Haber 365
Haberlere Hızlı Erişin Son Dakika Haberleri ve Gelişmeleri Anında, Herkesten Önce Öğrenmek İçin;
Takip Et
Ne Çok Cahilim Allah’ım, Keşke Ölsem!
Ahmet Tezcan
Ne Çok Cahilim Allah’ım, Keşke Ölsem!
15.09.2020 Salı 19:53

Son zamanlarda kendimi döve döve oturtuyorum bilgisayar başına. Boyun ağrılarım da bahane olmaktan çıktı artık, arada yoklasa da geceleri uyumama izin veriyor, elde Haber365'in ‘Hayırdır Amedbaba?’ yoklamalarına uyduracak malzeme kalmadı.

Yekten söyleyeyim, yalansız dolansız; 1981 yılının son ayında hevesle başlayan gazetecilik maceramı bir şekilde bitirmek, ikrah ede ede tırmaladığım harfleri silinmiş bilgisayarın başından kalkıp, hep ötelenmiş olmanın öfkesiyle gırtlağıma yapışan Medar-ı Maişet Terörü'ne ‘Yeter artık, dur!” demek istiyorum.

Yarısından fazlasını etik sorunlarıyla boğuşarak geçirdiğim, bana, aileme, hatta dostlarıma bir hayli bedel ödeten bu mesleği kırkı çıkmadan kendi içimde boğmak, entübe edilmiş Korona hastasının oksijen cihazından kurtulunca aldığı ilk doygun nefesin şaşkın sevincini yaşatacak sanki.
Öyle hissediyorum.

Twitter’dan falan mesaj yollayıp ‘Yaz Amedbaba, sen yaz biz okuyalım’ diyenlere bağırasım var:

‘Biraz da siz yazın yahu! Hep okuyup duracak mısınız? Biraz da siz yazın!’
Benden bu kadar arkadaş! Ben öyle çok yetenekli, birikimli, başarılı, bilgili biri değilim.
Sosyoloji bilmem, felsefeden anlamam, Das Kapital'in kapağını bile açmadım. O yüzden kıskanılacak servetinin biricik sermayesi başkalarının emeği üzerine atılmış çeviri sloganlar olan adam ile biricik marifeti uyduruk kitaplara bakarak histerik cahil kadınların göbeğine imza atmak olan adam arasında hiçbir fark göremeyişim normaldir.

Varsa o farkı siz yazın biz okuyalım!

Alman Gazetesi Die Welt, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ekose ceketini yazmış; “Ceketi gibi siyaseti de farklı” diye. Haberi okuduktan sonra aynı tarz ceketle Ankara ziyaretleri yapan bir taşra milletvekilinin Twitter’da attığı fotoğraflara rastladım. İktidar kanadında esen ekose fırtınasına yakalananlardan bazıları, ceketine öykündüğü adamı tehdit ediyor bugün. Yarın ne olur bilmem.
Yarını bilmediğim gibi, dün yani Corona Pandemisi'nden bir kaç ay önce villasına müsteri bulamazken, kamu bankalarının pandemiye özel düşük faizli kredi kampanyasından sonra evinin fiyatına yüzde 100 zam yapan adamın kolundaki Che Guavera dövmesi ile malum arkadaşların sırtındaki Ekose Ceket arasında fark var mıdır, onu da bilmiyorum.

Cahilliğime verin!

Yazın o farkı, bir zahmet öğretin bize!

Şimdi siz, o zahmete girmemek için, lafı Atatürk'ün ekose kazağını giyen tv sunucusuna getirip “Atatürk mü, Mustafa Kemal mi?” polemiğiyle dersi kaynatmaya kalkarsınız, biliyorum. Fakat o kazandaki kazlar kırk yıldır kaynıyor kaynıyor kaynamıyor haberiniz olsun. İnanmıyorsanız Kaygusuz Abdal'a sorun. Bu kazanda da çok kaz var, kaynayıp durur da kaynamaz. Kaz kazdır ben cahile, kazan fark yaratır mı anlamam.

Anlayan yazsın, okuyup anlayalım!

