Haber 365
Haberlere Hızlı Erişin Son Dakika Haberleri ve Gelişmeleri Anında, Herkesten Önce Öğrenmek İçin;
Takip Et
Hacegan Efendilerimize Ellerinden Öperek
Ahmet Tezcan
Hacegan Efendilerimize Ellerinden Öperek
30.06.2020 Salı 19:03

Kırşehir'i geçip Ortaköy yönüne döndükten bir süre sonra Ulupınar kasabasına girmeden devam ederseniz karşınıza kayalardan oluşan muhteşem bir tepe çıkar. O tepenin zirvesinde Yunus Emre Türbesi bulunur.

Gerçekten kabir midir yoksa makam mıdır bilmiyorum. Yunus Emre'ye atfedilen 11 türbeden biri. Ancak devasa kaya kütlelerinden oluşan o tepeyi gördükten sonra  insan Yunus Emre'nin orada ölmese bile orada yaşadığını düşünüyor, “Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevlam seni” diye başlayan mısraların o tepede doğmuş olabileceğini hissediyor.

İmkanı olan bulduğu fırsatı değerlendirip gitsin. Türbenin yanında küçük bir mescid, o mescidin biraz altında için oyulmuş bir kaya var. Bir insan başının rahatlıkla girebileceği oyuğa elinizi soktuğunuzda bir börke yahut derviş külahına benzediğini farkedeceksiniz. Kayanın önüne enlemesine geniş taşlar dizilmiş. O kayayı gördüğümde her ne hikmetse o taşlara uzanıp başımı oyuğun girişine yaslayarak yatmak istedim. “Burada yaz geceleri yıldızları seyrederek uyumak kimbilir nasıl bir keyiftir?” diye düşündüm. Sağıma döndüm ve o anda bir şey farkettim; bu kaya Yunus Emre'nin mânâ taşı olmalıydı, çünkü sağa döndüğünde tam olarak Kıble yönüne dönmüş oluyordu. Gözlerimi kapattım.

Hiçbir şey görmedim tabii..

Sağımdan solumdan geçen yerli yabancı turistler, önlerinde uzanmış başı kaya içinde bir adamın delirmiş olduğunu düşünmüş olmalılar.

Haklılar da.. Dümdüz Tanrı'nın sonsuzluk sırrını  sakladığı bozkırın tam ortasındaki bu kaya dağın zirvesinde tek başına yaşayan bir insan, bir süre sonra ya deli olacaktır yahut veli!

Bu ikisi arasında yaşayan gaflet mutluluğuna geri döndüm, az aşağıda sol tarafta kanadı kırık kuş çırpınışında bir kuru ağacın yanına gidip onunla kardeş oldum.

En aşağıda tepenin eteğinin bittiği noktada uzaktan bakınca fırına benzeyen önünde bayrak dalgalanan bir yapı vardı. Doğruluğuna itibar edilen rivayetlere göre; benim fırına benzettiğim, yakınına gidildiğinde kul yapısı mağarayı andıran tek göz odalı yapı Yunus Emre'nin çilehanesi idi. Kapısı yoktu. İçerde uzun süre yaşandığı islenmiş duvarlarından belliydi.

Denilir ki; Derviş Yunus o tepede yaşar, çilehanesinde halvete çekilir, aşk başa vurduğunda çarığını giyer 25 kilometre ötedeki Hacı Bektaş'a, 10 kilometre berideki Taptuk Emre'ye giderdi. Giderken yol üstündeki ağaçlardan alıç yiyerek karnını doyurur, yediği alıçların çekirdeğini de gömerdi. Yıllar böyle giderken o çekirdekler filizlenip gövdelenmiş, iki farklı istikamette alıçların rehberliğinde uzanan yollar oluşmuştu. Yöre halkı işte o yollara Yunus Yolu derlerdi.

