Haber 365
Haberlere Hızlı Erişin Son Dakika Haberleri ve Gelişmeleri Anında, Herkesten Önce Öğrenmek İçin;
Takip Et
Paranoyak Ebeveyn Olmak Ya Da Olmamak
Semra Aydın
Paranoyak Ebeveyn Olmak Ya Da Olmamak
20.01.2020 Pazartesi 15:47

Son zamanlarda ailelerle bir araya geldiğimizde, sıklıkla çocukları için kaygılandıkları “komplo teorileri” üzerine konuşuyor olduk. Çoğu anne baba tüm hayatı bir kurgu olarak algılıyor ve dünyayı çocukları için güvensiz bir yer olarak tanımlıyor. Bir kaçı ile “paranoid düşünce” kalıplarını “anne-baba atölyesinde” konuştuk birkaç gün önce. Fark ettik ki; saldırganlık, kin, nefret, utanç, suçluluk gibi kabul edilmesi zor olan duyguları, önce inkâr ediyoruz. Sonra bu kabul edemediğimiz duygularımızı ve eğilimlerimizi, dışımızda bir nesneye veya “şey”e yansıtıyor ve yansıttığımız şeyden gelen bir tehdit olarak algılıyoruz.

Paranoid düşünce yapısının temel inanışı, insanların potansiyel olarak tehlikeli olması fikridir. Bu inanışa göre insanlara güvenilmez çünkü her an herkes ihanet edebilir. Bu nedenle temel savunma mekanizması “kaygı ve kuşku” üzerine işlemeye başlar. Aşırı güvensiz, aşırı kuşkulu olmak, her şeyin ardında bir komplo aramak bir sorun olabilir. Bunun için bir ruh sağlığı profesyonelinden destek istemekten çekinmemek en iyisi. Ama “öğrenilmiş ebeveynlik” rolümüz nedeniyle yaşıyorsak bu kaygıyı, o zaman öncelikle farkında olmaya ihtiyacımız var diyebiliriz. Çünkü olayların ardındaki gerçekleri araştırmak, çocuklarımız veya ailemiz için doğru olanı öğrenmeye çalışmak ve yaşadıklarımızın nedenini anlamaya çalışmak insan olarak ihtiyaç duyduğumuz normal bir duygudur.

Neyin, niçin olduğunu bilmek, hangi davranışlarımızın nasıl sonuçlanacağını anlamayı istemek ve değerlendirme yapabilmek, düşünen her birey için kaçınılmaz bir ihtiyaçtır. Buradaki hassas nokta, ebeveynler olarak endişelerimizi paranoyaya dönüştürüyor muyuz? sorusuna gerçekçi bir cevap verebilmek.

Ebeveyn olmak bir keşfetme sürecidir aslında. Eğer farkında olursanız, kendinizi keşfetme yolculuğunuzda çocuğunuz size öğretmenlik yapabilir. Örneğin “annelik kimliği” ile çocukluğunuzda karşılanmayan her duygusal ihtiyacınızla, bastırmak zorunda olduğunuz kaygılarınızla mecburi olarak yüzleşirsiniz. Babalık sizi; “sahip olmayı hayal ettiğiniz” çocukla değil, gerçekte “sahip olduğunuz” çocukla karşı karşıya getirir. Bu yüzden iyi bir ebeveyn olma yolculuğu, çocuğunuzun tam da olması gereken çocuk olduğunu anladığınız gün başlar.

Çocuklar geçmiş ve gelecek arasında bir köprü gibidirler. Hepimiz gibi çocuklarımızın da sosyal kimlikleri, geçmişin etkisinde, bugünün gerçekliğinde ve geleceğin varsayımı ile meydana gelir. Çocuklarımız geçmiş ve gelecek tasavvurlarından etkilenseler de, bugünün düşünce, kaygı, inanç, umut ve fikirleri ile şekillenirler. Çünkü her çocuk doğduğu andan itibaren bir ilişkiler sarmalının içerisinde bulur kendini. Bu ilişkiler farklı derecelerde çocuğun hayata bakış açısının oluşmasına ve toplumsal düzene katılmasına etki eder.

