Haber 365
Haberlere Hızlı Erişin Son Dakika Haberleri ve Gelişmeleri Anında, Herkesten Önce Öğrenmek İçin;
Takip Et
27 Mayıs'ta Türkçe Ezana Direnen Alperen
Dr. Ömer Aydın
27 Mayıs'ta Türkçe Ezana Direnen Alperen
15.05.2020 Cuma 12:25

BÖLGE MÜFTÜSÜ BABAM HALİT AYDIN

Babam Müftü Halit Aydın, 1961 yılında İstanbul’da düzenlenen ve 6 ay süren Müftü ve Vaizler için hizmet içi eğitim programına katılmıştı.

Bu eğitim programı sırasında, Milli Birlik Komitesi üyelerinden Mehmet Özgüneş eğitim merkezini ziyaret eder.

2000’li yıllarda kendisiyle Eyüp Müftüsü iken tanıştığım olayın şahidi Rahmetli Kemal Malkoç anlatmıştı bana:

“27 Mayıs dönemi henüz bitmemişti. İhtilalciler ezanın tekrar Türkçeye çevrilmesi için Diyanet’e baskı yapıyordu. Bunu basından öğrenmiştik. Mehmet Özgüneş’in eğitim merkezimizi ziyareti sırasında yaptığı konuşmada konu dönüp dolaşıp Türkçe Ezana gelince hepimiz telaşlanmıştık. Endişe içinde birbirimize bakıyor, içimizden Özgüneş’e cevap verecek, onu ikna edebilecek bir Alperen arıyorduk.

Tam ümidimizin bittiği sırada, baban Halit Hoca ayağa fırlayarak yüksek sesle konuşmaya başladı;

'Sayın Özgüneş, siz imanlı bir ailenin evladısınız. Türkçe ezanın bu memlekette nasıl tahribata yol açtığı, devletle milleti  karşı karşıya getirdiği ortadadır. Diyanet teşkilatı burada. Bizi Milli Birlik Komitesi’nde siz temsil ediyorsunuz. Öyle olmasaydı siz buraya gelmezdiniz. Ezana dokunulamaz. Ezan asla Türkçe okunamaz. MBK de bu tür uygunsuz taleplere bizim adımıza direnmek sizin görevinizdir. Böyle bir hatalı kararın alınması facia olur, uygulanamaz ve sürdürülemez. Tarihe nasıl geçmek istediğinize siz karar verin. Bunun bir de öbür dünyası var. Burada bulunan hiçbir arkadaşımız ezanın Türkçe okunmasına asla razı değildir ve aksi durumda bütün müftü ve vaizler olarak hepimiz istifaya hazırız.'

Salon alkıştan inliyordu. Babandan cesaret alan bazı arkadaşlar da Özgüneş’in yanına yaklaşıp kendisini ablukaya alarak itirazlarını sıralamaya başladılar. Halit Hoca surda gediği açmıştı. Kayserili olduğunu ve özgeçmişini öğrendiği Özgüneş’in manevi dünyasına da hitap ederek, ezana dokunulmaması konusunda onu ikna etmişti.

Toplantıdan sonra hepimiz babana sarıldık, tebrik ettik. O zamana kadar samimi arkadaş değildik. Bu olayüzerine arkadaş olduk ölene kadar da arkadaşlığımız ve irtibatımız sürdü.”

2010 yılında basın mensubu sıfatıyla, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın davetlisi olarak hacca gitmiştim. Geçmiş dönem Diyanet İşleri Başkanlarımızdan, Ermenekli Dr. Lütfi Doğan, Süleyman Ateş ve Kelkitli Lütfi Doğan hocalarımız da Diyanet’in özel misafiri olarak bizimle aynı kafiledeydi. Hocalarımızla çabucak tanıştık ve kaynaştık.

41 yıl müftülük yapan rahmetli Halit Aydın’ın oğlu olduğumu öğrenen Ermenekli Dr. Lütfi Doğan, ortalık yerde ağlayarak “Senin baban benim hayatımı kurtarmıştı.” diyerek bana sarıldı ve uzun süre bırakmadı.

Sakinleştikten sonra anlattı:

“1972 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde hoca iken, Diyanet İşleri Başkanlığı’na atandım.

Teşkilata yabancı idim. Kimliğimden ve kişiliğimden rahatsız olan özellikle sağ kesime mensup birtakım çevreler, hakkımda gerçek dışı itibarsızlaştırıcı bilgiler yayıyordu.

Böyle bir ortamda Karadeniz Bölgesi’ne denetim-teftiş gezisi düzenledik. Samsun Havaalanı’na indik. Maçka Müftüsü olan rahmetli babanızın da içinde bulunduğu bölgede görev yapan müftüler ve üst düzey din görevlileri karşıladılar bizi. Sahil boyu Artvin’e doğru yol alıyor, yol üzerindeki il ve ilçelerdeki müftülükleri ziyaret ediyor, halkla sohbet ediyorduk.

Ünye’den Fatsa’ya doğru yol alırken, yüzlerce kişiden oluşan sağ görüşlü bir grup yolumuzu kesip, ‘Zındık Diyanet işleri Başkanı’nı bize vereceksiniz. Onu linç edeceğiz.’ diye bağırıyorlardı.

Konvoydaki arkadaşlar etrafımda bir halka oluşturup beni korumaya çalışırken, kalabalık kontrolsüz bir şekilde üzerimize doğru hızla yürüyordu. Tam o sırada rahmetli babanız kafamdaki sarığı eline alıp ileriye fırladı.

Sarığı asfalta koyan Müftü Halit AYDIN, kalabalığa doğru ‘Buyurun Başkan’ın sarığını tekmeleyin.’ diye bağırdı.

Gözü dönmüş kalabalık aniden durdu. ‘Sarığı tekmeleyemeyiz, günahtır’ diye cevap verdiler.

Bunun üzerine Halit Hoca, ‘Linç etmeye çalıştığınız insan, bu sarığın temsil ettiği makamı ve manevi değerleri bugün üzerinde taşıyor. Siz Başkan’ın şahsında dini değerleri linç etmek istiyorsunuz.’ diye çıkıştığı topluluktan ‘Haşa’ sesleri yükselince; babanız ‘O halde çekilin yoldan, günaha girmeyin.’ diye fırçaladığı azgın kalabalık bir anda dağıldı, yolumuza güvenle devam ettik.

Bu olayda gösterdiği zeka, feraset, başarılı kriz yönetimi, liyakat ve hakkında teşkilat mensuplarından öğrendiğim üstün ehliyeti ve meziyetleri nedeniyle babanızı, eşi benzeri olmayan ‘KARADENİZ BÖLGE MÜFTÜSÜ’ ünvanıyla taltif ettik.” diyerek sözlerini bitirdi.

Rahmetli babam Halit Aydın’ın, “Karadeniz Bölge Müftüsü” onuruyla taltif edilmesinin birinci ağızdan hikayesi bu şekildedir.

Babam 10 Şubat 1928’de Trabzon Maçka Kaynarca Köyü’nde, dedem Trabzonlu Hafız İsmail Efendi’nin yaşayan üçüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. Babaannem aynı köyden Kazancıoğulları’ndan Kafiye Hanım’dı.

