Haber 365
Haberlere Hızlı Erişin Son Dakika Haberleri ve Gelişmeleri Anında, Herkesten Önce Öğrenmek İçin;
Takip Et
Siz Hiç Sevdiğinizi Toprağa Gömdünüz mü?
Erdal Şimşek
Siz Hiç Sevdiğinizi Toprağa Gömdünüz mü?
18.11.2020 Çarşamba 16:41

Hani derler ya, “insan 7’sinde neyse, 70’inde de odur.” İnsanın kaderi de aslında ta küçük yaşlarda kendini net olarak gösteriyor.

Çocukken iki kardeşimi toprağa vermiştim. Sağlıkçı bir aile olmamıza rağmen, iki kardeşim de antibiyotik olmadığı için öldüler. Biri Çocuk Felci semptomlarından diğeri Boğmaca'dan

Ercan benden sonra doğan ikinci kardeşimdi. Çok seviyordum onu… Başka bir sevgiydi. Onun ölümünden sonra günlerce kendime gelememiştim… Yeme içmeden kesilmiştim. Hala Ercan ismini duyunca içim paralanır.

Ercan’ın sevgisini ve yerini artık can oğlum Ahmed Şamil Bera aldı.

1970’li yılların sonlarıydı…

Sonra kız kardeşim Vilayet yine bir kış günü bir köy sağlık ocağının lojmanında günler, haftalar süren kar fırtınalı bir günde Boğmaca hastalığından dolayı meleklere katıldı. Vilayet’in ölümü de beni çok üzmüştü, ama Ercan başkaydı…

Kız kardeşimin ismi ilginç gelebilir size. Annem kelimenin tam anlamı ile bir hanım ağa idi. Anne tarafından Çerkes Beyi torunu, baba tarafından ünlü Zırkan aşiretinin lideri Keremè Kalağası’nın yeğeni. Kelimenin tam anlamı ile tam bir beyzadedir annem. Diğer kızlarının ismini yazayım da nasıl bir kadın olduğu hakkında size ipucu verir umarım. Büyük kızının adı Variyet, diğer kızının adı Saltanat

Saten bu beyzade kadın olmasaydı 12 Eylül askeri darbesinin üzerinden silindir gibi geçtiği ailemizi kimse toparlayamazdı. 12 Eylül’ün yetim bıraktığı dört küçük çocuk… Onlara hem analık hem babalık yapmak…

Bir anda yokluğun içine düşmek… Gururundan ne bir amcama ne de dayıma yoksulluğundan hiç söz etmemek…

12 Eylül bizi öylesine vurmuştu ki kelimelerle anlatamam. Canım babam Erzurum askeri cezaevinde tutuklu… İşten atılmış, dolayısıyla lojmandan da atılmışız. Elde yok cepte yok. Her zamanki memur hali…

1981’in Ramazan’ında bir iftar vakti annem bize taşı patates diye kaynattı. Ve o patatesler yakacağımız az olduğu için pişmemiş, annem tuzlu suyunu sofraya kurmuş ve o suya tandır ekmeğimizi banarak iftarımızı açmıştık…

O patatesler 39 yıl oldu hala pişmedi… hiçbir zaman pişmeyecek.

Yıllar sonra annemin yokluktan dolayı bizi o taşlarla avuttuğunu anlayacaktım.

Aslında ailemizin iki tarafı da zengindi. Ama annem onlardan tek bir yardım dahi almadı. Hep, “ihtiyacım yok” derdi.

Annemin çileli ömrünü yazmaya ne kalem yeter ne de defter… Kocasını işkenceler altında kaybeden kadın yıllarca oğullarını işkencehanelerin kapısında, mahkeme koridorlarına bekleyip durdu.

