Bir yanda “Türkiye; Azerbaycan-Ermenistan Savaşı'na Suriye'den cihatçı unsurlar gönderiyor” suçlamasını dillendiren CHP Genel Başkan Yardımcısı...
Bir yanda PKK'nın yaktığı Hatay ormanları için “Küresel ısınmanın sonucu” diyebilen gazeteci.
Bir yanda “Her sabah güne PKK'yı eleştirerek başlasak ne değişecek” diyen Belediye Başkanı.
Bir yanda terör bağlantısı sebebiyle görevden alınan yerel yöneticiler için ağıtlar yakan turfanda parti başkanı.
Bir yanda Kaz Dağları'na kaz, Kandil'e gaz, mandacıya saz iken Samandağ yakılınca dillerini yutup araziye uyan yurdum sanatçısı, yazarı, çizeri, fasa fisosu...
Ve bir yanda Tarihçi dostum Yıldırım Ağanoğlu'nun sosyal medya ortamında kaleme aldığı aşağıdaki hikaye.
“Saraybosna'dan Üsküp'e bir vefa hikayesi.
Saraybosna'da yaşayan bir Boşnak Müslüman Mahir İsmailoviç. Çocukluğu babasının işi yüzünden Üsküp'te geçmiş. İlk namazını Sultan Murad Camii'nde kılmış. Türkçe'yi Üsküp'te yaşayan Türklerden öğrenmiş. Türkçesi de aynen Üsküplüler gibi.
1963'te Okulunu birincilikle bitirmiş ve Ohri'ye gezi ile ödüllendirilmiş. Ailesi onu istasyonda uğurlarken Üsküp'te deprem olmuş. Evleriyle birlikte neredeyse bütün şehir bu zelzelede yerle bir olmuştu. Aile bundan sonra Saraybosna'ya dönmüş.
Mahir Bey, elektrikçi olmuş ve hayatı devam etmiş. 1992 Bosna Savaşı döneminde Saraybosna havaalanının altından geçen tünelin elektrik tesisatını döşemiş. Savaşın tüm zorluklarını yaşamış Saraybosna'da...
Emekli olunca merak salmış ve amatör bir hattat olmuş. Bu güne kadar 5 adet Kuran-ı Kerimi istinsah etmiş (eliyle yazarak çoğaltmış). Covid 19'lu bu zor günlerde yazdığı beşinci Kuran-ı Kerim'i büyüdüğü mahallesi Üsküp Sultan Murad Camii'ne armağan etmek düşüncesi kalbine düşmüş.
Mahir Bey, Saraybosna'daki dostum Bayram Şen ile arkadaş. Bu hediye düşüncesini ona açmış. Nasıl yapacağını, orada tanıdık kimse olup olmadığını sormuş. O da sağolsun beni aradı. Tabii ben de Üsküp'teki yeğenim Rahmetullah Ahmed'i aradım.
Bendeniz de kenarından kıyısından bu kutlu hediyenin yerine ulaşmasına karınca kararınca vesile olduk. Neticede Mahir Bey, Saraybosna'dan Banya Luka'ya ve Banya Luka'dan Üsküp'e yıllar sonra ilk kez otobüsle gelerek ilk namaz kıldığı Murad Pş camisine ve cemaatine Kuran'ı hediye etmiş.
Röportaj haberi Timebalkan'da yayınlandı: "...Elektrikçi Mahir İsmailoviç, neden Kur’an-ı Kerim yazmaya başladığını şöyle anlatıyor: 'Bosnalı Şahinpaşazade ailesi mensubu biri Bosna Hersek’in Zvornik kasabasındaki köy camisine İstanbul’dan bir Kur’an-ı Kerim hediye ediyor. Bosna savaşında hem o Kuran-ı Kerimi ve camiyi yaktılar hem de 30 kişiyi şehit ettiler. Haberi okuyunca çok sinirlendim. Ne yapabileceğimi düşündüm ve Kuran-ı Kerim’i elle yazmaya karar verdim. Biz ellerimizle yazdığımız sürece onlar Kur’an-ı Kerimi yakarak yok edemezler. Elle yazmakla vermek istediğim mesaj buydu.” değerlendirmesinde bulundu.