Babası Hafız İsmail Efendi, savaş sebebiyle ilmî çalışmalarına ara verip, gönüllü olarak cepheye koşan bir Kuvvâcıydı. 1917’de cephane yüklü bir şekilde Trabzon Limanı’na gelen Hamîdiye Zırhlısı’nın boşaltılıp Maçka’ya taşınmasında önemli görevler üstlenmiş bir askerdi.Trabzon Valisi, dedem Erzurum ve Sivas Kongreleri’ne gidecekken; “Sen Trabzon’da kal. Buranın senin gibi insanların koruyuculuğuna ihtiyacı var.’’ diyerek kendisini yörenin emniyeti için vazifelendirmişti.

Hafız İsmail Efendi, bölgenin güçlü, kuvvetli gençlerinden bir milis gücü oluşturarak; işgalin yaşandığı ve ortamın son derece karışık olduğu bir dönemde, bölge halkını Ermeni çetelerinin zulmüne karşı korudu ve bağımsızlığın temini için ciddi hizmetler verdi.

Bölge insanı nezdinde çok farklı bir yeri olan dedem Hafız İsmail Efendi’nin diğer bir önemli vasfı da; Trabzon’un manevi önderlerinden Haçkalı Hoca Baba’nın mânevî evladı olmasıdır.

Babam ilk ve orta öğrenimiyle eş zamanlı olarak, babası ve hocası dedem Hafız İsmail Hakkı Aydın’ın nezaretinde dini ve akli ilimlerin yanı sıra, Arapça ve Farsça yabancı dil öğrenimini tamamlayarak icazetini aldı.

Trabzon, Sürmene, Köprübaşı ve Of medreselerinde Hasan Çavuşoğlu, Ragıp İmamoğlu ve Trabzon Müftüsü Salih İmamoğlu başta olmak üzere çeşitli hocalardan Kuran-ı Kerim, Fıkıh, Tefsir, Hadis, Akaid, Arapça, Farsça, Kelam, Belagat, Felsefe ve Mantık tahsili gördü. Arap Edebiyatı ve Fars Edebiyatı dersleri aldı.

Yüksek Kıraat ve Talim eğitimini eski bakanlardan Faruk Özak’ın babası Şeyh-ul Kurra Trabzonlu Hafız Haydar Özak’tan tamamlayarak, 15 Mayıs 1945 tarihinde hafızlığını ikmal edip diplomasını aldı.

İmam Hatip Okullarının açılmasından sonra, İmam Hatip Okulu birinci ve ikinci devrelerini dışardan sınavlara girerek bitirdi.

Ortak arkadaşlarının tavsiyeleri üzerine, Kaynarca köyünden, Zembillioğulları’ndan Sabire Hanım’la evlenmeye karar verirler. Kolalı beyaz gömleği, siyah pantolonuyla ince bir damat olan Halit Bey; önü işlemeli pembe ipek bir entari üzerinde uçları oyalı çemberiyle ışıldayan zarif gelin Sabire Hanım ile 1952 yılının mart ayında aile arasında yapılan bir törenle evlenirler.

Babamın 1953'de Aynur, 1954'de İsmail Hakkı, 1956'da Mustafa, 1958'de Ömer, 1960'da İbrahim Hakkı, 1962'de Kafiye Şükran ve 1966'da Süleyman adlı çocukları doğar.

Evlendikten bir hafta sonra askere giden babam, askerlik görevini Erzincan’da tamamlayıp terhis olduktan sonra bir süre Maçka ve çeşitli köylerde gayr-ı resmi din görevlisi olarak çalıştı. Bu sırada açılan vaizlik sınavını birincilikle kazanmasına rağmen aylarca ataması yapılmamıştı.

O günlerde Trabzon’u ziyaret eden dönemin Başbakanı Adnan Menderes’e yaklaşarak daha önce hazırladığı, atamasının yapılmamasını eleştiren küçük pusula kağıdını korumaları aşarak Menderes’in ceketinin cebine koymasından bir hafta sonra, 21.02.1954 tarihinde ilk resmi görevi olan Adana Saimbeyli İlçe Vaiziliği’ne 15 lira maaşla tayin edildi.

1984-1988 yılları arasında dönemin Diyanet İşleri Başkanı Prof. Sait Yazıcıoğlu’nun memleketi olan Sürmene’de, onun ricası üzerine görev yaptığı dört yıllık Sürmene Müftülüğü dönemi dışında 15 Temmuz 1995’de emekli oluncaya kadar babam 30 yıl süreyle Maçka Müftüsü olarak görev yaptı.

Söz Sürmene’ye gelince, babamın çok önemli bir hatırasını nakletmek isterim.

Babam çocukken arkadaşlarıyla birlikte Trabzon’dan kalkıp 40 km yürüyerek Sürmene Köprübaşı’na hocalarından ders almaya giderlermiş.

O zamanlar 13-14 yaşlarında olan babama, dedem yeni bir kıyafet almış, kesesine koyduğu parasını da koynuna gizlemiş.

Sahil boyu Sürmene’ye doğru yürürlerken, Araklı Yanbolu Deresi’nde bir grup eşkıyanın saldırısına uğrarlar. Eşkiyaların başındaki kişi babamın yeni ceketini ve parasını gasp eder.

Aradan 44 yıl geçtikten sonra babam Sürmene Müftülüğü’nde makamında otururken makamına birisi gelir ve der ki:

“Müftü Efendi, hacca gitmeye hazırlanıyorum ama gençliğimde yaptığım bir hata yakamı bırakmıyor. Bundan yaklaşık 40 yıl önce Yanbolu’da bir grup Kuran öğrencisine baskın yapmış, oradaki bir çocuğun ceketini ve parasını aynı yaştaki oğluma vermek üzere gasp etmiştim. Olaydan kısa bir süre sonra evim içindeki oğlumla birlikte yandı. Oğlum ceketi giyemeden öldü. Ceketini ve parasını gasp ettiğim çocuk şu anda sizin yaşlarınızda olmalı. Ne olursun mağdur ettiğim bu çocuğu bulmama ve helalleşmeme yardım eder misiniz?”

Babam demiş ki “Sen bana bir hafta sonra gel.”

Bu arada bir mektup hazırlayarak, mağdur ettiği kişinin kendisi olduğunu, Kabe’de tövbe edip, kendisine de dua etmesini, dönüşte 50 civarında fakir Kuran kursu öğrencisine yardım yapması gerektiğini yazmış. Mektubu güzelce yapıştırmış. Adam bir hafta sonra gelince “Bu mektubu kesinlikle Kabe’de açacaksın. Ne yapacağın içinde yazıyor.” diyerek adamı göndermiş.

Hac dönüşü gözyaşları içinde babamı ziyaret eden eski eşkıya yeni hacıya, babam “Benim sana bir husumetim yok ama yine de gözüme fazla görünmeden söylenen yardımları yaparsan hakkım helaldir. Rabbim inşallah tövbeni kabul etmiştir.” diyerek yolcu eder.

