Haber 365
Haberlere Hızlı Erişin Son Dakika Haberleri ve Gelişmeleri Anında, Herkesten Önce Öğrenmek İçin;
Takip Et
Öfkeli Bir Yazı
Ahmet Tezcan
Öfkeli Bir Yazı
02.06.2020 Salı 12:08

Merhum Kayahan’ın şarkısı dilimden düşmüyor son günlerde. Sözlerin tamamını bilmiyorum, sadece bir mısra pelesengim oldu.

“Bir öfkeye mahkûm ettik her şeyi…”

Bilenler “Düşünceler duyguları tetikler, duygularınızı kontrol etmek istiyorsanız düşüncelerinizi değiştirin” diyorlar.

Fakat birbirine dönüşen ve birbirini besleyen bir yapı var galiba. Düşüncelerimizi, kararlarımızı, sözlerimizi, hayata, dünyaya, başkalarına ve kendimize bakışlarımızı ve tavırlarımızı belirleyen de duygularımız olsa gerek. Bu belirleyicilerin başında da öfke geliyor sanırım.

Böyle diyorum çünkü bilim adamı değilim. Felsefeden anlamam. Kavramsal düşünme nedir, çözümleme nasıl yapılır, duygular, düşünceler, hâller nasıl sınıflandırılır, hangi kategorilere ayrılır bilmem, beceremem.

Fakat iyi bir gözlemci olduğumu düşünüyorum. Bebekliğimi, çocukluğumu kaybetmek istemiyorum, hâlâ kendimi seyrederim; ellerimi, ayaklarımı, aynada gözlerimi, yüz hareketlerimi, benden bağımsız olduklarını düşünerek, bazen hayretle bazen haşyetle dakikalarca izlerim.

Dünyanın 7 harikasından biri olsa manzaram en fazla yarım saat oyalanır bakışlarım, sonra bir insan yüzü ararım, çünkü sadece bir insan yüzü saatlerce meşgul edebilir beni. Çevremde insanlar olsun yeter ki, gün boyu kıpırdamadan tek başına sıkılmadan oturabilirim bir yerde.

Sosyal medyada da öyle yapıyorum. Twitter’da timeline denilen saha, İstanbul Beyoğlu’ndaki İstiklal Caddesi, Ankara Kızılay’daki Konur Sokak gibi benim için. Bir kafeye sabah oturup, tek başına, kapanışa kadar oturmuşluğum çoktur. Twitter’da da hiçbir şey yazmadan önümde akan yazıları seyrederim.

Okurum demiyorum, sadece seyrederim. Şehirlerdeki o cadde ve sokaklarda akan insan seli gibi, Twitter ana sayfasında akan yazılar da içinde elvan elvan balıkların yüzdüğü bir akvaryumu hatırlatır. Duyguların, düşüncelerin oynaştığı bir akvaryum gibi.

İşte bu seyredişlerimin bende uyandırdığı mısra o merhum Kayahan’ın “Bir öfkeye mahkûm ettik her şeyi” deyişi.

Akvaryumdaki bütün balıkların rengi kızıl son günlerde, her yerde, herkeste, her kesimde öfkenin rengi var. “Evvel yârim ben gider de gelmezsem / Kırmızı güllerde ara rengimi” diyen ozanın hasretini çektiği aşkın o saf kırmızısı değil bu. Sanki dünyayı hacamat etmişler de her şeyi şişelere çektikleri o kirli kara kızıl kanla sıvamışlar gibi.

Kirli kan kırmızısı öfkenin rengi…

Açın televizyon ekranlarını, Amerika Birleşik Devletleri’nde bir siyahi adamın polis tarafından cep telefonu kameralarına poz vererek öldürülüşünün ardından başlayan protesto görüntülerinde o rengin hâkim olduğunu fark edeceksiniz.

