Haber 365
Haberlere Hızlı Erişin Son Dakika Haberleri ve Gelişmeleri Anında, Herkesten Önce Öğrenmek İçin;
Takip Et
Dokuz sütuna manşet bir kıla pamuk tıkamak
Ahmet Tezcan
Dokuz sütuna manşet bir kıla pamuk tıkamak
23.10.2020 Cuma 15:46

Sene kaçtı hatırlamıyorum, Tansu Çiller Başbakan'dı galiba, Mesut Yılmaz da ANAP'ın başında Ana Muhalefet Başkanı. Rahmetli Mehmet Ali Birand'ın yetiştirdiği televizyon habercilerinden Rıdvan Akar bir gün kamerasını alıp geldi ve 32. Gün programı için bendenize medya ve siyasete dair bir şeyler sordu.

O günlerde Mesut Yılmaz, iktidara sallıyor, Başbakan'ın eşi Özer Çiller üzerinden medya ve hükümet arasındaki çıkar ilişkilerini sorguluyor, hükümete yakın olanlara “Bir Kısım Medya” yahut “Malum Medya” diyordu.

Rıdvan Akar, bu tür sınıflandırmaların doğru olup olmadığını soruyordu.

“Doğru değil” dedim ve üç aşağı beş yukarı şunları söyledim:

“Bu türden kıyafetleri siyasetçiler biçip dikiyor gazetecilere giydiriyor, gazetecilerden de kimse itiraz etmiyor. İslamcı Medya, Devrimci Medya, Laik Medya, şucu medya bucu medya, bunların hepsi siyasetçilerin bize giydirdiği libas. Ben bunların hiç birine itibar etmiyorum; şucu bucu medya yok, sadece Bizim Medya var. Çünkü bu ülke sınırları içinde olan biten her şey ve yaşayan herkes bize aittir, bizimdir. Bir sivilce varsa bu bizim suratımızdadır, bir kambur varsa bu bizim sırtımızdadır.”

Rıdvan Akar “Sizin hiç mi tasnifiniz yok?” anlamında bir soru cümlesi sarfetti.

“Var” dedim. “Olmaz mı? Bana göre iki tür medya var; Misyon Medyası, Komisyon Medyası. İslamcı yahut Devrimci ya da Laik denilen medya Misyon Medyası'na girer. Mesut Yılmaz'ın Bir Kısım Medya, Malum Medya dediği de Komisyon medyasına girer. Fakat işin derinine inerseniz Misyon Medyası diye de bir şey olmadığını görürsünüz. Çünkü Misyon Medyası da kendi misyonundan komisyon almaya çalışır.”

O günlerde Çiller Başbakan, Yılmaz Ana Muhalefet olduğuna göre; bugünden 20 küsur yıl önce olsa gerek.

Birkaç örnek de vermiştim galiba.

“Mesela” demiştim. “Gazetecilik noktasından baktığımda şu an Hürriyet'te yazan Emin Çölaşan ile Akit'te yazan Hasan Karakaya arasındaki tek fark, birinin uçağa binemiyor, diğerinin biniyor olmasıdır. O gazeteler de birbirinin karbon kopyasıdır.”

Akit dediğime bakmayın, o günlerde 28 Şubat denilen postmodern şaklabanlık hüküm sürüyordu derinlerde.  Omzu kalabalık paşaların, ağzı kalabalık maşalar marifetiyle aforoz ettiği gazeteler ve gazeteciler vardı, Akit o sıralarda kapatılıp Vakit adıyla mı çıkmaya başlamıştı, yoksa Vakit de kapatılmış Yeni Akit mi olmuştu ne, tam hatırlamıyorum.

Peki Hürriyet?

Adı değişmedi, hiç kapatılmadı ama yazarlarının çoğu Sözcü Gazetesi'nde şimdi. Emin Çölaşan da orada.

Akit'te Hasan Karakaya vefat etti, arkasından etmedik laf bırakmadılar, iftiranın, hayasızlığın, alçaklığın haddi hududu kalmadı.

Emin Çölaşan yaşıyor, Allah ömür versin, fakat onun Hürriyet'ten beri ayrılmaz ikizi gibi olan Bekir Coşkun vefat etti geçenlerde. Onun da arkasından etmedik laf bırakmadılar, edepsizliğin dokuz sütuna manşet olduğunu gördük.

Ne demiştim Rıdvan'a?

Aradan 20 küsur yıl geçmişti galiba, bir şeylerin değişmiş olması gerekiyordu sanki, lâkin hiç değişmemiş, bunu gördük asıl.

Yazarı Hasan Karakaya'nın ölüsüne sövenlerden muzdarip Akit, Bekir Coşkun'un ölüsünü kıldan bir bahane ile tacize kalktı manşetten.

Bugünleri 20 küsur yıl öncesinde göremediğim ve o günlerde gelecekten bir nebze ümitvar olduğum için bizim medyanın aslında kelimenin tam anlamıyla Nebbaş Medya olduğunu bilememişim.

Onların misyonu ile bunların davası arasında kıl kadar da olsa bir fark bulunduğunu düşünmüştüm 20 küsur yıl boyunca, daha doğrusu öyle olmasını ummuştum.

O kılı çekip aldılar ve Hasan Karakaya'nın ölüsüne sövenler ile aralarında kıl kadar fark olmadığını gözümüze soktular manşetten, umudumu öldürdüler.

Ve böyle bir ortamda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İbn Haldun Üniversitesi'ndeki konuşması düştü gündeme.

“Siyasi iktidar olduk ama fikri iktidar olamadık!” diyordu kısaca.

Daha önce de “Kültürel iktidar olamadık!” demişti.

Çok şey yazılıp çizildi ilk sözünden bu yana, çok şey konuşuldu. Fikir ve sanatta niye bir adım öne geçilemediğine dair tezler, anti-tezler öne sürüldü.

Ben dahi gevezelik etmiştim o meseleye dair televizyonlarda falan.

Hepsi çöpe gitti bir manşetle.

Cumhurbaşkanı'nın sözü üzerine “Fikrin iktidarı değil itibarı olur” demişti biri sosyal medya ortamında.

Ortam rezaletti; fikir niyetine dokuz sütuna manşet bir kıla pamuk tıkamışlardı!

Dava edinilen fikrin o nazarda  itibarı bu kadardı işte!

Şimdi düşünüp duruyorum, fikri iktidardan kasıt;  sosyal medyadaki o arkadaşın işaret ettiği itibar mıdır yoksa kıytırık bir derleme kitaba 2500 lira bayılan histerik müşteri kitlesinin oluşturduğu piyasa mı?

Yani akit, vakit değil nakit midir asıl mesele?

Nedir kastedilen?

Vallahi bilmiyorum, bilmekten korkuyorum!

Yılgınım Leylâ!