Fakat bir fark dikkatimi çekti ve bana çok önemli bir fark gibi geldi.
Yazar Sibel Eraslan ile Dergahcılar arasında “Demirelci sağ siyaset” üzerinden her cevapta ağırlaşan karşılıklı suçlamalar devam ederken, gazeteci Oral Çalışlar whatsapptan Serbestiyet sitesinde yayımlanmış bir yazı linki paylaştı. Yazının başlığı şöyle:

“Yılmaz Özdil’in yazısını okurken kapıldığınız deja vu”

Cumhuriyet tarihimizin en pahalı Atatürk araştırmacısı Yılmaz Özdil; Sözcü gazetesindeki köşesinde, Latife başlıklı uzun bir yazı ile Atatürk'ün eşi Latife Hanım'ı anlatmış. Serbetiyet'teki yazı ise, Yılmaz Özdil'in bu yazısının İpek Çalışlar'a ait Latife Hanım adlı kitabı “hatırlattığını” öne sürüyor, örneklendiriyor, fakat asla çalıntı demiyor. O kadar nazik, o denli zarif bir üslup ki, Yılmaz Özdil'in emek gaspı karşısında doğrudan değil Nezihe Araz üzerinden dolayımlayarak sitem etmeye çalışıyor.
Ne yalan söyleyeyim; ben de bir gazeteci olduğum için, bana ait olmayan bir yazının başında yazar adını aramadı gözlerin, sırf whatspptan gönderdi diye Oral Çalışlar'ın yazdığını zannederek “Hırsız dememek için çok çabalamışsın abi.” diye mesaj gönderdim. Sonra yine ben de bir gazeteci olduğum için, nefes boşluğu bile bırakmadan bana gönderilen linki Twitter'a koydum, üstüne de “Oral Çalışlar çok kibar bir yazardır. Yılmaz Özdil'e hırsız dememek için çok gayret etmiş...” notunu yazdım.
Meğer Oral Çalışlar yazmamış o yazıyı. Adamcağız arkadaş grubuna mesaj yazıp “Yılmaz Özdil’in yazısını okurken kapıldığınız deja vu başlıklı Serbestiyet analiz-haber sitesinde yayınlanan sizlere gönderdiğim yazı, bana değil genç meslektaşım Bercan Aktaş’a aittir.” açıklamasını yapmak zorunda kaldı.

Yani o yazıyı Oral Çalışlar bile yazmamış, sitem bir başkasına aitmiş. Yılmaz Özdil'e hırsız diyemeyen kişi Oral Çalışlar değil, “genç gazeteci” Bercan Aktaş'mış. Ortada abimize ait ne bir sitem ne de bir suçlama var yani.

Zaten yazıyı kaleme alan Bercan Aktaş da sitemi Nezihe Araz üzerinden dolayımlarken, hırsızlık suçlamasını da Halil Berktay'a yaptırıyor, makalesini şöyle biritiyor:
Yılmaz Özdil, bu alıntı için Nezihe Araz’ın adını anmıyor. Tıpkı, yazısında yer verdiği pek çok belge ve bilgi için İpek Çalışlar’ın adını anmadığı gibi.

Halil Berktay, Özdil’in “Mustafa Kemal” adlı kitabını 26 Ocak 2019’da Serbestiyet’te şöyle eleştirmişti (eleştiri bazen hiçbir şeyi değiştirmiyor):

“Tek kelimeyle, bomboş. ‘On yıl üzerinde çalıştım, bütün kariyerimi koydum’ dediğini öğreniyorum. Bırakın on yılı; on haftalık emek yok bu kitapta. (…) Güya araştırma yapmış ama tek bir dipnot veya başka tür referans mevcut değil. Bilgi, olduğu kadarıyla, hemen tamamen intihal.”
Özdil'e intihal yani hırsızlık suçlamasını bile diline dolamayan, doğrudan sitem bile etmeyen bu kibarlık, bu nezaket, bu rikkatin bir adı olmalı mutlaka... Çok farklı bir adı olmalı!

İşte fark burada!

Bir bu farka baktım, bir de sosyal medya üzerinden birbirlerini suçlama yarışına giren ve kılıçlarından kan damlatan Eraslancılar ile Dergahçılara baktım...

Övünsem mi dövünsem mi bilemedim.

Siz yazın gaylen, bu nasıl bir hâldir?

Üzgünüm Leylâ!