Haber 365
Haberlere Hızlı Erişin Son Dakika Haberleri ve Gelişmeleri Anında, Herkesten Önce Öğrenmek İçin;
Takip Et
Ölüm Korkusu, Tedbir ve İnanmak
Erdal Şimşek
Ölüm Korkusu, Tedbir ve İnanmak
20.03.2020 Cuma 10:20

Hayatta kaç ölüme tanık oldum bilmiyorum.


2008 yılının Ağustos ayı idi. Bir yabancı haber ajansında küçük bir haber geçiyordu:


“Osetyalı binlerce çocuk Moskova’ya kültür gezisine gidiyor.” Haberin başlığı aşağı yukarı bu şekildeydi.


Gürcistan ile ayrılık çatışmaları yaşayan ve bölgenin barut fıçısına döndüğünü gören için bu pek de hayra alamet bir haber değildi.


Şehirden çocukların gönderilmesi demek, Osetler “Şehir gerillacılığı” başlatacaklar demekti. Ve erkete bekleyen Ruslar, Gürcülerin tepesine binecekti. Hem bu, Putin için kendini Batı’ya ispat etme fırsatı sunacaktı.


Derhal haber yönetmenimize durumu anlattım ve biz hazırlığımızı tam tamamlarken iç çatışma başladı.


Ve Putin’in katil askerleri ile aynı gün Gürcistan topraklarına ayak bastık.


Savaşın ortalarına doğru Gürcistan’ın Gori şehrindeydik. Dünyanın en bereketli topraklarından bir bölge. Göz alabildiğince dümdüz arazi…


Gori Ovası’ndan Güney Osetya’ya doğru arabayla giderken, yolun sağı solu yaklaşık bir alay Gürcü askeri ile tutulmuştu.


Türkiye’nin en iyi haber kameramanı ve ustamız Hüseyin Koçak’a dönüp “bunların hepsi birazdan MIG’lerin bombaları ile ölecek Hüseyin abi” demiştim. Hüseyin abi her zamanki insancıllığı ile bana, “ağzını hayra aç” demişti.


Yolun ortasında durdurdum arabayı ve “abi etrafına bak, tek bir taş parçası bir çukur bir su yatağı yok. Rusların ilk hava saldırısı ile bu askerlerin tamamı ölecek, Sanırım bir alay kadar asker var. Bu geri zekalı albayı bulmam lazım” dedim.


Hüseyin abinin bütün itirazlarına rağmen albayı bulmaya çalıştım.


Koçak haklıydı, çünkü savaşa müdahale ederek direk taraf oluyordum. Ben gazeteci idim, sadece olayları nakletmem gerekiyordu.


Ama ben sadece gazeteci değildim. İnsandım; Müslümandım. Bu katliama engel olmam gerekirdi. İmanım bunu bana emrediyordu.


Binlerce insanın aptal bir albay tarafından ölüme götürülmesine göz yumamazdım.


Üç buçuk Rusçam ile bir mevziden adı Aleko (Aleks) genç bir Gürcü askerini aldım yanıma albayı aradım bulamadım…


Ve zaman daralıyordu. Osetya tarafına geçmem lazımdı.


Dilim döndüğünce Gürcü askere durumu anlatmaya çalıştım vedalaşarak arabama binip kahrederek, ağız dolusu küfürler savurarak Osetya’ya doğru sürdüm arabayı. Ertesi gün Güney Osetya tamamen Rusların eline geçti. Ve cephe Gori’ye doğru ilerliyordu.


Ve Gori’ye geldiğimizde ovadaki askerlerden bir tane dahi kurtulmamıştı.


Nevrim dönmüştü. Ne tepemizde uçuşan Rus helikopterleri ne sağımızdan solumuzdan su gibi akan Rus tank ve zırhlıları umurumda değildi. Daha dün mevziinden kaldırıp beraber alay komutanını aradığımız Aleko’nun mevzisin olduğu bölgeye gittim doğruca.


Mevzideki 8 Gürcü askerinin tamamı ölmüştü. Aleko, sırtüstü uzanmış, o yemyeşil gözlerinin feri gitmiş bulanık bir bakışla uzaklara, çok uzaklara bakıyordu…



Gözlerini kapadım, kolundaki bağlı bulunduğu birliğin arması ile sticker Gürcü bayrağını alıp gözlerimden yaşlar akarak yeleğimin sol üst cebine koydum.


