Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hemen öncesinde Facebook'ta bir fotoğraf düştü önüme. Fotoğraf Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili. Sahte olduğu bal gibi anlaşılan abuk subuk bir fotoğraf. Paylaşan kişi ABD'de bir üniversitede hocalık yapan, yaşını başını almış, Prof. Dr. ünvanlı, “Hocam” diyerek hürmet ettiğimiz Orta Anadolu kökenli bir şahsiyet. Bir dönem Dördüncü Kuvvet Medya sitesinde Konuk Yazar sıfatıyla makalelerini yayınlamıştık. Medyadaki ahlaki problemler üzerine sağlam yazılar kaleme alırdı. Oradan başlayan bir dostluk gelişti. Türkiye'ye geldiğinde arar, mümkünse ailece buluşuruz, sohbet eder idik.
Bizim hoca, kemikleşmiş CHP solculuğunun yılmaz savunucusu bu arada. Facebook paylaşımlarında dindar kesime dehşetengiz suçlamalarda bulunuyor, hakaretler ediyor, en hafif ifadesi “Gerici, Yobaz” falan, sürekli sallıyor.
Sosyal medyada birinin kendi görüşüne, inancına, fikrine zikrine karışı müdahale etmeyi oldum olası sevmem. Böyle tipler var ama başıma musallat olan. Anasır-ı Erbaası yani havası, ateşi, suyu, toprağı siyasetten ibaret kimileri, “öhhö” diye yazsan, altına politik yorumlarını döşemeyi marifet sanıyor:
“Öhhö!”
“Ne oldu Ahmet bey, iktidarın mahvettiği ülkenin havası sizi de etkiledi değil mi?”
Böyle bir hastalık! Siz Türkler “trollemek” mi diyorsunuz buna? İşi gücü onu bunu trollemek olan sosyal medya mütecavizlerinden gına gelir, hafakanlar basar, genellikle cevap vermem. Fakat çok öfkelenip dengemi yitirdiğim ve onların çektiği çukura yuvarlanıp yıvışık yağlı pis bir nefs çamurunda debelenmişliğim de olmuştur.
Her şeye rağmen kimsenin sosyal medya panosuna astığı fikrine, zikrine, kibrine, küfrüne karışmamayı tercih ediyorum. Bu yüzden bizim hocanın sallamaları kendi inancıma, düşünceme, vicdanıma ne kadar dokunsa da hiç müdahale etmez idim.
Girişte bahsettiğim fotoğrafa da şöyle bir bakıp geçecektim ama altındaki yorumlar dikkatimi çekti. Bizi bizim hocayı uyarmış;
“Hocam siz bu fotoğrafı kullanıyorsunuz ama o fotoşopla yapılmış sahte bir fotoğraf, aman dikkat!”
Hocanın cevabı ne dersiniz?
“Farkındayım. Olsun. O fotoğraf şimdi bir algı oluşturulmasına hizmet ediyor, önemli olan bu.”
Mealen böyle bir cevap.
Dayanamadım.
“Peki bu tavır yobazlığın ta kendisi değil midir hocam?” diye kısa bir şeyler karaladım cevabın altına. Cevap gelmedi. Benim sitemde konuk yazarlık yapan, ABD'den her gelişinde arayıp buluşmak isteyen, beni komşu şehirlerden olmamız hasebiyle “toprağım” diye seven sevgili hocamız, Facebook arkadaş listesinden beni attı ve paylaşımlarını görmemi yasakladı.
Sonrasında memlekete geldi mi gelmedi mi bilmiyorum, dostluk, ahbaplık, hemşerilik bitti.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun bir fotoğraf karesi üzerinden fırtına koparma çabası bana bu anlattığım macerayı hatırlattı.
Fotoğraf; Erdoğan'a yakınlıkları üzerinden medya aleminde yıllarca racon kesip, can yakıp nemalanmış ve Erdoğan hakkında yaygınlaştırılan “Diktatör” algısının oluşturulmasına büyük katkılar sağlamış malum kafadarların, “Siz de doymak bilmiyorsunuz” tarizine maruz kalmalarından sonra küsüp muhalefet kararı ile çıkardıkları gazetede yayımlanmış.
Kemal Kılıçdaroğlu, yani CHP Genel Başkanı, o fotoğraf üzerinden kıyameti kopardı.
Güya Erdoğan, kendisini karşılayan Katar Emiri karşısında para için eğilmiş, iki büklüm olmuş.
Karşılama töreninin videosuna bakıyorsunuz öyle bir şey yok. Corona salgını yüzünden tokalaşmayı bırakıp sağ elini göğsünün üzerine koyup başını hafifçe eğerek muhatabını selamlayan Cumhurbaşkanı'nın bu hareketi var sadece.
O fotoğraf AK Parti yönetimince karşılama videosu yayımlanarak yalanlandı. Gazetedeki fotoğraf, o videodan bir kare dondurularak mı elde edildi yahut İletişim Başkanlığı tarafından mı servis edildi bilmiyorum. Her iki durumun üzerine söylenecek sözler var elbette. Fakat o fotoğrafın bizim Amerika'daki hocamızın tam da istediği tarzda bir algı oluşmasına hizmet etmesidir önemli olan.
Bir yalana hizmet etmesi yani. Bir yalan üzerinden insanların zihninin, gönlünün bulandırılması, çatışma, çekişme sağlanması, memleketin nahak yere vakit ve akıbette nakit kaybetmesi.
Nakit kaybı ne kadar büyük olursa Erdoğan'ın koltuğu o kadar çok sallanır.
Mesele bu!
Siyasette bunlar adi meseleler. Günümüze has da değil. Tarihin mezarlığı benzeri adilikler yüzünden kellesi uçurulmuş gövdelerle dolu. Çünkü sık sık tekrarladığımız gibi, siyaset duygular üzerinden yapılıyor. Dün de öyle idi, bugün de öyle. Yarın da böyle olacak.
Lakin yine hiç değişmeyen, değişmeyecek bir hakikat var:
Ülkede siyaset duygular üzerinden yapılsa da, riyaset yani yönetim sadece ilkeler üzerinden yapılır.
Meselenin cam damarı budur; bu damar kesilirse biteriz.
Gerisi fasa fiso!
Aldırma Leylâ!