Haber 365
Haberlere Hızlı Erişin Son Dakika Haberleri ve Gelişmeleri Anında, Herkesten Önce Öğrenmek İçin;
Takip Et
Yandı Gülüm Keten Helva!
Ahmet Tezcan
Yandı Gülüm Keten Helva!
11.05.2020 Pazartesi 09:23

Baştan beri inanmadım hayır!

Coronavirüs belası dünyayı sardıktan sonra dile pelesenk olan "Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak" sözünün; Hz. Adem’den Hz. Hatem’e, Asr-ı Saadet’ten Asr-ı Hüsran’a kadar değişmemiş insan yapısına ters bir söylem olduğunu düşünüyordum. Bela geldiğinde Yaradan’a sığınıp, safa geldiğinde her şeyi unutan insanın nisyan illeti, bu tür sözlerin bağlamından ne kadar kopuk olduğunu hatırlatan bir hakikat olarak yerli yerince duruyor çünkü.

Corona ne ki, nisyanımız dururken?

Virüs darbesinden en muzdarip kıta Avrupa, değişiyor mu? Hayır. Değişecek mi?  Asla. Orta Çağ alışkanlıklarına bir anda dönüverdi, şahidiz, dünya şahit, güya Birlik olup sınır tanımadıkları ülkelere, İtalya başta olmak üzere sırtlarını dönüverdiler, birbirlerinden maskeler, sağlık malzemeleri çalmak için yarış başlattılar. Yaşlılarına reva gördükleri terkedilmişlik içinde yalnız ölüm, antik huylarıydı zaten. O eski Yunani karakter kazık gibi çakılmışken ruhlarına başka türlü davranabilmeleri mümkün mü idi?

Amerika’dan söz etmek bile abes. Avrupa’nın ipten kazıktan kurtulmuş en pespaye güruhunun uyuşturucu ticareti ile yol bulmuş torunları, Corona illetini paraya tahvil edebilmek için türlü dümenler çevirip yeni tezgahlar açacaktı elbette. Nitekim şu sıra ölenlerle değil, olacaklarla meşguller, bu işi Çin’e nasıl fatura edip parasını gasp ederiz derdindeler.

Türkiye çok farklı bir yerde duruyor her biri ile kıyaslandığında. Dost düşman ayırmadan kim talep ederse elindeki tıbbi malzemeleri paylaşıyor, para talep etmiyor, şart koşmuyor. Düne kadar İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma hurdalık üç beş hibe malzeme için ebemizin nikahına kadar bin türlü şart koşanlara karşı, Türkiye’nin karşılıksız yardımlarının hatırda yer olmalı değil miydi? Ne mümkün? Avrupa ve Amerika medyasının Türkiye aleyhine olabilecek her yalana, saptırmaya, üç kağıda açık sütunlarına bakmak yeter. Türkiye’den alınan hibe sağlık malzemelerinin ne kadarının silah sevkiyatıyla birlikte Suriye’deki terör örgütlerine gönderildiğini bilmiyoruz henüz.

Katranı kaynatsam olur mu şeker tekerlemesine uygun davranacaklardı tabii ki, Türkiye de kendi cinsine çekecek, kendisinden beklenen yardımı her şeye rağmen geri çevirmeyecekti.

Oysa bu bile Dünya’yı değiştirmeye yeter sebep olmalıydı, olmadı, olamazdı.

Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, öyle mi?

Baştan beni inanmadım buna. İnanmıyorum.

Belki inanmak isterdim, bizde, kendi içimizde bir şeyler değişiyor olsa idi.

Belki tarihin en alçakça, kahpece kalkışması olarak kayda geçecek 15 Temmuz’dan çok kısa bir süre sonra Ankara’ya gidip üç beş mahfili dolaştığımda, insanların çoğunun hiçbir şey olmamış gibi davranıp, bu meseleden nasıl rant çeviririz derdinde olduklarını görerek büyük hayal kırıklığı yaşamış, evime sıtkı sıyrık dönmüştüm. Çok sürmedi 15 Temmuz’un cıcığını çıkarıp sulandırmak için elimizden geleni ardımıza koymadık.