Ellerin dert görmesin Mahir Bey. 8 ayda istinsah ettiğin Kuran-ı Kerim'in okuyanı bol olsun. Vefanın sadakatin, merhametin, imanın misalini gösterdin bize. Adeta masal gibi bir hikaye yaşattın bize.”
Bosna ve Hersek'in kurucu Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç'in hayatını anlatan mini dizi filmin senaryosunu yazmak için Saraybosna'da yaşadığım günlerde Mahir İsmailoviç'i ben de tanıdım.
Kiraladığımız ev merhum Aliya'nın çocukluk ve ilk gençlik ıllarını yaşadığı Alifakovac Mahallesi'nde idi. Cuma namazı için meşhur İnat Evi'nin hemen arkasındaki küçük Haciska Camiinde kılardık, Mahir İsmailoviç de o oturduğu için aynı camiye gelirdi.
Dizimizin Tarih Danışmanları Yıldırım Ağanoğlu'nun da sözünü ettiği Bayram Şen ile eşi Bahar'dı. Çaprazımızdaki evde oturuyorlardı, gece gündüz beraberdik ve danışmanlığı bir kenara koyup bizim oğlumuz ve kızımız olmuşlardı.
Beni de Bayram tanıştırmıştı Mahir İsmailoviç ile. Çok hoş bir Türkçesi vardı. Yaşlı annesi evde sadece Türkçe konuşuyordu. Yakasından Türk bayrağı rozetini çıkarmayan, Türkiye'den gelenlerin yakasına bakıp “Nerede bayrağın?” diye çıkışan müezzin Vehbiya Efendi gibi, Türkiye'ye dair olumlu olumsuz her haberde şalvarını, kuşağını, cepkenini, fesini çekip her zaman hazır bulundurduğu Türk bayrağını kaptığı gibi dükkanından Başçarşı'nın Sebili'ne koşan Baharatçı Celal Abi gibi bedeni Bosna'da kalbi Türkiye'de olan binlerce Boşnak'tan biriydi Mahir İsmailoviç.
O bizim Mahir Abimizdi işte.
Bosna Kasabı Sırp Çetniği Ratko Mladiç'in akıl almaz katliamlar yaptığı Saraybosna Kuşatması'nı delmek için havaalanı altına yapılan Hayat Tüneli'nin elektirik kablolarını Mahir Abi çekmişti. Kabloları dağdan aşırıp elleri ve omuzlar parçalanarak, bombalar, roketler, keskin nişancı mermileri arasında her nefeste ölümü soluyarak Hayat Tüneli'ni ışıklandırmıştı.
Merhum Aliya'ya çok kızardı. Bosna Hersek ordusu Sırbistan'ın kalbi Banya Luka'ya 80 kilometre yaklaşmışken, ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa'nın başı çektiği Batılı egemenlerin tehditlerine dayanamayıp uyduruk Dayton Barış Antlaşması'nı imzalamasına çok içerlerdi. Bu yüzden bir kere bile kabrini ziyarete gitmemişti. Fakat başkasının Aliya'ya kötü söz etmesine de asla izin vermezdi.
“Ona çok kızıyorum ama o kadar da saygı duyuyorum. Çünkü o benim Cumhurbaşkanım!”
Böyle derdi.
Sosyal medyada Tarihçi Aağanoğlu'nun Mahir Abi'nin hikayesini okuyunca bir onu düşündüm, bir de bizim bedeni Türkiye'de kalbi Washington'da, Londra'da, Paris'te, Kandil'de, Erivan'da olan, bu ülkenin Cumhurbaşkanı'nın yerinde bir işgalci generali yahut bir terörist elebaşını görmeye razı Yeni Mandacı güruhu düşündüm.
Ve Mardin'de yazdığım Abbara – Bir Umudun Masalı romanından bir cümle döküldü dudaklarımdan.
“Şuurun kadar büyüksün; ülken de, sen de!”
Şuurun kadar insansın çünkü...
Ah be Leylâ!