İşte o kasvetli 12 Eylül günlerinin uzantısında canım babacığım işkenceden dolayı emanetini hakka teslim etti…

Babam ölene kadar benim için en büyük ölümün kardeşim Ercan’ın ölümü olduğunu sanmıştım…

Cenazesini alıyorsun o soğuk tıp morgundan daha küçücük bir çocuksun. Tabuta omuz atıp onu kaldırabilecek ne yaşın ne boyun ne de gücün var…

Ömrünce hep milletin sağlığı ile ilgilenirken ailesini ihmal eden, ama varlığı ile dağlardan daha güçlü ve daha cüsseli olan baban vardı arkanda.

İşte o soğuk morg o üç metrelik tabut bir anda o ulaşılmaz, yıkılmaz dağı senden alıp kapağının altına mahkûm ediyor…

Babam için hiç ağlamamıştım… Sadece susup kalmıştım haftalarca…

Ölümünden aylar sonra bir hatırası ile karşılaştığımda ilk kez o zaman ağlamıştım…

Keşke hep ağlasaymışım. İçimdeki o intikam o öfke duygusunu hiç taşımasaydım.

İşkenceciler de cezalarını aldır bu dünyada. Hesap Günü’nde zaten her şey sorulacak zalimlere…

Yetim büyümek dünyanın en zor yaşamı, en zor ömrüdür. Bayram olur elini öpeceğin baban yok. Düğün derneğe gidersin, önünde büyüğün yok. Aileler arası sulhu sağlamaya gidersin, üzerinde babanı temsil etmenin kahredici ağırlığı; yükü var.

Hiçbir düğün dernekte oynayamazsın… Hep bir tarafın eksiktir. Ayrıca bir yük de vardır omzunda. “Babanı temsil ediyorsun ağır başlı ol” uyarısı ile karşılaşırsın hep…

Doğru düzgün bir sevda bile yaşamazsın…

Dedim ya yetimsin, bir yarın yok. En güçlü en kudretli yarın… Baban yok. Yetimsin işte.

Evin yükü omzunda. “Okuldan işe, işten eve, evden okula” döngüsünü yaşarsın ömrünce.

En iyi okulu kazanırsın mutlu olamazsın. Çünkü seninle iftihar edecek bir baban yok yanında. “Aslan oğlum, dereceye girdi. Türkiye’nin en yüksek puanlı bölümünü kazandı. Uzay bilimlerinde çalışacak” diye seninle gururlanırken seni de pohpohlayacak bir baban yoktur yanı başında.

O büyük başarın sana hüzün olarak gelir. Göz yaşı olur başarın sana. Yüreğin kanar hep. “Neden ben? Neden bırakıp gittin bizi baba? Senin zulümden, faşizmden kurtarmaya çalıştığın halkın, bu yetim, bu boynu bükük çocuklarının farkında değil bile” diye feryat edersin sessizce…

Askere gidersin elini öpeceğin baban yok

Evlenirsin, sana nasihat edecek, nikahında yanında olacak baban yok

Çocuğun olur, onu kucağına alıp sevecek baban yok…

En büyük merhamet kaynağı baban yok işte… Hiçbir yerde.

Başarılarında, başarısızlıklarında, hüzünlerinde, yenilgilerinde, mapus damında… hayatın hiçbir yerinde baban yok işte.

Askerliğin, evliliğin, çocuğunun dünyaya gelişi… hepsi zehir olur sana…

Oturur ağlarsın. Bakanlar, sevinç gözyaşı sanır. Oysa gözyaşların el ele tutuşup yanaklarından “Baba!.. Baba!..” diye feryad u figanla süzülüyor.

Baba yokluğu, eksikliği ve ezikliği ile İstanbul’a okul okumaya geldim…

Ve çalışma zorunluluğu. Nasibin gazetecilikte olur her ne kadar mühendislik okusan da.

İlk maaşını aldığında ağlarsın, baban senin para kazandığını görmediği için. İşinde yükselirsin en iyileri yapmaya başlarsın ve oturup gizli gizli ağlarsın baban bunları görmedi diye…

İşte böyle bir sevgi, şefkat ve merhamet yokluğunda Ahmet abiyi tanıdım.

