Haber 365
Haberlere Hızlı Erişin Son Dakika Haberleri ve Gelişmeleri Anında, Herkesten Önce Öğrenmek İçin;
Takip Et
Başörtüsü: Simge mi, Kıyafet mi?
Prof. Dr. Ulvi Saran
Başörtüsü: Simge mi, Kıyafet mi?
26.03.2020 Perşembe 11:43

Uzunca bir süredir, başörtüsünün siyasi veya dini bir simge olduğu ve bu nedenle başörtülülerin kamuda çalışma imkanlarının bulunmadığı yönündeki spekülasyonlarla ortaya çıkan ve ülkenin siyasi gündemini fazlasıyla meşgul eden tartışmalar; tatsız bir kutuplaşmaya ve sosyal barışı zedeleyici gerilimlere yol açmaktadır.

Toplumun çok büyük bir kesimini huzursuz eden ve milyonlarca kadının öğrenim görme ve çalışma hakkından mahrum kalmasına neden olan bu tartışmaların temelinde, bağnazlığın olduğu kadar önemli ölçüde bilgi eksikliğinin de rolü bulunuyor.

Başörtüsü dini ya da siyasal bir simge midir, yoksa bir kıyafet midir? Hiç şüphesiz, başörtüsünün çözülemez bir sorunmuş gibi algılanmasına neden olan ve farklı siyasi kesimler arasında bir tür sağırlar diyaloguna dönüşen bu tartışmanın son bulması bakımından; siyasi simge kavramı ile başörtüsü arasındaki ilişkinin aydınlatılması ve bu noktadaki kavram kargaşasının giderilmesi hayli önem taşımaktadır.

Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde, “simge” (sembol) kavramı; “Duyularla ifade edilemeyen bir şeyi belirten somut nesne veya işaret, remiz, rümuz, timsal” olarak yer almaktadır. (TDK, Büyük Türkçe Sözlük, s.1727, Ankara-2005) İngilizce Cobuild sözlüğünde ise terim, bu anlamının yanı sıra; “bir fikri temsil eden şekil ya da nesne” olarak tanımlanmaktadır. (Collins Cobuild English Dictionary, Harper Collins Publishers, 2001, s.1581)

Simge; soyut değerleri, düşünceleri ve varlıkları ifade etmek üzere kullanılan bir terim olarak geniş anlamıyla ele alındığında; belli eşya ve nesneler, varlıklar, hayvanlar hatta kişiler bile simgeleştirilebilir. Bu anlamda, mesela hayvanlar belirli özellik ve sıfatları temsil edebilir; insanlar da kendi başlarına, bazı olumlu veya olumsuz özelliklerin timsali olarak ele alınabilirler.

Tilki kurnazlığın; baykuş, bilgeliğin; kaplan, çevikliğin; ceylan, masumiyetin sembolüdür. Bunun gibi bazı insanlar; mesela tarihte belirli bir kişi, taşıdığı özelliklere göre, kahramanlığın, zekanın ya da entrikanın sembolü olarak değerlendirilebilir. Bu gibi durumlarda, simgeleştirilen varlık ya da kişiler, temsil ettikleri özellik veya sıfatla gerçekte maddi ve fiili açıdan ve doğrudan doğruya özdeşleşmiş olmaktan çok; ilgili bulundukları özellikler itibariyle kendilerine dışarıdan veya çevreden atfedilen değer dolayısıyla bir anlam veya önem taşırlar.

Konumuz açısından simge, dar anlamda ele alınması gereken; asli bir işleve ve kendi başına pratik bir geçerliliğe sahip olmadığı halde, sadece belirli bir mesajı vermek ve anlamı ifade etmek üzere kendisine yüklenen değer itibariyle önem taşıyan bir nesne veya olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu çerçevede pratik ve somut işlevlere sahip olan araç ve unsurların, esas yapılarından ve rollerinden uzaklaştırılarak yalnızca kendilerine geniş çerçevede ve dolaylı bir anlam yüklenmesi yoluyla simge olarak nitelendirilmeleri doğru olmayacaktır. Bu bakımdan, yakaya takılan rozet, küçük bir kumaş parçası veya yaka mendili, boyuna takılan haç veya hilal; kola takılan pazubent, bir kağıdın veya posterin köşesine konulan bir işaret veya amblem kelimenin tam anlamıyla birer simgedir.