Babam Maçka Müftülüğü’nü ifası sırasında geçici görevlendirmelerle Hollanda, Gürcistan, Arnavutluk, Almanya ve Suudi Arabistan’da T.C. Devleti ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nı temsilen görev yaptı.

Suudi Arabistan’a ayrı bir başlık açmamız gerekir.

Babam ilki 1965’te olmak üzere toplam 33 defa Hacca gitmiştir. Bunlardan üçü herhangi bir organizasyona tabi olmaksızın kendi imkanlarıyla gerçekleşmiştir.

1960-70’li yıllarda Diyanet henüz hac organizasyonu yapmıyor iken, babam Ulusoy’un Trabzon bölgesi hac organizasyonunda kafile başkanı olarak görev alıyordu. Başta rahmetli Ali Osman ve Saffet Ulusoy Bey’ler olmak üzere, Ulusoy ailesi ile abi kardeş gibiydiler.

Babamın hacca gittiği yıllarda, Trabzon bölgesinden hacca gitmiş olup da ihram, tavaf, say, Arafat’ta ve Müzdelife’de vakfe, Mina’da şeytan taşlama gibi hac ibadetlerinden birinde veya yemek, konaklama, ulaştırma gibi hizmetlerde babamdan yardım almamış hacı yok gibidir.

Her işte olduğu gibi hac farizasının yerine getirilmesi sırasında yüksek sorumluluk duygusu, organizasyon yeteneği, bitmez tükenmez enerjisi ve  mükemmelliyetçiliği  nedeniyle, hacı adayları için onun kafilesinde yer almak hep ayrıcalık olarak görülürdü.

Otobüsle hac yolculuğu yapılan dönemde birkaç kez ölüm tehlikesi atlatmış, meşhur tünel faciasında ezilmekten kıl payı kurtulmuştu.

Babamın yönettiği hac kafilelerinde hacca gidip de memlekete dönmeden vefat eden hacı olduğunu hatırlamıyorum.

Diyanet Vakfı hac organizasyonu yapmaya karar verince, konunun uzmanı babam 6 ay süreyle Suudi Arabistan’da görevlendirildi. Gerekli izinlerin alınması, otellerin kiralanması, çadırların ve kurban kesiminin organize edilmesi, sağlık ünitelerinin oluşturulması başta olmak üzere Diyanet’in hac organizasyonu için gerekli her türlü altyapıyı bir grup arkadaşıyla birlikte babam başlatmıştır.

Sonraki yıllarda babam ve arkadaşlarının temelini attığı o altyapı, bugünkü dünyaya örnek hac organizasyonuna evrilmiştir.

Kendi ilçemiz olması ve orada 30 yıl müftülük yapması nedeniyle Maçka, babamın hayatını tümüyle kuşatmış gibidir.

Babam Halit Aydın, Maçka’ya 1961 yılında müftü olarak atandığında, dini manzara hiç de iç açıcı değildi. Özellikle Maçka ilçe merkezi ve çevresindeki köylerde namaz kılan çok azdı.

1964-67 yıllarında babamla birlikte Maçka’da kaldım. O günlerde cuma namazları ilçenin tek camisinde 1-2 saflık cemaatle kılınıyordu. Vakit namazlarında ise birkaç kişilik cemaat olurdu.

Siyasi olarak da, sağ partilerin toplam civarında oy aldığı “küçük Moskova” olarak anılan bir ilçeydi Maçka. Bütün sol fraksiyonların yer aldığı Maçka’da, birkaç kez İşçi Partisi Belediye Başkanlığı kazanmıştı. O kadar ki, Volkan Konak’ın anne tarafından dedesi olan ve dine açık düşmanlığı bulunmayan, Kemalist Neşet Karahasanoğlu CHP’den Belediye Başkanı seçildiğinde dindarlar pek sevinmişti.

İşte böyle bir atmosferde babam Maçka’da 30 yıl müftülük yapmış, Kuran kursları, camiler yaptırmış,1977’de çoğu vilayette İmam Hatip yokken böyle bir ilçede İmam Hatip Lisesinin açılmasını sağlamış, emekli olduğunda cuma ve bayram namazlarında ilçe merkezindeki 3 camide cemaat  sokağa taşacak hale gelmişti.

Babamla ilgili bir yazı hazırladığımı duyan manevi kardeşim Edirne Müftüsü Emrullah Üzüm, yazıya mutlaka katkıda bulunmak istediğini ifade etti.

Emrullah Üzüm Hocamın babamla ilgili kaleme aldığı yazıyı birlikte okuyarak devam edelim;      

“Muhterem Müftü Halit Aydın Hocamızla ilgili gözlemlerimi ve özel hissiyatımı sizinle paylaşmak istiyorum.

Kendisini çocukluk döneminden beri yani 70’li yıllardan bu yana tanırım. Ailece baba dostumuzdu. Kendilerine ve tüm geçmişlerimize Rabbim rahmet eylesin. Amin.

Maçka’yı Maçka yapan yiğit adamdır Halit Aydın Hocamız. Maçka’yı sosyolojik ve dini olarak en iyi bilen, tahlil eden, geleceğini inşa etme hususunda muvaffak olmuş örnek alınması gereken büyük bir şahsiyettir.

Birkaç örnekle gözlemlerimi şöylece sıralayabilirim:

Trabzon’da henüz Kız İmam Hatip Okulu yokken, Maçka’da Kız İmam Hatip Lisesi açmayı başaran bir şahsiyettir hocamız. İmam Hatip Okulu’nun inşaatını kendi elleriyle inşa etmesini hayret ve hürmetle takip etmiş birisiyim.

İlahiyat Fakültesinde talebe olduğum bir gün Maçka’ya uğramıştım. Öğlen teneffüsünde Halit Aydın Hocamızın köylerden bizzat kendisinin toplayıp, İmam Hatip’e kaydettirdiği öğrencilere helva ve ekmek ikram edip, onlara zevkle hizmet ettiğini gördüğümde, hayata bakışımı değiştiren önemli bir ders almıştım.

Hocamız korkusuzdu. Hakk'ın mutlaka hakim olacağından emin bir şekilde, her gün taş üstüne taş koyarak Maçka’nın manevi ve sosyal hayatını inşa etti.

Yaptığı ve katıldığı toplantılarda sonuçsuzluğa tahammülü yoktu. Meseleyi dağıtan veya zamana yayan hiçbir çözüm önerisini kabul etmez, anında pratik bir şekilde karar alınmasını ve o an itibarıyla mutlaka uygulanmaya başlanmasını isterdi. Planlanan işleri takip eder ve sonuçlandırırdı.

Trabzon ilinde Kız İmam Hatip bölümünün açılması toplantısında ben de acizane bulunmuştum. Cesaretsiz konuşmalara karşı ayağa kalktı ve ‘Hemen karar almalıyız ve Kız İmam Hatip Lisesi Trabzon’da derhal açılmalıdır. Bu bir zarurettir’ dedi ve kararı aldırarak icraata geçilmek suretiyle Trabzon İmam Hatip Lisesi’nin kız bölümünün açılmasına öncülük etmişti.