Meleğin ete kemiğe bürünmüş Ahmet Kekeç’i yani…

Merhamet, muhabbet ve insanlık abidesi Ahmet abi…

Hastaneye son yattığı güne kadar beni sırtında taşıdı hep…

Benim gibi kavgacı, benim gibi haşarı, benim gibi ele avuca sığmaz bir haylazı tam 29 yıl taşıdı omuzlarında.

Bana yazmayı öğretti.

Sanatı, edebiyatı, kültürü, tarihi… Bugün donanım olarak bende olan bütün hasletleri Ahmet Kekeç verdi bana. Bir babanın evladını büyütüp yetiştirmesi gibi…

Başına bela olmuştum ama o hep merhamet gösterdi. 20 yaşındaki delikanlı değil de 8-10 yaşındaki çocuğu büyütür gibi ilgilendi.

Her hapsimde kahrımı çekti. Adliye koridorlarını bir baba merhametiyle arşınladı.

28 Şubat’ın o melun günlerinde ikimiz de bazı dosyalarda yargılandık.

Bir dosyadan toplamda 32 yıl hapis almıştım. Beşiktaş’taki DGM’den (Devlet Güvenlik Mahkemesi) çıkıp Fatih’e gitmiştim Ahmet abi ile Salih Tuna abinin her zaman oturdukları Ozanlar Kıraathanesi'ne. Dava sonucunu sordu. "Toplamda 32 yıl verdiler abi” dedim. Espri olsun diye kızmıştı, “Defol git buradan, utanmıyor musun büyüğünü geçmeye” diye takılmıştı. Yani bir dosyada kendisinden fazla ceza aldığım için hesapta kızıyordu ama gönlümü almak için yapıyordu bunları.

“Şimdi 32 yıl boyunca her hafta Metris’e seni ziyarete mi geleceğim? Ulan Erdal, bunca yıldır senden küçük bir hayırlı iş görmedik” diye kahkaha atarak takılmıştı. Bana o takılmaları yaparken kendisin de boynunda 28 Şubat zalim yargısının onlarca urganı vardı.

(NOT: O yıllarda yürürlükte olan yasalar gereği, gazetecilerin meslekten dolayı aldıkları cezaları yüksek mahkemece onaylanmadığı sürece tutuklanmazlardı.)

Hayatımda çok ciddi travmalar yaşadım. Hep yanımda oldu Ahmet abi. Bir abiden çok bir baba gibi hep tuttu elimden, korudu beni. Bana Karaciğer kanseri teşhisi konduğunda yine yapayalnızdım dünyanın bin bir kahrı ile. Nejdet, Ergin ve Metin Külünk abilerle birlikte Ahmet abi yanımdaydı. Maddi manevi hep beni destekledi. Ve kelimenin tam anlamı ile kanseri Ahmet abi ile birlikte yendik.

Evlendim, yanımdaydı, öldüm yanımdaydı, dirildim yanımdaydı. Bir babanın şefkati, merhameti ve gücü ile…

Ve 30 yıl boyunca hep abi-baba merhamet ve sevgisi ile hayatımda vardın. Şimdi 39 sene sonra bir daha beni niye babasız bıraktın be abi?

Hani sen benim helvamı yemek için gün sayıyordun yıllar önce? Odu mu şimdi bu?

Hani her yanlışımda kızdığında “sen benim için Hakan’dan farksızsın. Senin yanlışların, hataların beni kırıyor artık” diye söyleniyordun bana abi.

Şimdi kim hatamdan dolayı bana kızıp beni düzeltecek?

Ah abi ah…

Tam 39 sen sonra bir daha belimi büktün, beni yetim bıraktın abi…

Söz veriyorum, “Yağmurdan sonra” yanındayım abi. Öbür tarafta da kahrımı çekeceksin…