Bu nesne ya da işaretlerin; doğrudan doğruya taşıdıkları veya kendilerine atfedilen sembolik değerden başka maddi bir işlevleri yoktur. Örneklemek gerekirse; bir rozetle yemek yiyemez, yaka mendilini soğuktan korunmak için üzerinize örtemezsiniz. Boyuna takılan hilal veya haçın dini bir anlam ve mesaj taşımaktan başka maddi ve somut hiçbir işlevi yoktur. Pazubent, sadece koluna takılan kişinin pozisyonunu ya da sorumluluklarını gösteren bir nesnedir. Amblem ya da işaretler, yalnızca soyut anlam ve değeri olan araçlardır.

Başörtüsü, yukarıda sayılan ve sembolik işlevlerinden başka bir değer taşımayan araç ve nesneler gibi bir simge olmayıp; yalnızca ve yalnızca bir kıyafettir. Temel işlevi, insan bedeninin bir bölümünü, kadınların başını örtmektir. Baş örtme işlevinin belirli bir anlamı ve amacı olabilir: Dini inancın gereği, soğuktan korunma amacı ya da moda tercihi gibi... Taşıdığı farklı amaçlar, başörtüsünün insan bedeninin bir bölümünü örtme işlevini, dolayısıyla kıyafetin bir parçası olma gerçeğini değiştirmez.

Tıpkı bir eldiven gibi... Eldivenin işlevi, ellerin soğuk hava şartlarından ve diğer dış etmenlerden korunması ise; başörtüsünün işlevi de, başın belirli bir amaca bağlı olarak örtülmesi, ama sadece ve sadece örtülmesidir.

Başörtüsü, sadece Türkiye’ye, İslam dünyasına ait bir giysi değildir. Batıdan Doğuya, Hıristiyanlıktan Budizm’e kadar farklı dini ve coğrafi çevrelerde evrensel bir yaygınlığa sahip olduğu gibi; günümüzde veya yakın bir zamanda da ortaya çıkmamıştır. Doğrudan doğruya basit ve masum bir giyim eşyası olan bir ceket ya da kazak, nasıl simge olarak değerlendirilemezse; başörtüsü de simge olarak itham edilemez.

Eldiven nasıl binlerce yıldır kullanılan bir giysi ise; başörtüsü de kendileriyle özdeşleştirildiği ve temsil ettiği iddia edilen dini ve ideolojik akımlardan binlerce yıl önce ortaya çıkan ve bugüne kadar kullanılan bir giysi olmuştur. Bu bakımdan evrensel bir yaygınlığa ve sosyolojik gerçekliğe sahiptir.

Siyasi simge; siyasi bir ideolojinin ya da belli bir siyasi partinin düşünce ve eğilimlerini yansıtan bir nesne, işaret ya da amblemdir. Bir nesne ya da işaretin siyasi simge olabilmesi için, belli bir siyasi parti ya da siyasi ideoloji ile doğrudan ilişkilendirilmesi gerekir.

Siyasi bir partinin rozeti, siyasi bir akımın veya örgütün amblemi bu türdendir. Moda tercihi, dini inanç, maddi ihtiyaçlar veya başka nedenlerle belli kıyafetlerin tercih edilmesi; bedenin bir bölümünün örtülmesi ya da örtülmemesi siyasi bir simge olarak nitelendirilemez.

Tıpkı bunun gibi, dini simge de belli bir dini diğerinden açık ve tartışmaya yer vermeyecek şekilde ayıran; sadece o dine ait sembol ya da işaretlerdir. Bu kapsamda, dünyanın neresinde olursa olsun; hilal İslamiyetle, haç Hıristiyanlıkla, altı köşeli yıldız da Musevilikle özdeşleştirilir. Buna karşılık her üç dinin mensuplarınca inançları gereği binlerce yıldır kullanılmakta olduğu gibi, moda tercihi ya da başka gerekçelerle de giyilebilen başörtüsü; mutlak anlamda dini bir işarete, bu dinlerden yalnızca birini temsil eden bir simge düzeyine indirgenemez.

Sosyolojik yönüyle başörtüsü

Siyasi bir ideoloji veya bir din ile doğrudan ilişkilendirilemeyecek bir kıyafet tercihine, dolaylı değerlendirme ve yorumlarla siyasi veya dini simge atfında bulunulması tamamen spekülatif, keyfi bir değerlendirme olmaktan öteye gidemez.

Çünkü dışarıdan bakıldığında, birine göre siyasi veya dini bir eğilimi yansıtmak amacıyla giyildiği varsayılan bir giysi, bir diğerine göre belki moda tercihi olarak giyilmiştir. Öte yandan gerçekte bu iki tahmin de doğru olmayabilir. Belki soğuktan korunmak amacıyla giyilmiştir.