Bu ve buna benzer daha birçok olumlu yönüyle hocamız Diyanet İşleri Başkanlığı’nca da takdir edilir, kendisi ‘Bölge Müftüsü’ olarak takdir ve taltif edilirdi.

Aldığı her vazifeyi, en mühim vazife olarak telakki eder, küçümsemez ve onu en verimli şekilde yerine getirmeyi ibadet sayardı.

Hocamız birlikte çalıştığı din görevlilerinin idealist bir şekilde yetişmelerini ve verimli çalışmalarını birinci derecede önemserdi. Onların toplumun her alanında etkili olabilecekleri şekilde hem ilmen hem aksiyon yönünden hem de girişimci olarak iyi bir şekilde yetişmelerine özen gösterir ve daima onları takip ederdi.

Dini veya sosyal içerikli hizmetlerde, Mevlid-i Şerif, cenaze merasimleri gibi yerlerde, en ön planda yer almayı ve oralarda topluma etkili mesajlar vermeyi kendisine vazife olarak addederdi. Toplantı veya merasim bittikten sonra mutlaka davranışları ve sözleriyle bir aksiyon adamı olarak insanların zihninde iz bırakacak, soru işaretleri oluşturacak bir hatıra veya konuşulacak bir mesele bırakmayı önemserdi.

İnsanların vakitlerini en verimli şekilde geçirmelerine önem verdiğini her şekilde hissettirirdi.

Sohbetlerinde mutlaka o günün önemli konusu olan hususlara vurgu yapar ve gündemi kendisi oluştururdu. Başkalarının gündeminin peşinde koşmadığı gibi, hoca efendilerin de koşmasına engel olurdu.

Sözleri ve uygulamalarıyla, Trabzon’un, Maçka’nın dini ve sosyal hayatının gündeminde mutlaka en önünde yer alırdı.

İnsanları her zaman geleceğe yönlendirir ve hazırlardı. Kişilerin dikkatini celbeden söz ve davranışları nedeniyle büyük küçük herkes tarafından kendisine büyük saygı duyulurdu.

Çok merhametli bir insandı. Fakat merhameti onu ciddiyetinden asla vazgeçirmezdi. İnsanların ve toplumun geleceğini planlamada ve hazırlamada ciddi çalışmalar yapılması için insanları yönlendirmeyi kendisine vazife olarak görür ve uygulardı.

Arkadaşlarının ve Hoca efendilerin kıymetini bilir, onlara iltifat etmeyi, ikramda bulunmayı kendi eliyle hizmet etmeyi bir derviş gibi önemser ve örnek olurdu.

Müftü Halit Aydın Hocamız, tasavvuf ve zikir ehli bir gönül insanıydı. Yüksek seviyedeki misafirlerini ağırlarken, zaman zaman onlarla Haçkalı Hoca Baba’nın dergahına gider, orada onlarla beraber Zikrullah halkası oluşturup, onları da bu manevi atmosferle buluşturmayı ihmal etmezdi.

Onun hoca efendileri özenle yetiştirmesi nedeniyle, onun zamanında yetişen, görev yapan hocalarımızdan pasif kalmış, toplumdan haberi olmayan bir din görevlisine doğrusu hiç rastlamadım.

O emekli olduktan sonra, Maçka’da Müftü olarak görev yaptığım 4 yıllık süre içerisinde hep onu örnek alarak hizmet ettim.

İstanbul’da Beşiktaş ve Fatih Müftülüğü gibi önemli hizmetlerin bana tevdi edilmesinin ve devamında Edirne müftüsü olarak nacizane görevlendirilmemin en önemli sebeplerinden birisi, Maçka'daki Halit Hocamın yetiştirdiği din görevlileri ile yaptığım verimli çalışmalardır. Oradaki çalışmalarımızı hiçbir yerle kıyaslamam mümkün değildir.

Maçka’da birlikte görev yaptığım din görevlilerini yetiştiren, geleceğe hazırlayan Halit Aydın Hocamızdı ve onun yetiştirdiği ekiple çalışmak benim için büyük bir fırsattı.

28 Şubat sonrası zor ve meşakkatli bir süreçti. Yaz Kuran kurslarında yaş sınırı vesilesiyle verimsizlik yaşanıyordu. Biz o dönemde, sıfır ile yüz yaş arasındaki tüm cemaatimize bütün camilerimizi açmak suretiyle yaz Kuran kursunda öğrencilerin yüzde yüzüne ulaşma fırsatı bulduk. Çünkü hocalarımız Halit Hocamız tarafından çalışkan ve idealist olarak yetiştirilmişti. Onlar bu işi önemsiyordu. Bu şekilde geleceği inşa etmede 0 -100 yaş arası insanlara ulaşmanın yolunu ve kıymetini onun zamanında çok iyi kavramışlardı. Bu din görevlileriyle birlikte organizasyon yaptığımız o dönemde böylece yüksek bir başarı sağladık.

Çocukların cami ile buluşturulması o zamanlar Türkiye'nin gündemine henüz hiç girmemişti. Elhamdülillah, 4-6 yaş Kuran kursları geldi arkasından. Türkiye bu konuda önemli bir merhale kat etti.

İnşallah Milli Eğitim sistemimizde de, evlatlarımızın geleceğinin inşa edileceği bu konuda daimi, kalıcı detaylı çalışmaların yapılma vakti gelmiştir. Bunu özlemle bekliyoruz. Türkiye'nin din eğitimi politikalarını konu alan bir yazımı, yakın bir gelecekte sizlere takdim edileceğim.

Allah Halit Aydın Hocamıza ve bütün geçmişlerimize büyüklerimize rahmet eylesin.

Onları çileler yetiştirdi, çok iyi yetiştiler. Toplumu çok iyi okudular, geleceği çok iyi planladılar. Rehavete hiç kapılmadılar. Her an dikkatle ve rikkatle geleceği inşa etmenin derdi ile yaşadılar. Sahih dini bilgi ile toplumu buluşturmanın yolunu buldular, uyguladılar ve toplumu inşa ve ihya ettiler.

Bugüne kadar çeşitli olumsuzluklarla karşılaşan toplum, dijital dünya ile daha da bozulmaya doğru giderken, yapılması gerekenler asla ihmal edilmemelidir.

Hepimiz toplum için, ülkemiz için, devletimiz ve milletimiz için büyüklerimizin yolunda aktif bir şekilde çalışmaya devam etmeliyiz. Zaman kaybetmemeliyiz.

İnşallah gerekli organizasyonları ciddiyetle ve hassasiyetle yapmayı Cenab-ı Hak bizlere ve bizden sonra gelecek nesillerimize nasip eylesin diyorum. Allah’a emanet olunuz.”

Edirne Müftüsü Emrullah Üzüm Hocamızın bu veciz yazısından sonra Müftü Halit Aydın gibi bastığı yeri titreten bir ismi anlatmak daha da zorlaştı.

Babamın yetmiş yedi yıllık, dursuz duraksız, her ânı yüksek bir mesûliyet şuuru ile geçmiş ve ortalamanın fevkalade üzerindeki başarılı hayatını tek bir yazı ile anlatmak mümkün olmadığından; küçük bir esintiyle yetiniyoruz.