Lokantalarında garsonların "Çek bir buçuk Mevlana" diye bağırdığı, kebapçıların önünden semazenlerin döndüğü, hafızlarının Karun düğünlerine frak üstü takke ile koşuşturduğu, yeni inşa edilmiş okullara ana babalarının yahut kendilerinin isimlerini, Şeyh Ali Semerkandi’ye yeraltı geçitlerini, Ahmet Yesevi’ye viyadükleri layık görerek iş yaptığını zannedenlerin ülkesinde vefaya dair, edebe dair hangi değişim beklenebilirdi ki?

Ham hayalden başka ne olurdu bu?

Şimdi de oturmuş sosyal medyada üslup değişimi gerektiğinden falan bahsediyoruz?

Hangi yüzle?

Yalanlara karşı yalanlarla, iftiralara karşı iftiralarla, bir söyleyene binbir söyleyişle karşılık vermeyi cehd edinmiş, sözün şehvetiyle sarhoş olmuşken nasıl değişiverecek birdenbire üslubumuz?

Ağız dalaşı yapan iki kişiden birinin, diğerini “Bana bir söylersen, bin işitirsin ona göre!”  diye tehdit ettiğini görünce, sapsarı bir yüzle aralarına girip "Ne söyleyeceksen bana söyle. Bin tane söylesen de vallahi benden bir tane bile işitmezsin" diyen Mevlana’nın adını kebaplıktan, zikrini mezelikten kurtarmadan nasıl değişecek o üslup?

Keşke bazı şeyler eskisi gibi olsa, keşke!

Alın size eskilerden bir demet:

Sultan Ahmed Camii’nin mimarı Sedefkar Mehmed Ağa iş kendisine ısmarlandığında gidip çalışır ve yapacağı mabedin maketini huzura getirir. Gencecik bir adamdır, huzuruna durduğu padişah Sultan Ahmed gibi. Padişah maketteki altı minareye bakar, tek soru sorar mimara:

"Harem-i Şerif’te kaç minare var?"

Mimar Mehmed Ağa cevap vermez, maketini toplar, çıkar huzurdan ve iki yıl ortadan kaybolur. O aradan sonra dönüp aynı maketle tekrar çıkar huzura ve bu kez padişah sormadan o cevabını verir:

"Harem-i Şerif’te yedi minare var sultanım!"

Padişah, tebessüm eder. Anlar ki Sedefkar Mehmed Ağa maketi toplayıp çıktıktan sonra Mekke’ye gitmiş ve Harem-i Şerif’in beş minaresine iki minare ekleyip dönmüş, böylece hem Allah’a ve ecdada karşı edebi muhafaza etmiş, hem de altı minareli projesini kurtarmıştır.

Şimdi, sosyal medyada üslup değişikliği isteyen büyüklerimize soruyorum:

O Sultanahmet Camii’ne Üsküdar sırtlarından bakıldığında altı minaresinin arasından görünen ve altıyı dokuza çıkaran üçüz heyulalar yıkılmadan, dilimize yerleşmiş bu ayrık otlarını nasıl temizleyeceğiz?

Avrupa’ya Amerika’ya bakıp aramızdaki farkı söylemek marifet değil. O fark hiç değişmedi çünkü. Dün de öyle idi, bugün de öyle. Onların dünü ile bugünü bir çünkü. Yeni bir fark yok ortada.

Şayet yeni bir şeyden bahsedilecek ise, o bizde. Dünümüz ile bugünümüz bir değil, asıl bu farka bakalım, öyle konuşalım.

O fark İstanbul’da Sultan Ahmet Camii minareleri arasında, Ankara’da Çukurambar’daki Firdevs Camii’nin yanı başında duruyor!

Memnun değil isek üslubumuzdan, işe sosyal medyadan değil, oralardan başlamalı! O yapılar yan yana durdukça, Twitter’da milli hesaplar yan yana gelse kaç yazar, gelmese kim küser?

Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaksa bizde, yandı gülüm keten helva!

Üzgünüm Leyla!