Tam o sırada Rus ordusundan çekik gözlü bir askerle göz göze geldik. Orta Asya’daki Türk boylarındandı. Çelik yeleğimin üstündeki Türk bayrağını gördü ve Rusça “Türk müsün” diye sordu. “Evet” dedim. Hüzünlü bir tebessümle arkasını dönüp gitti…


Ölümden yüzde yüz dönmek dedikleri anlardan biriydi bu aslında.


Zaten önceki gün de Osetya’nın Taşanvili kentine giderken yine yüzde yüz ölümden dönmüştük. Bizden önceki gazetecilerin arabasını tarayan Oset milisler bir Türk gazeteciyi ağır yaralamıştı. Olaydan haberimiz yoktu. Taşanvili’de sokak çatışmaları sırasında sığındığımız Rus askeri birliğinin başındaki subay bize bunu söylemişti.


Coronavirüs ile bunların ne ilgisi var diye soruyorsunuz haklı olarak.


Çok yakın alakası var. Eğer Gürcü komutan ordusunu Gori’nin Kuzey Batısındaki yamaçlara yaysaydı hem bu kadar zayiyat vermezdi hem de kara savaşının belki de kaderini değiştirecekti.


Ve ölümün kol gezdiği şehir gerillacılığının her sokağında ölümüne yaşandığı Taşanvili’ye gitmemiz, ölümün üstüne üstüne gitmekti. Ama tedbiri elden bırakmadan ve kadere tam teslim olarak.


 


Hatta Taşanvili’nin girişinde Oset milisler bizi rehin aldılar. Onların Rusçası yok denecek kadar azdı. Bizim de öyle berbat. Biz Osetçe, onlar da İngilizce bilmiyorlardı. Yaklaşık yarım saat o yakıcı güneşin altında tuttular bizi. Sonra büyük bir ağacı göstererek tüfeğinin namlusu ile bize dürtüp oraya gitmemizi istedi iki milis. Tipik bir film sahnesi gibiydi. Hüseyin abiye dönerek “Abi buraya kadarmış. Hakkını helal et” demiştim donuk ruhsuz bir sesle. Hüseyin abi de aynı ses tonuyla cevap vermişti.


Ağacın altına götürdüler, çökmemizi işret ettiler. Ben inat ettim ayakta infaz olalım dedim Hüseyin abiye. O melek huylu Hüseyin Kocak’ın o anki cevval sesindeki dik duruş ve kararlılığını ölene kadar unutmam: “Herhalde Erdalım ayakta infaz. Biz bu bunlardan gelen ölüme mi diz çökeceğiz. Sakın çökme.”


Zamanın durduğu anlardır o ölümün soğukluğunun hâkim olduğu anlar…


Ama meğer milisler bizim ağacın gölgesinde oturmamızı istemişler. Sonradan anlaşıldı bu.


Coronavirüs ile bunun ne alakası var diye soracaksınız haklı olarak.


Ölüm her yerde ve her ömürde aynı. Gerçek, soğuk ve susturucu…


Yani bu dünyaya gelen her canlı ölecek.


Bunu en iyi bilen biz Müslümanlarızdır. Çünkü bilir ve inanırız ki yaradılışımız Lehvi Mahfuz’a yazıldığı an, ömrümü ve ölüm zamanımız da yazılıyor. Ve bu Külli İrade karşısında insanoğlu çaresizdir. Ne var ki Cüz’i İrade’ye (insana) de bir yetki alanı bırakılmış. Hazreti Ömer’in dediği gibi, “bir kaderden diğer kadere kaçıyoruz.”


Ölüm biz Müslümanlar için bu kadar kesin bir hakikat ise bu korku niye?


Hangi ara bu kadar aç gözlü olduk stok yapıyoruz, marketleri talan edercesine alışveriş yapıyoruz?


Evi yiyecek içecekle dolduralım. Peki bunları tüketebileceğimize dair bir garantimiz var mı?


Böyle stokçuluk yaparak o anda tükettiğimiz malzemeye ihtiyacı olan insan bulamayınca onun hakkına girmiş olmuyor muyuz?


Allah, “kendi hakkından vazgeçebileceğini, ama kul hakkından dokunmayacağını” bize Kur’an’da vaad etmiyor mu?