Tevazusu, öğrenme konusundaki yüksek arzusu, güçlü dikkati, dâimî bir cehti, realist bir bakışı, kuvvetli bir analiz yetisi, hedefe kilitlenmeyi sağlayan büyük bir inancı, üretim sürecini besleyen nihayetsiz bir coşkusu ve İslam davasına adanmış samimi bir yüreği vardı.

Erken yatar erken kalkardı. Sabah ezanıyla kalkar, bizi de kaldırır, namazdan sonra alacakaranlıkta evden çıkardı. Babamın yatakta üzerine güneş doğduğunu hatırlamıyorum.

Başbakanlar, bakanlar gibi devlet adamları ve yüksek bürokratlarla yüksek bir özgüvenle istişare eder, doğru bildiği konularda gerekirse tartışırdı.

Sadece insanlar değil hayvanları da etkisi altına almıştı. Babam akşam sokağa girip eve doğru yaklaştığında, evimizin kedisi Sarıgül sobanın altındaki yerinden kalkıp babamı karşılamak üzere hazır ol vaziyetine geçerdi. Biz de böylece babamın eve yaklaşmakta olduğunu anlar, oyunu bırakıp toparlanır, kitaplarımızın başına geçerdik.

Bölge insanında derin izler bırakan Müftü Halit Aydın’ı onu çevresinden dinleyip yakından tanıdıkça; hem cemâli hem de celâli ile abartısız farklı bir halk kahramanı olarak karşınızda buluverirsiniz.

Aksiyoner ruh ve öncülük, maddî ve mânevî ufuk, yüksek hizmet heyecanı, hazırcevaplığı, nüktedanlığı, keskin zekası, her an yeni bir işin ve amacın peşinden duraksız koşan hareketli yapısı, vatanperverliği, devletine bağlılığı, mânevî eğitimle sosyal eğitimin mutlaka başa baş gitmesi noktasındaki engin görüşleri, halkla olan iç içeliği ile babam Halit Aydın bir Müftü’den çok daha fazlasıydı.

Halit Aydın, Maçka’da bir dönem müftülük yapmış kendi hâlinde bir din görevlisi değildi. Onun güçlü kişilik profiline bakılınca, abartısız bir ‘‘başöğretmen’’ görürdünüz.

Üst düzey lider karizması olan ve bu câzibesi üzerine sabitlediği mânevî ufka dayanan bir diriliği mevcuttu. Yılması, durması, vazgeçmesi olmayan; dirayetiyle kitlendiği hedefi okuyla hedefi 12’den vuran bir Alperendi babam.

Trabzon’un ana caddesi Uzunsokak’tan veya Kahramanmaraş caddesinden geçerken esnaflar dükkanlarından çıkıp ikramda bulunmaya can atarlar, onu görüp tanıyan insanlar çevresine doluşup sohbetinden yaralanmak isterlerdi.

Halktan gördüğü yüksek itibara rağmen asla kibir ve gurur taşımazdı. İnsanlar arasında zengin, fakir, okumuş, cahil ayırım yapmaz; meczuplarla dahi ahbaplık yapardı, resim çektirirdi.

Rahmetli dedemizin misyonu, toplumu dünyevî ve uhrevî açılardan eğitmek olmuştu. Bütün hayatı bununla geçmiştir. Sonra o misyonu babam devralmış ve Maçka’nın her türlü gelişiminde öncü bir rol üstlenmişti. Bölgede o denli etkili bir isim olmuştur ki; 12 Eylül öncesinde kendi içlerinde ihtilafa düşen sol gruplar arasında bile bir denge unsuru olabilmiş, aralarındaki anlaşmazlıklarda dahî bir hakem rolü üstlenebilmiştir.

Babam, ateistlerin bile duruşuna saygı duyduğu bir din adamıydı. Maçka’da 12 Eylül öncesinde terör olmamasının önemli faktörlerinden biri de babamın bölgede oynadığı yapıcı roldü.

Türkiye’nin de sosyo-politik anlamda en karışık olduğu bir zamanda, dînî meselelerde son derece hassas, zorluklarla dolu bir zeminde, ağırlıklı olarak aşırı sol görüşün hakim olduğu Maçka; babam gibi deli fişek, sıra dışı bir müftüyle zorlu bir süreçten sonra bütünleşti.

1967 yılında Adalet Partisi döneminde babam siyasetçilere ve egemenlere boyun eğmeyen, bağımsız ve tarafsız tutumu nedeniyle aniden Korgan’a sürülmüştü.

Bu tayinin üzerinde biraz durmak isterim.

FETÖ elebaşı FETULLAH’ın, baştan itibaren önünü açan ve İzmir Kestanepazarı Kuran Kursu’ndaki kendi makamına yerleştiren, Gladyo bağlantılı karanlıklar hocası Yaşar Tunagür, 1965 yılında şeklen Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığına, fiilen Başkanlığa getirilir.

Tunagür göreve gelir gelmez, teşkilatta sürek avı başlatır. Kendi meşrebinde olmayan müftü ve vaizlere mobbing uygulayarak birçoğunun istifa etmesini sağlar.

Gözüne kestirdiği, halkın nezdinde itibarı yüksek din görevlilerini de mensubu olduğu Gladyo’ya dahil etmek ister. Talebini olumlu karşılamayan dik kafalı babama göz dağı vermek için 1967 yılı ocak ayında Ordu’nun dağ ilçesi Korgan’a tayinini çıkarır.

O sırada Maçka’da ilkokul 3. sınıftaydım. Düzenimiz dağıldı. Ben ve kardeşlerim köyde okula devam ettik. Babam az bir süre Korgan’da görev yaptı. Aşırı solcular ve CHP’liler başta olmak üzere tüm Maçka ayağa kalktı. Yaşar Tunagür, Trabzon’dan Ankara’ya uzanan baskıya dayanamadı, babamı Maçka Müftülüğü’ne iade etmek zorunda kaldı.

Dâimâ hayırlara vesile olmuş, kabına sığmaz bir müftü ki; bölgeye gelen devlet adamlarının yolunu, cami değil okul yapılması için kesmiş, belediye başkanından kaymakamına kadar tüm bürokrasiyi; okul, yurt, yol, köprü, fabrika, Kuran Kursu, cami inşaatı için seferber etmişti. İş adamlarından kendi bizzat para toplamış; yurt olmayan yerlerde çocuklar için kalacak yer organize edip, onlara sırtında çuvalla ekmek taşımıştı. Bazen ekmek, bazen çimento, harç, bazen de taş taşımıştı sırtında.

Fakir öğrencilere sırtına aldığı çuvalla ekmek taşır, payına düşecek sevabı paylaşmamak için taşıma konusunda yardım kabul etmezdi.

Küsler, dargınlar onun tatlı sert otoritesinin sırrı ile barışır, bekarlar onun desteğiyle evlenip çoluk çocuğa karışırdı.

