’de Abdülhamid ile görüşmüş̧ ve Yahudilere Filistin’de yurt verilmesini, bunun karşılığında ise Osmanlı borçlarının Avrupa’daki Yahudi bankerler tarafından ödenebileceğini garanti etmiştir. Abdülhamid’in bu teklifi reddetmesi üzerine, Herzl çabalarını İngiltere üzerinde planlı bir şekilde yoğunlaştırdı. Yahudilere önce El-Ariş teklif edildi, bu teklif Mısır ve Osmanlı’nın sert tepkisine neden olunca bu tekliften hemen vazgeçildi. Sonraki teklif olan, Uganda’da bir Yahudi yurdunun kurulması da hoşlarına gitmedi ve reddettiler. 1904’te toplanan 7. Dünya Yahudi Kongresi, İngiltere’nin teklif ettiği Uganda’yı kesinlikle reddeder ve Filistin’den başka toprağın, Yahudi yurdu olarak kabul edilemeyeceğini bildirdiler. 20. yüzyılın ilk yıllarından itibaren Yahudiler sistemsel hareket ederek yurt edinme konusunda yoğun çalışmalar ve görüşmeler yürütmeye başladılar. Bu çalışmaların en dikkat çekenlerinden biri olan, 1901’de kurulan Yahudi Ulusal Fonu sayesinde, Filistin topraklarının kazanılmasında, satın alınmasında ciddi bir başarı sağlamıştır. Ayrıca 1915 – 1916 yıllarında, Mekke Şerifi Hüseyin ve İngiltere’nin Mısır’daki Yüksek Komiseri Henry McMahon arasındaki mektuplaşmalar ve 1916’da Fransa-İngiltere arasındaki Sykes-Picot Anlaşması’nın imzalanması da dönem için önemli bir iz düşümü oluyor. 1. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, 1904’te Dünya Siyonist Teşkilatı’nın lideri olan Chaim Weizmann, siyasi etkisini kullanarak İngiltere üzerinde baskı kurmaya çalışmıştır. Weizmann ve arkadaşları İngiltere hükümetine verdikleri ilk muhtırada yanlış duymadınız saygıdeğer okurlar muhtıra veriyorlar. Filistin’de bir yurt değil, Filistin’in Yahudi yurdu olarak kabul edilmesini, Filistin’e özerklik verilmesini ve Filistin’e Yahudi göçlerinin serbest bırakılması için ciddi kulisler yapıyorlar. İngiltere ise bu dönemde Yahudileri destekleyen politikalarına tam gaz devam ediyor. Kendi iç işleri ve dış işlerini bir kenara bırakıyorlar ve Filistin’i nasıl teslim ederiz diye ciddi bir planlama ve programlama yapıyorlar. Yahudilerin etkili çalışmaları sonuçlarını göstermiş̧. 1917’ye kadar devam eden İngiltere’nin iki taraflı politikası, bu tarihten sonra ciddi bir kırılma yasamış̧ ve Yahudi taraftarı politikaları hiç̧ olmadığı kadar etkinliğini arttırmıştır. Bu politika değişikliğinin en önemli göstergesi, 2 Kasım 1917’de İngiltere’nin Dışişleri Bakanı Lord A. J. Balfour’un adıyla anılan ve Balfour Deklarasyonu olarak bilinen mektubun, İngiltere Siyonist Dernekleri Başkanı Lord Rotschild’e yazılmasıdır. İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour’un Siyonist lider Rothschild’e yazdığı mektubun tamamını eksiksiz aktarıyorum;


‘’Saygıdeğer Lord Rothschild’’, Majestelerinin Hükümeti adına kabineye sunulan ve kabul edilen Yahudi Siyonist isteklerini sempati ile karşılayan müteakip deklarasyonu iletmekten memnuniyet duyarım. Majestelerinin Hükümeti, Filistin'de Museviler için bir millî yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır. Filistin'deki mevcut Musevi olmayan toplumların sivil ve dini haklarına ve başka ülkelerde yaşayan Musevilerin sahip oldukları hak ve politik statülerine zarar verecek hiçbir şeyin yapılmayacağı açıkça anlaşılmalıdır. Bu deklarasyonu Siyonist Federasyonu'nun bilgisine sunmanızdan memnuniyet duyacağım. Saygılarımla Arthur James Balfour". Balfour Deklarasyonu, Filistin’de bir Yahudi yurdu kurulması fikrini diplomatik belge ile tescil etmektedir. İngiltere’nin açıkça destekleyeceğini belirtmektedir. Balfour Deklarasyonu’nu ünlü bir Yahudi yazar olan Arthur Koestler bir yazısında şöyle aktarmıştır.  “Bir devletin başka birine üçüncü bir ulusun toprağını vermesi”. Özetle, Filistin’in geleceğine ilişkin pazarlıklar sürecinde, üç belge hazırlanmıştır. Hüseyin–McMahon yazışmaları, Sykes–Picot Anlaşması ve Balfour Deklarasyonu. Bu üç önemli gelişme Filistin’in geleceği konusunda farklı planları sistemsel iz düşümünü net olarak ortaya koyuyordu. Bu anlamda taslağın hazırlanması süresince uluslararası hukuk açısından taraf olabilecek devlet ve gruplar dışlanmış oluyor. Hukuksuzluğun ilk temelleri atılmış oluyordu. Bilerek geniş kapsamlı bir yazı diliyle başladım bu köşe yazıma saygıdeğer okurlar, Filistin ve İsrail meselesini anlayabilmek için geçmiş dönemde nasıl hukuksuzların yapıldığını yazmamız ve tarih sayfalarını karıştırmamız gerekmektedir. Gerçek hikayeyi eksiksiz bir şekilde anlatmalıyız. Ortada bir "Filistin sorunu" olmadığını , ortada uluslararası hukuka uymayan bir İsrail sorununun olduğunu bağırmalıyız. İsrail’in çocukları öldüren terörist bir devlet olduğunu ve sadece Arapların değil Yahudilerin de başına bela olacaklarını anlatmalıyız. İnsanları doğdukları evlerden kovup içine oturanlar, yerleşimci değil haydut olduğunu geçmiş döneme bakarak söylemeliyiz. Kanıtlar bunlardır demeliyiz. Ayrıca  bu söylediklerim  antisemitizm değil insanlıktır. Bunları da yazamıyorsak kalemimizi kıralım.