Dolayısıyla, dışarıdan bakılarak ve “olsa olsa” metoduyla kişilerin dini veya siyasi görüş ve ideolojilerini belirlemeye yönelik değerlendirme ve nitelendirmeler; demokratik, özgürlükçü ve çoğulcu toplum değerleriyle bağdaşmaz. İnsanları bu şekilde dış görünüşlerine, kıyafet tercihlerine ve tavırlarına göre kategorilere ayırarak mahkum etmek, ancak totaliter, baskıcı ve dayatmacı rejimlerde görülür.

Başörtüsüne, kadın giysisinin bir parçası olarak taşıdığı ana işlevin ötesinde başka anlam ve değerler de yüklenebilir. Bu bakımdan başörtüsü temelde bir giysi olmanın yanında; yüzyıllar içinde dini ya da geleneksel bir nitelik de kazanmıştır.

Geçmiş yüzyıllardan bu yana Doğudan Batıya kazandığı yaygınlık açısından bakıldığında, bazı toplumlarda dini, bazı toplumlarda ise geleneksel motifler ve buna uygun farklı mahiyetler kazanmıştır. Farklı dini ve kültürel çevrelerden, farklı coğrafi bölgelere ve çağlara göre kazandığı anlam ve özellikler; başörtüsünün temelde kadın giysisinin bir parçası olduğu gerçeğini değiştirmez.

Özetle, başörtüsüne yere, zamana ve şartlara göre esas işlevinin yanında, farklı folklorik, dini, kültürel veya ideolojik anlamlar yüklenmesi; temelde bir giysi olma işlevinin reddedilmesine ve bir simge olarak itham edilmesine haklılık kazandırmaz. Öte yandan, benimsenme gerekçesinin dini, geleneksel ya da moda amaçlı olup olmadığını sorgulama hakkı da kimseye düşmez.

Siyasi ve ideolojik mesaj ve çağrışımlardan arındırılmış bir dünya veya sosyal bir ortam oluşturma uğruna; tüm simgeleri ortadan kaldırmayı hedefleyen bir anlayış; geniş anlamda simge olarak kullanılabilecek tüm değerlerin, olguların, canlı ve cansız varlıkların, hatta kişilerin de ortadan kaldırılmasını gerektirir ki, böyle bir yaklaşımın akıl ve mantıkla izah edilir bir tarafı yoktur.

Yalnızca belirli bir amacı ve sınırlı bir anlamı ifade eden bir amblemi, bir işareti veya rozeti kullanmayabilir veya takmayabilirsiniz. Ancak, insan bedeninin bir bölümünü örtmeye yarayan, dolayısıyla belirli bir inanç veya ihtiyaç temeline dayanan ve binlerce yıllık geçmişi olan bir giysiyi; sırf bazı insanların inançlarını ya da düşünce dünyalarını yansıttığı ve bir baskı aracı olarak kullanılabileceği gerekçesiyle bir simge olarak değerlendirip yasaklayamazsınız.

Başörtüsünün, yukarıda örnekleri verilen ve başlıca özellikleri sıralanan varlık ya da nesneler gibi bir simge olmadığı halde, yapay bir zorlamayla diğerleri gibi bir simge olduğunu varsayalım. Bu neyi değiştirir ve buradan hangi noktalara varılabilir?

Bir defa sembolik özellikler taşıması itibariyle, soyut anlamı ve içeriğinden başka bir işlevi bulunmayan araç ve nesnelerden daha ileri düzeyde bir simge düşünülemez. Yalnızca simge olarak kullanılabilen bir rozet, amblem ya da işaretin konusu veya verdiği mesaj suç teşkil etmedikçe yasaklanması meşru bir gerekçeye dayandırılamaz. Bu doğrultuda kişilerin farklı amaç ve düşüncelerinin ve ilgi alanlarının belli araçlarla dışarıya yansıtılması yaygın bir kabul ve hoşgörüyle karşılanmaktadır.

Bunun yanında, dönemler itibariyle değişen moda akımların sonucu farklı saç kesim tarzlarının, sakal veya bıyık bırakma biçimlerinin, zaman zaman belirli ideolojileri veya aykırı akımları temsil etiği bilinmekte ve bunların benimsenmesi herkesçe doğal karşılanmaktadır. Siyasi veya ideolojik anlam taşıdıkları bu kadar açık olan bu tür sembollerin rahatlıkla kullanılabildiği ve hoş görüldüğü yerde, başörtüsünün kullanılabilmesi haydi haydi mümkündür.

Başörtüsünün simge olarak kabul edilmesi halinde, simge olarak değerlendirilemeyecek hiç bir giyim eşyası ya da giysi parçası kalmaz. Buradan yola çıkarsanız, bir boyun atkısını, kol düğmesini, kravat iğnesini, kemer tokasını da simge olarak nitelendirebilirsiniz. Bu nesneler başörtüsüyle karşılaştırıldıklarında ve somut anlamda daha sınırlı işlevlere sahip oldukları dikkate alındığında; şüphesiz simge olmaya çok daha yakındırlar.