Bütün cenazelerde o vardı. Düğünlerde sevince ortak olmak adına yine oradaydı. Hatta düğün sahibinin sevincini paylaşmak adına yerine göre mermi atan, halkla her türlü ortamda bütünleşmesini bilen biriydi.

Babam Halit Aydın ilim ve irfan aşığı, dini camiye hapsetmeyen bir din adamıydı. Kız çocuklarının okumasını çok önemser ve “Kız çocuklarını okutmayan, gerçek mümin sayılmaz.” şeklinde düşünürdü. Kendisini ilim öğrenmeye ve öğretmeye adamıştı. Onunla birlikte görev yapan tüm din görevlilerinin muhakkak üniversite bitirmesini arzulardı.

Ne kadar kızarsa kızsın, hata yapan personelini asla ezdirmezdi. Kendi kızar, gerektiğinde tatlı sert hâlleri ile o kişideki yanlışı mutlaka düzeltirdi. Ama çalışanını hiçbir zaman kalemle, tayinle korkutmazdı.

Onu yakından tanıyanlar, ne denli hızlı hareket eden biri olduğunu bilirler. Sizinle karşılıklı çalışırken aynı anda telefonla görüşebilen, bir yandan başka birisiyle yazışabilen, aynı anda 3 ayrı kişi ve grupla görüşebilen zamana çok değer veren vakti nakit sayan bir anlayışı vardı.

Hafta sonları köyde tarlada, bahçede çalışırken yorulunca “Kollarınız yoruldu, şimdi beyniniz çalışsın.” diyerek derslerimize çalışmamızı ister; bir süre sonra da “Beyninizi dinlendirin, haydi tarlaya.” derdi.

Günlük aktüel olayları dikkatle izler, 1960 yıllardan itibaren transistörlü radyomuzdan ajansı takip ederdi.

Tasarruf, babam için vazgeçilmezdi. Hayatın her alanında tasarrufa çok önem verirdi. Aile içinde tasarruflu, misafirlere karşı olabildiğince cömertti.

Burada babamla ilgili ilginç bir anımı paylaşmak isterim.

Babam rahmetli olduktan 7-8 yıl sonra, eşim ve kız kardeşim ile iftardan sonra Sultanahmet’teki, Anadolu Sanatları ve tadları çarşısını geziyorduk. Tam bir yorgancının önünden geçerken, yorgancı gözlerini gözlerime dikerek “Siz Müftü Halit Efendi’nin oğlu değil misiniz?” diye durdurdu beni. “Evet, doğrudur, nereden anladın?” diye sordum. Yorgancı “Müftü Efendi’nin şemailini unutmam mümkün değil. Ona da  benziyorsunuz, tahmin ettim diyelim.” dedi.

Ve anlatmaya başladı:

“Babanız kemoterapi görmek üzere sizin yanınıza İstanbul’a gelmişti. Muhtemelen rahmetlik olmuştur şimdi. Bir sabah evden çıkıp Eyüp Sultan’a doğru dolmuşa binmek üzere yürürken cüzdanımı evde bıraktığımı fark ettim. Ne yapacağımı kara kara düşünürken, yolun kenarındaki restoranda çorba içen bir amca yanına çağırdı beni. Dedi ki ‘Oğlum gel çorba iç.’ Teşekkür edip ayrılmak istediysem de bırakmadı. Çorbamı içerken tanıştık, sizlerden ve hastalığından bahsetti. Tam kalkarken dedi ki “Oğlum senin dolmuş paran da yoktur. Al şu 50 lirayı, işe gidip eve dönerken namerde mahcup olma. Bir daha burada rastlarsan bana iade edersin, rastlamazsan helal olsun.” Gözyaşlarını gizlemeye çalışarak sözlerini tamamladı. Helalleşerek ayrıldık.

Babam interneti 1995’li yıllarda benden önce keşfetmiş, ofisteki gazeteleri “israftır” diye kaldırtmış, “Haberleri bundan sonra internetten takip edeceksin.” diye emretmişti.

Makamı ve mevkisi ne olursa olsun hiçbir işi yapmaktan utanmaz, o işe canla başla sarılırdı. TÜBİTAK ödüllü bir profesör olan, ağabeyim İsmail Hakkı Aydın dahil hepimize fındık çuvalı, odun taşıtarak bir çeşit nefis terbiyesi yaptırırdı. “Ar eden kar etmez.” babamın çokça duyduğumuz sözüydü.

Orta düzey bir devlet memuru maaşıyla 2 kızına lise, 5 oğluna üniversite okutmak kolay olmasa gerekir.

Babamın çocuklarını okutmak ve herkesi eğitime teşvik etmek için gösterdiği gayret, herkesi etkilemiş, çevresi de onu örnek almıştı.

İmkansızlıklar içinde bizleri nasıl okuttuğunu anlamanız için küçük bir anektod anlatayım.

Köyümüzü Trabzon-Erzurum asfaltına bağlayan yol 5 km’dir ve çocukluğumuzda bu yolda minibüsler çalışırdı.

Cuma günü akşam okuldan çıkınca, bütçemiz müsait olmadığından bu yolu yürüyerek çıkar, cumartesi ve pazar günleri tarlada, bahçede tüm aile çoluk çocuk çalışır, pazartesi sabah ezanla birlikte yola koyularak şoseye varırdık.

Bu beş km’lik yolu giderken, “köyün arabasına yakalanırsak ayıp olmasın diye binip para vermek zorunda kalırız” düşüncesiyle; kontrollü yürürdük hep. Araba sesi duyunca, hemen fundalıkların arkasına saklanırdık.

Kaynarca köyü yolunda küçük adımlarımızla yol alırken abilerim, annemin yaptığı mısır ekmeğini gazete kağıdına sarıp filenin içine koymuşlardı ve aynı şekilde yürüyorduk. Arabanın sesini duyar duymaz kendimizi yamaçtan aşağı atınca, bu sefer hep birlikte epeyce yuvarlandık ve otuz metre kadar gidip dereye düştük. “Araba bizi görmesin ki binmek zorunda kalmayalım.” derken, iyi bir bâdire atlatmıştık. Ekmek falan da ıslanmıştı. Biz o hafta, dere suyunda ıslanmış o ekmeği yine de yemiştik.

Beş erkek, iki de kız çocuğunun olduğu ve o günün koşullarında zeytinin bile sayılarak yenildiği bu geniş aile, bugün her biri kendi alanında ciddi başarılara imza atmış bireyleriyle, oldukça kâmil bir noktayı işgal ediyor. Ama bugünlere nasıl gelindiğini de ancak o yolları yürüyenler biliyor.

Kazanılan başarılara ve toplum içinde edinilen türlü mevkîlere rağmen hâlâ köye gittiğimizde “Müftü’nün Çocukları” olarak anılıyoruz. Babamıza karşı duyduğumuz saygıdan dolayı, bu durumdan gayet memnunuz. Babamın bize verdiği ufku hiçbir zaman yadsımıyoruz; bilakis böyle bir baba ile Kuvâ-i Milliye gönüllüsü olmuş, Allah dostu bir dedeye sahip olmaktan dolayı büyük bir gurur duyuyoruz.