O siyahi adamın öldürülüş anında çekilmiş videolara bakın, görüntüyü büyütün, sırf derisinin rengi farklı diye “negro” sıfatıyla aşağılanan adamın boynuna diziyle çökmüş polisin gözlerine odaklanın, o kirli kara kızıl rengin yani öfkenin oturduğunu göreceksiniz.

Katil polisin gözlerinde, derisi beyaz atalarının türlü bahanelerle sömürülüp aşağılandıkları ana vatanlarından ikrah ile geldikleri topraklarda derileri kızıl ama insana, hayata, doğaya bakışları ak insanların yüz aynasında kendi ruhlarının rengini görüp de öfkelenerek giriştikleri soykırım şehvetini göreceksiniz.

Alev Alatlı’nın Amerika Birleşik Devletleri’nin yapı sökümünü yaptığı, hatta teşrih masasına yatırıp etini kemiğinden, hücrelerini kanından sıyırıp ayırarak sarsıcı teşhisler koyduğu son iki kitabında, katil polisin atalarından tevarüs ettiği o şehvete dönüşmüş şiddeti ve o şiddetli şehveti yaratan öfkeyi göreceksiniz.

Fesüphanallah!

Hafazanallah!

Alatlı’nın o son iki kitabına ad olarak koyduğu bu iki nidâ çıkacak ağzınızdan ve ister istemez Kayahan’ın sesi kulaklarınızda çınlayacak:

“Bir öfkeye mahkûm ettik her şeyi!”

Ankara’da ezan okunurken yüksek sesle müzik dinleyenleri uyarırken öldürülen Barış Çakan cinayetinin, o cinayetin HDP tarafından “Kürtçe müzik dinlediği için öldürüldü” yalanına çevrilişinin arkasında da o kirli kızıl kara öfke var.

İnsanın başa çıkması en zor duygusu öfke ve o duygu sömürülerek yönetiliyor insanlar. Öfkesiyle başa çıkamayanın başı kopartılıyor. İnsandaki karar verme yetisini sıfırlayan öfkeyi kontrol edemeyen toplumlar, mutlaka başkalarının kontrolü altında yaşamak zorunda kalıyorlar.

Ve siyasetin en çok kullandığı, en fazla bastığı damar bu; öfke damarımız! Belki siyasi tarih dediğimiz şey de sadece o kirli kızıl kara kan renginin hikayelerinden ibarettir.

Zayıflığının, tek başına yaşayamayan, en güçsüz ve korumasız canlı olarak yaratılışının acısını doğrudan tabiata işkence ederek Tanrı’dan çıkarmaya kalkan insanoğlunun yenik düştüğü öfke, bütün aynaları çukurlaştırıp ona kendisini öfkesi nispetinde büyük gösteriyor.

Öfkenin dev aynasıyla büyülenmiş insandan daha tehlikeli ne olabilir ki?

Firavundan Hitler’e, Karun’dan Rothschild’e, Neron’dan Stalin’e, Herodes’ten Netanyahu’ya kadar tarihe geçmiş bütün baş belaları, kabullenemedikleri acziyete isyanla öfkesinden beslenen ve güçsüz insanları öldürerek o acziyeti yok edebileceğini zanneden duygu kölelerinden başka ne olabilir ki?

Hangimiz o duygunun kölesi değiliz ki?

Kadim Türkçe’de köleye de köpeğe de Karavaş (Karabaş) denilmesindeki hikmet gerçekten sarsıcı.

“Köleler gördüm, karavaşlar Hayaları burulmuş bir adamın ayaklarını yıkamaktalardı” diyen İsmet Özel’in ömrü uzun olsun.

Nefsinin kızıl kara kan rengiyle damgalanmış karavaşlardan başka neyiz Allah için!
Kendimizi seyrettiğimiz aynadaki çukur, başkalarına bakarken tünediğimiz tümsek o kirli kızıl kara kan renkli öfkeden ibaret!

Boğazına çöküp öldürdüğü adamın ten renginde kendi ruhunu seyreden katil polisin öfkesi hangimizde yok!

Az ya da çok!

Üzgünüm Leylâ!