Bu söylenceyi duyduğumda çok heyecanlanmış, Twitter'da “Keşke Orman Bakanlığı  ile Kültür Bakanlığı devreye girse de o yollara alıçlar dikilse Yunus Yolu yeniden açılsa, Kırşehir, Nevşehir, Aksaray belediyeleri de ortak bir Yunus Emre Aşk Festivali yapsalar, o yolların kenarlarına kıl çadırlar, namazgahlar, hanlar hamamlar inşa etseler ve insanlar semahlar, zikirler, semalar, ilahiler, türküler, şarkılar eşliğinde o tepeden Hacı Bektaş ve Tapduk Emre'ye Sevda Yürüyüşü yapsalar! Bu şehirlerin bulunduğu coğrafi böyle de belki Konya ve Eskişehir'i de kapsayacak şekilde Anadolu Gönül Havzası ilan edilse, ne güzel olur!” diye yazmıştım.

Kanada'nın bile tertiplediği Sufi Festivali gibi etkinlikler, belediye ve valiliklerin Bakanlık koordinasyonuyla bir araya gelmesi ile niçin bizde de yapılamasın?

Yanlış hatırlamıyorsam sadece o dönemin Nevşehir Belediye Başkanı aramış, bu düşüncele üzerine konuşmak istediğini söylemişti. Tanıdığım Kültür ve Turizm Bakanlarına da anlattım ama söylemde kaldı ve eyleme geçmedi.

Söylem benden, eylem sizden.

Kim yaparsa yapsın, ellerinden hararetle öpülür.

Benim bu meseleyi burada açmamın başka bir sebebi var.

Benim derdim sevda değil kavga!

Hocaların kavgası!
Hoca derken, sosyal medyada, yani twitter, facebook, instagram, whatsapp  gibi mecralarda yazarak, youtube, skype, zoom ve benzeri video meydanlarında yahut televizyonlarda konuşarak birbirleriyle kavga eden kimi hoca, kimi müftü, kimi prof, doç, dr ünvanlı akademisyen, kimi medrese mektep kaçkını tam zamanlı düşünürlerden söz ediyorum.

Aralarında modern, yani müsbet tesbit edilebilir deneysel bilimlerle uğraşanlar da var bu kavgacıların. Her birinin destekçisi, köstekçisi, oşşakçısı gani maşallah!

Bilim, Felsefe ve Din üzerine çok da öğretici şeyler anlatırken, sık sık ekran ayarları bozuluyor ve birbirlerine olmadık hakaretler, aşağılamalar, hatta iftiralar, suçlamalar savurup duruyorlar. Edeb meselesinden biraz nasibi olanlar işi zeka sorununa döküp aradan sıyrılmaya çalışıyor.

Kan gövdeyi götürüyor ama sorsanız hepsi hakikat yolcusu!

Öyle bir yol yürüyorlar ki; sayelerinde memleket 783 bin 562 kilometrekarelik adam harcama makinasına dönüşmüş vaziyette. O yolun kenarında ne kadar dükkan, mağaza varsa vitrinlerini indire indire yürüyorlar.

Biz nasipsizler ise; gözümüz, gönlümüz cam kırıklarıyla kan çanağı halde bu manzaraya bakıp cehaletimize şükrediyoruz.

Buna rağmen, bendeniz bir edepsizlik yapıp, cehl-i mürekkeb cesaretiyle bu hacegan efendilerimize bir soru sormak istiyorum;

İşittim ki; bütün dünyayı dize getiren o dehşetli Corona Virüsünün yeryüzündeki tamamı toplansa, hepsinin ağırlığı 1 gram bile etmez imiş.

Merak ediyorum;

İnsanın evrimsel yahut çevrimsel nazariyelere göre konuşup yazmaya, düşünüp taşınmaya başladığı ilk günden şu satırları yazdığım ana kadar; Bilim, Felsefe ve Din üzerine okuyup yazıp bilip  söylediklerinin tamamının toplam ağırlığı, o yolcusu olduğunuz hakikat karşısında ne kadardır acep?

Bir gramı geçtim, bu hükümlerin hakikatte hoşaf bulaşığı kadar hükmü varsa, hepinizin ellerinden öperim!

Değilse...

Yapmayın etmeyin, o yolda kılıç çekilmez, alıç dikin alıç!

 

Üzgünüm Leylâ!