Babamın pratik zekası, organizasyon yeteneği, sonuç almak için tatlı bir pervasızlığa varan atak cesur davranışları hedefine varmada yolunu açardı.

Bölgede aşağıda örneğini okuyacağınız “Bir ortaokulun açılış hikayesi”ne benzer pek çok hikaye dinleyebilirsiniz.

Trabzon Maçka Esiroğlu Beldesi’nde, Milli Eğitim Bakanı’nın aracı durdurulur. “Bölge Müftüsü” adıyla şöhret bulmuş Halit Aydın’dır aracı durduran.

Bakan Bey’e heyecanla ve ısrarla talebini anlatmaya çalışmaktadır.

Yaşanmış bu hikâyeyi, belde sakinlerinden Uygur Akyüz anlattı: 

“Müftü Bey, bölgemizde ortaokula gidemeyen çocuklarımızın okul ihtiyacını gidermek için Esiroğlu Nahiyesi’ne ortaokul açma çalışmalarını sürdürürken, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan olumlu cevabı alamıyordu.

Bir gün Bakan Sabahattin Özbek’in uçakla Trabzon’a geleceğini, oradan da Gümüşhane iline karayoluyla geçip, lise açılışına katılacağını öğrenmiştik. İmamlarını ve halkı organize eden Müftü Bey, Bakan Bey'in geçişi esnasında, Trabzon Gümüşhane yolunu Esiroğlu’nda keser.

Konvoyda bulunan Trabzon Valisi, Müftü Bey’i tanır ve yolu açmasını ister. Müftü Halit Bey kabul etmeyince Bakan Bey aracından inip, yanlarına gelir.

Yol kesenin bir devlet memuru ve de bir müftü olduğunu öğrenince, durumun rengi değişir. Bakan Bey, Müftü Bey’e amacını sorar. Müftü Bey de Esiroğlu’na bir ortaokul yapılmasını istediklerini söyleyince Bakan Bey; “Bugün ülkemizin değil nahiyelerinde, bazı ilçelerinde bile ortaokul yok, bu mümkün değil.” der.

Bunun üzerine Müftü Halit Aydın Bey: “Ölmekte olan bir insanın, başka bir insandan tek beklentisi, bir damla sudur. O su da sizin iki dudağınızın arasındadır Sayın Bakanım. Bu millet ölüyor ve kendisini canlandıracak eğitim damlalarına ihtiyacı var.”

Bu cümlelerin üzerine Bakan Bey: “Ben din adamlarının, cami, Kuran kursu istediklerini bilirdim. Sen, bu şekilde okul isteyerek din adamı anlayışımı değiştirdin. İstediğini yerine getireceğim!” der. Ve Esiroğlu Ortaokulu ilkokul binasında faaliyete geçer.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nda, Türkiye’nin ilk kadın eğitim uzmanı olan gazeteci yazar Ayşe Sucu, babam için şöyle yazmıştı;

Onu Türkiye hatırlamalı; bilmeyenler ise tanımalı. Her gün sözde kanaat önderleri tarafından ortaya atılan abuk sabuk görüşleri düşünün; bir de Anadolu’nun bu güzel mimarlarını. 

Kuvva-i Milliye gönüllüsü Hafız İsmail Efendi’nin oğlu Trabzonlu Müftü Halit Hoca, yaptığı çalışmalardan dolayı “Aydın” soyadını alır. “Önce eğitim” der. Her imam üniversiteli olmalıdır ona göre.

Kuran öğrenmeye gelen bütün öğrencilerini eğitimini tamamlayınca, liseye üniversiteye yönlendirir.

Yol mu yapılacak? ön safta; okul mu yapılacak yine en önde. Öğrenciye burs mu? Aileler arasında bir husumet mi? Bir anlaşmazlık mı söz konusu? Müftümüz her yerde.

“İyi bir Müslüman, iyi bir Hristiyan, iyi bir Musevi olmadan önce, iyi bir insan olmalı.” diyen Halit Aydın Hoca’nın yedi çocuğu da bilim ve hizmet insanıdır. Oğlu Dünya çapında beyin cerrahı Prof. Dr. İsmail Hakkı Aydın Hoca, TÜBİTAK ödülünü kazanınca, haberi babasına vermek ister. Telefonda müftümüzün oğluna verdiği cevap:

“Almayacaksın da ne yapacaktın. Tabii ki ödül alacaksın”  

Ezcümle müftümüz Halit Aydın, devlete ve devlet adamına saygı duymanın edep ve adabını ruhlara kazımış, feraset ehli bir kimlik olduğunu da dikkatlerimize sunmuştur.

İslam’ı zamanın ruhuyla bütünleştirmiş bu hizmet mimarının bakın ismi nasıl ölümsüzleşiyor: İstanbul Aydın Üniversitesi ülkemizin büyük vakıf üniversitelerinden. Mütevelli Heyet Başkanı Doç. Dr. Mustafa Aydın, Rektör Yardımcısı Prof. İbrahim Hakkı Aydın ve güvenlik uzmanı Süleyman Aydın, Halit Hoca’nın burada görev yapan üç oğlu. Müftümüzün soyadıyla anılan üniversite, binlerce öğrenciye hizmet veriyor. Hz. Peygamber’in “sadaka-ı cariye” olarak kavramsallaştırdığı insanın kendini ebedileştirmesi ve en sevimli iyiliklerle anılması tam da bu olsa gerek. 

Halit Aydın gibi müftülere büyük ihtiyaç olduğu çok açık. Neye ihtiyacımızın olduğunu müftümüz 50 yıl önce bakanın yolunu keserek özetlemişti: “Eğitim, eğitim, eğitim.” Eğitim beşeri sermayedir. Eğitim üretimdir. Eğitim hukukun üstünlüğüdür. Eğitim güzel ahlaktır. Eğitim doğru din anlayışı içinde adam gibi yaşamaktır. Nur içinde yat Halit Aydın Hoca. Dünyayı aydınlatmaya devam ediyorsun; eserlerinle, evlatlarınla, öğrencilerinle. İnanıyorum ki ebedi istirahatgâhın da soyadın kadar aydınlıktır.

Gazeteci Yazar Hüseyin Albayrak, babamın ölüm yıldönümünde şunları yazmıştı;

Trabzon’un ve Türkiye’nin çok iyi bildiği ve tanıdığı Maçka İlçemiz ile özdeşleşen Rahmetli Müftü Halit Aydın, yaklaşık 35 yıllık arkadaşımdı, ağabeyimdi. Kendisi ile çok tatlı ve anlamlı hâtıralarımız oldu. 77 yıllık ömrünün 41 yılını, 6 ayrı ilçe müftülüğü ile geçirdi. Bu hizmetin 30 yılı Maçka Müftülüğüdür. Bu değerli insan yaşasaydı şimdi 92 yaşında olacaktı.

Halit Aydın Hoca’mız cismen vefat etti amma o, sevgisi ve eserleri ile yaşıyor. Bu kalıcı hayatiyeti sağlayan en büyük kaynak ise yetiştirdiği değerli evlâtları oldu.