Çocuğun küçük dünyasında ruhunu zorlayan, yetişkinliğe yürümesi yolunda donanım kazandıran mücadeleler vardır. Bu mücadele sürecinde öğrendikleri, onun nasıl bir yetişkin olacağının da işareti olur. Eğer biz ebeveynler olarak fazla “şefkatli”, aşırı “ilgili” ve her seferinde “sorun çözücü” olursak, çocuklarımıza en büyük zararı verme riski ile karşı karşıya kalabiliriz. Aşırı kaygılı ebeveynler yüzünden, çocuklar mutsuz ve öz güvensiz.

Psikoloji Profesörü Neil Montgomery, 2010 yılında üniversiteye yeni başlayan üç yüz öğrenci ile bir çalışma gerçekleştirmişti. Bu çalışmaya göre baskıcı ailelerin çocuklarının diğerlerine göre yeni fikirlere ve eylemlere daha az açık, daha savunmasız, daha endişeli ve daha içine kapanık olduğunu ortaya koydu. Aynı yıllarda Tennessee Üniversitesi tarafından yapılan bir başka çalışmada, sürekli ailesi tarafından takip edilen üçyüzden fazla üniversite öğrencisinin anksiyete ve depresyon gibi rahatsızlıklar nedeniyle ilaç tedavisi gördüğü açıklanmıştı yine. 2016 yılında yapılan bir çalışmada ise ergenlikte çıkan problemlerin, “yetişkin olma yolunda gerekli becerileri gelişmedikleri” için müdahaleci ebeveynlerin eseri olduğu açıklandı. Ve son yıllarda yapılan araştırmalar ile artık emin olduğumuz bir şey var ki, o da aşırı yapılandırılmış çocukluk geçirenlerin, kendini yönetme becerisi düşüyor, depresyon ve hayat memnuniyetsizliği artıyor…

On parmağında on marifet olan çocuklar birçok anne babanın hayali. Bu yüzden çok planlı ve programlı aktivitelerle çocuklar oradan oraya sürüklenirken, en önemli ayrıntıyı atlıyor olabiliriz: Acaba çocuklarımız ne istiyor ve bizim istediğimiz bu etkinlikler için çocukların yeteneği uygun mu? Siz iyi bir keman virtüözü olmasını istiyor olabilirsiniz çocuğunuzun ama ya onun yeteneği bunun için uygun değilse? Kendi hayallerimizi yaşatmaya çalıştığımız, pamuklar içinde bir hayat sunduğumuz ya da kendi doğrularımızla ördüğümüz duvarlarla çarpıştırdığımız çocuklar bir başarı değil ne yazık ki.

İbn-i Rüştün o muhteşem metaforu ile konuyu toparlayalım o vakit : “Yumurta dıştan kırılırsa yaşam son bulur, içeriden kırılırsa yaşam başlar.” İçten başlamayan bütün dönüşümler ölümcüldür. Çocuğumuz eğer acı çekiyor, yoruluyor, sıkıntı çekiyor diye dışarıdan müdahaleye kalkarsak, geri dönüşü olmayan arızalara neden olabiliriz. Tabi ki çocukları başı boş bırakmayalım, sınırlar koyalım. Ama hayatın her aşamasında olduğu gibi, çocuk yetiştirme konusunda da “denge” konusuna dikkat ederek, hassasiyet göstererek…

Yanlarında duralım, düşerlerse ellerinden tutalım, canları yandığında sarılalım, şefkat gösterelim. Ama onların bir birey olduğunu unutmadan, dünyaya ve insanlara güvenmelerine fırsat vererek, güvenilmez insanlarla karşılaştıklarında kendi baş etme yöntemlerini geliştirmelerine izin vererek… Tıpkı bir kelebek kozasının, kendi kozasından çıkması mücadelesine şahitlik eder gibi, sabrederek, özen göstererek…

Semra Aydın Avşar

Aile Danışmanı

Twitter: @semra1071

Instagram: @semra1071