Bu değerlendirme çerçevesinde, ister dini, ister geleneksel, ister ticari kökenlerden gelsin; sosyal ve ekonomik hayatın işleyişi ve doğal dinamikleri içinde yaygınlık kazanan bu tür giysi veya araçlara ideolojik anlamlar yüklenmesinin ve tehlike unsuru olarak sayılmalarının, nasıl bir paranoyaya yol açacağı ve toplumu nasıl bir gerilime sürükleyebileceği kolaylıkla anlaşılabilir.

Bazı kamu hizmetleri açısından bakıldığında, Batıda belli meslek gruplarının benimsedikleri kıyafetlerin, şaşırtıcı bir biçimde doğrudan doğruya dini bir kökene sahip oldukları görülmektedir. Hemşire kıyafeti, Batıda Katolik kilisesindeki rahibe giysisi formunun bir devamı niteliğindedir.

Batı üniversitelerinde yaygın olarak sürdürülen, bizim üniversitelerimizin mezuniyet dönemlerindeki kep giyme törenlerinde de aynen benimsenen kep ve cübbe giyme uygulaması, geçmişi orta çağa kadar uzanan papaz ve rahibe yetiştiren dini eğitim kurumlarındaki mezuniyet töreni geleneklerinin özünü aynen korumaktadır.

Semboller ne anlatır?

Aslında kökenleri itibariyle doğrudan doğruya birer dini simge olan bu giysilerin, sağlık sektörünün ve akademik camianın temel sembolleri olarak hem Batı dünyasında hem de ülkemizde aynen benimsenerek kullanılması; hem dini hem de geleneksel motifler taşıyan simgelerin ortak tarihsel ve evrensel birikimin mirası olduğunu göstermektedir.

Buradan çıkarılması gereken sonuç; dini ya da geleneksel geçmişten beslenen formların ve bunları yansıtan simgelerin aslında doğal hayatın ve sosyolojik gelişme sürecinin bir sonucu olduğu, demokratik anlayış ve karşılıklı saygı ve hoşgörü zemininde bunlardan korkulmaması gerektiğidir. Dolayısıyla evrensel bir geçmişe ve yaygınlığa sahip olmasının yanı sıra Türk-İslam geleneğinin de bir parçası olan başörtüsünün, bizim açımızdan bundan farklı bir anlamı ve işlevi bulunmamaktadır.

Başörtüsü, bırakın siyasi veya dini anlam taşıyan bir simge olmayı; simge bile değildir. Nihayet bu tür bir simge olduğu kabul edilse bile, kamuoyu yoklamalarının sonuçlarından da görüleceği gibi; halkın yüzde 78’inin kullanmasa da başkalarının başında olmasını normal karşıladığı, en azından takılmasını insanların eğitim ve çalışma hakkından mahrum edilmesini gerektirir bir husus olarak görmediği bir giysidir.

Öte yandan, başörtüsü bu kadar geniş bir yaygınlığa ve bu oranda kabul ve hoşgörüye kavuşunca artık tartışılan bir nesne olmaktan çıkıp, sosyolojik bir gerçekliğe dönüşmüş bulunmaktadır. Nihayet, sosyolojik zeminde yüzde 80 taban bulan bu giysiyi görmezden gelmek ya da suçmuş gibi nitelendirmek; hem halka karşı bir saygısızlık hem de açıkça hukuk tanımazlık örneğidir.

Hilal ve haç gibi dini semboller bile çok açık ve doğrudan dini mesajlar vermekle birlikte, kaygıyla karşılanması gereken simgeler olarak nitelendirilemezler.

Kaldı ki başörtüsü; takılmasında dini bir gerekçe olsa bile, bu tür açık dini sembollerden farklı olarak sadece bir giysiden ibarettir. Ayrıca, insanlar hangi referansa dayalı olarak başörtüsü taktıklarını açıklamak zorunda olmadıkları gibi; kimsenin de bu konuyu sorgulama hakkı bulunmamaktadır.

İnsanların bu yönde bir beyanda bulunmaya zorlanmaları, hem Anayasa’nın “Kimse, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.” şeklindeki 24’üncü maddesine, hem de laiklik ilkesine aykırıdır.

Sonuç itibariyle; başörtüsü takma tercihi, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin belirlediği çerçevede 1982 Anayasası’nın da koruduğu ve güvence altına aldığı temel hak ve özgürlükler arasında yer almaktadır. Hiç kimsenin temel hak ve özgürlük konusunda tahammülsüzlük gösterme lüksü yoktur.