Biliyoruz ki Halit Aydın Hoca’mız, hayatı boyunca toplumun eğitimine ve aydınlanmasına her şeyin üzerinde, ileri derecede önem vermiştir. Personelinin fakülte bitirmeleri için gerekli kolaylığı sağlamış ve onları teşvik etmiştir.

Hastane, sağlık ocağı, yol, köprü, ilkokul, ortaokul, lise, imam hatip lisesi, yüksekokul ve üniversiteler kurmak için topluma heyecan vererek teşvik etmiş ve bu faaliyetlerin başında yer almıştır.

Öğrencilerinin ve çocuklarının yüksek lisans ve doktora yaparak bilim adamı olmaları için her türlü gayreti, teşvik ve desteği göstermiştir. Verdiği ruh ve idealle, bir üniversite kuracak kadar bilim adamı, akademisyen yetiştiren Müftü Halit Aydın; en büyük ideallerinden olan bir üniversite kurmak düşüncesini eyleme dönüştürmüş olup, ancak tamamlamaya ömrü vefa etmemiştir.

Vefatından iki yıl sonra, mayıs 2007’de, temelinde maddi ve manevi desteğinin bulunduğu ve adını soyadından alan, “İstanbul Aydın Üniversitesi”nin, yine onun adını taşıyan “Halit Aydın Yerleşkesi”nde öğretim hizmetine başlamış olması, onun aziz hâtırasını yaşatmaktadır.

Azmin, iradenin, idealin, hizmet aşkının sevgi ve muhabbetin birleştiği bu üniversite, 30 bini aşkın öğrencisi ve muhteşem yerleşkesi ile gurur ve iftihar kaynağımız oldu.

Kısa zamanda bu seviyeye gelinmesinde en önemli sebep bence; kardeşlerin birbirlerine tutkunluğu, hizmet anlayışı ve baba idealini yaşatma aşkı oldu.

Türk kültürü ve irfanı için ümit ve güven veren, günümüz teknolojisi ve ilim anlayışı ile donanan bu kurum, kurucu kardeşleri ile aynı zamanda Türk aile değerlerimiz için de bir örnek oldu.

92 yaşındaki annelerini baş tacı eden 5 erkek, 2 kız kardeşin bir arada olması da ayrı bir güzellik tablosu. Halit Aydın Hocamızın eseri olan bu tablo karşısında duygulanmamak mümkün mü? İnanıyorum ki Halit Aydın’ın geri çevirmeyeceği Mevlâ’mın af, mağfiret ve ihsanıdır.

Kendisini bu vesileyle bir kere daha rahmetle anıyor, mekânının Cennet olmasını niyaz ediyorum.

Diyanet İşleri eski Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Fikret Karaman, babamın ölümü üzerine Diyanet Dergisinde şunları yazmıştı;

“Yüce Allah, insanı en kıymetli ve şerefli bir varlık olarak yaratmıştır. Kişinin niyeti, gayreti, iradesi, tercihi ve çalışması önem arz etmektedir. O’nun rızası ve rahmeti insanın itikat, ibadet, ahlâk ve diğer sosyal davranışlara bağlı olmasından yanadır.

Hayat ve ölüm bizim için bir imtihandır. Kimileri sınavı başarır ve kubbenin altında hoş bir seda bırakarak ayrılır. Bunlar rahmet ve saygıyla anılır. Kimilerinin de hayatları sıkıntılı hatta zindan gibi olur. Hizmetlerinden ve yaptıklarından geriye bir şey kalmaz. Kalsa bile kimseye faydası olmaz. Ölüm ve kaza gibi acı haberleri duyurmak ve yazmak zordur. Fakat mecbur kalınınca başka bir seçenek de olmuyor.

İşte emekli müftülerimizden merhum Halit Aydın’ın vefat haberi de bu tür olaylardan biridir. Vefatını 19 Kasım 2005 tarihinde oğlu İbrahim Hakkı Aydın vasıtasıyla öğrendim. Aradan birkaç gün geçince merhumun Başkanlığımızdaki dosyasını istedim. Dosyasına şöyle bir göz gezdirdiğimde onun ne kadar çalışkan ve dolu bir insan olduğu anlaşılıyordu. Yaklaşık 41 yıl teşkilâtımızda çalıştığını ve başarılı bir hizmet verdiğini gördüm.

1980 yılından itibaren kendisini tanırdım. Toplantı ve seminerlerde beraber oluyorduk. Onun katıldığı toplantılar daha renkli ve başarılı geçerdi. Herkes onun hayat tecrübesinden yararlanmaya çalışırdı. Çünkü o, halkın içinden yetişmiş ve tekrar halkına hizmet aşkıyla dolu bir insandı.

Pratiği bilen, yaşayan ve bu hayat tecrübesiyle karşılaştığı problemleri kolayca çözen bir yapıya sahipti. Hem özel hayatında hem resmî mesaisinde hizmet ve disiplini severdi. Bunun en büyük delili, çocuklarının eğitimine verdiği önem ile kamu ve meslekî alandaki başarısıdır. Zamanı iyi değerlendirirdi. Diğer bir ifade ile bugünün işini yarına bırakmazdı.

Katıldığı toplantı, seminer ve meclislerde hem dinlemesini hem de dinletmesini bilirdi. Güven dolu bir dosttu. Hizmet verdiği kurumu çok severdi.

Emekli olduktan sonra yine bulunduğu yerlerde mutlaka müftülüklere uğrar, verilen görev ve hizmeti yerine getirirdi. Cemaat, toplum ve meslektaşları arasında tam bir hoca efendi olarak tanınırdı.

Ben Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı görevine başladıktan sonra beni birkaç kez arama nezaketinde bulunmuş ve her defasında samimi ve duygu yüklü tavsiye ve hatırlatmalarda bulunmuştur.

Tek amacı ve heyecanı Başkanlığımıza daha iyi bir hizmet vermemiz için katkıda bulunmaktı. Çünkü o, din hizmetlerinin dününü ve bugününü çok iyi biliyordu. Daha az imkânlı ve sıkıntılı günlerden bugüne ulaşmıştı. Dolayısıyla bu heyecanını fırsat buldukça benimle paylaşmak istiyordu. Bu yüzden kendisine çok minnettarız. Onu bir kez daha rahmetle anıyorum.

15 Temmuz 1995’de emekli olunca çok sevdiği bağ bahçe, tarla, fındıklık işleriyle meşgul olmakla birlikte, kendisine ihtiyaç duyulan her konuda Diyanet teşkilatının yardımına koşan babam 2003 yılında hastalandı. Yakalandığı amansız hastalık Mide Ca. nedeniyle 19 Kasım 2005’de aramızdan ayrıldı. Kabri Maçka Kaynarca köyü aile mezarlığında dedem Hafız İsmail Efendi’nin kabri yanındadır.

Rabbim hepimizin geçmişlerine rahmetiyle muamele etsin. Amin.

 

Babamın bize vasiyetini ifade ettiği mani ile bitirelim.

Haram asla yemeyin,

Yalanı da demeyin.

Herkes bizi gözlüyor,

Beni mahcup etmeyin.

Twitter: @dromeraydin